|
|
Bu yazıda Güney Kafkaslarda en önemli anlaşmazlığı oluşturan Karabağ
sorununun kısa tarihçesi, Azerbaycan’a ait bu bölgenin Ermeni güçleri
tarafından işgal edilmesi, sorunun çözümü için uluslararası çabalar, bu
konuda uluslararası kuruluşlarda alınmış başlıca kararlar ve sorunun
çözümlenmesinin bu bölge ülkelerine sağlayacağı yararlar incelenmektedir.
Karabağ ve Dağlık Karabağ coğrafya bakımından iki ayrı terimi ifade
etmektedir. Karabağ, Azerbaycan’ın Kür ve Aras ırmakları ile Ermenistan’ın
Sevan Gölü (Çökçe Gölü) arasında bulunan, yaklaşık 18.000 km2 büyüklüğündeki
bölgedir. Bu bölgenin dağlık olup, stratejik değeri de bulunan 4300 km2
büyüklüğündeki kısmına Ruslar, Dağlık Karabağ adını vermişlerdir. Günümüzde
Ermenistan ile Azerbaycan arasında anlaşmazlık konusu olan bu bölgedir ve
artık, kolaylık olmak üzere, sadece “Karabağ” olarak adlandırılmaktadır.
Karabağ sorunu yaklaşık iki asır kadar önce Rus İmparatorluğu tarafından
jeostratejik nedenlerle yaratılmıştır. 19. yüz yıl başlarında günümüz
Ermenistan’ı ve Karabağ bölgesine tekabül eden topraklarda başta Azeriler
olmak üzere Türk unsurlar çoğunlukta, Ermeniler ise azınlıktaydı.
Ermenilerin çoğu Osmanlı İmparatorluğu ve Iran topraklarında yaşamaktaydı.
Karabağ ise çoğunluğunu Azerilerin oluşturduğu bir Hanlıktı.
Rus İmparatorluğu, Kafkasya’yı ele geçirdikten sonra bu bölgenin idaresini
kolaylaştıracağı düşüncesiyle Ermeni nüfusunun arttırılması politikasını
benimsemiştir [1].
Bu amaçla özellikle İran’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgelerinde
yaşayan Ermenilerin Kafkasya’ya yerleştirilmesine çalışılmıştır. Ermenilerin
bölgeye yerleşmesine paralel olarak özellikle Karabağ’da Müslüman halkın bir
kısmı Azerbaycan’ın diğer bölgelerine ve Osmanlı topraklarına göç etmiştir.
Böylelikle Rusya’nın Kafkaslara Ermeni iskânı siyaseti bölgede ve özellikle
Karabağ’da etnik yapıyı değiştirmiştir. Ermenilerin Güney Kafkasya’ya iskânı
XIX. asır boyunca devam etmiş olmakla beraber Ermeniler, bazı bölgeler
hariç, çoğunluğa sahip olamamıştır. Ancak Balkan Savaşları’ndan sonra Doğu
Anadolu’dan Kafkasya’ya yapılan Ermeni göçleri ve özellikle Birinci Dünya
Savaşı içinde ve sonrasında Doğu Anadolu Ermenilerinden yaklaşık 420.000
kişinin [2] Kafkasya’ya gitmesi günümüz Ermenistan’ına tekabül eden bir
bölgede Ermenilerin çoğunluğu oluşturmasına yol açmıştır.
Rusların Ermenileri Kafkasya’ya yerleştirmesi siyasetinin şu sonuçları
verdiği görülmektedir: Kafkaslarda Ermenilerin sayısının artması bu
bölgedeki Müslüman halklarının istilacı Rusya’ya karşı birleşmelerini ve
bölgenin Müslüman güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile de Rusya’ya
karşı işbirliği yapmalarını önlemiştir. Rusya hakimiyetindeki Ermeniler
Osmanlı Ermenilerinin devlete karşı isyan etmelerinde ve bağımsız Ermenistan
fikrinin yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Osmanlı Ermenileri ise bu
etkiler altında Birinci Dünya Savaşı’nda Rus Orduları yanında yer
almışlardır. Diğer yandan Karabağ’a Ermenilerin iskân edilmesi XX. yüzyılın
başından günümüze kadar, Ermenistan ve Azerbaycan arasında zaman zaman
silahlı çatışmaya kadar varan derin bir anlaşmazlık yaratmıştır.
Rus İmparatorluğunun yıkılması sonucunda 1918’de Kafkasya’da bir Ermeni
devleti kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğunu tasfiye eden Sevr Antlaşması
Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a büyük topraklar vermiştir. Ermeniler bu
toprakları ele geçirmek için başlattıkları savaşta Türk kuvvetlerine
yenilmişler ve günümüz sınırlarını kabul etmişlerdir. Hemen sonra Ermenistan
bağımsız bir devlet olmaktan çıkarak Sovyetler Birliği’ne katılmıştır.
Kafkasların tamamı Sovyet hakimiyetine geçtikten sonra Dağlık Karabağ Otonom
Oblast’ı (özerk Bölgesi) kurulmuş ve Azerbaycan’a bağlanmıştır. Ermeni
kaynaklarına göre [3] o sıralarda nüfusunun büyük çoğunluğu Ermeni olan
Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlanmasının esas nedeninin Sovyetlerin “böl
ve yönet” politikası olduğu görülmektedir. Gürcü kökenli olması nedeniyle
Kafkaslardaki koşulları çok iyi bilen Stalin’in çizdiği harita şudur:
Nahcivan, bir Ermeni koridoruyla Azerbaycan’dan ayrılmıştır. Böylelikle
Azerbaycan’ın önemli bir eyaleti ile doğrudan bağlantısı kesilmiştir. Ayrıca
Türkiye’nin Azerbaycan’a komşu olması önlenmiştir. Karabağ, özerk de olsa,
Azerbaycan’a bağlanmak suretiyle Azerbaycan ve Ermenistan arasında devamlı
bir anlaşmazlık kaynağı yaratılmış ve Moskova’nın hakemliğine başvurmaları
sağlanmıştır.
Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasına ilişkin olarak ortaya atılan talepler
Stalin döneminde Moskova’nın şiddetli tepkisiyle karşılanmıştır. Örneğin
Ermenistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Hancıyan’ın 1936 yılında
öldürülmesi nedenlerinden birinin Karabağ sorunu olduğu iddia edilmiştir
[4]. İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin Boğazların kontrolü
yanında Türkiye’den Kars ve Ardahan illerini talep etmesi, diğer yandan
diaspora Ermenileri’ni Ermenistan’a yerleşmeye çağırması Ermenistan’da
esasen mevcut milliyetçiliğin daha da güçlenmesine neden olmuştur. Ancak
Sovyetler bu milliyetçiliğin dışa dönük işlev yapmasına, diğer bir deyimle
Türkiye’ye karşı olmasına buna mukabil Karabağ gibi ülke içi sorunları
etkilememesine çalışmışlardır.
Karabağ sorunu ancak Stalin’in ölümünden sonra beliren göreceli özgürlük
havası içinde yeniden ortaya atılabilmiştir. Karabağlılar bölgenin
Azerbaycan’a bağlanması için birçok kez Moskova’ya başvurmuşlardır. 1968
yılında artık Stepanakert adını taşıyan bölgenin başkenti Hankenti’nde
Azeriler ve Ermeniler arasında çatışmalar çıkmıştır. Bu olaylar Karabağ’da
Ermenistan’a bağlanmak için ciddi bir eğilim olduğunu göstermiştir. Bu
eğilimin Ermenistan tarafından el altından desteklendiği de anlaşılmaktadır.
Büyük Ermenistan hayalleri peşinde koşan Ermeni diasporası da daima
Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını istemiştir. Moskova ise mevcut düzeni
bozan bu talepleri dikkate almamıştır. 1973 yılında Karabağ Komünist
Partisi’nin başına getirilen Boris Kevorkov bu görevde 15 yıl kalarak
Moskova’nın istediği gibi statükoyu korumuştur. Bu dönemde Ermenistan’a
bağlanmak isteyenler Taşnak propagandası yapmakla suçlanmışlardır.
1985 yılı ayında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan
Mihail Gorbaçev, ülkenin o sırada çok ihtiyaç duyduğu ancak tutucu parti
kadrolarının önlediği reformları gerçekleştirmeye çalışmıştır . Bu
reformların Pereskroyka (yeniden yapılanma), Glasnost (açıklık saydamlık),
Demokratizatsiia (demokratlaşma) ve Novoe Mysshlenia (yeni düşünce) gibi
bazı temel ilkelere dayanmasını istemiştir. Böylelikle Sovyetler Birliği’nde
göreceli bir liberalleşme başlamış, bu da o zamana kadar dile getirilemeyen
talep ve şikayetlerin ortaya atılmasına neden olmuş ve bu arada ayrıca
milliyetçilik akımlar da güçlenmiştir. Ermenistan ve Karabağ’da kısa zamanda
milliyetçi akımlar ortaya çıkmış, Karabağ bölgesinin Ermenistan’a bağlanması
talepleri artmış ve sokak gösterileri yapılmıştır.
Ermenistan’ın Karabağlıların taleplerini desteklemesi Azerbaycan ve
Ermenistan arasında ciddi bir bunalım başlatmıştır. Sovyetler Birliği
dağılma sürecine girdiğinden bu bunalımın aşılması için yeter derecede
kararlı davranamamıştır. Bir süre sonra ise daha ziyade bölgede varlığını
muhafaza etmek kaygısına düşmüş ve bu amaçla çok kere Ermenistan’ı bazen de
Azerbaycan’ı destekleyen bir politika izlemiştir. ABD ve Avrupa’nın büyük
ülkeleri o sırada bölgede kayda değer bir etkileri bulunmadığından, barış
girişimlerini desteklemekle beraber, genelde karışmazlık siyasetini
benimsemişlerdir. Devletlerin bu tutumu Ermenistan için gayet müsait bir
konjonktür yaratmıştır.
1988 yılı Şubat ayında Karabağ’da ve özellikle Ermenistan’da gösterilerin
sürdüğü bir sırada, 140 üyesinden 110’u Ermeni olan Karabağ Meclisi 18 Şubat
1988 tarihinde bölgenin Ermenistan’a bağlanması kararını almıştır. Ancak,
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülkedeki milletlerin
birbirleriyle olan ilişkilere zarar verdiğini ve aşırı milliyetçilerin
tahriki olduğunu belirterek kararı kabul etmemiştir. Bu arada gösteriler
büyümüş ve 22 Şubatta Erivan’da 100.000 kişi Opera Meydanı’nda toplanmıştır.
Gösteriler Gorbaçev’in 26 Şubat’ta yaptığı yatıştırıcı bir konuşma ve
Erivan’da seçilen bir “Karabağ Komitesi” temsilcilerini kabul etmesi
sonucunda durmuştur. Ne var ki Ermenistan’da yaşayan Azerbaycanlıların
kendilerine yapılan saldırılar sonucunda kaçmaya başlaması Bakü’de ve
Sumgayt’ta Ermeni ve Azeriler arasında çatışmalara neden olmuştur.
Sumgayt’ta 28-29 Şubat’taki çatışmalarda altı Azeri, 26 Ermeni olmak üzere
32 kişi ölmüş ve 197 kişi yaralanmıştır [5].
Yasaklara rağmen gösteriler sürmüş ayrıca Karabağ Meclisi 12 Mart 1988
tarihinde Ermenistan’a bağlanma isteğini yenileyen bir karar daha almıştır.
21 Mayıs 1988’de Moskova Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri
Bagirov ile Ermenistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Demirciyan
görevlerinden sağlık nedenleriyle almış, yerlerine Ermenistan’da Suren
Harutunyan, Azerbaycan’da Abdülrahman Vezirov atanmıştır [6].
Ermenistan Meclisi 15 Haziran’da Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını
Azerbaycan Meclisi’nden ve Sovyetler Birliği Yüksek Meclisi’nden istenmesine
dair bir karar almıştır. Bu karar Sovyetler Birliği Anayasasının, Birliğin
halkların kendi kaderlerini özgürce tayini ve aralarında eşit olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri’nin gönüllü katılımıyla oluşmuş çok uluslu, federal
bütün bir devlet olduğunu belirten 70. maddesine dayandırılmıştır.
Azerbaycan Meclisi ise bu konuda 17 Haziran’da bir karar alarak, Sovyetler
Birliği Anayasası’nın 78. maddesinin bir Birlik cumhuriyetinin toprağının
kendi rızası olmadan değiştirilemeyeceğine dair hükmü gereğince Ermeni
Meclisi kararının geçersiz olduğunu belirtmiştir. Konuya tamamen hukuki
açıdan bakıldığında bir Sovyet Cumhuriyeti olmayan Karabağ bölgesinin Sovyet
Anayasasının 70. maddesi hükmünden yararlanamayacağı görülmektedir.
Ermenistan Meclisi’nden sonra Karabağ Meclisi de, 12 Temmuz 1988 tarihinde,
derhal Azerbaycan’dan ayrılarak Artsah adı altında Ermenistan’a bağlanmayı
istemiştir [7]. Bu konu 18 Temmuz’da Sovyet Parlamentosu Yüksek Kurulunda
görüşülerek Karabağ’ın talebi reddedilmiştir Bu karar Ermenistan ve
Karabağ’da büyük gösteriler ve grevler yapılmasına neden olmuştur.
Moskova, Ermenistan ve Azerbaycan yerel idarecilerinin Karabağ konusunu
çözümlemekteki yetersizliklerini veya isteksizliklerini dikkate alarak
Temmuz ayı sonlarında , “Karabağ’ın idaresi için Özel Komite” kurmuş ve
başına Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinden Arkady
Volsky’i getirmiştir.
Azerbaycan’ın o dönemde adı Kirovabad olan Gence şehrinde ve Nahcivan’da 24
Kasım 1988’de örfi idare ilân edilmiş ve üç gün sonra bu şehir ve bölgenin
parti başkanları görevden alınmıştır. Askeri birlikler Ermenileri bu
bölgelerden tahliye etmeye başlamışlardır. Bu olayı izleyen haftalarda on
binlerce Azeri ve Ermeni Azerbaycan’dan ve Ermenistan’dan kaçmıştır.
Moskova’da yapılan açıklamada olaylarda 87 kişinin öldüğü 1500 kişinin de
yaralandığı, 158.000 Ermeni’nin Azerbaycan’dan ve 141.000 Azeri’nin de
Ermenistan’dan ayrıldığı bildirilmiş ayrıca 15.855 silah yakalanmış olduğu
açıklanmıştır[8].
7 Aralık 1988 tarihinde Ermenistan’da yaklaşık 25.000 kişinin öldüğü bir
deprem olmuştur. Bu trajik olay dahi Ermenistan’da gösterileri
azaltmamıştır. Gorbaçev 11 Aralıkta televizyonda yaptığı bir konuşmada
depremden siyasi amaçlar için yararlanmak isteyenleri kınamıştır. O
sıralarda kişilerin deprem bölgesinden çıkarılmasının aslında Ermenileri
dağıtmak amacıyla yapıldığına dair söylentiler yayılmıştır.
Moskova durmak bilmeyen karışıklıklar karşısında 1989 yılı başında tutumunu
sertleştirmiştir. Ermenistan’da gösterileri düzenleyen Karabağ Komitesi
mensupları tevkif edilmiş ve gece sokağa çıkma yasağı konmuştur. Ayrıca
Ermenistan ve Azerbaycan komünist partilerinde ve yerel hükümetlerde bir çok
değişiklik yapılmıştır. 28 Ocak 1989 tarihinde Azerbaycan Başbakanı Hasan
Seyitov “sağlık nedeniyle” görevinden alınmış yerine Ayaz Mutalibov
atanmıştır. Karabağ’da ise Komünist Partisi Birinci Sekreteri Genrik
Pogosyan da “sağlık nedeniyle” görevinden çekilmiştir. Ayrıca Karabağ, 12
Ocak 1989 tarihinde, doğrudan Moskova’nın idaresine alınmıştır [9]. Ancak
Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı olmaya devam ettiği belirtilmiştir.
Moskova’nın aldığı bu sert önlemler bir süre için göreceli bir sükunet
sağlamıştır. Ancak birkaç ay sonra, tevkif edilmiş bulunan üyelerinin
serbest bırakılması için, Ermenistan’da gösteriler başlamıştır. Artık
doğrudan Moskova tarafından idare edilen Karabağ’da ise Mayıs ayında
Ermeniler ve Azeriler arasında çıkan çatışmalar Sovyet birliklerince
önlenmiştir. Bu arada, 16 Ağustos 1989 tarihinde Karabağ’da sadece
Ermenilerin katıldığı bir Milli Konsey kurulmuştur.
Sovyet Parlamentosu Yüksek Kurulu 28 Kasım 1989 tarihinde Karabağ’ın
doğrudan Moskova tarafından yönetilmesi sistemine son vermiştir. Karabağ’ın
idaresi için Özel Komite de lağvedilmiştir. Ancak Sovyet askerleri
Karabağ’da kalmaya devam etmişlerdir. Böylece Karabağ, kuramsal olarak
Azerbaycan idaresine geri dönmüştür. Ancak Sovyet Yüksek Meclisi
Azerbaycan’dan iki ay içinde Karabağ’a tam ve gerçek özerklik veren
kanunları çıkarmasını istemiştir. Karabağ’ın Azerbaycan idaresine geri
dönmesine tepki olarak Ermenistan Meclisi, yukarıda değindiğimiz Karabağ
Milli Konseyi ile birlikte, Karabağ’ın Birleşmiş Ermenistan Cumhuriyeti’nin
bir parçası olduğunu belirten bir bildirgeyi 1 Aralık 1989 tarihinde kabul
etmiştir. Buna göre Ermenistan kanunları Karabağ’da da geçerli olacaktı.
Ayrıca Karabağ Milli Konseyi Karabağ’ın meşru hükümeti olarak kabul
ediliyordu. Bu karar Baku’de gitgide güçlenen Halk Cephesinin düzenlediği ve
yaklaşık 500.000 kişinin katıldığı bir gösteride protesto edilmiş ve
Ermenistan’a giden demiryolu bir hafta süreyle kapatılmıştır.
1990 yılı Ocak ayında Ermenistan Meclisi tarafından kabul edilen Ermenistan
bütçesinde Karabağ’da yer almış ve Ermenistan seçim kanunlarının Karabağ’da
da geçerli olması kararlaştırılmıştır. Ermenistan Parlamentosu’nun yukarıda
değindiğimiz “Birleşmiş Ermenistan” hakkındaki kararı Moskova’da Sovyet
Yüksek Meclisi tarafından Anayasaya aykırı bulununca Ermeni Parlamentosu
Moskova’da kabul edilen kanunların Ermenistan Meclisince veto
edilebileceğine dair bir karar almıştır [10]. Bu kararlar Ermenistan’ın
bağımsızlık yoluna girdiğini ayrıca Karabağ’ı da ilhak etmek istediğini
açıkça göstermiştir.
Azerbaycan’da ise Karabağ ve Ermenistan’dan kaçan kişilerin çoğunluğu
oluşturduğu Halk Cephesi tarafından düzenlenen büyük gösterilerde Azerbaycan
hükümetinden Karabağ üzerinde egemenliğini kurması veya istifa etmesi
istenmiştir. Karabağ 10 ay Moskova’nın idaresi altında kaldıktan sonra 28
Kasım’da tekrar Azerbaycan’ın idaresine geri verilmiş ancak burada asayiş
sağlanamamıştı.
13 Ocak 1990 tarihinde Bakü’de Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar
başladı. Birkaç gün içinde çoğunluğu Ermeni 60 kişi öldü. 15 Ocak’ta
Moskova’da Sovyet Yüksek Meclisi şiddet hareketlerini önlemek üzere
Azerbaycan’a askeri kuvvet göndermeye karar verdi. Bu kuvvetlere ateş etmek
yetkisi verildi. Yüksek Meclis ayrıca Karabağ’da ve Karabağ’ın Azerbaycan’a
yakın bölgelerinde ve sonra da Bakü’de olağanüstü hal ilân etti. Bu arada
Bakü’de hükümetin istifasını isteyen gösteriler devam ediyor, şehir dışında
barikatlar kuruluyordu. Sovyetler Birliği Azerbaycan’a 11.600 asker
gönderdi. Önceden mevcut 6000 kişi ile birlikte asker sayısı 17.000 kişiyi
geçti. Bu birlikler 19 Ocak’ta karadan ve denizden Bakü’ye karşı saldırıya
geçtiler. Sokak savaşlarında resmi kaynaklara göre 82, Halk Cephesi’ne göre
600’den fazla kişi öldü. 20 Ocak’ta Azerbaycan Komünist Partisi Birinci
Sekreteri Abdülrahman Vezirov istifa etti, yerine Başbakan Ayaz Mutalibov
atandı. Hasan Hasanov da başbakan oldu [11].
22 Ocak’ta ölenlerin cenaze merasimi için 750.000 kişi toplanması Sovyetlere
karşı direnmenin büyük halk desteğine sahip olduğunu gösterdi. Ancak Sovyet
kuvvetleri şiddet kullanmaya devam ettiler. Halk Cephesi ileri gelenlerinden
43 kişi 24 Ocakta tevkif edildi. Grev ve gösteriler yasaklandı. Kişilerin
mahkemeye çıkarılmadan 30 gün süre ile tutuklanacağı bildirildi. Bakü
göreceli bir sükunete kavuştu. Bu arada Bakü’deki Ermeniler ve Ruslardan
oluşan 30.000 kişi tahliye edilmişti. Tahliyeler Halk Cephesi’nin güvenlik
garantisi vermesinden sonra durdu. Resmi rakamlara göre 1990 yılı Ocak ayı
içinde Azerbaycan’daki ve Ermenistan-Azerbaycan sınır bölgelerindeki
çatışmalarda ölenlerin sayısı iki yüzü aştı. 24 Ocak’ta Azerbaycan Halk
Cephesi’yle Ermenistan Milli Hareketi temsilcileri Letonya’nın Riga şehrinde
buluştular 15 Şubat’ta ateşkes yapılması ve rehinelerin serbest bırakılması
hususunda anlaştılar. Ancak taraflar arasında, düşük düzeyde de olsa,
çatışmalar devam etti. Bu arada 13 Şubat’ta Ermenistan’a giden demiryolu
açıldı. Moskova’da Sovyet Yüksek Meclisi, Kafkasya’da durumun normalleşmesi
çabalarının olumlu sonuçlar vermediğine işaretle, Ermenistan ve Azerbaycan
makamlarının derhal görüşmelere başlamasını ve güven sağlayacak bir anlaşma
yapmalarını istedi. Bunun üzerine Azerbaycan ve Ermenistan başbakanları 30
Mart’ta Tiflis’te bir toplantı yaptılarsa da bir sonuç alamadılar.
Bu arada Moskova Hükümeti Sovyetler Birliği’nde yasal olmayan tüm silahlı
kuruluşların kapatılması ve silahlarını teslim etmeleri, aksi halde güvenlik
güçleri ve hatta ordu tarafından ezileceklerine dair bir kararname
yayınladı. Bu karar sadece Kafkasya’daki silahlı grupları değil, Orta Asya
cumhuriyetlerini de ilgilendiriyor ve karışıklıkların başladığı Baltık
ülkeleri için bir ihtar niteliği taşıyordu. Yeni seçilen Ermenistan Meclisi
bu kararnamenin Ermenistan’da uygulanmasını durdurdu.
Ermenistan’da yapılan seçimlerden sonra yeni meclis 20 Temmuz’da açıldı.
Levon Der-Bedrosyan[12] 4 Ağustos 1990 tarihinde Ermenistan Meclisi
Başkanlığı’na seçildi. Bu makam devlet başkanlığına tekabül etmekteydi.
Der-Bedrosyan’ın 140 oyuna karşılık Komünist Partisi adayı olan Vladimir
Movsisyan 80 oy alabildi. Başbakanlığa da Vazgen Manukyan atandı [13].
Der-Bedrosyan ve Vazgen Manukyan yukarıda değindiğimiz Karabağ Komitesinin
üyesiydi. Bu kişilerin Ermenistan’ın en yüksek iki makamına seçilmesi
Ermenistan’da komünist rejimin fiilen sona erdiğini gösteriyordu.
Ermenistan Meclis’i 23 Ağustos 1990 tarihinde bir Bağımsızlık Bildirgesi
kabul etti. Buna göre Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin adı
Ermenistan Cumhuriyeti oldu. Ermenistan Cumhuriyeti’nin kendi kendini idare
eden, devlet otoritesine sahip, bağımsız, egemen bir devlet olduğu,
Ermenistan’da sadece Ermenistan Anayasası ile kanunlarının geçerli olduğu
belirtildi. Bildirgeye göre Ermenistan kendi ordusunu ve güvenlik güçlerini
kuracak, başka ülkelerin Ermenistan toprakları üzerinde askeri birlikler
bulundurması ve askeri üstler kurması sadece Ermenistan Devleti’nin
kararıyla mümkün olabilecekti. Ermenistan Cumhuriyeti bağımsız bir dış
politika güdecek, yabancı ülkelerle ve Sovyetler Birliği’nin diğer
cumhuriyetleriyle doğrudan ilişki kurabilecekti. Ermenistan’ın kendi parası,
milli bankası, vergi ve gümrük daireleri ve eğitim sistemi olacaktı.
Görüldüğü üzere Ermenistan tam bağımsız bir devlet oluyordu. Ancak
Bildirge’de Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’nden ayrıldığı ilân edilmiyordu.
Anlaşılan Ermenistan bir yandan bağımsız olurken diğer yandan da Sovyetler
Birliği himayesinden yararlanmak istiyordu.
Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde Ermenistan ve Karabağ’ın birleşmiş
olduğuna dair sadece atıf yapmakla yetinilmesi bu birleşmenin gerçekleşmiş
olduğunun var sayılmasından ileri gelmektedir. Oysa bu birleşme, ne
Karabağ’ın bağlı olduğu Azerbaycan ne de bu “özerk bölge”nin statüsü
hakkında söz sahibi Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmemiş olduğundan,
yasal değildi.
Bu arada Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nin Türkiye hakkında da bir madde
içerdiğini belirtmemiz gerekmektedir. Bildirgenin 11. maddesi şöyledir:”
Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’de ve Batı Ermenistan’da vuku bulmuş olan
1915 soykırımının uluslararasında tanınmasını sağlamak görevini destekler.”
Sözkonusu madde, Türkiye’nin kesinlikle karşı çıktığı soykırım iddiasını
benimsedikten başka, bu iddianın uluslararasında kabul görmesi için
çalışılacağını belirtmekte, diğer yandan da Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan
olarak adlandırarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünün tanınmadığını dolaylı
bir şekilde dile getirmektedir. Nitekim Ermenistan, Türkiye ile Ermenistan
arasındaki sınırı tespit eden ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
tarafından da imzalanmış olan 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmasını
tanıdığını hâlâ ilân etmemiştir.
Kısaca Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi Ermenistan için, Karabağ
nedeniyle Azerbaycan’la, soykırım iddiaları ve toprak bütünlüğü nedeniyle de
Türkiye ile, halen de süren, ciddi anlaşmazlıklar yaratmış bulunmaktadır.
Ermenistan ve Azerbaycan’ın sınır bölgelerindeki çatışmalar birkaç ay sonra
yoğunluk kazanınca Moskova’nın yukarıda değindiğimiz kararnamesi gereğince,
Sovyet Birlikleri Azerbaycan güçlerine yardım ettiler. Bu ise Ermenistan’ın
itirazına neden oldu. Der-Bedrosyan Sovyet liderlerini Azerbaycan ile
işbirliği yaparak, Ermeni milliyetçi hükümetini cezalandırmak ve
Azerbaycan’daki komünist rejimi desteklemekle itham etti. Gorbaçev,
yıkılmakta olan Sovyetler Birliği’ni kurtarabilmek amacıyla, 23 Nisan 1991
tarihinde yeni bir Birlik Antlaşması hazırlamıştı. Azerbaycan, diğer sekiz
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’yle Antlaşmayı imzaladı, buna karşın Ermenistan
bu Birliğe dahil olmayı reddetti [14].
Çarpışmaların devam ettiği bir sırada, Rusya Federasyonu Başkanı Boris
Yeltsin ile Kazakistan Başkanı Nur Sultan Nazarbayev Ermenistan, Azerbaycan
ve Karabağ’ arasında 24 Eylül 1991 tarihinde bir ateşkes anlaşması
yapılmasını sağladılar. Buna göre yıl sonuna kadar tüm silahlı gruplar
silahlarını bırakacak ve Karabağ’dan çekilecek, Karabağ’da sadece Sovyet
Birlikleri kalacaktı. Rehineler serbest bırakılacak ve kaçan kişiler
yerlerine dönecekti. Karabağ için çatışmalarda, 1988 yılından beri iki
taraftan da yaklaşık 800 kişi ölmüştü. Bu nedenle yapılan ateşkes anlaşması
iyi karşılandı. Ne var ki iki gün sonra tekrar başlayan çatışmalarda 15 kişi
öldü. Ermenistan’ın olduğu kadar Azerbaycan’ın da silahlı gruplara tam
olarak hakim olduğu söylenemezdi. 20 Kasım’da bir Azerbaycan helikopteri
içindeki yüksek rütbeli subay ve siviller olduğu halde düşürüldü. Ermenistan
Azerbaycan’ın bu konudaki suçlamalarını kabul etmedi. Daha önce Azerbaycan
Ermenistan’a giden gaz boru hattını kesmiş bulunuyordu.
Azerbaycan Parlamentosu, 26 Kasım 1991 tarihinde aldığı bir kararla, Karabağ
bölgesinin özerk statüsünü kaldırdı ve bu bölgenin bir Milli Birlik Konseyi
tarafından idare edileceğini bildirdi [15]. Ancak Sovyetler Birliği ertesi
gün Ermenistan ve Azerbaycan’dan Karabağ’ın hukuki statüsünde değişiklik
yapacak her hareketten kaçınmalarını istedi. İki ülke de bu kararı kabul
ettiler. Bu karar, Karabağ hukuken kendisine bağlı olduğu için,
Azerbaycan’ın lehineydi.
Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığı için 21 Eylül 1991’de
yapılan referanduma katılım % 95 gibi çok yüksek bir orana ulaştı.
Katılanların %94’i bağımsızlık lehinde oy kullandılar [16]. Ermenistan’ın
bağımsızlığı 23 Eylül’de ilân edildi. Bağımsız Ermeni Devleti 29.800 km2
alanı kapsıyordu. Nüfus 3.283.000 kişiydi. Ermenistan, Cumhurbaşkanı
Der-Bedrosyan’ın da dahil olduğu Milliyetçi Parti tarafından idare
ediliyordu. Ermenistan Komünist Partisi Ağustos ayında faaliyetini durdurdu.
Azerbaycan’da 9 Eylül 1991 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerine sadece
Ayaz Mutalibov katıldı. Ülkenin yükselen siyasi gücü olan Halk Cephesi iç
sorunlarıyla uğraşıyordu. Azerbaycan Meclisi 18 Ekim’de bağımsızlık kararını
aldı. 29 Aralık’ta düzenlenen referandum bağımsızlığı onayladı [17]. Yeni
Kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti 86.600 km2 idi. Nüfusu 7.023.000 kişi idi.
Ülke, Ayaz Mutalibov’un başkanlığını yaptığı Komünist Partisi tarafından
idare ediliyordu.
Karabağ’da Ermenileri, 10 Aralık 1991 tarihinde bölgenin hakim oldukları
kısımlarında düzenlenen bir referandumla bağımsızlıklarını ilân ettiler
[18]. 28 Aralıkta Karabağ Ermenileri aralarında parlamento seçimleri
yaptılar. Yeni Meclisteki 81 sandalyenin on biri Azeri milletvekillerine
ayrıldı. Ancak Azeriler seçimlere katılmadıklarından ve esasen bu seçimleri
meşru da görmediklerinden bu sandalyeler boş kaldı. 3 Ocak 1992 tarihinde
Ermenistan Meclisi Karabağ’ın bağımsızlığını tanıdı. 8 Ocak’ta ise Artur
Mıgırdıçyan devlet başkanı oldu[19]. Bu arada Karabağ Bağımsız Devletler
Topluluğuna üye olmak için başvurdu, ancak bir sonuç alamadı.
Sovyetler Birliği’nin 1979 nüfus sayımına göre Karabağ’ın nüfusu, 160.000
kadar olup bunun % 75’i Ermeni, gerisi Azeri’ydi [20]. Savaş nedeniyle
Azeriler bu bölgeden kaçtıklarından veya terke zorlandıklarından,
bağımsızlığını ilân ettiği sıralarda Karabağ’da yaklaşık 120.000 Ermeni
yaşıyordu.
Azerbaycan, Karabağ’ın bağımsızlığını ilân etmesine karşılık olmak üzere bu
bölgeyi 2 Ocak 1992 tarihinde doğrudan Azerbaycan Başkanlığı makamının
idaresine aldı. Karabağ idaresinin başına Salam Mehmetov getirildi. Ancak
Azerbaycan Karabağ’ın büyük kısmına hakim olmadığından bu tayin bir yarar
sağlamadı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ise 21 Aralık 1991 tarihinde son
buldu. Bu cumhuriyetlerden, Ermenistan ve Azerbaycan dahil on biri,
aralarında bazı alanlarda gevşek işbirliği bağları oluşturan Bağımsız
Devletler Topluluğunu kurdular. Baltık ülkeleri ve Gürcistan Birliğe
katılmadılar.
Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını, ABD’den iki gün önce, 24 Aralık 1991
tarihinde tanıdı. Başbakan Demirel Ermenistan Devlet Başkanı Der-Bedrosyan’a
gönderdiği bir mesajda toprak bütünlüğü ve sınırların değişmezliği ilkesine
saygı gösterilmesini istedi [21]. Demirel’in bu mesajı Ermenistan Anayasa
Bildirgesi’ndeki Türk toprakları üzerinde dolaylı hak iddialarına karşı bir
cevap niteliği taşıyordu.. Diğer yandan Türkiye, Ermenistan Anayasa
Bildirgesi’ndeki soykırım iddialarından da rahatsızdı. Ermenistan bu
konularda bir değişiklik yapmayınca Türkiye de bu ülke ile diplomatik ilişki
kurmadı.
Buna karşın Süleyman Demirel Hükümeti Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmaya
çalıştı. Ermenistan enerjisini Sovyetler Birliğinden aldığı doğal gaz ile
bir nükleer santralden, sağlıyordu. Gürcistan’daki iç durum nedeniyle doğal
gaz sevkıyatı bazen kesiliyor bazen demiryolu da işlemiyordu. Diğer yandan
eski teknoloji ile çalışan Metsamor nükleer santrali sık sık kapatılıyordu.
Ekonomik yönden ciddi güçlükler içinde bulunduğu bu dönemde Türkiye
Ermenistan’a elektrik verdi. Ayrıca 100.000 ton da buğday hibe etti. Diğer
yandan Karabağ anlaşmazlığının barışçı yollarla çözümlenmesi için büyük
gayret sarf etti. Başbakan Demirel Türkiye’nin politikasını şu şekilde
özetliyordu: “ Çatışmadan uzak kalmak ve çatışmanın durması için diplomatik
yolları işletmek” [22]. Ne var ki Türkiye’nin bu ılımlı ve yapıcı politikası
Ermenistan’ın Karabağ konusundaki tutumunda ve Türkiye’ ye yönelttiği
taleplerinde bir değişiklik yapmadı.
Ermeni kuvvetleri Karabağ’ı işgale başlayınca Türkiye, Ermenistan ile mevcut
iyi ilişkilerini bozmadan Azerbaycan’a yardım etmeye çalıştı. Ermeni
diasporasının etkisi altında ABD ve Avrupa ülkelerinde Ermenistan lehine bir
tutum belirmişti. Demirel Hükümeti yaptığı temaslarda Ermenistan-Azerbaycan
çatışmasında taraf tutulmamasını, Kafkasya’da yeni bir İsrail
yaratılmamasını ve Batı ülkeleri Ermenistan’ı desteklerlerse Ermenistan’ın
uzlaşmaz bir tutum alabileceğini ısrarla belirtti [23]. Buna karşın Batı
ülkelerinden Ermenistan’a “insani” olduğu belirtilerek çok miktarda yardım
yapılıyordu. Türkiye, bu yardımların kendi karayollarından veya hava
sahasından geçmesine izin verdi. Ancak silah içerebileceği endişesiyle
bunları sıkı bir denetime tabi tuttu.
Demirel Hükümetinin Ermenistan’a karşı izlediği bu ılımlı politika
Türkiye’de çok tenkit edildi. Muhalefet partileri liderleri Mesut Yılmaz ve
Bülent Ecevit Hükümeti bir çok kez pasif bir politika izlemekle suçladılar.
Aşağıda göreceğimiz gibi Cumhurbaşkanı Turgut Özal da benzer bir tutum
içindeydi. Diğer yandan Türkiye’nin bir çok şehrinde Ermenistan’ı yeren
gösteriler yapıldı.
Türkiye Azerbaycan’a da yardım etmeye başlayınca Ermenistan idarecileri
arasında da Türkiye’ye karşı izlenecek politika hakkında fikir ayrılıkları
ortaya çıktı. Ermenistan’ın Amerikan uyruğunda olan Dışişleri Bakanı Raffi
Hovannisyan gözlemci olarak katıldığı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin
İstanbul toplantısında 10 Eylül 1992 tarihinde yaptığı bir konuşmada
soykırım iddialarını dile getirdi ve ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorununda
başlangıçta takındığı tarafsız tutumu yitirdiğini ifadeyle Türkiye’nin
Ermenistan ile olan ilişkilerini normalleştirmek için, Karabağ sorununun
çözümünü ön koşul olarak ileri sürmemesini istedi [24]. Hovannisyan ABD
Başkanı Bush’u da Karabağ sorununda tarafsız bir politika izlediği için
tenkit ediyordu. Hovannisyan 16 Ekim 1992 tarihinde Başkan Der-Bedrosyan’ın
isteği üzerine istifa etti.
Sovyetler Birliği’nin dağılması Karabağ sorunu üzerinde olumsuz etki yaptı.
Sovyetler Birliği hukuken bu bölgenin nasıl ve kimler tarafından idare
edilebileceğini tayin edebiliyordu. Nitekim bir süre bu idareyi kendisi
üstlenmiş ve olaylar azalmıştı. Diğer yandan Sovyetler Birliği bu bölgeye
askeri güç de gönderme yetkisine sahipti. Ancak Sovyetlerin dağılacağı
kesinlik kazanınca Karabağ ve çevresindeki Sovyet Birlikleri geri çekilmeye
başladı. Bu ise Ermeniler ve Azeriler arasındaki çatışmaları hızlandırdı.
Aşağıda göreceğimiz Hocalı katliamından sonra, Bağımsız Devletler Topluluğu
Başkomutan Mareşal Yevgeni Şapoşnikov 28 Şubat 1992’de Karabağ’daki ve
Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki askeri kuvvetlere geri çekilmeleri ve
beraberinde getiremeyecekleri silahları imha etmeleri emrini verdi. Ancak
Sovyet kuvvetlerinin tümüyle çekilmesi zaman aldı ve fiilen o yılın Haziran
ayında başladı. Sovyet kuvvetlerinin bir kısmı Ermenistan’da kalmaya devam
etti. Sonraları Rusya Ermenistan’da askeri üstler kurdu.
Karabağ’da çatışmalar 1992 Şubat ayında arttı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı
Hüseyin Sadıkov ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Raffi Hovannisyan 20
Şubat’ta Moskova’da buluştular. Ateşkes ve insani yardım konularında
anlaştılar. Bu arada Azerbaycan Başkanı Ayaz Mutalibov’un Karabağ’ın
Azerbaycan içinde kalarak bu bölgeye kültürel özerklik sağlanmasını esas
alan bir barış planı Azerbaycan Meclisi’nde reddedildi.
Ermeni güçleri 25 Şubat 1992 tarihinde Stepanakert’in (Hankendi) kuzeyindeki
Hocalı kasabasını ele geçirdiler. Bir kaynak çarpışmalarda 600’den fazla
sivilin öldüğünü, 127 kişinin yaralandığını ve 487 kişinin Ermenilerce rehin
alındığını bildirmektedir [25]. Hocalı saldırısında o sırada henüz
Karabağ’dan ayrılmamış bulunan Sovyetlerin 366 alayının katıldığına dair
gözlemler mevcuttur [26]. Ancak Moskova’nın bu konuda emir vermiş olduğuna
dair bir bulgu yoktur. O sıralarda Sovyetler Birliği kıtalarında disiplin
kalmadığı, eratın çoğunluğunun kaçtığı, silahlarını sattığı ve para
mukabilinde bir veya öteki tarafı top ateşine tuttuğuna [27] dair duyumlar
vardır.
Hocalı katliamı Azerbaycan kamu oyunda büyük infial uyandırdı. Moskova’nın
istekleri doğrultusunda Karabağ sorununa bir çözüm bulmaya çalışan Ayaz
Mutalibov katliamdan iki hafta kadar sonra, 6 Mart 1992 tarihinde,
aleyhindeki büyük gösterilerin etkisi ve Karabağlı Azerilerin hayatını
kurtaramadığı ithamları altında istifa etti. Yerine geçici bir sure için
Yakup Mehmetov atandı.
Hocalı katliamı Türkiye’de de büyük duyarlılık yarattı. İstanbul’da protesto
gösterileri yapıldı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal İngiliz Financial Times
gazetesine verdiği bir demeçte Azerbaycan’ın desteklenmesi için Ermenistan’a
abluka uygulanması fikrini ortaya attı [28]. Ancak Demirel hükümeti
ihtiyatlı idi. Gıda ve ilaç yardımı dışında Ermenistan’a gidecek uçaklara
izin verilmezken ateşkesin sağlanması için Rusya Federasyonu, ABD ve
Fransa’nın desteği sağlanmaya çalışıldı. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin,
Brüksel'de ilgili tüm taraflara, uluslararası kuruluşlara ve BM Güvenlik
Konseyi üyelerine, Dağlık Karabağ sorununa çözüm önerilerini içeren 6
maddelik bir barış planı sundu. Ancak Ermenistan Türkiye’yi Karabağ
anlaşmazlığında tarafsız davranmamakla itham ederek bu planı incelemeyi
reddetti.
Buna karşın İran, Ermenistan ve Azerbaycan temsilcilerini Tahran’da bir
araya getirmeyi başararak 15 Mart 1992 tarihinde ateşkes yapılmasını ve
ekonomik yaptırımların kaldırılmasını öngören bir anlaşma imzalanmasını
sağladı. Taraflar arasında zaman zaman bazı bölgelerde çarpışmalar olduysa
da ilke olarak bu anlaşmaya riayet edildi.
AGİK’in 1992 Mart ayında Helsinki’de yapılan Dışişleri Bakanları
toplantısında Karabağ sorununu bir çözüme kavuşturabilmek üzere Minsk’te bir
konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı. Konferansa ilgili ülkeler olan
Ermenistan ve Azerbaycan’ın yanında Karabağ’dan bir heyet gözlemci olarak
kabul edilecekti. Ayrıca ABD, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa, İtalya,
Çekoslovakya ve Türkiye konferansa katılacaktı. Bu konferansın hazırlıkları
için Roma’da toplantılar yapıldı. Ancak Karabağ Ermeni idaresinin gözlemci
statüsünü kabul etmemesi konferansın toplanmasını engelledi. Konferansa
katılacak ülkeler bundan sonra Minsk Grubu adı altında Karabağ sorununun
çözümü için faaliyet gösterdiler. Başarı sağlayamamasına karşılık Minsk
Grubu günümüze kadar bu konuda başlıca yetkili kuruluş olmayı sürdürdü.
8 Mayıs 1992 tarihinde Ermeni güçlerinin Şuşa şehrini ele geçirmesiyle
çatışmalar tekrar başladı. Azerbaycan’ın tarihi bakımdan önemli bir merkezi
olan Şuşa’nın kaybıyla Karabağ bölgesinin neredeyse tamamı Ermenilerin eline
geçmiş oldu. Ermeni güçleri bundan sonra Karabağ dışındaki hedeflere
yöneldiler ve Karabağ’ın, Ermenistan’a en yakın bölgesindeki Laçin şehrini
17 Mayıs’ta aldılar. Böylelikle Ermenistan ile Karabağ karadan bir koridor
ile birleşti.
Tarihi Şuşa şehrinin düşmesi Azerbaycan’da karışıklıklara neden oldu.
Azerbaycan Meclisi 14 Mayıs’ta geçici Başkan Yakup Mehmetov’u durumdan
sorunlu tutarak Ayaz Mutalibov’u tekrar başkanlığa getirdi. Mutalibov 7
Haziran’da yapılacak olan başkanlık seçimlerini iptal etti ve Bakü’de
olağanüstü hal ilân etti. Ancak ertesi gün Halk Cephesi taraftarı 20.000
kişi parlamento binasını ve başkanlık sarayını işgal etti. Mutalibov kaçtı.
İsa Kamber seçimlere kadar başkan seçildi.
Şuşa’nın düşmesinden bir gün sonra Ermeni kuvvetleri Nahcivan’ın Türk
sınırına yaklaşık 10 kilometre mesafedeki Sederek kasabasına hücum ettiler.
Nahcivan, Karabağ gibi, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölgeydi. Ermeni
milliyetçileri “tarihi Ermeni toprakları” içinde bulunduğu iddiasıyla
Nahcivan üzerinde hak iddia ede gelmişlerdir. Karabağ gibi Nahcivan’ın
adının da Ermenice olmaması bu iddialar için yeterli bir cevap olabilir.
Diğer yandan Karabağ’ın aksine Nahcivan’ın nüfusu Azeridir.
Türkiye, hem ortak sınırı bulunması hem de 1921 Kars Antlaşması ile
Sovyetler Birliği, Azerbaycan ve Ermenistan ile birlikte bu bölgenin
statüsünü saptayan ülkelerden biri olması nedeniyle Nahcivan ile yakından
ilgilidir. Sederek’e yapılan saldırı Ankara’da endişe uyandırdı. Zira
Karabağ’ın kolayca Ermeniler tarafından işgal edilmiş olması Nahcivan’da da
aynı senaryonun tekrarlanacağını düşündürüyordu. Bakanlar Kurulu toplanarak
Türkiye’nin Nahcivan’ın işgaline izin vermeyeceğinin ve sınırların
değiştirilmesini kabul etmeyeceğinin Ermenistan’a bildirilmesine karar verdi
[29]. Azerbaycan’ın geçici Başkanı İsa Kamber 1921 Kars Antlaşmasının
Türkiye’ye, Nahcivan’a askeri müdahalede bulunmak hakkını verdiğini ileri
sürdü; Nahcivan bölgesi Başkanı Haydar Aliev Türkiye’den askeri yardım
istedi. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Füsünoğlu da ordunun
muhtemel bir harekat için hazır olduğunu bildirdi [30].
Muhalefet liderlerinden Bülent Ecevit’in Türkiye’nin bir an önce Nahcivan’a
müdahale etmesi gerektiği, Ermenistan Nahcivan’ı işgal ettikten sonra
Türkiye’den de toprak isteyeceği şeklindeki uyarılarına [31] karşılık
Başbakan Demirel hemen askeri müdahalenin sözkonusu olmadığını ifade
ediyordu [32]. Cumhurbaşkanı Özal ise Ermenilerin Karabağ ve Nahcivan’da ele
geçirdiği yerlerin geri alınması gerektiğini ve bu hususta Türkiye’ye görev
düştüğünü söylüyordu [33].
Bu arada Bağımsız Devletler Topluluğu komutanı Yevgeni Şapoşnikov
Nahcivan’daki çatışmalara diğer bir ülkenin katılmasının Üçüncü Dünya
Savaşı’na götürebileceğini ifade ediyordu [34]. Sederak saldırısından üç gün
önce, 15 Mayıs 1992 tarihinde Taşkent’te Rusya Federasyonu ile Ermenistan
dahil, ancak Azerbaycan hariç, beş Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi
arasında bir karşılıklı savunma antlaşması imzalanmıştı. Buna göre devletler
güvenlikleri tehlikeye düştüğünde birbirlerine yardım edeceklerdi. Bu
durumda Nahcivan nedeniyle Ermenistan güvenliği tehlikeye girerse Rusya
Federasyonu’nun Ermenistan’a yardım etmesi gerekiyordu.
Türk Hükümeti bu bunalımı diplomatik yollarla aşmaya kararlı görünüyordu. Bu
amaçla ilgili tüm ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla temas kuruldu ve
Başbakan Demirel’in deyimiyle Ermenistan diplomatik kıskaca alındı [35].
Sonuçta ABD, İngiltere, İran, Gürcistan, Avrupa Birliği ve NATO sınırların
kuvvet kullanarak değiştirilemeyece-ğine dair beyanlarda bulundular. Rusya
Federasyonu’nun da yasa dışı eylemleri desteklemeyeceğini bildirerek
Ermenistan’ı kınaması Nahcivan bunalımını sona erdirdi.
Nahcivan konusunda aydınlatılmasında yarar olan bir husus 1921 yılında
imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları’nın, gerektiğinde Türkiye’ye,
Nahcivan’a askeri müdahalede bulunmak hakkı verip vermediğidir. Moskova
Antlaşması ile Türkiye ve Sovyetler Birliği; Kars Antlaşması ile de Türkiye,
Ermenistan ve Azerbaycan, Nahcivan’ın Azerbaycan’ın himayesinde özerk bir
bölge olması konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşmaya riayet edilmediği
taktirde tarafların nasıl davranacaklarına ve çerçevede askeri müdahale
hakları olup olmadığına dair antlaşmalarda bir kayıt yoktur. Bu durumda
Nahcivan’ın özerk statüsü bozulduğunda nasıl hareket edileceğini her
devletin kendisinin tayin etmesi gerekecektir.
Karabağ ile ilgili olaylara dönersek 7 Haziran 1992’de yapılan başkanlık
seçimlerini Halk Cephesi Lideri Ebülfeyz Elçibey kazandı. 12 Haziran’da
karşı taarruza geçen Azerbaycan güçleri Karabağ bölgesinin kuzey doğusundaki
Mardakert ve civarındaki 15 köyü ele geçirdiler. Azerbaycan kuvvetlerinin bu
başarısında Sovyetler Birliği silahlarından payına düşenleri almış olmasının
da payı vardı [36].
Mardakert’in geri alınması Karabağ’da bir bunalıma yol açtı. Hükümet istifa
etti ve olağanüstü hal ilân edildi. Savaş sonuna kadar hükümet yetkilerine
sahip olacak bir Savunma Komitesi kuruldu. Bu komitenin başkanlığına Robert
Koçaryan getirildi. Koçaryan Ermenistan Başkanı Der-Bedrosyan’ın yakın
işbirliği içindeydi.
Azeri güçlerinin Karabağ’daki başarıları Ermenistan’ı Karabağ konusundaki
ilkesel tutumunu gözden geçirmeye sevk etti. Ermenistan Parlamentosu 8
Temmuz’da aldığı bir kararla, Karabağ’a ve halkına verdiği devamlı desteği
belirttikten sonra Karabağ Cumhuriyeti’ni Azerbaycan’ın bir parçası olarak
gösteren herhangi bir belgenin kabul edilmeyeceğini vurguladı [37]. Böylece
Ermenistan, Karabağ sorununa Azerbaycan’a sınırları içinde kalması koşuluyla
çözüm bulunmasını peşinen reddetmiş oldu.
Çarpışmalar daha sonra Laçin bölgesinde Ermenistan ile Karabağ arasında
kurulmuş olan koridor etrafında cereyan etti. 28 Ağustos’ta Kazakistan’ın
aracılığı ile sağlanan bir ateşkes kısa sürede bozuldu. 25 Eylül’de Rusya
tarafından sağlanan diğer bir ateşkes de ihlâl edildi. Azerbaycan güçlerinin
Laçin Koridorunu ele geçirmek için 4 Ekimde başlattıkları saldırı
püskürtüldü. Ermeni güçleri Aralık ayında başlattıkları bir saldırıyla
kaybettikleri yerlerin çoğunu geri aldılar.
Yukarıda değindiğimiz gibi, Azerbaycan Bağımsız Devletler Topluluğu’na
katılmak için, bir anlaşma imzalamıştı. Ancak Azerbaycan Meclisi 7 Ekim 1992
tarihinde bu antlaşmayı onaylamadı. Buna karşın birkaç gün sonra , 12
Ekim’de, Elçibey Moskova’da Boris Yeltsin ile “Azerbaycan ile Rusya Arasında
Dostuk, İşbirliği ve Karşılıklı Güvenlik Antlaşması”nı imzaladı [38]. Bu
Antlaşmaya göre taraflar, özetle, birbirlerinin bağımsızlığına, toprak
bütünlüğüne, sınırların değişmezliğine saygı göstermek, iç işlerine müdahale
etmemek, güç kullanmamak, güç kullanma tehdidinde bulunmamak, insan
haklarına riayet etmek gibi ilkeler çerçevesinde ilişkilerini yürütmek
taahhüdünde bulunuyorlardı. Toprak bütünlüğü ve sınırların değişmezliği gibi
ilkeler Karabağ konusunda Azerbaycan’ın elini güçlendiriyordu. Buna karşın
Ermenistan, Karabağ’ın hiçbir zaman bağımsız Azerbaycan’ın bir parçası
olmamış olduğunu iddia ettiğinden, kendini bu ilkeleri ihlâl etmiş
saymıyordu.
1993 yılı ABD Başkanı George Bush ve Rusya Federasyonu Başkanı Boris
Yeltsin’in
bir barış girişimiyle başladı. İki Başkan 3 Ocak’ta yayınladıkları bir
bildiriyle çarpışmaların derhal durmasını ve AGİT aracılığıyla barış
müzakerelerine yeniden başlanmasını istediler. Ancak çarpışmalar, kışın da
etkisiyle düşük düzeyde de olsa, devam etti.
Ermenistan güç bir kış geçirdi. Sanayi üretimi iki hafta durdu.
Gürcistan’dan gelen gaz boru hattının bir bölümünün Azeriler tarafından
havaya uçurulmasıyla 23 Ocakta tüm Ermenistan elektriksiz kaldı. Başbakan
Hosrov Harutunyan istifa etti. Başbakanlığa atanan Hrant Bagratyan hükümetin
önceliğinin yiyecek ve enerji krizlerini çözümlemek olduğunu bildirdi.
Ermenistan ABD’nin yardımıyla Dünya Bankası’ndan 13 milyon dolar kredi aldı.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından da 59,4 milyon dolar kredi sağlandı
[39].
Türkiye’de ise muhalefet partileri hükümeti Ermenistan’a buğday ve elektrik
vermesi nedeniyle eleştirmeye devam ettiler. Hükümet ise barış girişimlerini
sürdürdü.
Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin Azerbaycan’da yaptığı bir ziyaret sırasında
Rusya ile Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığını sona erdirmeyi öngören üç
aşamalı bir plan hazırladıklarını ifade etti. Planın birinci aşamasında
taraflar ateşkes ilân edecekler, ikinci aşamada Karabağ ve çevresindeki tüm
yabancı askeri güçler çekilecek, üçüncü aşamada ise Azerbaycan, Ermenistan
ve Nahcivan’a giden tüm ulaşım yolları açılacaktı.
Aşağıda anlatacağımız olaylar bu planın ele alınmasını önledi.
Mart ayının son haftasında saldırıya geçen Ermeni kuvvetleri 4 Nisan’da
Kelbecer şehri ile civarını ele geçirdiler; böylelikle Karabağ ile
Ermenistan arasında ikinci bir koridor daha açılmış oldu. Bu bölgede oturan
Azerilerden yaklaşık 40.000 kişi kaçtı. Ermeni güçleri ayrıca güneydeki
Fuzuli kenti bölgesine doğru saldırıya geçti. Laçin gibi Kelbecer ve Fuzuli
kentleri de Karabağ’ın dışındaki Azerbaycan toprağıydı. Çarpışmaların
Karabağ’ı taşıp Azerbaycan’a sıçraması bir tırmanma teşkil
ediyordu.Ermenistan çarpışmalara kendi nizami kuvvetlerinin katıldığını
inkar etti. Ermenistan’a göre savaşanlar Karabağlı Ermenilerdi. Ancak en
fazla 120.000 kişi olan Karabağlı Ermenilerin 7 milyonu aşan Azerilere karşı
kolayca başarılı olmalarına inanmak zordu.
Kelbecer’in düşmesi üzerine Türkiye iki karar aldı: İlk olarak, tarifeli
veya tarifesiz, Ermenistan’a giden veya Ermenistan’dan gelen tüm uçak
seferlerini durdurdu. İkinci olarak konuyu Güvenlik Konseyi’ne götürdü.
Konsey Başkanı 7 Nisan’da bir açıklama yaparak gelişmeler karşısında ciddi
endişe duyulduğunu bildirdi; ateşkes yapılmasını ve Ermeni güçlerinin işgal
ettiği bölgelerden çekilmesini istedi. Ancak Ermenistan’ın Azerbaycan’a
yaptığı saldırının kınanması hakkındaki Türk istemini reddetti.
Kelbecer’in düşmesi Cumhurbaşkanı Özal ile Demirel Hükümeti arasındaki görüş
ayrılıklarını tekrar ortaya koydu. Başbakan Demirel Türkiye’nin Ermenistan’a
askeri müdahalesinin sözkonusu olmadığını söylüyordu [40]. Buna karşın
Cumhurbaşkanı Özal,
Ermeni-Azeri anlaşmazlığının artık Karabağ meselesi olmaktan çıkıp “Büyük
Ermenistan hayali” haline geldiğini, Türkiye’nin askeri önlemler alması
gerektiğini, Ermenistan sınırında askeri manevra yapılabileceğini, bugünkü
dünyada risk almadan hiç bir netice alınamayacağını ifade ediyordu [41].
Turgut Özal, hiç beklenmedik bir şekilde, 17 Nisan 1993 tarihinde vefat
etti. Elçibey ve Der-Bedrosyan, Özal’ın cenaze töreni vesilesiyle geldikleri
Ankara’da görüştüler. Müzakerelerin AGIK çerçevesinde yeniden başlaması
kararlaştırıldı.
Diğer yandan, Güvenlik Konseyi 20 Nisan 1993 tarihinde kabul ettiği 822
sayılı kararla, kalıcı bir ateşkes sağlanabilmesi için tüm çatışmaların ve
düşmanca hareketlerin derhal durdurulmasını, Kelbecer bölgesinden ve
Azerbaycan’ın yakın zamanda işgal edilmiş diğer bölgelerinden tüm işgalci
güçlerin çekilmesini istedi. Konsey ayrıca anlaşmazlığın çözümlenmesi için,
AGİT’in Minsk Grubu barış süreci çerçevesinde ilgili tüm tarafların derhal
görüşmelere başlamalarını talep etti. Kararın giriş bölümünde bölgedeki tüm
devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi
gereğinden, uluslararası sınırların dokunulmazlığından ve toprak kazanmak
için kuvvete başvurulmasının kabul edilemeyeceğinden bahsediliyordu.
Kelbecer ve civarının Azerbaycan toprağı olduğundan şüphe bulunmadığından bu
ifadeler Azerbaycan’ın lehineydi. Buna karşılık Kelbecar’ın yöresel Ermeni
güçleri tarafından işgal edildiğinin belirtilmesi Ermenistan’ın bu
olaylardan sorumlu olmadığı gibi bir izlenim yaratıyordu. Ancak, bu gibi
durumlarda adet olduğu gibi, saldırgan kınanmıyordu. Son olarak çatışmaların
durması, işgalci güçlerin geri çekilmesi gibi hususlar yerine getirilmediği
taktirde Güvenlik Konseyi’nin ne yapacağı belirtilmemişti. Kısaca bu karar
saldırganları caydıracak bir nitelik taşımıyordu.
Bu kararın kabulünden üç gün sonra Türkiye, Rusya ve ABD bir barış planı
açıkladıklar. Buna göre Ermeni güçleri Mayıs ayı ortasına kadar Kelbecer’den
çekilecek, iki ay süre ile ateşkes ilân edilecek ve bu süre zarfında AGİK
çerçevesinde görüşmeler başlayacaktı. Azerbaycan planı kabul etti.
Ermenistan ise planı olumlu bulduğunu ifade etmekle beraber, “Karabağ
Cumhuriyeti”nin bazı açıklamalar istediğini belirterek onaylamadı. Planın
biraz değiştirilmiş şekli 26 Mayısta Azerbaycan ve Ermenistan tarafından
kabul edildi. Ancak Karabağ bu planı, Karabağ halkının güvenliği için
yeterli garantiler içermediği ve Azerbaycan’ın uyguladığı ekonomik ablukanın
sona ermesini öngörmediği için reddetti [42].
Ermenilerle yapılan savaşlarda uğranılan yenilgiler Azerbaycan’da Elçibey
idaresinin zayıflamasına yol açmıştı. Verilen emirlere itaat etmediği için
rütbesi geri alınan Albay Suret Hüseyinov, Gence’de isyan etti. Azerbaycan
ordusu kuvvetlerini püskürttü ve Bakü’ye doğru ilerlemeye başladı. Bu olay
Başbakan Panah Hüseyinov’un ve Meclis Başkanı İsa Kamber’in istifasına yol
açtı. Nahcivan bölgesi Başkanı Haydar Aliev 15 Haziran 1993 tarihinde
Azerbaycan Meclis başkanlığına seçildi. Suret Hüseyinov kuvvetlerinin
Bakü’ye ilerlemesi önlenemeyince Elçibey 18 Haziran’da Nahcivan’a gitti,
ancak istifa etmedi. Hüseyinov kuvvetleri 21 Haziranda Baku’yü girdi ve
Hüseyinov devlet başkanının tüm yetkilerine sahip olduğunu açıkladı. Ancak
Azerbaycan Millet Meclisi, Elçibey’in ülkede durumu fiilen kontrol
edemediğini ve görevini yapamadığını belirterek, Başkanlık yetkilerini
Aliev’e verdi. Hüseyinov da Başbakan ve Başkomutan olarak atandı [43].
Azerbaycan’ın bu karışık durumu Ermenilerin yeniden saldırıya geçmesine
neden oldu. Karabağ bölgesinde Azerilerin elindeki tek yer olan Mardakert
(Ağdara) 27 Haziran’da alındı ve Rusya’nın aracılığıyla ateşkes ilân edildi.
Üç hafta kadar sonra Ermeni kuvvetleri yeniden saldırıya geçerek 24
Temmuzda, Karabağ’ın doğusundaki Akdam kentini ve cıvarını ele geçirdi.
Türkiye tarafından ivedi olarak toplantıya çağrılan Güvenlik Konseyi 29
Temmuz 1993 tarihinde toplanarak 853 sayılı kararı kabul etti. Bu karar
yukarıda değindiğimiz 822 sayılı Kararın öğelerini tekrarlamaktadır.
Yenilik, Akdam bölgesinin ve Azerbaycan’ın diğer bazı bölgelerinin işgal
edilmesinin, sivillere karşı saldırılar ile meskûn yerlerin bombardıman
edilmesini ve bölgedeki tüm düşmanca hareketlerin kınanmasıdır. Ancak bu
Kararda saldırıları kimin yaptığı ve kimin kınandığı belli değildir.
Kararda, ayrıca, 822 sayılı karar uygulamaları ve Minsk Grubu’nun
önerilerini kabul etmeleri için Ermenistan’ın, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
Karabağ Bölgesi” Ermenileri üzerinde nüfuzunu kullanması istenmektedir. Bu
ifadelerden dolaylı olarak saldırganların Karabağ Ermenileri olduğu sonucuna
varılabilir. Kararın tek olumlu yönü, dolaylı da olsa Karabağ’ın
Azerbaycan’a ait olduğunu teyit etmesidir.
Bu haliyle söz konusu kararın, 822 sayılı Karar gibi, Ermeniler üzerinde bir
etkisi olmayacağı açıktır. Nitekim Ermeni güçleri 18 Ağustos’ta Cebrail’i,
23 Ağustos’ta Fuzuli’yi, 31 Ağustos’ta Kubatlı’yı ve 3 Eylül’de de Horadiz’i
almışlardır. Rusya’nın girişimiyle ateşkes ilân edilmiştir.
Saydığımız kentler İran’a çok yakındır. Ermenilerden kaçan Azeriler İran’a
sığınmıştır. İran’ın bu bölgesi etnik Azerilerle meskun olduğundan İran
hükümeti mülteci akımını önlemek istemiş ve 1OOO kadar Iran askeri
Azerbaycan’a girmiştir. Bu olay Karabağ savaşında bir tırmanma olarak
görülmüş ve Türkiye dahil ilgili ülkelerin itirazlarına neden olmuştur.
Sorun, İran’ın sınır bölgesinde 100.000 kadar mülteciyi barındıracak
tesisler yapmayı kabul etmesiyle aşılmıştır [44].
Bu arada Ermenistan sınırındaki Türk birliklerinin takviye edilmesinin
Ermenistan’da tedirginlik yarattığı görülmüştür. Der-Bedrosyan 6 Eylül’de
Cumhurbaşkanı Demirel’i telefonla arayarak bu kaygıyı dile getirmiş ve
olaylara kendilerinin değil Karabağ Ermenilerinin neden olduğunu
belirtmiştir. Demirel ise Azerbaycan topraklarının işgalinin Türkiye’de
infial yarattığı ve işgale bir an evvel son verilmesi gerektiği cevabını
vermiştir[45].
Bu sırada Azerbaycan’da önemli iç gelişmeler yaşanıyordu. 29 Ağustos 1993
tarihinde yapılan ve Elçibey’e güvenilip güvenilmediğini soran bir
referandumda oy verenlerin % 97,5’i güvenmediklerini belirttiler. Aliev 3
Ekim 1993’de yapılan başkanlık seçimini oyların %98,8’ini alarak kazandı
[46].
Aliev iktidara geldikten sonra iki önemli karar aldı.
Bunlardan bir Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi olmasıdır.
Rusya’nın Elçibey hükümetine yönelttiği en önemli eleştiri Azerbaycan’ı
Bağımsız Devletler Topluluğu dışında tutmasıydı. Rusya’nın Karabağ
anlaşmazlığında Ermenistan’ı kayıran tutumunun da bundan kaynaklandığı
söylenirdi. Azerbaycan’ın topluluk üyesi olmasıyla Rusya’nın Karabağ
konusunda daha dengeli davranacağı bekleniyordu. Ancak Rusya ile
Azerbaycan’ın ilişkilerinde bir iyileşme olmakla beraber Karabağ’da
yenilgiler devam etmiştir.
Aliev’in ikinci önemli kararı BP’nin temsil ettiği batılı petrol
şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum ile Azerbaycan arasında 2 Kasım 1993
tarihinde bir anlaşma imzalamak olmuştur. Böylece Azerbaycan, önemli mali
kaynaklara kavuşmanın yanında görüşlerini özellikle ABD’de daha kolay
savunmak olanağını bulmuştur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 14 Ekim 1993 tarihinde Karabağ
anlaşmazlığı konusunda 874 sayılı bir diğer karar kabul etti. Bu karar,
yukarıda özetlediğimiz
822 ve 853 sayılı kararların esaslarını tekrar etmekte ve ateşkesin etkili
ve kalıcı olması için ilgili tüm taraflara çağrıda bulunmaktadır. Kararda
ayrıca, son olarak işgal edilen yerlerden kuvvetlerin çekilmesi ve
haberleşme ve nakliyeye ilişkin tüm engellerin kaldırılması için MİNSK Grubu
tarafından hazırlanan takvime uyulması istenmektedir. Kararda kınama yoktur.
Ermeni kuvvetleri bu karadan on gün kadar sonra ateşkesi ihlâl ederek
Azerbaycan’ın Zengilân bölgesine saldırdılar. Yaklaşık 50.000 Azeri, Aras
nehrini geçerek, İran’a sığındı. Güvenlik Konseyi 12 Kasım 1993 tarihinde
kabul ettiği 884 sayılı kararda, artık adet olduğu gibi, daha önceki
kararlarının esaslarını tekrar etti. Ayrıca Karabağ anlaşmazlığının ve
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerilimin bölgedeki barış ve güvenliği
tehlikeye atacağı belirtildi. Ateşkes ihlâlleri ile Zengilân bölgesi ile
Horadiz şehirlerinin işgal edilmesi, sivillere saldırılması ve Azerbaycan
topraklarının bombalanması kınandı. Silahlı çatışmaların derhal
durdurulması, işgal güçlerinin Zengilân bölgesinden, Horadiz şehrinden ve
Azerbaycan’ın son zamanlarda işgal edilmiş diğer bölgelerinden derhal
çekilmesi, ilgili tüm tarafların ateşkesi etkin ve devamlı hale getirmeleri
ve Minsk süreci çerçevesinde anlaşmazlığın müzakereler yoluyla
çözümlenmesini araştırmaya devam etmeleri istendi.
21 Aralık 1993 tarihinde Azerbaycan güçleri karşı taarruza geçtiler. Ocak
ayının başlarında Horadiz ve Akdam’ı geri aldılar. Kelbecer bölgesinde de
bazı ilerlemeler kaydettiler. Rusya’nın girişimleriyle 1 Mart 1994
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir ateşkes imzalandıysa da
çarpışmalar düşük düzeyde devam etti. Ermeni kuvvetleri ise 22 Martta
saldırıya geçtiler ve Nisan ayı içinde sözkonusu yerlerin tamamına yakınını
geri aldılar. Bu son çatışmalar Azeri güçlerinin işgal altındaki toprakları
kurtaramadığını buna karşın Ermeni güçlerinin de daha fazla
ilerleyemediklerini gösterdi. İki taraf da olanaklarının sonuna gelmişti. Bu
olgu devamlı bir ateşkesi mümkün kıldı.
Azerbaycan Milli Meclisi Başkanı Resul Guliev Kırgızistan başkenti Bişkek’te
9 Mayıs 1994 tarihinde, daha önce Bağımsız Devletler Topluluğu Parlamenter
Asamblesi Başkanı ile Ermenistan, Karabağ ve Kırgızistan Meclis
Başkanları’nın imzalamış olduğu bir ateşkes protokolünü imzaladı. Protokol,
özetle, Karabağ ve çevresinde ateş kesilmesini ve uluslararası güçlerin
barış gücü olarak bölgeye yerleştirilmelerini öngörüyordu. Bu protokolün
Azerbaycan Meclisince tasdiki güç oldu. Bir grup muhalefet milletvekili
protokolün Karabağ’ı bağımsız bir birim olarak tanıdığını, diğer yandan Rus
güçlerinin bu bölgeye barış gücü kisvesi altında girmesine imkan verdiğini
belirterek, protokole karşı çıktılar. Başkan Aliev’in Rus birliklerinin
bölgeye girmesine müsaade edilmeyeceğine dair güvence verilmesinden sonra
protokol Azerbaycan Meclisi’nde onaylandı[47].
Böylece altı yıldan beri süren çatışmalar son buldu, ancak aradan on yıl
geçmesine rağmen Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış kurulamadı.
Karabağ anlaşmazlığında Azerbaycan’ın aldığı yenilginin ana nedeni
Azerbaycan’daki iç karışıklıklar ve Karabağ konusunda uygulanan farklı
politikalardır.
Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsız olmalarından sonra Ermenistan tek bir
başkan (Der-Bedrosyan) tarafından idare edilirken Azerbaycan’da üç lider
değişmiştir. Ayrıca Mutalibov ve Elçibey’in iktidardan ayrılmaları anormal
koşullar altında cereyan etmiş, ülkede büyük iç çekişmeler yaşanmış ve bu
iktidar mücadelesi Karabağ sorununu zaman zaman arka plana itmiştir. Diğer
yandan Azerbaycan’ın bu dönemdeki başkanları Karabağ konusunda ayrı
politikalar izlemişlerdir. Mutalibov’un tamamen Moskova yanlısı politikası
Karabağ sorununun çözümüne yardımcı olmamıştır. Karabağ bölgesinin
Azerbaycan’ın kontrolünden çıkması Muttalibov döneminde olmuştur. Ebüfeyz
Elçibey ise Moskova’yı dikkate almayan bir politika izlemiş; diğer yandan
Türkçü tutumları Türkiye’de olduğu gibi Orta Asya’nın Türkî ülkelerinde de
kayda değer bir destek görmemiştir. Elçibey döneminde Karabağ dışındaki bazı
Azerbaycan toprakları Ermeniler tarafından ele geçirilmiştir. Rusya’nın daha
dengeli davranacağı ümidiyle Azerbaycan’ı Bağımsız Devletler Topluluğu’na
üye yapan Haydar Aliev de Karabağ sorununda Rusya’dan ciddi bir yardım
alamamış ve Akdam, Fuzuli, Cebrail, Kubatlı, Horodiz ve Zengilân gibi bazı
Azerbaycan şehirleri Haydar Aliev zamanında Ermenilerce işgal edilmiştir.
Ermenistan’a gelince, yukarıda anlattığımız gibi, Karabağ’ın Azerbaycan
idaresinden ayrılması için 1960’lardan beri ısrarla izlenen politika,
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde sonuç vermiştir. Karabağ’ın
Ermenistan tarafından ilhak edilmesi, sınırların dokunulmazlığı ve ülkelerin
toprak bütünlüğünün korunması gibi evrensel hukuk kurallarını ihlâli
olacağından, Karabağ Ermenilerinin kendi kaderini kendisi tayin etmek
hakkını kullanarak Azerbaycan’dan ayrıldığı ve bağımsız bir devlet kurduğu
savı ortaya atılmıştır. Ne var ki bu sanal devlet kimse tarafından
tanınmamıştır.
Diğer yandan Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladıkları kısıtlayıcı
ekonomik önlemler ve Gürcistan’daki iç karışıklıklar nedeniyle sık sık
kesilen yollar Ermenistan’ı kısa zamanda abluka altında bir ülke haline
getirmiştir. Ekonomik kriz yaklaşık bir milyon Ermeninin, başta Sovyetler
Birliği olmak üzere, diğer ülkelere göç etmesine sebep olmuştur. Ermenistan
ekonomisi gelişememiş, diasporanın gönderdiği fonlar, ABD gibi bazı
ülkelerin yardımları ile Dünya Bankası ve Avrupa İmar ve Kalkınma
Bankası’ndan alınan krediler hayati önem taşımaya başlamıştır.
Karabağ anlaşmazlığının bir diğer sonucu da Ermenistan’ın Rusya
Federasyonuna bağımlı hale gelmesidir. Rusya Ermenistan’ın bir numaralı
ekonomik partneri olmuştur. Hemen her alanda Rusya’nın desteği ve himayesine
ihtiyaç duyan Ermenistan bu ülkeye askeri üst de vermiştir. Zamanla daha
dengeli bir siyaset izlemenin yararları anlaşılmış ve ABD ile AB ülkeleriyle
daha sıkı ilişkiler geliştirilmesine çalışılmıştır. “Tamamlayıcılık” adı
verilen bu politika Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığı devam ettiği için
gerçekleşti-rilememiştir. Bugün Ermenistan Rusya Federasyonu’nun bir tür
uydusu görünümü vermektedir.
Türkiye ise Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmaya ve sürdürmeye çalışmıştır.
Bu amaçla Türkiye Ermenistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri olmuş, ayrıca,
Karabağ bunalımına rağmen Ermenistan’a elektrik vermiş, 100.000 ton buğday
da hibe etmiştir. Ancak Ermenistan tarihten gelen önyargıların etkisi
altında, soykırım iddialarının kabulüne çalışmış ayrıca Türkiye’nin
sınırlarını tanımaktan kaçınmıştır.Buna karşın Türkiye’nin Azerbaycan’a
yaptığı yardımlar sınırlı kalmıştır. Türkiye bu pasif denebilecek tutumunu
telafi etmek üzere Karabağ’da çarpışmaların sona ermesi ve bu soruna
Azerbaycan’ın çıkarları gözeten kalıcı bir çözüm bulunması için çok yoğun
bir diplomatik faaliyet yürütmüştür. Ancak bu hedeflere de ulaşılamamıştır.
Kısaca Türkiye’nin Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmak ve Karabağ sorunun
çözümüne katkıda bulunmak politikası başarılı olamamıştır.
Rusya Federasyonu’nun Kafkaslar politikası bu bölgede Sovyetlerin sahip
olduğu nüfuzu yeniden kazanmak olarak özetlenebilir. Ancak Abhazya ve Acarya
da ayrılıkçı hareketleri desteklemiş olduğu için Gürcistan’la, Karabağ
anlaşmazlığında Ermenistan’ı desteklemiş olması nedeniyle de Azerbaycan’la
anlaşmazlık içine girmiştir. Bu durum Ermenistan’ı Rusya Federasyonu’nun
Kafkaslarda başlıca müttefiki haline getirmiş, bu ülkede askeri üstler
alması Ermenistan’ın Rusya nazarındaki değerini daha da arttırmıştır. Halen
iki devletin bir stratejik ortaklık içinde olduklarını belirtmektedirler.
Rusya’nın Ermenistan ile olan çok yakın ilişkileri Karabağ sorununun
Rusya’nın katkısı olmadan çözülemeyeceğini ortaya koymaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Kafkaslara ve özel olarak Ermenistan’a
yaklaşımlarında şu hususların dikkate alınması gerekmektedir. ABD, stratejik
mülahazalarla, Kafkaslarda güvenlik koşullarının mevcut olmasını ve bölge
ülkelerinin demokrasi ile idare edilmesini istemektedir. Bu nedenle ABD
Karabağ sorununun çözümünden yanadır. Ancak ABD’de siyasi bakımdan aktif bir
Ermeni diasporası vardır. Bu diaspora Ermenistan ve Karabağ lehine olduğu
kadar Türkiye ve Azerbaycan aleyhinde faaliyet göstermektedir. Mesela
saldırıya uğrayan taraf Azerbaycan olmasına karşın Amerikan Kongresi,
Azerbaycan’ın, Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ambargoyu dikkate alarak,
Özgürlük Desteği Kanunu’nda 1992’de bir değişiklik yapmış ve Azerbaycan’a
insani yardım yapılmasını engellemiştir. Amerika’da Azerbaycan lehine olan
tek husus bu ülkedeki zengin petrol yataklarıdır. Azerbaycan’ın petrolün
çıkarılmasını ve nakliyesini Batı ülkeleri petrol şirketlerine vermiş olması
ABD’de taktir toplamıştır.
Karabağ’da ateş kesildikten sonra AGİK Minsk Grubu müzakere sürecini
hızlandırmıştır. Minsk Grubu 1997 yılından itibaren, eş başkan olan Rusya,
ABD ve Fransa aracılığıyla çalışmalarını yürütmüştür. Rusya’nın stratejik
nedenlerle, ABD ve Fransa’nın da ülkelerindeki Ermeni azınlığı nedeniyle
daha ziyade Ermenistan görüşlerine yakın olması Azerbaycan yetkililerinin
şikayetine neden olmuş ancak bu üç ülke günümüze kadar barış sürecini
yöneltmeye devam etmişlerdir.
Minsk Grubu eş başkanları tarafından 1997 Mayıs ayında hazırlanan bir plan
Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olmasını, kendi anayasasını
hazırlama hakkına sahip bulunmasını, Ermeni güçlerinin Karabağ dışındaki
Azerbaycan topraklarından ve Şuşa şehrinden çekilmesini, buralarda
güvenliğin AGİT güçlerince sağlanmasını ve Karabağ’ın serbest ekonomik bölge
olmasını öngörüyordu [48]. Bu plan Azerbaycan tarafından kabul edilmiştir.
Karabağ bölgesi Başkanı Robert Koçaryan 1997 Mayıs ayında Ermenistan’a
başbakan olmuştu. Eylül ayında Karabağ başkanlık seçimlerini kazanan Arkadi
Gukasyan, Karabağ’ın bağımsızlığını engellediğini ileri sürerek Minsk Gurubu
planını reddetmiştir. Daha sonra ise Azerbaycan ve Karabağ’ın eşit haklara
sahip olacağı bir federal devlet veya bir ortak devlet kurulmasını
önermiştir.
1997 Aralık ayında Minsk Grubu taraflara, aşamalı olarak nitelendirilen bir
ikinci plan sunmuştur. Buna göre birinci aşamada, Şuşa ve Laçin koridoru
hariç, Ermeni güçleri işgal edilmiş Azerbaycan topraklarından çekilecek ve
mülteciler evlerine geri dönecekti. Şuşa ve Laçin koridorunun durumu sonra
tayin edilecekti.
Ermenistan da Minsk Grubu önerileri hakkında fikir ayrılığı belirmiştir.
Başkan Der-Bedrosyan Karabağ’a bağımsızlık verilmesini gerçekçi bulmamış
[49], ayrıca bu sorunun aşamalı bir şekilde çözümlenmesinden yana olmuştur.
Karabağ’daki Ermeni idaresi ise bağımsızlık için ısrar etmenin yanında,
çözümün bir kere de alınacak önlemlerle gerçekleştirilmesini istemiştir.
Başbakan Koçaryan, beklendiği gibi, Karabağ görüşlerini savunmuştur.
Der-Bedrosyan, Karabağ konusunda görüşleri Milli Meclis tarafından
desteklenmeyince, 3 Şubat 1998 tarihinde istifa etmiştir. Anayasa gereğince
seçimlere kadar cumhurbaşkanlığına vekalet eden Başbakan Koçaryan başkanlık
seçimlerini 30 Mart 1998 tarihinde yapılan ikinci turda kazanmıştır.
AGİT Minsk Grubunun Kasım 1998’de hazırladığı üçüncü bir barış planı
Azerbaycan ve Karabağ’ın ortak bir devlet kurmasını öngörüyordu. Ancak
Azerbaycan bu planın kendi toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini belirterek
reddetmiş ve MİNSK Grubunun daha önce hazırladığı ve Karabağ’a Azerbaycan
içinde geniş otonomi verilmesini öngören planı desteklediğini bildirmiştir
[50]. Azerbaycan daha sonra, 21 Şubat 2001 tarihinde, Minsk Grubu’nun
hazırladığı planları kamu oyuna açıklamıştır. “Ortak Devlet” formülünün
Karabağ’a fiilen bağımsızlık verdiği, zira Karabağ’ın kendi anayasası ve
ordusunun olmasını ve Azerbaycan Millet Meclisi’nin alacağı kararları veto
etmek hakkına sahip bulunmasını öngördüğü meydana çıkmıştır.
Azerbaycan’ın Minsk Grubu’na karşı duyduğu güvensizlik iki ülke devlet
başkanlarının doğrudan görüşmeye başlamaları sonucunu vermiş ve Minsk Grubu
ise bu görüşmeleri kolaylaştırıcı bir rol almakla yetinmiştir. İki ülke
başkanları 2001 yılında Mart ayında Paris’te ve Nisan ayında da ABD’de Key
West’te yoğun görüşmeler yapmışlardır. Basın haberlerine göre taraflar şu
formül üzerinde durmuşlardır: Karabağ hukuken Azerbaycan’a bağlı bir bölge
olacak ancak çok geniş bir özerkliğe sahip olacaktır. Ermenistan bir koridor
ile Karabağ’a Nahcivan’da bir koridorla Azerbaycan’a bağlanacaktır. Bu
koridorların Laçin ve Megri bölgelerinde olacağı anlaşılmaktadır [51].
Ermeni güçleri işgal ettikleri bölgelerden çekilecektir. Demiryolu hattı
işletmeye açılacaktı. Bu formülden bir sonuç alınamamıştır. Ancak Azerbaycan
ve Ermenistan Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanlarının hala dahi
görüşmeye devam etmeleri sorunun çözümü için ümit olduğunu göstermektedir.
Karabağ anlaşmazlığı bazı uluslararası kuruluşlarca da ele alınmıştır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu konuda almış olduğu kararlar
hakkında yukarıda bilgi verdik. Bu kararlarda bölgedeki tüm ülkelerin
egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi, sınırların
dokunulmazlığı, toprak elde etmek için kuvvet kullanmanın kabul edilmezliği
ilkeleri teyit edilmektedir. Ayrıca bu kararlarda yer alan Ermeni güçlerinin
işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri ve Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı bir
bölge olduğu gibi hususlar, Ermenilerce ileri sürülen Karabağ’ın bağımsız
bir devlet olduğu ve kendine ait toprakları ele geçirdiği gibi görüşlere
açıkça ters düşmektedir. Buna karşın Güvenlik Konseyi kararları Ermenistan’ı
saldırgan olarak göstermemiş ve kınamamıştır.
Avrupa Konseyi, Azerbaycan ve Ermenistan’ın bu teşkilata 2001 yılında üye
olmasından sonra Karabağ sorununa yakın ilgi göstermiştir. Son olarak
Konseyin Parlamenter Asamblesi 25 Ocak 2005 tarihinde Karabağ sorunu
hakkında 1416 sayılı bir karar kabul etmiştir. Yakın tarihli olması ve
Avrupa Konseyinde tüm Avrupa ülkelerinin temsil edilmesi nedenleriyle özel
bir önemi olan bu kararı daha yakından inceleyelim.
Bu kararda, Karabağ’da silahlı çatışmalar başlamasında on yıldan fazla zaman
geçmiş olmasına rağmen Karabağ sorunun hala çözümlenmemiş bulunmasının
esefle karşılandığı ifade olunmaktadır. Karar, yüz binlerce kişinin
yerlerinden olduğunu ve sefil durumda yaşadığını belirtikten sonra
Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmının halen Ermeni güçlerinin işgali
altında bulunduğu ve ayrıca Karabağ bölgesinin ayrılıkçı Ermeni güçler
tarafından kontrol edildiğini ifade etmektedir. Kararda Karabağ’daki
çarpışmaların bazı etnik unsurların bölgeden çıkarılmasına ve etnik
temizliğe benzer şekilde tek etniden oluşan bölgeler yaratılmasına neden
olduğunu vurgulamaktadır. Kararda bir devlet toprağından bir bölgenin
ayrılarak bağımsızlık kazanmasının ilgili bölge halkının demokratik
desteğini temel alan yasal ve barışçı bir süreç içinde gerçekleşebileceği
ifade edilmektedir. Kararda bir silahlı çatışmayla etnik unsurların zorla
göç ettirilmesi ve ilgili bölgenin fiilen diğer bir devlete ilhak edilmesi
sonucunda bir bölgenin ayrılmasının ve bağımsızlık kazanmasının mümkün
olmayacağını da vurgulanmaktadır.
Karar, Avrupa Konseyi üyesi bir devlet tarafından yabancı bir toprak
işgalinin o devletin üyesi olarak edindiği taahhütlerinin vahim bir ihlâli
oluşturacağını tekrarlamakta ve Azerbaycan ve Ermenistan’ın 2001 yılında
Avrupa Konseyi’ne üye olurken anlaşmazlığı sadece barışçı yollarla çözmeyi
ve komşularına karşı kuvvet kullanma tehdidinde bulunmamayı taahhüt
ettiklerini belirtmektedir.
Kararda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı
kararlarına atıfta bulunulmakta ve özellikle 853 sayılı karara değinilerek
tüm üye devletlerden anlaşmazlığın artmasına veya toprak işgalinin devamına
neden olabilecek şekilde, taraflara silah ve mühimmat vermekten kaçınmaları
istenmektedir.
Karar, anlaşmazlık sonucunda yerlerinden edilmiş kişilerin güvenli bir
şekilde evlerine dönme hakkı olduğunu belirtmekte ayrıca tüm üye devletlerin
bu kişilere insani yardım yapmasını istemektedir.
Karar, herhangi bir önkoşul öne sürmeden, bölgenin gelecekteki statüsü
hakkında Karabağ’daki iki toplumun siyasi temsilcileriyle temas kurmasını
Azerbaycan hükümetinden istemektedir.
Karar, Minsk Grubu Eş Başkanları aracılığıyla yürütülen müzakereler
başarısızlıkla sonuçlanırsa, Azerbaycan ve Ermenistan’ın Uluslararası Adalet
Divanı’na başvurmasını telkin etmektedir.
Görüldüğü üzere Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin 1416 sayılı kararı
Karabağ sorunu hakkında Ermenistan’ın görüşlerine uygun değildir. Bu arada
özellikle iki husus Ermenistan’ın aleyhinedir: Birincisi, karara göre,
Karabağ’ın bağımsız bir devlet statüsünde olamayacağıdır. Zira, bağımsız
olabilmek için, gerekli olan ilgili bölge halkının demokratik desteğini
temel alan yasal ve barışçı bir süreç Karabağ’da yaşanmamıştır. Aksine
Karabağ Azerileri evlerinden kovulmuş ve bazıları katledilmiştir. Böylelikle
kararda bağımsızlığı önleyen, “etnik unsurların bölge dışına çıkartılmasına
götüren bir silahlı çatışma” meydana gelmiştir. İkinci olarak karar,
Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmının halen Ermeni güçlerinin işgali
altında bulunduğunu ifade etmekte aynı zamanda üye bir devletin yabancı bir
toprağı işgalinin o devletin Avrupa Konseyi üyesi olarak edindiği
taahhütlerinin vahim bir ihlâli oluşturacağını belirtmektedir. Bu sözler,
bir kınama olmasa da, Ermenistan’a yöneltilmiş ağır eleştirilerdir.
Karabağ konusundaki literatürde en az bahsedilen husus, İslâm Konferansı
Örgütünün (İKÖ) bu anlaşmazlık hakkındaki tutumudur. Oysa, bu örgüt Karabağ
sorunu hakkında 1994 yılından bu yana bir çok karar almıştır. Son olarak da
14-16 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları
toplantısında da bu konuda 10/31-P sayılı bir karar kabul edilmiştir.
Bu kararın önemli noktaları şu şekilde özetlenebilir: Ermenistan’ın
Azerbaycan’a saldırısı şiddetle kınanmıştır. İşgal altındaki Azerbaycan
topraklarında Azeri sivil halka karşı yapılan hareketler “insanlığa karşı
suç” olarak görülmüştür. İşgal edilmiş Azerbaycan topraklarında arkeolojik,
kültürel ve dini eserlerin yağmalanması ve tahrip edilmesi de kınanmıştır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874, ve 884 sayılı
kararlarının tam olarak uygulanması, Ermeni güçlerinin Azerbaycan’ın,
Karabağ dahil, işgal edilmiş topraklarından çekilmesi ve Ermenistan’ın
Azerbaycan’ın egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesi istenmiştir.
Kararda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Azerbaycan’a karşı saldırı
yapılmış olduğunu kabul etmesi ve aldığı kararlara riayet edilmesi için
Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın Anayasası’nın VII. bölümünde gösterilen
önlemlerin alınması istenmiştir[52]. Kararda Azerbaycan’ın egemenliğine ve
toprak bütünlüğüne karşı yapılan saldırı kınanmıştır. Bu konuda İKÖ
üyelerinin Birleşmiş Milletler’de koordineli bir harekette bulunmasının
kararlaştırıldığı bildirilmiş ve ayrıca İKÖ üyesi ülkelerin Birleşmiş
Milletlerdeki daimi temsilcilerinin Genel Kurulda oy kullanırken
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusuna mutlak destek vermeleri istenmiştir.
Kararda, AGİT’in 1996 yılında Lizbon’da yaptığı zirve toplantısı başkanı
tarafından Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının çözümü için ifade edilen üç
ilkenin desteklendiği belirtilmiştir. Sözkonusu ilkeler şunlardır:
Azerbaycan ve Ermenistan’ın toprak bütünlüğü, Azerbaycan içinde kalmak
kaydıyla, Karabağ’a kendi kendini idare etmesi için en geniş hakların
verilmesi ve bu bölgenin ve tüm halklarının güvenliğinin garanti edilmesi.
Ermenistan Karabağ’ın Azerbaycan içinde kalmasını Lizbon toplantısında kabul
etmediği için bu ilkeler onaylanamamıştı.
Kararda tüm devletlerin Ermenistan’a silah ve askeri malzeme satmaktan
sakınmaları ve Ermeni saldırısına ve Azerbaycan topraklarının işgaline son
verebilmek üzere gerekli görünen etkili siyasi ve ekonomik önlemlere
başvurmaları talep edilmektedir.
Kararda yerlerinden edilen kişilerin ve mültecilerin güvenlik içinde
evlerine
dönebilmeleri istenmekte, Azerbaycan’da bu durumdaki bir milyondan fazla
kişi bulunmasının yarattığı insani sorunların boyutlarından endişe duyulduğu
belirtilerek tüm üye ülkelerin bu kişilere insani yardım yapmaları, ayrıca
üye ülkelerin, İslâm Kalkınma Bankasının ve diğer İslâm kuruluşlarının
Azerbaycan’a acil mali ve insani yardımda bulunmaları istenmektedir.
Görüldüğü gibi İslâm Konferansı Örgütü Karabağ sorunu hakkında Azerbaycan’ın
görüşlerini çekincesiz desteklemekte diğer yandan Ermenistan’ı şiddetle
kınamakta ve bu ülkenin bazı hareketlerini “insanlığa karşı suç” olarak
görmektedir. Elliden fazla üyesi bulunan İslâm Konferansı Örgütü’nün,
özellikle Birleşmiş Milletler’de, küçümsenemeyecek bir etkisi vardır.
Mesela, Azerbaycan 2004 Ekim ayı sonunda Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun Karabağ sorununu görüşmesini istediğinde AGİT üyelerinin
çoğunluğu, Minsk Grubunun çalışmalarına zarar vereceği gerekçesiyle bu
görüşmelere karşı çıkmıştı. Ancak İslâm ülkelerinin oyu ile konu Genel Kurul
gündemine alınmıştı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Avrupa Konseyi’nin ve İslam
Konferansı Örgütü’nün Karabağ sorunu hakkında almış oldukları kararlar
mecburi değildir. Ancak bu kuruluşlarca öne sürülen toprak bütünlüğüne
saygı, sınırların dokunulmazlığı, anlaşmazlıkların barışçı yollarla
çözümlenmesi, toprak edinmek için güç kullanmanın kabul edilmezliği gibi
ilkeler dikkate alınmadan uluslararası anlaşmazlıkların çözümlenebileceğini
düşünmek de gerçekçi değildir. Nitekim Ermenistan, Karabağ ve diğer bazı
Azerbaycan topraklarını on iki yıldır işgal etmesine rağmen ne Karabağ’ın
bağımsız bir devlet olduğunu ne de Azerbaycan topraklarından bir kısmının
Karabağ’ın savunması için gerekli olduğu görüşlerini kimseye kabul
ettirebilmiş değildir.
Karabağ sorununun çözümü Ermenistan’a büyük yarar sağlayacaktır. Azerbaycan
ve Türkiye’nin Ermenistan’a karşı uyguladıkları kısıtlayıcı ekonomik
önlemler kalkacak ve Ermenistan her yönü kapalı bir ülke durumundan çıkarak,
Türkiye üzerinden Avrupa ve Yakın Doğu ülkelerine erişebilecektir. Bu ise
Ermenistan ekonomisi üzerinde çok olumlu etki yapacaktır. Ermenistan’ın
komşularıyla olan sorunlarını çözümlemesi kredi alma olanaklarını, bazı
ülkelerin ikili yardımları ile uluslararası kuruluşların yardımlarını
arttıracaktır. Diğer yandan Ermenistan halen savunma için harcadığı
kaynaklardan önemli bir bölümünü kalkınma projeleri için kullanabilecektir.
Kısaca komşularıyla olan ilişkilerini çözümlediği taktirde Ermenistan,
süratle kalkınan bir ülke haline gelecektir. Bu tablonun gerçekleşmesi için
Ermenistan’dan beklenen Karabağ’ın, çok geniş özerklikle, Azerbaycan’a
bağlanmasını kabul etmesi ve halen işgal ettiği topraklardan çekilmesidir.
Diğer yandan Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı olmak ekonomik açıdan
Karabağ’ın lehinedir.
Azerbaycan da Karabağ sorunun çözümünden çok yararlanacaktır. Yaklaşık on
beş yıldır devam eden savaş psikozu ortadan kalkacak, mültecilerin
sorunlarına çözüm bulunacak, ve savunmaya ayrılan büyük kaynaklar başka
amaçlar için kullanılabilecektir. Karabağ sorununu çözmüş bir Azerbaycan’ın,
petrol gelirlerinin de artmasıyla, Güney Kafkasya’nın en güçlü devleti
haline gelmesi normaldir.
Karabağ sorunu bir çözüme kavuştuğu taktirde Rusya Federasyonu’nun
Ermenistan üzerinde halen sahip olduğu büyük nüfuz giderek azalacaktır. Bu
çerçevede Ermenistan’daki Rus askeri üstlerinin kapanması da beklenebilir.
Buna karşılık, Karabağ sorununun çözümlenmesinin yaratacağı barış
atmosferinin, bölgenin Abhazya, Güney Osetya ve Çeçenistan gibi diğer
anlaşmazlıkları üzerinde psikolojik alanda olumlu bir etki yapması da
mümkündür. Bu durumdan Rusya Federasyonu olduğu kadar Gürcistan da
yararlanacaktır.
Iran, ülkesinde yaşayan on beş milyon kadar Azeri’nin Azerbaycan ile
birleşmesi olasılığından endişe duyduğu için Karabağ sorununda Ermenistan’ı
desteklemiştir. O itibarla Karabağ sorununun çözümlenmesi ve Azerbaycan’ın
refah düzeyine ulaşması İran’da memnunlukla karşılanmayacaktır. Ancak bu
anlaşmazlık sonsuza kadar sürmeyeceğine göre İran etnik sorunlarını, başka
usullerle, mesela Azerbaycan’la iyi ilişkiler kurmak ve ülkesinde Farisi
olmayan halklara geniş kültürel haklar tanımak suretiyle aşmaya
çalışmalıdır.
Karabağ sorununun çözümlenmesi Kafkasya’da güvenliğin arttırılması ve
Azerbaycan’ın da daha güçlü bir devlet haline gelecek olması nedenleriyle,
jeopolitik alanda Türkiye’nin lehinedir. Bunun yanında Ermenistan sınırının
açılması bu ülke ile olan ticareti arttıracak ayrıca Azerbaycan ile olan
ulaştırmada Ermenistan yolları da kullanılabilecektir. Ne var ki Türkiye’nin
Ermenistan ile olan sorunlarının başında Karabağ sorunu değil, Ermenistan’ın
Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımaması ve soykırım iddiaları
bulunmaktadır. O itibarla Karabağ’ sorununun çözümü Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinin normal hale gelmesi için yeterli olmayacaktır. Karabağ sorunu
ile eş zamanlı olarak bu sorunların çözümünün sağlanması da gereklidir.
--------------------------------------------------------------------------------
* E. Büyükelçi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı.
[1] Ömer Göksel İşyar, Sovyet-Rus Dış Politikaları ve Karabağ Sorunu, Alfa
Yayınları,İstanbul 2004, s.207-216
[2] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s.227.
[3] Donebédian ve C. Moutafian, Artash, Histoire du Karabagh, Sevig Press,
Paris 1991, s.93
[4] a.g.e., s.95
[5] Keesing’s Contemporary Archives, Records of World Events, London,
1988-2000, C.34, s.36034
[6] Keesing’s C:34, s.36035
[7] Keesing’s C:34, s.36036
[8] Keesing’s C:35, s.36471, 36490
[9] Keesing’s, C:35, s.36402
[10] Keesing’s, C:36, s.37169
[11] Keesing’s, C:36, s.37169
[12] İngilizce ve Fransızca kaynaklarda bu kişinin adı Ter-Petrosyan veya
Petrossian olarak yazılmaktadır. Biz Türkiye Ermenilerinin deyişi olan
Der-Bedrosyan’ı kullanıyoruz.
[13] Keesing’s C:36, s.37664
[14] Keesing’s, C:37, s.38078
[15] Keesing’s, C:37, s.38582
[16] Keesing’s C:37, s.38418
[17] Keesing’s C:38, s. R120
[18] Keesing’s C:38, s.38733
[19] Mıgırdıçyan 14 Nisan’da evinde vurularak öldürüldü. Karabağ Meclisi bu
ölümün bir kaza sonucunda vuku bulduğunu bildirdi. Bu konu için bkz. Patrick
Karam ve Thibault Mourges, Les Guerres de Caucase, des Tsars à la
Tchétchénie, Librairie Perrin, Paris 1995, s.91
[20] P. Donabédian ve C. Mutafian, a.g.e., s.93
[21] Ayın Tarihi; 24 Aralık 1991 (Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
web sitesi www.bygm.gov.tr )
[22] Ayın Tarihi, 19 Mart 1992
[23] Ayın Tarihi, 12 Şubat 1992
[24] Ayın Tarihi, 10 Eylül 1992
[25] Araz Aslanlı, Tarihten Günümüze Karabağ Sorunu, Avrasya Dosyası, C:7,
S:1, İlkbahar2001, s.404
[26] Thomas De Wall, Black Garden, Armenia and Azerbaijan through Peace and
War, New York University Press, New York, 2003, S. 170; Thomas Goltz,
Azerbaijan Diaries, M.E. Sharp, New York, 1998, s.124 ve Araz Aslanlı, a.g
e. s.404.
[27] Thomas De Wall, a.g.e. s.312
[28] Ayın Tarihi, 7 Mart 1992
[29] Ayın Tarihi, 18 Mart 1992
[30] Ayın Tarihi, 18 Mart 1992
[31] Ayın Tarihi, 19 Mayıs 1992
[32] Ayın Tarihi, 19 Mayıs 1992
[33] Ayın Tarihi, 21 Mayıs 1992
[34] Kamer Kasım, The Nagorno Karabakh Conflict From its Inception to the
Peace Process, Ermeni Araştırmaları/Armenian Studies, S:2, 2001, ASAM,
Ankara, s.174
[35] Ayın Tarihi, 22 Mayıs 1992
[36] SSCB’nin askeri mirası 15 Mayıs 1992 tarihli Taşkent anlaşmasıyla eski
Sovyet Cumhuriyetleri arasında paylaşılmıştır. Buna göre Azerbaycan’a 220
tank,285 top, 220 askeri araç verilmiş ancak bu anlaşmada yer alan 100 uçak
ve 50 helikopter teslim edilmemiştir. Bkz. Nazım Cafersoy, Elçibey Dönemi
Azerbaycan Dış Politikası, Bir Bağımsızlık Mücadelesinin Diplomatik Öyküsü,
ASAM, Ankara, 2001, S. 73.
[37] Keesing’s, C:38, s.39018
[38] Keesing’s, C:38, s.39156
[39] Keesing’s, C:39, s.39332
[40] Ayın Tarihi, 8 Nisan 1993
[41] Ayın Tarihi, 7 ve 13 Nisan 1993
[42] Keesing’s, C:39, s.39475
[43] Suret Hüseyinov bir darbe girişimi öncesinde Başkan Aliev tarafından 6
Ocak 1994 tarihinde görevinden alındı.
[44] Keesing’s, C:39, s.39650
[45] Ayın Tarihi, 6 Eylül 1993
[46] Keesing’s, C:39, s.39694
[47] Keesing’s, C:40, s.40019,20
[48] Keesing’s, C:43, s.41710
[49] Keesing’s, C:43, s.41878
[50] Keesing’s, C:44, s.42636
[51] Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları/Armenian
Studies S:1, ASAM, Ankara, 2001, s. 30,31
[52] Birleşmiş Milletler Antlaşmasının VII. bölümü barışın tehdidi,
bozulması ve saldırma fiili halinde yapılacak hareketle ilgilidir. Bu
hareket içinde silahlı kuvvet kullanmasını gerektiren ve gerektirmeyen
önlemler vardır.
|