|
|
Osmanlı Vilayetleri
Türklerle Ermeniler arasında çatışma kaçınılmaz değildi. Bu iki halkın
birbiriyle dost olması gerekirdi. Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce
Ermenilerle Türkler 800 yıl birarada yaşamıştı. Anadolu ve Rumeli Ermenileri
yaklaşık 400 yıldan beri Osmanlı tebasıydılar. Bu yüzyıllar içinde bazı
sorunlar oldu. Bu sorunları yaratanlar esas itibariyle Osmanlı
İmparatorluğu’na saldıran ve neticede onu yıkanlardı. Ermeniler Osmanlı
yönetimi altında her türlü ekonomik ve sosyal kıstasa göre iyi durumda
yaşadılar. Ondokuzuncu Yüzyıl sonlarına gelindiğinde Osmanlı vilayetlerinin
hangisinde olurlarsa olsunlar Ermeniler Müslümanlardan daha iyi eğitimli ve
daha varlıklıydı. Ermenilerin çok fazla çalışmış oldukları doğrudur, ancak,
daha varlıklı olmalarının ana nedeni Avrupa’nin ve Amerika’nın etkisi ve
Osmanlıların gösterdiği hoşgörüydü. Avrupalı tüccarlar Osmanlı
Hıristiyanlarını mümessilleri olarak kullandılar. Avrupalı tüccarlar onlara
işlerini verdi. Avrupa ülkelerinin konsolosları onların lehine müdahalelerde
bulundu. Ermeniler Amerikalı misyonerlerin Türkler yerine kendilerine
verdiği eğitimden yararlandılar.
Bir grup olarak Ermenilerin hayatları iyileşirken Müslümanlar modern çağ
tarihinin en büyük açılarından birini yaşadılar: Ondokuzuncu Yüzyılda ve
Yirminci Yüzyıl başlarında Boşnaklar Sırp katliamına maruz kaldı; Çerkesler,
Abazalar ve Lazlar Ruslarca öldürüldüler ve yurtlarından sürüldüler; ve
Türkler Ruslar, Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırplar tarafından öldürüldüler ve
yurtlarından çıkarıldılar. Yine de, Müslümanların çektiği bütün bu açıların
ortasında Osmanlı Ermenilerinin siyasal konumu sürekli iyileşmeye devam
etti. Önce Hıristiyanlar ve Yahudiler için eşit haklar yasayla teminat
altına alındı. Eşit haklar giderek bir gerçek olarak hayata da geçirildi.
Hıristiyanlar devlette yüksek kademelerde görev aldılar. Aralarından
büyükelçiler, hazine yetkilileri, hatta dışişleri bakanları çıktı. Aslında
güçlü Avrupa devletleri onların lehine müdahalelerde bulundukları için
birçok yönden Hıristiyanlar Müslümanlardan daha geniş haklara sahip oldu.
Avrupalılar Hıristiyanlar için özel muamele istediler ve istediklerini
aldılar. Müslümanların ise bu gibi avantajları yoktu.
İşte Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’na böyle bir ortamda isyan ettiler:
yüzyıllarca süren bir barış, ekonomik üstünlük ve sürekli iyiye giden bir
siyasal konum. Böyle bir ortamın isyan nedeni olması beklenemez. Yine de,
Ondokuzuncu Yüzyıl sonu iki taraf için de felaketle sonuçlanacak olan bir
Ermeni isyanının başlangıcı gördü. Ermenilerle Türklerin arasını ne açmıştı?
Rus yayılması
Ruslar
Bunun nedeni herşeyden önce Ruslardı. Hıristiyanların ve Müslümanların nisbi
bir barış içinde yaşayageldiği bölgeler Rusların Kafkasyali Müslümanların
topraklarını istila etmesiyle parçalandı. Ermenilerin çoğu muhtemelen
tarafsız kaldı, ancak, kayda değer sayıda Ermeni de Rusların yanında yer
aldı. Ermeniler casusluk yaptılar hatta Ruslara silahlı askerlerden oluşan
birlikler verdiler. Ermenilerin bundan sağladıkları önemli çıkarlar vardı:
Ruslar 1828 yılında günümüzde Ermenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan
Erivan ilini aldı, Türkleri oradan çıkardı ve Türk topraklarını vergi bile
almadan Ermenilere verdi. Ruslar biliyorlardı ki Türkler orada kalsalardı
daima topraklarını fethedenlere karşı düşmanlık besleyeceklerdi. O yüzden
Türkleri oradan çıkarıp yerine dost bir halkı yanı Ermenileri
yerleştirdiler.
Müslümanların zorunlu sürgüne tabi tutulmaları Birinci Dünya Savaşı’nin ilk
günlerine kadar devam etti: 300,000 Kırım Tatarı, 1,200,000 Çerkes ve Abaza,
40,000 Laz ve 70,000 Türk. Ruslar 1877-78 savaşı sırasında Anadolu’yu istila
ettiler ve bir kez daha Ermenilerin birçoğu Rusların tarafını tutup onlara
rehberlik ve casusluk yaptı. Ermeniler işgal edilmiş topraklarda “polis
gücü” görevini üstlendiler ve Türk halka eziyet ettiler. 1878 barış
antlaşması sonucunda Kuzeydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı Osmanlılara geri
verildi. Ruslara yardım etmiş olan Ermeniler kendilerinden intikam
alınacağından korkarak kaçtılar. Halbuki Türkler hiç de intikam almak yoluna
gitmedi.
Hem Müslümanlar hem de Ermeniler Rus istilaları sırasındaki olayları
unutmamışlardı. Ermeniler Ruslar kazanırsa daha kolay zenginleşeceklerini
gördüler. Bedava toprak edinme umudu –bu toprak Müslümanlardan çalınmış olsa
bile—Ermeni çiftçileri harekete geçiren güçlü bir dürtüydü. Ayaklanan
Osmanlı Ermenileri Rusya’nin şahsında kendilerine güçlü bir hami
bulmuşlardı. Rusya ayrıca isyancıların ayaklanmayı örgütlemelerini ve
Osmanlı imparatorluğuna gizlice insan ve silah sokmalarını sağlayan bir üs
durumundaydı. Müslümanlar biliyorlardı ki eğer Ruslar Ermenilerin koruyucu
meleği ise Müslümanların da iblisiydi. Ne zaman Ruslar zafer kazansa
topraklarını ve canlarını kaybettiklerini görmüşlerdi. Ruslar yeniden
gelecek olurlarsa neler olacağını biliyorlardı. Ermenilerin Rusların safında
olduğunu da görebiliyorlardı. Böylece 800 yıllık barış içinde birlikte
yaşamın sonu geldi.
Ermeni İhtilalciler
Rus Ermenileri milliyetçi ideolojilerini Doğu Anadolu’ya getirinceye dek
Ermeni isyanı Osmanlı Devleti için gerçek bir tehlike teşkil etmemişti.
Başka partiler var olsa da Ermeni isyanına iki parti önderlik etti. Bunların
birincisi olan Hıncak İhtilalcı Partisi –ki kendilerine Hıncaklar denir—
Rusya’dan gelen Ermeniler tarafından 1877’de İsviçre’nin Cenevre kentinde
kuruldu. Bu partilerin ikincisi olan Ermeni İhtilalcı Federasyonu –yanı
Taşnaklar—1890’da Rus İmparatorluğunun Tiflis kentinde kuruldu. İki parti de
Marksistti. İkisi de şiddete dayanan yöntemler kullanıyordu. Hıncak ve
Taşnak parti bildirgelerinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı silahlı ihtilal
çağrısı yer almıştı. Hem Osmanlı yetkililerinin hem de bu iki partiye karşı
çıkan Ermenilerin öldürülmesi dahil terörizm bu partilerin temel
amaçlarından biriydi. Marksist olsalar da her iki grup da milliyetçiliği
ihtilal felsefelerinin en önemli kısmı haline getirmişti. Bu bakımdan
Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan’daki milliyetçi ihtilalcilere çok
benziyorlardı.
Nüfus
Öte yandan Yunanlı ve Bulgar ihtilalcilerin aksine nüfus yapısı Ermeniler
için sorundu. Yunanistan’da nüfusun çoğunluğu Yunanlı Bulgaristan’da ise
Bulgardı. Ermenilerin üzerinde hak iddia ettikleri topraklarda ise Ermeniler
oldukça küçük bir azınlıktı. “Osmanlı Ermenistan’i” olarak adlandırılan
“Altı Vilayet” in (Sıvas, Mamüretülaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van ve Erzurum)
nüfusunun sadece yüzde 17’si Ermenilerden oluşuyordu. Bu bölgede nüfusun
yüzde 78’i Müslümandı. Bu durum Ermeni ihtilalciler açısından önemli
sonuçlar doğuracaktı çünkü ihtilalcilerin istediği “Ermenistan” in
yaratılabilmesi için tek yol orada yaşayan Müslümanların bölgeden
çıkarılmasıydı.
Bu ihtilalcilerin niyetlerinden şüphesi olanların onların yaptıklarına
bakması yeterli olur: Bir Van valisinin öldürülmesi, ikinci bir Van valisini
öldürmeye teşebbüs, polis şeflerinin ve başka görevlilerin öldürülmesi,
Padişah İkinci Abdülhamid’i öldürmeye teşebbüs. Bu kişiler Osmanlı Devleti
ile savaşmakta olan radikal milliyetçilerdi.
Kaçakçılık yolları
Esas itibariyle 1890’lardan itibaren Ermeni asıllı Rus ihtilalciler Osmanlı
İmparatorluğu’na sızmaya başladılar. Haritada görülen yolları izleyerek Van,
Erzurum ve Bitlis vilayetlerinin iyi korunamayan sınırlarından içeri kaçak
olarak tüfek, mermi, dinamit ve savaşçi sökülüyordu. Osmanlıların durumu bu
ihtilalcilerle savaşmaya pek uygun değildi. Bunun nedeni mali sorunlardı.
Osmanlılar hala Rusya’yla yapılan 1877-78 savaşının yolaçtığı müthiş
kayıplardan dolayı sıkıntı içindeydi. Kapitülasyonlar, borçlar ve av
peşindeki Avrupalı bankacılar yüzünden hala sıkıntı çekiyorlardı. Ayrıca,
kabul etmek gerekir ki Osmanlılar ekonomi yönetimini iyi bilmiyorlardı.
Bunun sonucunda, bu ihtilalcilerle savaşmak ve Kürt aşiretlerini dizginlemek
için gerekli yeni polis ve askeri birlikleri destekleyecek para yoktu.
Doğu’daki asker ve jandarma sayısı hiçbir zaman yeterli olmamıştı ve bu
insanlar çoğu kez maaşlarını aylarca alamamaktaydı. Bu kadar az para ile
asileri yenmek imkansızdı.
En başarılı ihtilalciler kesinlikle Taşnaklardı. Rusya’dan gelen Taşnaklar
isyancılara liderlik ediyordu. Ayaklanmayı örgütleyen ve Anadolu
Ermenilerini isyancı askerlere dönüştüren “infazcı” onlardı. Bu kolay bir iş
değildi çünkü başlangıçta Osmanlı Ermenilerinin büyük kısmının isyan etmek
gibi bir isteği yoktu. Barışı ve güvenliği yeğliyorlar ve dinsiz sosyalist
ihtilalcileri onaylamıyorlardı. Ayrılıkçılık ve hatta üstünlük duygusu
ihtilalcilere bir miktar yardımcı olduysa da Osmanlı’nin doğusundaki
Ermenileri asilere dönüştüren başlıca silah terörizm oldu. Ermenileri kendi
devletlerine karşı birleştiren ana neden korkuydu.
Ermenileri isyancıya dönüştürebilmek için önce bu insanların geleneksel
olarak kendi kiliselerine ve kendi cemaat liderlerine karşı duydukları
bağlılığın yokedilmesi gerekiyordu. İsyancılar Ermenilerin en büyük sevgi ve
saygıyı ihtilale karşı değil kiliseye karşı duyduklarını gördüler. Bu yüzden
Taşnak Partisi kiliseyi etkin bir biçimde kendi kontrolü almaya azmetti.
Ancak din adamlarının büyük kısmı dinsiz Taşnaklara destek vermiyordu.
Kilise ancak şiddet kullanarak ele geçirilebilirdi.
Taşnaklara karşı çıkan kilise görevlilerine ne oldu? Köylerde ve kentlerde
rahipler öldürüldü. Suçları neydi? Suçları Osmanlı devletinin sadık tebaası
olmalarıydı. Van Ermeni Piskoposu Bogos noel arifesinde kendi katedralinde
öldürüldü. Suçu sadık bir Osmanlı vatandaşı olmaktı. Taşnaklar İstanbul’daki
Ermeni Patriği Malakya Ormanyan’i da öldürmeye teşebbüs ettiler. Suçu
ihtilalcilere karşı olmaktı. Osmanlıda Doğu Ermenilerinin dini merkezi
olarak büyük önem taşıyan Van’daki Akdamar Kilisesi’nden sorumlu rahip Arsen
Van’daki Taşnakların liderlerinden İskan tarafından öldürüldü. Suçu
Taşnaklara karşı çıkmaktı. Ancak önün öldürülmesi için ikinci bir neden daha
vardı: Taşnaklar merkezi Akdamar’da olan Ermeni eğitim sistemine hakim olmak
istiyorlardı. Peder Arsen öldürüldükten sonra Taşnaklardan biri olan Aram
Manukyan (ki kendisinin bilinen herhangi bir dini inancı yoktu) Ermeni
okullarının başına getirildi. Manukyan dini eğitimi “kapattı” ve ihtilalcı
eğitimi başlattı. Sözde “dın öğretmenleri” Van vilayetine yayılarak din
yerine İhtilalcılık dersleri verdiler.
İsyancıların sadakatı sadece ihtilallerineydi. Kendi kiliseleri bile onların
saldırılarından kurtulamıyordu.
İsyancıların gücünü en fazla tehdit eden diğer bir grup da Ermeni tacir
sınıfiydi. Bir grup olarak hükümetten yana idiler. İş yapabilmek için barış
ve düzen istiyorlardı. Onlar eskiden beri Ermeni toplumunun laik
önderleriydi; ama isyancılar kendileri Ermeni toplumun lideri olmak
istiyorlardı ve bu durumda tacirlerin susturulması gerekmekteydi. Açıktan
açığa ve kuvvetle hükümeti destekleyenler, örneğin Van belediye başkanı
Bedros Kapamacıyan ve Gevaş kaymakamı Armarak, suikaste kurban gittiler.
Ayrıca pek çok Ermeni polis memuru, en aşağı bir Ermeni polis şefi ve
hükümetin Ermeni danışmanları öldürüldüler. Ermeniler için hükümetten yana
olmak büyük cesaret gerektiriyordu.
Taşnaklar tacirleri para kaynağı olarak gördüler. Tacirler ihtilal için asla
kendi istekleriyle bağış yapmazlardı. Bunu yapmaya zorlanmaları gerekiyordu.
Tacirlerden haraç alınmasına ilişkin bilinen ilk olay 1895’te yani Taşnak
Partisi’nin Osmanlı topraklarında faaliyete geçmesinden hemen sonra
Erzurum’da meydana geldi. Bu kampanya 1901’de tam olarak başlatıldı. O yıl
tehdit ve suikastler yoluyla para toplamak Taşnak Partisi’nin resmi
politikası haline geldi. Bu kampanya sadece Osmanlı İmporatorluğunda değil
Rusya ve Balkanlarda da yürütüldü. İshak Zamharyan adlı tanınmış bir Ermeni
tacir ödeme yapmayı reddetti ve Taşnakları polise ihbar etti. Zamharyan bir
Ermeni kilisesinin avlusunda katledildi. Para ödemeyen başkaları da
öldürüldü. Bunun üzerine geriye kalan tacirler istenen parayı ödedi.
1902-1904 dönemindeki bu “ana” haraç alma kampanyası sırasında bugünün
parasıyla sekiz milyon dolardan fazla eden bir miktar toplandı. Bu rakam
sadece kısa bir sürede merkezi Taşnak komitesi tarafından ve hemen hemen
sadece Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Ermenilerden toplanan haracı
gösteriyor. 1895-1914 döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli
bölgelerinden toplanan haraçlar bu rakama dahil değildir. Kısa sürede
tacirler vergilerini hükümet yerine ihtilalcilere öder hale geldiler.
Van’daki hükümet görevlileri tacirlerden vergi istediğinde tacirler
vergilerini ödemiş olduklarını ancak ödemeyi ihtilalcilere yaptıklarını
arzettiler. Ancak hükümet kendilerini ihtilalcilerden koruyacak olursa
ödemeyi hükümete yapacaklarını söylediler. Doğu Anadolunun her yerinde,
İzmir’de ve Kılıkya’da (Adana bölgesi) da durum aynıydı.
Sıradan Ermeniler de haraç isteyen isyancılardan kurtulamadı. Bu insanlar
isyancılara yiyecek ve yatacak yer vermeye zorlandı.İngiliz Konsolosu Eliot
raporunda şunları bildirdi: “Onlar [Taşnaklar] Hıristiyan köylerine
yerleşiyorlar, bulunabilecek en iyi şeyleri yiyorlar, kendi fonları için
zorla katkı topluyorlar ve genç kadınlar ve kızları kendi isteklerine boyun
eğmek zorunda bırakıyorlar. Onların hoşnutsuzluğunu üzerlerine çekenler
soğukkanlılıkla katlediliyor.”
Köylüler için en masraflı olan ise almak zorunda bırakıldıkları ateşli
silahlardı. Köylüler isteseler de istemeseler de isyancı “askerlere”
dönüştürüldüler. Eğer Türklerle savaşacak iseler onlara silah gerekecekti.
İhtilalciler Rusya’dan kaçak olarak silah getiriyor ve Ermeni köylüleri bu
silahları satın almaya zorluyorlardı. İngiliz Konsolos Seele’in bildirdiği
gibi köylüleri zorlamak için çok etkili yöntemler kullanılıyordu: “Bir köye
gelen bir ajan köylülerden birine Mauser marka bir silah satın alması
gerektiğini bildirdi. Yoksul koylu hiç parası olmadığını söyledi. Ajan şu
karşılığı verdi: ‘O zaman öküzlerini satman lazım.’ Zavalli koylu ekim
zamanının yakın olduğunu anlatmaya çalışarak Mauser’le nasıl tarlalarımı
ekebilirim ki diye sordu. Ajan buna cevap olarak silahıyla adamın öküzlerini
oldurdu ve oradan ayrıldı.”
İsyancılar köylüleri silah almaya sadece örgütlenme amacıyla
zorlamıyorlardı. Köylülerden silahın normal fiyatının iki katı alınıyordu.
Beş paund değerindeki bir tüfek ön paunda satılıyordu. Hem isyancıların
örgütü hem de isyancıların kendileri bu satışlardan çok kazançlı çıktı.
En fazla zarar gören ise köylüler oldu. İhtilalcilerin en temel politikası
Ermenilerin yaşamlarının büyük bir duyarsızlıkla sömürülmesiydi: İsyancılar
Kürt aşiretlerinin masum Ermeni köylülerinden intikam alacaklarını
bildikleri halde Kürt aşiretleri ve köylerine saldırdılar ve daha sonra
kaçarak Ermeni soydaşlarını ölüme terkettiler.
Avrupalılar bile Ermenilerin dostu oldukları halde Doğu Anadolu’nın üzerine
çöken lanetin nedeninin isyancılar olduğunu görebiliyorlardı. Konsolos
Steele 1911’de şunları yazdı:
“Ülkenin ziyaret ettiğim yerlerinde gördüklerim yüzünden Ermenilerin ve
genelde Türkiye’nin bu bölgesinin esenliğine Taşnak Komitesi’nin çok zararlı
bir etki yaptığına eskisinden de daha fazla emin öldüm. Şu gerçeği gözden
kaçırmak mümkün değil: Ermeni siyasal örgütlerinin bulunmadığı ya da bu
örgütlerin yeterince gelişmemiş olduğu her yerde Ermeniler Türkler ve
Kürtlerle nisbi bir barış içerisinde yaşıyorlar.”
Sözkonusu İngiliz Doğu’daki karışıklığın nedeninin Ermeni ihtilalciler
olduğunu görmüştü ve bu doğru bir tespitti. Taşnaklar olmasaydı Türkler ve
Ermeniler barış içinde birarada yaşayacaklardı. Osmanlı Hükümeti bunu
biliyordu. O halde hükümet neden isyancıların bu kadar ileri gitmesine
katlandı? Hükümet neden isyancıları ezip ortadan kaldırmadı?
Osmanlının isyancılara etkili bir şekilde karşı koymamış olmasını anlamak
gerçekten kolay değil. Düşünün ki bir ülkede çoğu yabancı bir ülkeden gelmiş
radikal ihtilalciler bir isyan örgütlüyorlar. Yabancı ülkeden bu ülkeye
gizlice savaşçi ve silah sokuyor ve hükümete ve halka karşı saldırılara
öncülük ediyorlar. Bu radikal görüşlü insanlar halkın çoğunlunun iktidardan
uzak tutulacağı bir devlet kurmak istediklerini açıklıyorlar. Kendi
davalarını desteklemeye zorlamak için kendi soydaşlarına karşı teröre
başvuruyorlar. Bunun için kendi soydaşlarının bir kısmını katlediyorlar.
Hükümet görevlilerini öldürüyorlar. Misillemelerin yabancı ülkelerin
istilasına yolaçağı umuduyla kasten çoğunluktaki grubun üyelerini
öldürüyorlar. İsyana hazırlık olarak binlerce silah depoluyorlar. İsyan
ediyorlar, yenilgiye uğruyorlar, sonra tekrar tekrar yeni ayaklanmalar
düzenliyorlar. İsyancıların faaliyetlerinden en fazlan çıkar sağlayan Rusya
yanı isyancıların geldikleri yer, ana üslerinin bulunduğu ülke oluyor.
Hangi hükümet buna katlanır? Bu gibi isyancıları hapse atmayan ve muhtemelen
aşmayan bir ülke olmuş müdür? Bu gibi isyancıların açıktan açığa
faaliyetlerini sürdürmelerine izim veren bir ülke bulunabilir mi? Evet. O
ülke Osmanlı İmparatorluğu’dür. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni isyancılar
açıktan açığa faaliyette bulundular, binlerce silah depoladılar, hem
Müslümanları hem de Ermenileri katlettiler, valileri ve başka görevlileri
öldürdüler, ve yeniden ve yeniden ayaklandılar. Onların faaliyetlerinden
gerçekten çıkar sağlayan sadece Rusya idi. Yani içerisinde örgütlendikleri
ve liderlerinin geldiği yer.
Bu nasıl olabildi? Osmanlılar korkak değildiler. Aptal da değildiler.
İsyancıların ve yaptığını biliyorlardı. Osmanlılar Ermeni ihtilalcilere
katlandılar çünkü başka çareleri yoktu.
Unutmamak gerekir ki Osmanlı İmparatorlunun varlığı tehlikedeydi. Sırbistan,
Boşna, Yunanistan ve Bulgaristan Avrupa’nin müdahalesi yüzünden zaten
kaybedilmişti. Avrupalılar 1978’de Osmanlı İmparatorluğunu neredeyse
parçalamışlardı ve 1890larda da bunu gerçekleştirmeyi tasarlamışlardı.
Onları durduran tek şey Rusya’nin çok fazla güçleneceği korkusuydu.
İngiltere ve Fransa’daki kamuoyu bu durumu kolayca değiştirebilirdi. Aslında
Ermeni ihtilalcilerin istediği tam da buydu. Onlar Osmanlıların Ermeni
isyancıları hapse atmasını ve idam etmesini istiyorlardı. Avrupa gazeteleri
bunu Osmanlı hükümetinin masum Ermenilere yaptığı zulüm olarak yansıtacaktı.
Ermeni ihtilalciler Osmanlı hükümetinin ihtilalcı Ermeni partilerine karşı
dava açmasını istiyorlardı. Avrupa gazeteleri bunu Ermenilere siyasal
özgürlük tanınmadığı şeklinde yansıtacaklardı. Ermeni ihtilalciler Ermeni
kışkırtmalarına ve saldırılarına tepki olarak Müslümanların Ermenileri
öldürmesini istiyorlardı. Avrupa gazeleri sadece Ermenilerin öldürüldüğünü
haber yapacak öldürülen Müslümanlardan ise hiç söz edilmeyecekti. Kamuoyu
baskısı İngilizlerle Fransızları Ruslarla işbirliği yapıp Osmanlı
İmparatorluğunu parçalara ayırmaya mecbur edecekti.
Avrupa’daki birçok siyaset adamı –ki Gladstone bunlardan biriydi—tıpkı başın
ve kamuoyu gibi Türklere karşı önyargılıydı. Onlar sadece Osmanlı
İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak için uygun bir fırsat bekliyorlardı.
Sonuçta Osmanlıların isyancıları gereken şekilde cezalandırması neredeyse
imkansız hale geldi. Avrupalılar Osmanlıların Ermeni ihtilalcilerinin
faaliyetlerini kabul etmesini istediler. Ama bu faaliyetler Avrupalıların
kendi ülkelerinde olmasına asla katlanamayacakları türdendi. Taşnaklar
Osmanlı Bankası’nı işgal ettikleri zaman Avrupalılar onların serbest
bırakılmasını sağladı. Avrupa ülkelerinin büyükelçileri Osmanlıları
Zeytun’daki isyancıları affetmeye mecbur etti. Sultan İkinci Abdülhamid’i
öldürmeye teşebbüs edenler için af çıkarılmasını onlar sağladı. Rus
konsolosu Rus vatandaşı oldukları için Taşnak isyancıların Osmanlü
mahkemelerinde yargılanmasına izin vermedi. Osmanlıların yargılanıp hüküm
giymelerini sağladığı birçok isyancı daha sonra serbest bırakıldı çünkü
Avrupalılar bu isyancı ve katillerin affedilmesini istediler ve padişahı
tehdit etme anlamına gelecek sözlerle bu isteklerini kabul ettirdiler. Hatta
Rusya’nin Van konsolosu açıktan açığa Ermeni isyancıları eğiterek silah
kullanımını onlara bizzat öğretti. Osmanlıların tek yapabildiği mümkün
olduğu kadar olan bitenin duyulmamasını sağlamaya çalışmaktı. Bu,
isyancıların hakettikleri şekilde cezalandırılmaması anlamına geliyordu.
İnsan Osmanlılara karşı bu konuda ancak acıma hissi duyabilir. Eğer gereken
şekilde hükümet edecek olurlarsa sonucun Osmanlı devletinin ölümü olacağını
biliyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı
Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu’da uğradığı kayıplar iki
etkenden kaynaklandı. Bunların ilki Enver Pasa’nin felaketle sonuçlanan
Sarıkamış taarruzuydu. Enver’in Aralık 1914’teki Rusya taarruzu her bakımdan
felaket oldu. Rusya’ya saldıran 95,000 Türk askerinden 75,000’i oldu. İkinci
etken ise Ermeni İsyanı idi ki burada bizi ilgilendiren bu etkendir.
Askerlikten kaçma bölgesi
Birinci Dünya Savaşı tehlikesi karşısında Osmanlı Ordusu seferberlik
durumuna geçerken Ermenilerin kendi ülkelerine hizmet etmeleri gerekirdi.
Bunun yerine Rusların tarafını tuttular. Osmanlı Ordusunun bildirdiğine
göre: “Askerlik yapma mecburiyeti olan Ermenilerden Hopa-Erzurum-Hınıs-Van
hattinin doğusundaki kent ve köylerde yaşayanlar askere yazılma çağrısına
cevap vermeyip Rusya’daki örgüte katılmak üzere Doğu sınırına gitmiştir.”
Bunun etkileri açıktır: Eğer “askerlikten kaçma bölgesi”ndeki genç Ermeni
erkekleri orduda görev yapsalardı orduya 50,000’den fazla asker katılmış
olacaktı. Eğer askerlik görevini yapsalardı belki de Sarıkamış yenilgisi
yaşanmayacaktı.
Asker kaçağı olanlar sadece Hopa’dan Erzurum, Hınıs ve Van’a uzanan
bölgedeki Ermeniler değildi. Ne Zeytun’daki ve Kılıkya’nin başka
kesimlerindeki isyancılar ne de çeteler kurmuş olan onbinlerce Sivasli
Ermeni askerlik görevini yerine getirdi. Bazı Ermeniler de Yunan adalarına,
Mısır’a ya da Kıbrıs’a kaçarak askere yazılmamış oldu. Daha doğrusu bu
Ermeni gençlerinin büyük bir kısmı asker olarak görev yaptı ama katıldıkları
ordular Osmanlı devletinin düşmanlarının ordularıydı. Onlar kendi
vatanlarını korumadılar. Aksine, kendi vatanlarına saldırdılar.
Doğu Anadolu’da Ermeniler kendi hükümetlerine karşı gerilla savaşı yapmak
üzere çeteler kurdular. Bazı Ermeniler ise kaçtılar ama Rus ordusuyla geri
döndüler. Rus işgal güçlerine rehberlik yaptılar ve Rus ordusunun öncü
birliklerini oluşturdular. Osmanlıların savaştaki çabalarına ve Doğu Anadolu
Müslümanlarının hayatlarına yönelik en büyük tehdidi ise geride, yanı
yerlerinde kalan Ermeniler oluşturdu.
Ermeni milliyetçiler çoğu kez şu iddiayı ileri sürmüşlerdir: Osmanlıların
tehcir emri vermelerine sebep Ermeni isyanı değildi. Kanıt olarak da tehcir
emrinin Mayıs 1915’te yanı aşağı yukarı Van’in Ermenilerce ele geçirildiği
tarihte yayınlanmış olduğunu hatırlatırlar. Bu iddianın ardındaki mantığa
göre Osmanlılar tehciri o tarihten bir süre önce tasarlamış olmalıydılar;
dolayısıyla isyan tehcirin nedeni olamazdı. Osmanlıların tehcir olasılığını
düşünmeye Mayıs 1915’ten birkaç ay önce başlamış oldukları doğrudur. Mayıs
1915’in Ermeni isyanının başlangıcı olduğu ise doğru değildir. İsyan bundan
çok önce başlamıştı.
Avrupalı gözlemciler savaş çıkarsa Ermenilerin Rusya’nin safında yer
alacağını 1914’ten çok önce biliyorlardı. Daha 1908’de İngiliz Konsolosu
Dickson şunları bildirmişti:
“Van’daki ve Salmas’daki [İran] Ermeni ihtilalcilere Tiflis’teki komiteleri
tarafından savaş çıkması halinde Türkiye’ye karşı Rusya’nın yanında yer
almaları bildirildi. Rusların yardımı olmadan sınır bölgesindeki Türklere ve
onların iletişim hatlarına tacizde bulunmak üzere 3,500 silahlı keskin
nişancı seferber edebilirler.”
İngiliz diplomatik kaynaklarının bildirmiş olduğuna göre savaşa hazırlık
yapan Ermeni ihtilalcı grupları 1913’te toplantılar ve Osmanlılara karşı
sürdürdükleri faaliyetler arasında eşgüdüm sağlamayı kararlaştırdılar.
İngilizler raporlarında bu ittifakın “Rus makamlarıyla” yapılan
toplantıların sonucu olduğunu bildirdiler. Taşnak lider (ve Osmanlı
Parlamentosu üyesi) Vramyan Tiflis’e giderek Rus makamlarıyla görüşmüştü.
İngilizler aynı zamanda şu gelişmeyi rapor ettiler:”[Ermeniler] bir zamanlar
vermiş olabilecekleri sadakat görüntüsünü tümüyle bir kenara atmış
bulunmaktadır. Rusların Ermeni Vilayetleri’n Rus işgal etmesi olasılığından
çok memnun olduklarını açıkça belli ediyorlar.”
Taşnak liderleri bile Taşnakların Rusların müttefiki olduğunu açıkça kabul
ediyorlardı. Hovhannes Katcaznuni, yanı Ermenistan Cumhuriyeti’nin kendisi
de Taşnak olan cumhurbaşkanı, savaşın başındaki planlarının Rusya ile
ittifak olduğunu söylemiştir.1910’dan beri ihtilalciler Doğu Anadolu’nin her
yerinde broşürler dağıttılar. Birbirinin aynı olan bu broşürlerde Ermeni
köylerinin nasıl bölgesel komutanlıklar meydana getirmek üzere
örgütlenecekleri ve Müslümanların köylerine nasıl saldırılacağı anlatılıyor
ve gerilla savaşının incelikleri hakkında bilgi veriliyordu.
Savaştan önce Osmanlı ordusunun istihbarat birimleri Taşnakların planları
hakkında raporlar gönderdiler: Taşnaklar bir yandan Osmanlı devletine bağlı
olduklarını ilan ederken bir yandan da kendilerini destekleyenlerin
silahlandırılması işine hız vereceklerdi. Savaş ilan edilirse Ermeni
askerler Osmanlı ordusundan firar edip silahlarıyla birlikte Rus ordusuna
katılacaklardı. Eğer Osmalılar Ruslara galip gelmeye başlarsa Ermeniler hiç
birşey yapmayacaklardı. Ama bunun aksi olur da Osmanlılar geri çekilmeye
başlarlarsa Ermeniler silahlı gerilla çeteleri oluşturup plana göre
saldırılarda bulunacaklardı. Osmanlı istihbaratı yanılmamıştı. Çünkü bütün
bunlar aynen oldu.
Savaş
Ruslar Osmanlı Ermenilerini silahlandırmak için Taşnaklara 2.4 milyon ruble
verdiler. Onlar da Eylül 1914’te Kafkasya ve İran’daki Ermenilere silah
dağıtmaya başladılar. Sözü geçen ay içerisinde yanı Tehcir emrinin
verilmesinden yedi ay önce Ermenilerin Osmanlı askerlerine ve sivil
yetkililerine saldırıları başladı. Osmanlı ordusundan firar edenler önce
yetkililerin “eşkıya çeteleri” dedikleri çeteleri kurdular. Askere alma
işlemlerini yürüten subaylara, vergi tahsildarlarına, jandarma karakollarına
ve yollardaki Müslümanlara saldırdılar. Aralık ayı geldiğinde Van
vilayetinde genel bir isyan patlak verdi. Karayolları ve telgraf telleri
kesildi, jandarma karakolları saldırıya uğradı ve Müslüman köyleri yakılarak
köylüler öldürüldü. İsyan kısa zamanda genişledi. Aralık ayı sona ermeden
Kotun Geçidi yakınında (ki Osmanlıların İran yonundan gelecek olan Rus
istilasına karşı ülkeyi savunmak için bu geçidi ellerinde tutmaları
gerekiyordu) kalabalık bir Ermeni muharip grubu Osmanlı ordusunun
birliklerini yenilgiye uğratarak 400 Osmanlı askerini oldurdu ve orduyu
Saray’a çekilmek zorunda bırakti. Saldırılar sadece Van’da olmuyordu:
Erzurum Valisi Tahsin gönderdiği telgrafta vilayette patlak veren Ermeni
saldırılarını püskürtemediğini bildirerek cepheden buraya takviye birlikler
gönderilmesini istedi.
Şubat ayı geldiğinde Doğu’nun her yerinden saldırı haberleri gelmeye
başlamıştı. Muş yakınında iki saat süren bir meydan savaşı oldu. Abaak’taki
savaş ise sekiz saat sürdü. Timar yakınında 1,000 Ermeni bir saldırı
düzenledi. Ermeni çeteler Sıvas, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Bitlis ve Van
vilayetlerinde baskınlar düzenlediler. Hem cepheyi geriye hem de doğudaki
Osmanlı kentlerini ülkenin batısındaki kentlere bağlayan telgraf hatları
tekrar tekrar kesildi, tamir edildi ve yeniden kesildi. Sadece ordunun ikmal
katarları değil yaralı Osmanlı askerlerinden oluşan gruplar da saldırıya
uğradı. Telgraf hatlarını onarmak ya da ikmal katarlarını korumak için
gönderilen jandarma birliklerinin kendileri saldırıya uğradılar. Sorunun
vahametini anlatabilmek için söyle bir örnek verilebilir: Nisan ayı
ortalarında bir jandarma tümenine Çatak’ta patlak veren büyük çaptaki bir
ayaklanmayı baştırmak için Hakkari’den Çatak’a gitmesi emredildi ancak tümen
Ermeni savunma hatlarını savaşarak yarıp geçemediği için Çatak’a ulaşamadı.
Bu yüzden Osmanlılar bir kısım askeri cepheden çekip Çatak’a göndermek
zorunda kaldılar.
Ermeniler önceden ıtınayla hazırlıklar yaptıktan sonra Van kentinde
ayaklandılar. Birçoğu askeri üniforma giyen iyice silahlanmış Ermeni
askerinden oluşan birlikler kenti ele geçirdiler ve Osmanlı kuvvetlerini
kendin kalesine sıkıştırdılar. İsyancılar kentteki binaların çoğunluğunu
ateşe verdi. Bazı binalar ise Osmanlı askerleri kaledeki iki havan topuyla
ateş açtıkları için tahrip oldu. Erzurum ve İran cephesinden Van’a bir kısım
Osmanlı askeri gönderildiyse de bu birlikler kenti kurtaramadılar. Ruslar ve
Ermeniler kuzeyden ve güneybatıdan ilerlemekteydiler. 17 Mayıs günü
Osmanlılar kaleyi boşalttı. Osmanlı askerleri ve siviller savaşarak Van
Gölü’nin çevresini dolaşıp güneybatıya yöneldiler. Bir kısmı Van Gölü’nu
teknelerle geçmeyi denedi ancak bunların yarıdan fazlası kıyıdaki
isyancıların açtığı ateş ya da teklerinin karaya oturması sonucunda
hayatlarını kaybettiler. Vanlı Müslümanların bir kısmı en azından bir süre
daha hayatta kalmayı başarabildi. Amerikalı misyonerler bunların bakımını
üstlenmişti. Kaçmayanların büyük kısmı öldürüldü. Köylüler ya evlerinde
öldürüldüler ya da gittikleri çevre alanlardan toplanarak Zeve’deki büyük
katliama gönderildiler.
Bu olayların sonucunda Müslümanların ve Ermenilerin çektikleri açılar
malumdur Bü, halklar arasındaki kanlı bir savaşın hikayesidir ve bu savaş
sırasında ilgili tarafların hepsi büyük kayıplar vermiştir. Osmanlılar
Doğu’nun büyük bir bölümünü geri aldıklarında Ermeni halk Rusya’ya kaçtı.
Orada açlık ve hastalıklar yüzünden öldüler. Ruslar Van ve Bitlis
vilayetlerini geri aldıkları zaman Ermenilerin buraya dönmesine izin
vermediler. Onları Kuzey’de açlığa terkettiler. Ruslar bu toprakları
kendileri için istiyorlardı. Ayrıca şu çok iyi bilinmektedir: Osmanlı
topraklarında kalmayı seçen Ermeniler, yanı Erzurum vilayetindekiler,
savaşın sonunda büyük sayıda Müslümanı topluca öldürdüler.
Burada benim amacım tarihin bu dönemini yeniden anlatmak değildir. Göstermek
istediğim –eğer daha fazla kanıt gerekiyorsa—Osmanlıların Ermenileri düşman
olarak görmekte haklı olduklarıdir. Verdiğim haritada Ermeni isyancılarının
gerçekte Rusya’nın ajanları olduğunun kanıtları bulunmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgesindeki Ermeniler tam tamına Rusya için
en büyük önem taşıyan yerlerde isyan çıkarmışlardır. Osmanlı’nin
Güneydoğu’daki idarı merkezi olan Van kentindeki isyandan Rusların
sağladıkları yarar açıkça görülebilir. Aslında isyana sahne olan diğer
yerlerin önemi daha da büyüktü: Erzurum’daki isyan yüzünden Osmanlı
ordusunun ikmal ve haberleşme hatları kesildi. Bu isyan doğrudan doğruya
Rusların kuzeyden ilerledikleri hat üzerinde Ruslar bölgeye ulaşmadan önce
çıkmıştı. Ermeniler Saray ve Başkale bölgelerinde de ayaklandılar ki bu iki
bölgede İran üzerinden gelen Rus birliklerinin Osmanlı topraklarını istila
edebilmek için geçmek zorunda oldukları iki önemli geçit bulunmaktaydı.
Ermeniler Çatak yakınındaki bir bölgede de ayaklandılar ki bu bölgede
Osmanlıların İran sınırına asker gönderebilmek için kullanmak zorunda
oldukları dağ geçitleri bulunmaktaydı. Bu geçitler gerektiğinde Osmanlı
askerlerinin geri çekilmesi için de kullanılacaktı. Çok sayıda Ermeni Sivas
vilayetinde ve Şebinkarahisar’da da ayaklandı. Bu bölgede bir Ermeni isyanı
olması garip bir olay olarak görülebilir çünkü bölgede Müslüman nüfus Ermeni
nüfusun ön katiydi. Ancak Sivas taktik açıdan önemli bir yerdi.
Cepheye ikmal malzemesi ve asker sevki esas itibariyle bir tek yoldan
yapılıyordu ve Sivas sevkiyatın yapıldığı demiryolunun başlangıç noktasıydı.
Sıvas, Osmanlı ikmal yollarına taciz saldırılarında bulunmak üzere gerilla
eylemleri yapmak isteyenler için bulunabilecek en mükemmel yerdi. Ermeniler
Kılıkya’da da ayaklandılar. Kilikya, İngilizlerin Osmanlıların güneye giden
tren yollarını kesmek amacıyla istila etmeyi tasarladıkları yerdi.
İngilizler sonunda Kılıkya’ya saldırmak –ki bu mutlaka çok daha başarılı
olurdu-- yerine Gelibolu’daki çılgınlığı yapmayı tercih ettiler. Tabii
Ermeniler böyle bir değişikliği tahmin edemezlerdi.
Bütün bu bölgeler tam da askeri bir planlama uzmanının Osmanlının savaştaki
çabalarına en büyük zararı verebilmek için özenle seçeceği yerlerdi.
İsyanların Osmanlı ordusu için bir felaket olduğunu herkes görebilir.
İsyancıların Osmanlı ordusunun mücadelesine verdiği zarar bundan ibaret de
değildi. Osmanlılar ayrıca isyancılarla savaşmak üzere cepheden bazı
tümenlerini topluca çekip isyan bölgelerine göndermek zorunda kaldılar. Bu
tümenler isyancılar yerine Ruslarla savaşabilselerdi savaşın sonucu çok
farklı olabilirdi. Feldmareşal Pomiankowski Ermeni isyanının Doğu’da Osmanlı
yenilgisinin tek nedeni olduğunu söylemişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında
Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan yegane Avrupalı gerçek tarihçi olan
Pomiankowski’nin görüşüne katılıyorum.
Osmanlılar ancak Ermeni isyanının başlangıcından yedi ay sonra (26-30 Mayıs,
1915) Ermeniler için tehcir emrini verdiler.
Osmanlı Kayıtları
Peki, bu analizin doğru olduğunu nereden bileceğiz? Sonuçta, genelde
Ermenilerin tarihi denen şeyden çok farklı benim burada anlattığım şeyler.
Bu analiz doğrudur çünkü bu sonuca herhangi bir ideolojiyi izleyerek değil
tarihi akıl yoluyla çözümleyerek ulaşılmıştır.
Bunu anlamak için tarih ile ideoloji arasındaki farka bakmamız lazım.
Bilimsel analiz ile milliyetçi inanis, ve gerçek tarihçi ile ideolog
arasındaki farklara bakmamız lazım. Tarihçi için önemli olan nesnel gerçeği
ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Milliyetçi bir ideolog içinse önemli olan
davasının başarıya ulaşmasıdır. Doğru dürüst bir tarihçi önce kanıt arar
sonra kararını verir. İdeolog ise önce kararını verir sonra bunu
destekleyecek kanıt arar.
Tarihçi tarihi öncelikle olayların hangi tarihsel bağlamda meydana geldiğine
bakar. Özellikle de tanıkların ne derece güvenilir oldukları konusunda bir
yargıya varır. Bu konuda konuşmuş ya da yazmış olanların yalan söylemeleri
için bir neden olup olmadığı konusunda bir hüküm verir. İdeolog ise nereden
gelirse gelsin her kanıtı kabul eder ve kanıt bulamadığı zaman kanıtı
kendisi uydurma yoluna gidebilir. Belki de bulacağı şeylerden korktuğu için
kanıtları çok yakından incelemez. Örneğin, ideologlar Birinci Dünya
Savaşı’nın ardından Osmanlı liderlerinin yargılanmasını Türklerin soykırım
suçu işlediklerinin bir kanıtı olarak öne sürerler. Bu sözde mahkemelerin bu
hükümleri İngiliz hakimiyetindeki İstanbul’da verdiklerini söylemeye gerek
görmezler. Bu mahkemelerin işgalcilerle işbirliği yapan Damat Ferid Paşa
hükümetinin kontrolunda olduğuna da değinmezler – ki sözü geçen hükümet
düşmanı olan İttihad ve Terakkı Komitesi hakkında daha önce pek çok yalan
söylemişti. Damad Ferid’in İngilizleri memnun etmek ve işini kaybetmemek
için herşeyi yapabileceğinden bahsetmezler. İngilizlerin uşaklarından daha
dürüst davranıp herhangi bir “soykırım” kanıtı bulamadıklarını kabul
ettiklerini aktarmazlar. Sanıkların kendi avukatları tarafından temsil
edilmemiş olduklarını bildirmezler. Sanıkların sözde suçlarının çok uzun bir
liste oluşrurduğunu –görünüşe göre yargıçlar akıllarına gelen her suçu
listeye doldurmuşlardır-- ve Ermenilere karşı suç işledikleri ithamının bu
listenin sadece küçük bir bölümünü oluşturduğunu belirtmezler. İdeologlar bu
mahkemelerin ancak Jozef Stalin tarafından oluşturulan mahkemelerle
kıyaslanabileceğini belirtmezler.
Tarihçi önce gerçekte ne olduğunu keşfeder sonra olanların nedenlerini izaha
çalışır. İdeolog bu keşif sürecini unutur ve inandığı şeylerin doğru
olduğunu farzedip bunu izah için bir kuram geliştirir. Dr. Taner Akçam’in
çalışması buna örnektir. Önce Ermeni Milliyetçilerinin inançlarını tam
olarak doğru kabul ediyor. Sonra karmaşık bir sosyolojik kuram inşa ederek
soykırımın Türk tarihinin ve Türklerin kişiliğinin bir sonucu olduğunu iddia
ediyor. Bu çeşit bir analiz yapmak kumdan bir temel üzerine bir ev inşa
etmek gibidir. Ev sağlaml görünür ama ilk şiddetli rüzgarda devrilir. Bizim
üzerinde konuştuğumuz konuda ise kuramı yıkan şiddetli rüzgar gerçeğin
gücüdür.
Tarihçi olayların nedenlerini bulmak için tarihe –bazan tarihin
derinliklerine-- bakmak gerektiğini bilir. İdeolog ise bu zahmete katlanmaz.
Yukarıda söylediğimiz gibi istemediği şeyler bulacağından korkuyor olabilir.
İnsan Ermeni Milliyetçilerinin yazılarını okuduğu zaman Ermeni Sorunu’nun
1894’te başladığını zannedebilir. Ermenilerin Türklere karşı Ruslarla ta 18.
Yüzyıldan beri ittifak yapmış olduklarına bu yazılarda değinildiği çok
nadirdir. Bu yazılardan yazaların Türklerle Ermeniler arasındaki 700 yıllık
barışı yıkma işini başlatanların Ruslar ve Ermenilerin kendileri olduğunun
bilincine hiç bir şekilde varmamış oldukları anlaşılır. Tarihçiler için bu
gibi şeyler önemlidir, ideoğun ise davasına zarar verir.
Tarihçi inceler. İdeolog ise siyasi bir mücadele yürütür. Ermeni Sorunu
baştan beri siyasal bir kampanya olmuştur. Ermeni Sorunu’nun uydurma
olmasına rağmen uzun zamandan beri kabul edilmiş olan tarihi, siyasal
belgeler olarak yazılmıştır. Bunlar siyasal bir etki yaratmak üzere yazılmış
metinlerdi. İster Taşnakların gazetesinde yayınlanan makaleler olsun ister
İngiliz Propaganda Dairesi’nin imal ettiği sahte belgeler olsun hepsi de
güvenilir tarihi kaynaklar değil propaganda malzemesiydi. Tarihçiler bu
sözde “tarihi belgeleri” incelemiş ve hepsini reddetmişlerdir. Buna rağmen
aynı uydurma belgeler bir Ermeni soykırımı yapılmış olmasının kanıtı olarak
hala sürekli öne sürülmektedir. Bu yalanlar o kadar uzun bir süreden beri
devam etmiş ve o kadar çok tekrarlanmıştır ki gerçek tarihi bilmeyenler bu
yalanları doğru olarak kabul etmektedir.
Kandirilmiş olan sadece Amerikalılar ve Avrupalılar değildir. Kısa bir süre
önce bir Türk akademisyenin yazdığı iki ciltlik bir kitabı okudum. Sözkonusu
kitabın Ermenilerle ilgili kısımlarının çoğu kesinlikle saçmalıktan öteye
gitmiyor. Örneğin, 1908’de Osmanlı devlet görevlileri Van kentinde bir
Taşnak cephaneliğini ortaya çıkardılar. Burada Ermeni ayaklanmasına hazırlık
olarak depolanmış 2.000 silah, yüzbinlerce kutu mermi ve 5.000 bomba ele
geçirildi. Ermeni isyancılar Osmanlı askerleriyle kısa bir süre çatıştıktan
sonra kaçtılar. Bu olay konuyla ilgili tüm diplomatik literatürde ve Van’a
ilişkin kitaplarda anlatılmıştır. Buna rağmen sözü geçen kitabın yazarı
olayı 1.000 Türkün (!) hükümete karşı ayaklanması olarak anlatmakta ve
isyancıların silahlarından hiç sözetmemektedir. Böyle bir hatayı nasıl
yapmış olabilir? Çünkü yazar bütün bilgileri Taşnak Partisi’nin gazetesinden
almıştır!
Temel bir ilkeyi vurgulamamız gerekiyor: Kaynak olarak propaganda
malzemesini alanlar tarih yazmak yerine kendileri de propaganda malzemesi
yazmış olurlar.
Birçok yazar –ki bunların arasında Türkler de vardır— Osmanlıların kendi
“ıç” kayıtlarına hiç bakmadan Taşnak Partisi gibi grupların söylediği
yalanları doğru olarak kabul etmiştir. Akademisyenlerin de bazan hata
yapmaya hakkı vardır. Ancak, akademisyenlerin bir de görevi vardır:
eserlerini yazmadan önce konuya ilişkin bütün bilgi kaynaklarını incelemek.
Siyasi propaganda malzemesi olarak hazırlanmış metinlere dayanan yazılar
yazmak ve Osmanlıların dürüstçe tuttukları kayıtları gözönüna almamak
yanlıştır. Osmanlı tarihini araştirirken ilk bakılması gereken yer
Osmanlıların kendi kayıtlarıdir.
Tarih yazarken neden Osmanlı arşivlerindeki belgelere dayanmak neden gerekli
olsun? Çünkü bu çeşit belgeler tarih konusunda sağlıklı bir eser yazmak için
gerekli olan somut verilerdir. Osmanlılar bugünün medyasına yönelik
propaganda yazmamıştır. Osmanlı askerlerinin ve yetkililerinin raporları
siyasal belgeler ya da halkla ilişkiler girişimleri değildi. Bunlar
sorumluluk duygusu taşıyan insanların kendi hükümetlerine doğru olduğuna
inandıkları şeyleri bildirmek üzere yazdıkları gizli iç hizmet raporlarıydı.
Bu raporları yazanlar zaman zaman yanılmış olabilirler ancak bu insanlar
asla yalan yazmıyorlardı. Osmanlı arşivlerinde bilerek kandırmaca
yapıldığına dair hiç bir ize raslanmamıştır. Bunu Ermeni Milliyetçilerin
yalan söyleme konusundaki kötü siciliyle kıyaslayın: nüfusla ilgili uydurma
istatistiki bilgiler, söylemediği halde Mustafa Kemal’e atfedilen sözler,
Talat Pasa’ya atfedilen sahte telgraflar, “Mavi Kitap” taki sahte raporlar,
mahkeme kayıtlarının kötüye kullanılması ve, hepsinden de kötüşü,
Ermenilerce öldürülen Türklerden hiç bahsedilmemesi.
Türkler bu yanlış tarihi düzeltmek için neler yapabilir sorusuyla birçok kez
karşılaştim. Bu konuda öneride bulunmaya çekiniyorum çünkü Türkler ne
yapılması gerektiğini zaten biliyorlar. Yapılması gereken ataları hakkında
söylenen yalanlara karşı çıkmaktır ki bunu da zaten yapıyorsunuz. Bu zorlu
bir mücadeledir: Türkler hakkındaki önyargılar sizi engellıyor ve size karşı
çıkanlar siyasal açıdan güçlü konumdadır. Ancak, gerçek sizden yanadir.
Türklerin ve Türk Parlamentosunun Türkler hakkında söylenen yalanlara karşı
koymak üzere birleşmeleri beni çok sevindirdi. Başbakan Erdoğan ile
meclisteki azınlık lideri Baykal’in bir süre önce bu konuda aralarında
anlaşmaları Türklerin harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Tarih
Kurumu’nun Ermeni bilim adamlarıyla görüşme ve tartışmalar yapma girişimi de
Türklerin harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Türk akademisyenler
tarafından artık bu konuda birçok kitap yayınlanmakta oluşu da Türklerin
harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Şükrü Elekdağ gibi insanlar gerçek
uğruna mücalede vermektedir. Ben ve benim gibi uzun zamandan beri yalanlara
karşı çıkmış olanlar yalnız olmadığımızı gördüğümüz için memnunuz.
Geçmişte bazı akademisyenler --ki bunlardan biri de bendim—Türk ve Ermeni
tarihçilerinin bu konuyu çalışan diğer araştırmacılarla birlikte toplanarak
Türklerle Ermenilerin tarihini araştırmalarını ve tartışmalarını önerdi.
Başbakan Erdoğan ve Dr. Baykal bütün arşivlerin Ermeni Sorunu konusunda
kurulacak bir ortak komisyona açılması önerisinde bulundular. Yapılması
gereken iste tam olarak budur. En önemlisi, Başbakan Erdoğan ve Dr. Baykal
bu sorunu tarihçilerin çözmesi gerektiğini ilan ettiler. Böylece Türklerin
gerçeğin ortaya çıkmasından korkmaları için bir neden olmadığını
gösterdiler.
Akademik dürüstlüğün siyasete galip geleceğini ve Ermeni Milliyetçilerinin
de tartışmaya katılacaklarını ümidedelim. Ancak ben bunu yapacaklarını
ummuyorum. Bir süre önce Minnesota Üniversitesi’nde “Ermeni Soykırım
Araştırmaları Merkezi” denilen bir yerde bir konferans verdim. Dr. Akçam
orada ders vermektedir. Davetli olduğu halde kendisi konferanslarıma
gelmedi. Ermenilerin hiçbiri konferanslarıma gelmedi. Bunun yerine
başkalarının konuşacağımdan haberleri olmasın diye konferans ilanlarının
tümü aşıldıkları yerlerden yırtılıp atıldı.
Bu akademisyenlere yakışır bir yaklaşım değildir. Bu siyasal bir
yaklaşımdır. Ermeni Milliyetçileri kendi ideolojilerine akademisyenlerden
bir itiraz gelmezse bu siyasal mücadeleyi kazanmış olacaklarına
hükmetmişler. Bu yüzden sadece Türklerin soykırım yapmış olduğunu söyleyen
Türklerle görüşüyorlar. Bu gibi Türkler Amerikan ve Avrupa basınında “Türk
akademisyenleri” olarak tanımlanıyor. Yani okuyucularda Türk
akademisyenlerinin soykırım iddialarına inanmakta oldukları izlenimini
yaratmak için özenle çaba harcanıyor. Okuyuculara Türk hükümetinden başka
kimsenin soykırım olduğunu inkar etmediği izlenimi veriliyor.
Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Her yıl Türkiye’de sadece “Ermeni
soykırımı”nı reddetmekle kalmayıp Ermenilerin Türklere yaptığı zulmü de
belgeleyen birçok kitap ve makale yayınlanıyor. Konferanslar düzenleniyor.
Ermeniler tarafından katledilmiş masum Türklerin toplu mezarları ortaya
çıkarılıyor. Ölen Türklerin anısına müzeler açılıyor ve anıtlar dikiliyor.
Osmanlı arşivlerindeki belgeleri görmüş ya da Ermeni Sorununa ilişkin
Türkler tarafından yazılmış kitapları okumuş olan tarihçiler soykırım
iddiasını kabul etmiyor. Savaş sırasında birçok Ermeninin Türkler tarafından
ve bir o kadar da Türkün Ermeniler tarafından öldürüldüğünü biliyorlar.
Bunun soykırımdeğil savaş olduğunu biliyorlar.
Benim ülkemde ve Avrupa’da neden onca insan Ermeni Milliyetçilerinin
görüşlerini benimseyen küçük bir Türk grubunun Türk bilim dünyasını temsil
ettiğine inanıyor? Neden sözkonusu Türklerin Türk profosörlerinin gerçek
inançlarını dile getirdiklerine inanılıyor? Bunun sebebi kısmen
önyargılardır. Türklere karşı önyargılar o kadar uzun zamandan beri
varolmuştur ki insanların kolayca Türklerin suçlu olduklarına
inanabilmektedir. Ancak, başka bir neden daha var: Avrupa ve Amerika’da pek
az insan bu konuda gerçek Türk akademisyenlerinin eserlerinin varolduğunu
bilmiyor.
Günümüzde Türkiye’de Ermeni Sorunu konusunda mükemmel kitaplar
yazılmaktadır. Bildiğiniz gibi Türkler çok uzun (fazla uzun) bir süre
Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihini incelemediler. Artık bu durum değişti.
Modern Türkiye’de Ermeni Sorunu konusunda yapılan çalışmaları görenlerin
etkilenmemeleri mümkün değil. Tarih Kurumu’nun bu konuda başı çekmesi
gerekirdi ve bunu da yapıyor. Tabii Türk tarihinin sadece Türk
tarihçilerince yazılması gerektiğini söylüyor değilim. Ama Türkiye tarihi
konusunda çalışan başlıca tarihçiler Türk olmalıdır. Bu sizin ülkeniz ve
sizin tarihiniz. Sorun artık Türkiye’de tarih konusunda yazılmakta olan
mükemmel eserleri ve Türk tarihine ilişkin belgeleri diğer ülkelerin
akademisyenlerine, siyaset adamlarına ve kamuoyuna ulaştırabilmektir. Sorun
sürda: Türk tarihçileri doğal olarak kitaplarını Türkçe yazıyorlar ve
Avrupalılarla Amerikalılar Türkçe bilmiyor.
Türkiye’nın tarihini yazanlar Türkçe yazıları okuyabilmeli midir? Evet,
tabii ki Türkçe yazılmış yazıları okuyabilmelidirler. Bu kişiler Türk tarihi
konusunda Türkçe yazılmış pek çok kitabı okuyabilmeli midir? Tabii ki evet.
Kendileri bu konuda bir şey yazmaya başlamadan önce ilgili bütün tarafların
ve bu arada Türklerin görüşlerini anlayabilmeli midirler? Evet, çünkü bu bir
bilim adamının görevidir. Her zaman böyle mı davranıyorlar? Hayır. Özellikle
sözde “Ermeni Soykırımı”nı anlatan kitapların büyük kısmı bu konudaki modern
Türk eserlerine değinmemektedir. Bunun yanlış olduğunu söylemenin faydası
yok. Akademisyenlere Türkçe öğrenin demenin de faydası yok. Öğrenmek
istemiyorlar ya da öğrenemiyorlar. Haksızlık etmemek için sunu belirtmem
lazım: Benim ülkemde Türk dilinin öğretildiği çok az sayıda yer var. Tek
çözüm Türkçe kitapların yabancı dillere özellikle bütün dünyada
anlaşılabilmesi için İngilizceye çevrilmesidir. İlk adım atılmış, aslı
Türkçe olan birçok değerli kitap tercüme edilmiştir. Bunlar arasında Esat
Uras’in artık eskimiş olsa da mükemmel yazılmış tarihi, Türk
Parlamentosu’nun bir süre önce Ermeni Sorunu konusunda yayınladığı kitap,
Türk Dışişleri Bakanlığınınca yazılan tarih, müteveffa Kamuran Gürün’un
yazdığı “Armenian” File, Orel ve Yuca’nın yazdığı “Talat Pasha Telegrams” ve
birçok başka eser bulunmaktadır. Bunların arasında muhtemlen en değerlisi
Genelkurmay, Osmanlı Arşivleri, Tarih Kurumu ve Dışişleri Bakanlığınca
tercüme edilerek başılan Ermeni Sorunu’na ilişkin Osmanlı belgeleri
dizisidir. Ancak bunlardan daha pek çoğuna ihtiyaç var. Bunlar o kadar çok
ki burada saymak mümkün değil. Ancak Kazım Karabekir’in ve Ahmet Refik’in
anılarının bile daha tercüme edilmemiş olduğunu kaydetmeden geçemeyeceğim.
Bütün bu kitapların mümkün olduğunca geniş bir okuyucu kitlesine
ulaştırılması gerekir. Bu kitaplar tercüme edilmelidir.
Ayrıca, tercüme edilecek kitaplar arasında Ermeni Sorunu ile ilgili değilmiş
gibi görünen bazı konulardaki kitaplar da bulunmalıdır. Örneğin, Osmanlı
İmparatorlu’nda Birinci Dünya Savaşı’nın askeri tarihini anlatan doğru,
ayrıntılı ve Avrupa dillerinden birine çevrilmiş bir kitap bulunmamaktadır.
Varolan kitaplarda bazı yanlışlar vardır ve bu yanlışlar sadece Ermenilerle
ilgili değildir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’ni ana hatlarıyla anlatan
kitaplar generallerin isimlerini yanlış veriyor, birlikleri yanlış yerlere
intikal ettiriyor, üstelik de Osmanlı stratejını hiç anlamamış gibidir.
Savaştaki en önemli etkenden nadiren sözederler: Türk askerlerinin inanılmaz
gücü ve dayanıklılığı. Bu neden Ermeni Sorunu açısından önemlidir? Bu etken
önemlidir çünkü askeri durum anlaşılmadan Ermeni isyanının yarattığı tehlike
ve Ermeni tehcirinin nedenleri anlaşılamaz. Osmanlı kaynakları Ermeni
isyanının Rusya’nın askeri planının temel ögelerinden biri olduğunu
kanıtlıyor. Osmanlı kaynakları Ermeni isyanının Rus zaferininin önemli bir
parçası olduğunu kanıtlıyor. Osmanlı kaynakları Ermeni isyancıların aslınde
Rus ordusunun neferleri olduğunu kanıtlıyor. Türkiye’de Genelkurmay’in
yayınladığı bir dizi tarih kitabı var. Bu kitaplar Osmanlıların savaşlarına
ve Türk Bağımsızlık Savaşına ilişkin olayları doğru olarak anlatıyor. Bu
kitaplar ciltler dolusu ince ayrıntı ve pek çok harita içeriyor ve
Osmanlıların planları ve eylemlerini anlatıyor. Bu kitaplar Osmanlı
askerlerinin kendilerinin verdikleri bilgiler esas alınarak yazılmıştır,
sadece Osmanlıların düşmanlarının verdikleri bilgiler esas alınarak değil.
Birinci Dünya Savaşı’nı inceleyen her tarihçinin bu kitapları okuması
gerekir. Ancak bu kitaplar Türkçedir. Eğer Amerika ve Avrupa’da
kullanılacaklarsa İngilizceye çevrilmeleri gerekir.
Ayrıca, Amerika ve Avrupa’da öğretmenler ve öğrenciler için Türkiye
konusunda daha doğru ve dürüstçe yazılmış daha fazla kitap olması gerekir.
Türkiye’ye ilişkin önyargılar ancak gençlere doğrular söylenerek en sonunda
kırılabilir. Bir başlangıç yaptık. İstanbul Ticaret Odası Amerikalı
öğretmenler için ilk ayrıntılı Türkiye kitabını finanse etti. Daha birçok
kitaba ihtiyaç var.
Ve nihayet günümüzdeki politikalara ilişkin yorumlar yapmak istiyorum. Bunu
yapmamam gerektiğini düşünenler olabilir. Ben Türk değilim ve bu kesinlikle
Türkleri ilgilendiren bir sorun. Ben siyasal bilimci ya da siyaset adamı da
değilim. Ben tarihçiyim. Bu temelde tarihi bir konu olduğu için bu sorundan
bahsediyorum. Bir tarihçi olarak da herhangi bir grup ya da ülkeye kendi
tarihi hakkında yalan söylemesi emredildiğinde öfkeleniyorum. Sözünü ettiğim
siyasi sorun Avrupa’dan yükselen sestir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
girebilmek için “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Türk tarihine ilişkin bir yalanın doğru olarak kabul edilmesinin Avrupa
Birliği’ne ya da Türkiye’ye bir yarar sağlayacağına inanabilen birilerinin
çıkması beni kızdırıyor. Ben biliyorum –ve inanıyorum ki sizler de
biliyorsunuz— ki böyle bir şey durumu çok daha kötüleştirir.
Bugün Ermeni Milliyetçileri Avrupa parliamentolarında ve ABD Kongresinde
sunu ilan ediyorlar: Sadece Türkiye’nin soykırımın vuku bulmuş olduğunu
kabul etmesini istiyoruz, ondan sonra herşey iyi olacak. Bir süre önce
görüştüğüm bir Amerikalı yetkili bana söyle demişti:Türkler “Evet, yaptık,
afedersiniz,” demeli ve sonra bu konuyu unutmalılar. Ona Türklerin soykırım
yapmış olduklarına inanıp inanmadığını sordum. Bunu bilmediğini ve
umursamadığını söyledi. Ona Türklerin bu şekilde babaları ve büyükbabaları
hakkında asla yalan söylemeyeceklerini söyledim. O da bana çok saf olduğumu
söyledi. Bence saf olan kendisiydi çünkü Ermeni Milliyetçilerinin bir özürle
yetineceklerine inanıyordu.
Ermeni İddiaları
Yüzyılı aşkın bir süreden beri Ermeni Milliyetçilerinin planı değişmemiştir.
Bü, buralarda yaşayan halklar bunu istesin ya da istemesin Doğu Anadolu ve
Güney Kafkasya’da bir Ermenistan yaratma planıdır. Ermeni Milliyetçileri
planlarını açıkça anlatmaktadırlar. Birinci adımda Türkiye Cumhuriyeti
“Ermeni soykırımının” gerçekleşmiş olduğunu kabul edecek ve özür dileyecek.
İkincisi, Türkler tazminat ödeyecekler. Üçüncüsü, bir Ermeni devleti
kurulacak. Ermeni Milliyetçileri bu devletin sınırlarını kesin ve ayrıntılı
bir biçimde çiziyorlar. Gördüğünüz harita Taşnak Partisi’nin ve Ermenistan
Cumhuriyeti’nin programına dayanarak çizilmiştir ve Ermeni Milliyetçilerinin
üzerinde hak iddia ettikleri yerleri göstermektedir. Bu Harita ayrıca
Türkiye’den istenen toprakları ve dünyadaki Ermeni nüfusu göstermektedir.
Eğer Ermenilere istedikleri verilecek olsa ve dünyadaki bütün Ermeniler Doğu
Anadolu’ya gelecek olsalar yine de Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfus bugün Doğu
Anadolu’da yaşayan Türk vatandaşlarının sayısının ancak yarısı kadar
olacaktir. Doğal olarak California, Massachusetts ve Fransa’da yaşayan
Ermeniler arasından Doğu’ya gelmek isteyen çok sayıda insan asla
çıkmayacaktir. Bu yeni :”Ermenistan”in nüfusunun en iyi ihtimalle ancak
dörtte biri Ermeni olacaktir. Böyle bir devlet uzun süre varlığını
sürdürebilir mi? Evet, sürdürebilir, ama bu ancak Türkler sınırdışı edilirse
mümkün olabilir. Ermeni Milliyetçilerinin 1915’teki politikası buydu.
Gelecekteki politikaları da bu olacaktir.
Ermenilerin iddialarını çok iyi anlamamız lazım. Bu iddialar tarihi temel
almıyor çünkü 900 yıldan beri Doğu Anadolu’da hüküm süren Ermeniler değil.
Bu iddialar kültür esasına dayalı da değil çünkü Ruslar gelip de barışı
tümüyle yoketmeden önce Ermenilerle Türkler aynı kültürü paylaşıyorlardı.
Ermeniler Osmanlı sistemine kaynaşmışlardı ve çoğunluğu Türkçe konuşuyordu.
Türklerle aynı yemekleri yiyor, aynı müziği paylaşıyor ve benzer evlerde
oturuyorlardı. Ermeni iddiaları kesinlikle demokrasi inancına da dayanmıyor
çünkü Ermeniler yüzyıllardan beri Doğu Anadolu’da çoğunlukta değil ve bugün
oraya gitseler yine ancak küçük bir azınlık oluşturabilecekler. Onların
iddiaları milliyetçi ideolojiye dayanıyor. Bu ideoloji ise hiç değişmiyor.
2005’te ne ise 1895’te ve 1915’te de oydu. Tarihi ve orada yaşamakta olan
insanların haklarını bir kenara bırakarak Türkiye’nin doğu bölgesinde bir
“Ermenistan” olması gerektiğine inanıyorlar.
Tarih sunu öğretiyor: Türkler gerçeği unutup Ermeni soykırımının
gerçekleştiğini söylerlerse Ermeni Milliyetçileri iddialarından
vazgeçmeyecekler.Türkler işlemedikleri bir suç için özür dilediler diye
Erzurum ve Van üzerinde hak iddia etmekten vazgeçmeyecekler. Hayır.
Cabalarını daha da artıracaklar. “Türkler soykırım yaptıklarını kabul
ettiler. Şimdi suçlarının bedelini ödemeleri lazım,” diyecekler. Şimdi
Türkiye’yi eleştirerek Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi gerekir diyenler o
zaman da Türklerin tazminat ödemesi gerektiğini söyleyecekler. Ondan sonra
da Türklerin Erzirum, Van, Elazığ, Sivas,Bitlis ve Trabzon’u Ermenilere
vermesi gerektiğini söylecekler.
Türklerin bu baskıya boyun eğmeyeceklerini biliyorum. Türkler bunu
yapmayacaklar çünkü bunun yanlış olacağını biliyorlar. Giriş ücreti olarak
sizden yalan söylemenizi isteyen bir örgüte üye olmak nasıl doğru olabilir?
Hangi dürüst insan kendisine “Ancak babanın katil olduğu yalanını söylersen
bize katılabilirsin,” diyen bir örgüte girer?
Avrupa Birliği’nin Ermeni Milliyetçilerinin isteklerini reddedeceğini umuyor
ve buna güveniyorum. Ümit ederim ki, Ermeni Milliyetçilerinin Avrupa’nın
iyiliğini düşünmediklerini anlayacaklar. Zaten Avrupa Birliği’nin istekleri
ne olursa olsun Türk’lerin onuruna inanıyorum. Türkleri tanıdığım kadarıyla
gerçekte olmadığı halde Ermeni Soykırımı’nın vuku bulmuş olduğunu asla
söylemeyeceklerdir. Biliyorum ki Türkler işlemedikleri bir suçu itiraf
etmeleri yolundaki taleplere direnecekler – dürüstlüğün bedeli ne olursa
olsun. Türklerin dürüstlüğüne inanıyorum. Türklerin tarih konusunda yalan
söylemeyeceklerini biliyorum. Biliyorum ki Türkler asla babalarının katil
olduğunu söylemeyecekler. Türklere güveniyorum.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
* Tarih profesörü, Louisville Üniversitesi.
|