Anasayfaİletişim
  
English

Olaylar ve Yorumlar

Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEM*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 4, Aralık 2001 - Ocak-Şubat 2002

 

I. 2001 Yılının Bilançosu

Bu bölümde 2001 yılının en önemli olaylarını, Türkiye-Ermenistan İlişkileri, Türk-Ermeni Barışma Komisyonu, sözde Ermeni soykırımını tanıtma gayretleri ve Karabağ sorununda gelişmeler başlıkları altında inceleyeceğiz.

1. Türkiye- Ermenistan İlişkileri

Başkan Koçeryan’ın 1998 yılında iktidara gelmesiyle bozulmaya başlayan Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde 2001 yılı içinde hiç bir düzelme görülmemiştir. Bunun nedeninin Türkiye’nin bazı ilkelere dayanan politikasına karşılık Ermenistan’ın uzlaşmaz tutumu olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin Ermenistan’a karşı güttüğü politikanın temelinde[1] toprak bütünlüğüne saygı, sınırların dokunulmazlığı ve iyi komşuluk ilkelerine saygı bulunmaktadır. Diğer yandan Türkiye, Ermenistan’ın işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklardan çekilmesini ve Karabağ sorununa Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü içinde çözüm bulunmasını istemektedir. Nihayet Türkiye, Ermenistan’ın soykırım iddialarının uluslararası alanda tanınması çabalarının iyi komşuluk anlayışıyla bağdaşmadığını ve iki ülke ilişkilerinin normaleşmesine olumlu etki yapmadığını belirtmekte ve tarihin yargılanmasının tarihe bırakılmasını istemektedir.

Ermenistan’a gelince bu ülkenin Türkiye politikası, Dışişleri Bakanı Oskanyan tarafından kısa süre önce şöyle ifade edilmiştir:[2] “Türkiye Karabağ anlaşmazlığı ve Ermeni soykırımı sorunu konularında Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek için koşullar koymaya devam etmektedir. Ermenistan’a gelince biz, hiç bir koşul olmadan, diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınırların açılması için ısrar ediyoruz.” Oskanyanı aynı beyanatında Ermeni “soykırımı”nın uluslararası alanda tanınmasının ülkenin dış politikası gündeminde bulunmaya devam ettiğini de söylemiştir.

Sonuç olarak Ermenistan Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurulmasını ve sınırların açılmasını ısrarla istemekte ancak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığı teyit etmekten kaçınmakta, ayrıca Türkiye’ye karşı soykırımı iddialarını ileri sürmeye ve Karabağ ile diğer Azeri topraklarını işgale devam etmektedir. Bu, her şeyi almak ancak karşılığında hiçbir şey vermemek olarak özetlenebilecek tutum Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde ilerleme olmamasının başlıca nedenini oluşturmaktadır.

2. Türk- Ermeni Barışma Komisyonu

9 Temmuz 2001 tarihinde altı Türk ve dört Ermeni tarafından bir “Türk-Ermeni Barışma Komisyonu” kurulduğu kamu oyuna duyuruldu. Komisyon üyelerinin hiçbirinin resmi bir unvan ve görevi olmaması bu girişimi ilginç kılıyor ve bir uzlaşmaya varılması konusunda iki ülke resmi temaslarına yardımcı olacak bir çerçeve oluşturulduğu ümitlerini doğuruyordu.

Komisyonun başlıca görevleri,[3] Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı anlayış ve iyi niyeti geliştirmek, Ermenistan ile Türkiye ilişkilerinin iyileştirilmesini teşvik etmek, sivil toplum örgütleri arasında temas, diyalog ve işbirliğini desteklemek, hükümetlere sunulmak üzere bazı tavsiyeler geliştirmek, turizm, kültür, eğitim, çevre ile diğer bazı alanlarda ve güven arttırıcı önlemlerde resmi olmayan işbirliğini desteklemek ve bazı konularda uzman incelemesi yaptırmak olarak özetlenebilir.

Komisyonun görevleri arasında dikkati çeken nokta ne doğrudan ne de dolaylı olarak “soykırım” konusuna değinilmemesidir. Aynı şekilde Karabağ sorunundan da bahis yoktur. Tarafların üzerinde anlaşılması zor olan konuları bir kenara bırakarak diğer konularda işbirliği yapılmasını öngören bir strateji benimsedikleri anlaşılmaktadır.

Komisyonun kurulmasına karşı Türkiye’den resmi bir tepki gelmez iken Ermenistan Dışişleri bu girişimi genelde olumlu karşılamış ancak bu diyalogun sorunların çözümü için devletler düzeyinde yapılacak görüşmelerin yerini alamayacağı belirtmiştir.[4]

Taşnaklar ise Komisyona büyük tepki göstermişler ve şiddetli tenkitler yöneltmişlerdir.[5] Bunların başında Komisyonun sözde soykırımının tanınması faaliyetlerini engelleyebileceği gelmektedir. Bu nedenle Komisyon, Ermeni çıkarlarını gözetmeyen bir girişim olarak tanımlanmış ve üyeleri de yetkisiz kişililer olarak telakki edilmiştir. Taşnaklar Türkiye ile diyaloga girmeyi, Türkiye’nin “soykırımı”nı tanımasına, Karabağ sorununda “önyargılı tutumunu” değiştirmesine ve Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılmasına bağlamışlardır. Taşnakların Komisyona karşı açtıkları bu kampanya etkili olmuş, Ermenistan millet meclisinde sayısal çoğunluğu oluşturan partiler, Komisyonu kınayan bir karar almışlar,[6] Diyaspora basını da çoğunlukla Komisyona karşı çıkmış, Ermenistan Dışişleri de ağız değiştirerek Komisyonun Ermeni “soykırımı” sürecinin durdurmasından endişe edildiği ancak bu girişimin Ermeni makamlarını “soykırımı”nın tanınması çabalarından saptıramayacağı ifade edilmeye başlanmıştır.

Diğer yandan bu eleştiriler Komisyonun Ermeni üyelerini kendilerini savunmaya ve “soykırım” gerçeğinin tartışılamayacağı, Komisyon faaliyetlerinin “soykırımı”nın tanınması sürecini engellemeyeceği gibi beyanlarda bulunmaya yöneltmiştir. Eleştiriler ve Komisyon’un Ermeni üyelerinin istifa etmesi talepleri devam ederken Alman Parlamentosunun Eylül ayında soykırımı konusunu gündeme almayı reddetmesi gerekçeleri arasında, Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri arasında temasların başlanmış olmasını da sayması[7] ve Avrupa Parlamentosunun da Türkiye’nin üyeliği ile ilgili 15 Kasım 2001 tarihli kararında Barışma Komisyonuna büyük önem vermesi, [8]  Ermeni üyeler üzerinde etkili olmuştur. Sonuç olarak Ermeni üyeler Komisyonun 23–25 Eylül’de İstanbul’da yapılan ikinci toplantısından itibaren soykırımı konusunun dolaylı veya dolaysız bir şekilde ele alınması ve özellikle bu hususa toplantı bildirilerinde yer verilmesini istemeye başlamışlardır. 18–21 Kasım’da New York’ta yapılan üçüncü toplantıda, 1948 Birleşmiş Milletler soykırım sözleşmesinin 1915 olaylarına uygulanıp uygulanmayacağının bağımsız bir kuruluş olan “Geçişte Adalet Uluslararası Merkezi “ (International Center for Transitional Justice) tarafından incelenmesi kabul edilmştir.[9] Ancak, toplantılara Başkanlık eden Amerikalı David L. Phillips’in bu husustaki sözleri basında “Osmanlı İmparatorluğundaki Ermenilerin 1915 yılında kitle halinde öldürülmelerinin ve sürülmelerinin bir soykırım olup olmadığının tespit edilmesi” olarak yansıtılmıştır.[10] Kısaca sözleşmenin geriye işleyip işlemeyeceği gibi nispeten basit bir hukuki husus, sözleşmeye göre olayların soykırımı olup olmadığının saptanmasına gibi, tarihsel bir değerlendirmeye dönüştürülmüştür.

Komisyonun Türk üyelerinin bu hususu Geçişte Adalet Uluslararası Merkezine hatırlatması üzerine Ermeni üyeler David L. Phillips’e bir yazı göndererek Komisyonun devam etmeyeceğini bildirmişlerdir[11]

Böylelikle Komisyon’un Ermeni üyeleri sudan bir bahane ile Komisyon’un çalışmalarına son vermişlerdir. Bunda, Taşnakların Komisyon ve Ermeni üyeler hakkında yürüttüğü karalama kampanyasının başlıca rolü oynadığ ve kampanyanın etkisinde kalan Ermeni üyelerin tutumlarında, ılımlıdan aşırılığa doğru bir tür metamorfoz geçirdiği görülmüştür. Komisyon’a Rusya’dan katılan Andranik Mihranyan ile Ermenistan’ın eski dışişleri bakanı Aleksandr Arzumanyan’ın basına, Komisyonun Türk üyelerini suçlayacak kadar ileri giden beyanları, bu olumsuz metamorfozun kanıtlarını oluşturmuştur.[12]

Komisyon’un fiilen sona ermesinden sonra Taşnak Partisi bir bildiri yayınlayarak Türkler ve Ermeniler arasında Türkiye’nin Ermeni “soykırımı”nı tanımasından sonra diyalog olabileceğini, Türkiye’nin Ermeni “soykırımı” konusundaki sorumluluğunun Türk-Ermeni ilişkilerinden ayrılamayacağını ve bu nedenle de Ermeni “soykırımı”nın tanınmasının Ermenistan dış politikasının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve şimdi her zamandan daha fazla Ermeni “soykırımı”nın tanınması çabalarına devam olunacağını bildirmiştir.[13]

Ermenistan Başkanının Basın Sekreteri Vahe Gabrielyan ise Barışma Komisyonunun dağılmasının önceden tahmin edildiğini belirtirken, Türkiye ile Ermenistan arasındaki diyalogun devlet düzeyinde cereyan etmesi gerektiğini ifade etti.[14] Böylelikle Türkiye ile diyalog konusunda Ermeni Hükûmeti ile Taşnaklar arasında derin görüş ayrılıkları olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Ermeni gazetelerinin büyük çoğunluğu Komisyon’un başarısızlığından memnuniyet duymuşlar ancak, barışma olmayacaksa, düşmanlık kin ve intikam olacağını belirten gerçekçi görüşlere de ratlanmıştır. [15]

Komisyonun fiilen sona ermesi konusunda Türk makamlarının bir tepkisi olmamıştır.

Türk-Ermeni diyalogunun tamamen sona erdiğini söylemek zordur. Zira günümüz koşullarında sorunların halli için masaya oturmaktan başka yol görülmemektedir. Diğer yandan Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkilerini normal hale getirmeye cidden ihtiyacı vardır. Komisyonun çalışmasını durduran Ermeni üyeler dahi bu konudaki mektuplarında Ermeni ve Türk sivil toplum örgütleri arasındaki temasların, ilişkilerin normalleşmesi bakımından, gerekli olduğunu belirtmişlerdir. ABD de stratejik nedenlerle güney Kafkasya’da istikrarın hakim olmasını istemekte ve bu çerçevede iki ülkeden sorunlarını halletmelerini beklemektedir. Bu durumda, resmi makamlar arasında görüşmeler yapılamadığı taktirde, sivil toplum örgütleri arasında temasların yararlı olacağında şüphe bulunmamaktadır. Yeni bir tertip içinde Barışma Komisyonunun ihyası dahi düşünülebilir.

3. Sözde Ermeni soykırımını tanıtma gayretleri

2001 yılında Ermeni sorunundaki en önemli gelişme Fransız Parlamentosunun Ocak ayında bir kanunla Ermeni “soykırımını” kabul etmesi olmuştur. “Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkca tanır” şeklinde kısa bir cümleden oluşan bu kanun, Ermeni militanlarına moral alanda bir tatmin sağlamıştır. Anca  “soykırım” için kimseyi suçlamaması, Türkiye’den “soykırım”ını tanımasını talep etmemesi ve Fransa’da soykırımını inkar edenlere karşı bir müeyyide öngörmemesi nedeniyle pratik bir sonuç doğurmamıştır.[16] Buna mukabil Türk-Fransız ilişkileri bozulmuş ve ancak yıl sonuna doğru askeri alanda bazı temaslarla ağır bir iyileşme sürecine girmiştir.

2001 yılı içinde sözde Ermeni soykırımını tanıyan başka ülke olmamıştır. Aksine, bazı ülkeler, Ermeni militanlarının tüm gayretlerine rağmen, “soykırımını” tanımayı reddetmişlerdir.

Bunları tarih sırasına göre şöyle özetleyebiliriz:

Rus Duma’sı, sözde Ermeni soykırımının tanınması hakkında, Jirinovski’nin başkanı olduğu Liberal Demokratik parti tarafından yapılan bir öneriyi 14 Şubat 2001 tarihinde reddetmiştir. Ancak, Duma’nın 1995 yılında “Ermenilerin imhasını gerçekleştirenleri takbih eden” ve “24 Nisan’ın soykırım kurbanlarının anılması günü olarak kabul” eden kararı yürürlükte olmaya devam etmiştir.[17]

İsviçre parlamentosu 13 Mayıs 2001 tarihinde Ermeni “soykırımı”nın tanınmasını talep eden bir karar tasarısını üç oy farkla reddetmiştir. [18] İsviçre’deki Ermeni militanları bu kez bazı Türk Dernek yöneticileri aleyhine dava açarak “soykırımı”nı bir mahkeme kararına koydurmak yolunu denemişler, ancak mahkeme 17 Eylül 2001 tarihinde dava edilen Türkleri beraat ettirtmiş ve hakim 1915 olaylarını soykırımı olarak nitelendirmekten kaçınmıştır. Bu hezimet karşısında Ermeniler 10 Aralık 2001 tarihinde Cenevre Kantonu Yönetiminden “soykırımı” konusunda bir karar almayı başarmışlarsa da, daha önce bu kanton meclisi, esasen bu konuda bir kararı bulunduğundan [19] bu yeni kararın bir yankı veya etkisi olmamıştır.

Ermeni “soykırımı”ın tanınması hususundaki bir dilekçeye Slovakya Cumhurbaşkanlığı kaleminden verilen bir cevapta, 1915 olaylarını tanımlamanın tarihçilere ait olduğu belirtilerek “soykırım” kelimesi kullanılmamıştır.[20]

Başkan Bush’un 24 Nisan 2001 tarihindeki geleneksel mesajında “soykırımı” sözcüğünü kullanmaması, Ermeni aktivistlerin şiddetli eleştirilerine yol açmış  ve Başkanın “soykırımı”na çok yakın anlamı bulunan “annihilation” (tamamen yok etme) sözcüğünü kullanmış olması  yeterli sayılmamıştır.[21] Ermenilerin bu yıl Kongre’ye “soykırımın” tanınmasını öngören bir karar tasarısı sunamamaları da dikkati çelmiş ve özellikle 11 Eylül terörist olayından sonra ABD’de Türkiye’ye karşı bir harekete girişmenin güçlüğünü ortaya koymuştur. Bazı Amerikan Eyalet Meclisleri veya valileri, geçen yıllarda olduğu gibi 2001 yılı içinde de Ermeni”soykırımı” hakkında bazı kararlar kabul etmişler.[22] ancak bunlar Ermeni basınında dahi yeterince yer almamış ve kamu oyunun dikkatini çekmemiştir.

Ermeni asıllı bir milletvekilinin Nisan ve Haziran aylarında Kanada Parlamento-suna sunduğu ve Ermeni “soykırımı”nın tanınmasın öngören önergeler reddedilmiştir.[23]

İngiliz Commonwealth Bakanı Baroness Scotland Şubat ayında Lord’lar Kamerasında bir soruya cevaben 1915 olaylarının, Birleşmiş Milletler 1948 Soykırım Sözleşmesine göre soykırımı olarak nitelendirilemeyeceğini söylemiş bu husus Temmuz ayında Ankara’daki İngiltere Büyükelçiliğinin yayınladığı bir basın bildirisiyle tekrarlanmıştır.[24] 

Alman Meclisi soykırımın tanınması için Nisan ayında verilen bir dilekçeyi, Dışişleri Bakanlığının görüşünü aldıktan sonra, Eylül ayında reddetmiştir. [25]

Buna karşılık Papa Jean-Paul II [26] Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin [27] ve Polonya Cumhurbaşkanı Kvashnewski[28] Ermenistan’ı ziyaretleri sırasında  “soykırımı”nı tanıdıkları anlamına gelecek ifadelerde bulunmuşlardır. Vatikan’ın Kasım 2000’de, Rus Duması’nın da Nisan 1995’te Soykırımını tanıdığı dikkate alındığında Papa ve Putin’in değindiğimiz beyanları daha önce mevcut bir durumun teyidi anlamını taşımış, Polonya Cumhurbaşkanının sözlerinin ise ülkesini değil şahsını ilgilendirdiği görülmüştür.

Yukarıda ifade edildiği üzere 2002 yılı içinde, Fransa hariç, sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülke olmamıştır. Bu durum, “soykırımı”nın tanınmasını sağlamanın dış politikasının öncelikleri arasında olduğunu ifadeden Ermenistan ile tüm gayretlerini bu noktada topladığı görülen Ermeni diasporası için ciddi bir başarısızlık teşkil etmiştir.

4. Karabağ sorununda gelişmeler

2001 yılının ilk ayları Karabağ sorunu için ümit veren gelişmelere sahne olmuştur. Başkan Aliyev ve Koçeryan bu sorunun çözümü için önce Mart ayında Paris’te sonra da Nisan’da Florida’da Key West’e bir araya gelmişler ve daha sonra da Bağımsız Devletler Topluluğunun yapmış olduğu bazı toplantılarda karşılaşmışlardır. Bu, yoğun olarak nitelendirilebilecek temaslara rağmen 2001 yılı içinde Karabağ sorununda hiç bir ilerleme sağlanamamış ve taraflar, önceden kararlaştırılmış olmasına rağmen Haziran ayında Cenevre’de toplanamamışlardır.[29] Bu durum tarafların sorunun çözümü ile ilgili görüşlerinin çok farklı, hatta birbirinin tersi olmasından ileri gelmektedir.

Ermenilere göre Karabağ Ermeni toprağıdır ve o nedenle Ermenistan’a ilhak edilmeli ve güvenlik mülahazalarıyla Karabağ çevresindeki bazı Azeri toprakları da alınmalıdır. Ancak Ermenistan, bu çok aşırı tutumunun kabul edilmesine imkan olmadığının bilinciyle, geçici bir düzenleme olarak, Karabağ’a bağımsızlık verilmesini ve bu bölgenin bir koridorla Ermenistan’a bağlanmasını savunmaktadır.

Bu konudaki Azeri görüşleri ise Karabağ’ın Azerbaycan’ın bir parçası olduğu ve bu nedenle bölgeye ancak geniş bir muhtariyet verilebileceği şeklinde özetlenebilir. Burada hemen belirtilmesi gereken husus uluslararası hukuk yönünden Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunda şüphe bulunmadığıdır.

Karabağ sorununun çözümü ile görevli AGİT/Minsk Grubu adına hareket eden üç eş başkan Karabağ için taraflarca kabul edilebilir bir özerklik formülü geliştirmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede Karabağ ile Azerbaycan’ı müşterek bir devlet gibi telakki eden ve bu bölgenin Laçin üzerinden bir koridor ile Ermenistan’a, buna karşın da Nahvican Mehri üzerinden bir koridor ile Azerbaycan’a bağlanması dahil, bazı teklifler getirmişler, ancak Ermenistan’ın uzlaşmaz tutumu nedeniyle başarı sağlayamamışlardır. Bu durum Minsk Grubu’nu 2001 yılının ikinci yarısından itibaren hareketsizliğe itmiştir.

1992 yılında kurulan ve üyeleri arasında Türkiye’nin de bulunduğu Minsk Grubu bir süre sonra yetkilerini Rusya, Fransa ve ABD’den oluşan eş başkanlarına devretmiştir. Oysa bu üç ülke de, değişik ölçülerde de olsa, Ermenistan’ı gözeten bir tutum içindedirler.

Karabağ sorunu nedeniyle Ermenistan ile Azerbaycan arasında 1990’lı yılların başlarında çıkan çatışmalarda Ermenistan’ın galip gelmesinin, Rusya’nın bu ülkeye, bir milyar dolar kadar silah yardımı dahil, her türlü yardımı yapmasının bir sonucu olduğunu bugün herkes tarafından kabul edilen bir olgudur. Rusya bu hizmetlerine mukabil Ermenistan’dan askeri üs almış ve ayrıca sınırları koruma bahanesiyle de ülkede yaygın bir şekilde askeri birlikler bulundurmuştur. Rusya’nın “stratejik ortaklık” içinde bulunduğu Ermenistan’a karşı hareket etmesini beklemek zordur. Ermenistan ile olan özel ilişkileri Rusya’nın Güney Kafkasya’da nüfuzunu devam ettirmesini de sağlamaktadır. O itibarla Karabağ sorununa Rusya’nın benimsemeyeceği bir çözüm getirmek gerçekçi değildir.  Bu nedenle olmalı ki Başkan Aliyev bir süreden beri Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmak politikasını  sürdürmeye başlamış ve bunun bedeli olarak da Kabala Radar İstasyonunu on yıl süre ile Rusya’ya kiralanmasına razı olmuştur.[30]

Fransa’nın Kafkasya’da belirli bir çıkarı yoktur. Bu ülkenin Karabağ sorununa gösterdiği ilgi, küçük ve fakat siyasi alanda gayet aktif olan kendi Ermeni azınlığı tatmin etmeye yöneliktir. Ermenilerin Fransa’daki nüfuzları o derecede ileridir ki Türkiye’nin gücendirilmesi ve bazı askeri satın alma sözleşmelerinin feshedilmesi göze alınarak 2001 Ocak ayında Fransa Parlamentosu sözde soykırım hakkında bir kanun kabul etmiştir. Diğer yandan, Azeri ilgililerin Mart ayı Paris toplantısında Karabağ sorununun çözümü için herhangi bir ilke kabul edilmemiş olduğunu ısrarla söylemelerine karşın, Başkan Chirac’ın yeni Fransız Büyükelçisinin göreve başlaması münasebetiyle Başkan Koçeryan’a gönderdiği bir mesajda, 2002‘nin Güney Kafkasya’da diyalog yılı olmasını ve bu diyalogun “Paris prensipleri temel alarak” sorunun kesin çözümüne götürmesini dilemesi[31], Fransa’nın Karabağ sorununda tarafsız kalamayacağının en çarpıcı örneğidir.[32]  İçinde bulunduğumuz yıl içinde parlamento ve başkanlık seçimlerinin yapılmasından sonra, diğer bir deyimle Ermeni azınlığının etkisinin azalmasından sonra, Fransa’nın Karabağ sorununa karşı bir ölçüde dengeli davranması beklenebilir.

Amerika’ya gelince bu ülke de Ermeni azınlığının etkisi altındadır. Karabağ çatışmaları sonucunda bu bölgenin ve ayrıca bazı Azeri topraklarını da işgal edilmesine ve buralardan bir milyon kadar Azeri’nin kaçmasına ve sefil koşullar altında yaşamaya mecbur kalmasın rağmen Amerikan Kongresi, sanki saldırıya uğrayanlar Ermeniler imiş gibi, 1992 yılında Azerbaycan’a tüm yardımları durdurmuştur. Amerikan Hükûmetlerinin Azerbaycan’ın petrol rezervleri bakımından önemini dikkate alarak bu kararı değiştirme gayretleri sonuçsuz kalmıştır. 11 Eylül terörist saldırısının Azerbaycan’ın stratejik öneminin arttırması üzerine, Başkan Bush’un girişimiyle bu karar, geçici olarak kaldırılmış ve böylelikle ABD Karabağ sorununda daha dengeli hareket edebilme imkanına kavuşmuştur.

Geçmişe nazaran daha dengeli davransalar da ABD, Rusya ve Fransa’nın sonunda, yukarıda değinilen nedenlerle, Ermenileri kayırmak durumunda kalacakları görülmektedir. Diğer yandan bu gün Karabağ sorununun Rusya ve ABD’nin rızası olmadan bir çözüme bağlanmayacağı açıktır. Buna karşın Fransa’nın Kafkasya’da bir rolü veya gücü bulunmamaktadır. O itibarla Fransa’nın bu gruptan çıkarılarak yerine Azerbaycan görüşlerini savunacak bir ülkenin, mesela Türkiye’nin getirilmesi veya Fransa muhafaza edilecekse, Azerbaycan’a yakın iki ülkenin daha gruba eklenmesi, başarı şansını arttıracaktır.

On yıldan beri var olan Minsk grubu bu yıl da ciddi bir ilerleme kaydedemediği taktirde Azerbaycan’ın bu grubun aracılığından vazgeçmesinin kendi menfaati olduğu düşünülmektedir. Bu durumda sorun, asli görevi uluslararası anlaşmazlıkların çözümlenmesi olan Birleşmiş Milletlere götürülebilir ve Minsk Grubundaki izole edilmiş durumun aksine, Azerbaycan Birleşmiş Milletler de elliyi aşkın İslam ülkesinin desteğinden yararlanılabilir.

I. 2002 ‘NİN İLK İKİ AYI OLAYLARI
 
1. Türkiye-Ermenistan İlişkileri

Başbakan Bülent Ecevit Ocak ayı ortalarında ABD’ye resmi bir ziyaret yaptı. Basın haberlerine göre[33] Başbakan Başkan Bush’a Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması için dört şartı olduğunu bildirdi ve bunarı şu şekilde sıraladı: Ermenistan Türkiye’yi suçladığı soykırım iddialarından vazgeçmeli, Karabağ’dan kayıtsız şartsız çekilmeli, bu topraklardan göç etmek zorunda bırakılmış insanlara geri dönüş hakkı verilmeli, Azerbaycan ile Nahçivan arasında bir koridor acılmalı.

Aynı habere göre Ecevit Amerikan Başkanına Ermeni uyruklular için sınırda vize verilmesi uygulamasına yeniden başlandığını bildirdi. Başkan Bush’ta kendisine “bu kararınız bizim elimizi Ermeni lobilerine karşı ciddi şekilde güçlendirecektir” dedi.

Ermenistan vatandaşlarına sınırda vize verilmesi uygulaması 2000 yılının Ekim ayında kaldırılmış ve Türkiye’ye gelmek isteyen Ermenilerin yabancı ülkelerdeki bir Türk temsilciliğimden vize alması zorunluluğu getirilmişti. Amerikan Temsilciler Meclisind sözde soykırımı hakkında bir karar alınması için Ermenilerin yürüttüğü faaliyetlere bir tür cevap niteliğinde olan bu önlem, Ermenistan vatandaşlarını vize almak için Tiflis veya Moskova’ya gitmek mecburiyetinde bırakmış ve sonuçta Türkiye’ye gelen Ermenilerin sayısında azalma olmuştu.

Türkiye’nin eski uygulamaya dönme kararı Ermenistan’da olumlu karşılanmış ve Dışişleri Bakanlığının bir sözcüsü, bunun ”iki halk arasındaki temasları olumlu etkileyeceğini ve gergin olan Türk-Ermeni ilişkilerinin genel havasını iyileştireceği”ni

söylemiştir.[34] Amerikan Dışişleri Sözcüsü ise bu hususta Türkiye’nin kararını olumlu bulduklarını ve bunun Türk-Ermeni ilişkilerinin iyileştirilmesine katkıda bulunmasını ümit ettiklerini ifade ederek ilişkilerin normalleşmesi yolunda hükûmetlerin veya özel kuruluşların girişimlerini teşvik ettiklerini belirtmiştir.[35] Diaspora’nın önemli kuruluşlarından Amerikan Ermeni Asamblesi, bu hususta Bush İdaresine teşekkür ederken[36]  Taşnakların organı olan Amerika Ermeni Milli Komitesi (ANCA)  bu hususta  “Ermeni halkına karşı soykırım işlemiş bulunan” Türk Hükûmetinin bu gibi yapay jestlerden daha öteye gitmesi gerektiğini ve Ermeni ve Türk hükûmetleri arasında anlamlı bir diyalogun ancak Türkiye’nin “soykırımı”nı inkar etmeyi terk etmesi, Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kaldırması ve Azerbaycan’a olan yardımını kesmesi“ ile mümkün olabileceğini söylemiştir. Görüldüğü gibi yeni vize uygulaması, Taşnaklar hariç herkesi memnun etmiş bulunmaktadır.

Geçmişe bakıldığında Türkiye’nin vize verilmesini güçleştiren kararının hedefini şaşırmış olduğu, zira soykırım iddiaları, Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarının işgali gibi nedenlerle şikayet edilen Ermenistan hükûmeti yerine Türkiye’ye gelmeyi isteyen Ermenilere zarar verdiği görülmektedir. Oysa Türkiye ile bir dostluk ilişkileri kurulmasına yardımcı olacak olanlar bu kişilerdir ve onların Türkiye ile olacak temaslarının değil önlenmesi veya zorlaştırılması, arttırılmasına yardımcı olmakta yarar vardır.

Belki de yeni vize uygulamasının yarattığı müsait havanın etkisiyle Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları,  Dünya Ekonomik Forum’u münasebetiyle New York’da bulundukları sırada bir araya geldiler. Ermenistan Dışişleri Bakanı bu konuda verdiği bir mülakatta “Yakın bir gelecekte bu toplantının bir devamı olacağını düşünüyorum” dedi ve iki tarafın da doğrudan diyalog yoluyla ikili sorunlara çözüm bulunmasına çalışılması düşüncesinde olduğunu söyledi.[37]

Türkiye’de bu buluşma hakkında bir açıklama yapılmadı.

2. Eçmiyazin - Antilyas rekabeti

Gregoryen (apostolik) Ermeni Kilisesi’nin merkezi Erivan yakınlarındaki Eçmiyazin’dedir. Burada oturan Patrik, kuramsal olarak, tüm Gregoryen Ermenilerin ruhani lideridir. İstanbul, Küdüs ve Antilyas (Lübnan) patrikhaneleri de ona bağlıdır.

Eçmiyazin’im Sovyet topraklarında bulunması ve buradaki patriğin de ister istemez Sovyet görüşleri dışında hareket edememesi, 1956 yılında Lübnan’da Antilyas’daki “Kilikya” patrikhanesinin Ecmiyazin’den bağımsız bir tutum alması ve bazı mahalli kiliselere (diocese) atamalar yapması sonucunu verdi. Zamanla Gregoryen mezhebinde iki patriklik oluştu[38] Suriye, Lübnan, Kıbrıs, Yunanistan İran’daki Ermeni kiliseleri ile ABD’deki bazı kiliseler Antilyas patrikhanesine bağlandılar.

Soğuk harbin bir sonucu olan bu bölünmenin arkasında Taşnakların olduğunu ileri sürenler vardır. [39] Diğer yandan Antilyas Patrikhanesinin Taşnaklara olan yakınlığı en ciddi kaynaklar tarafından da doğrulanmaktadır.[40] Esasen günümüz Antilyas Patriği Aram II’nin zaman zaman Türkiye hakkındaki aşırı sözleri de özdeşliğe benzeyen bu yakınlığı kanıtlamaya yetmektedir. Diğer yandan, kendilerini kayıtsız şartsız destekleyen bir kilise olması Taşnakların Diaspora üzerindeki hakimiyetini de açıklamaktadır.

Sovyetler Birliğinin dağılmasından ve özellikle bağımsız Ermenistan’ın kurulmasından sonra Antilyas Patrikhanesinin, daha önce olduğu gibi, Ecmiyazin’e bağlanması beklenirdi. Ancak siyasal bir nitelik kazanmış olan Antilyas bunu yapmadı. Kuramsal olarak Ecmiyazin’in ruhani üstünlüğünün tanınmasına karşın Aram II her fırsatta Karekin I’ ile eşit olduğunu kanıtlama çabalarına girişti ve bu durum özellikle, Ermeni Kilise’nin kuruluşunun 1700 yıldönümü törenlerinde ortaya çıktı.[41] Diğer yandan bazı ülke ve makamların Antilyas Patriğine, siyasi etkinliğini dikkate alarak, Ecmiyazin ile olan rekabeti körüklercesine, önem verdiği görüldü. Örneğin, Aram II, sadece 2002 Ocak ayında,, Hıristiyan-Müslüman diyalog ve işbirliğinin görüşüldüğü bir toplantıya İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından  davet edildi ve  ayrıca Başbakan kendisi  ile de görüştü.[42]   Diğer yandan Papa Jean-Paul II, Aram II’yi 24 Ocak 2002 tarihinde Assisi’de düzenlediği ve belli başlı dinlerin temsilcilerinin katıldığı “Barış için Dua Günü” ne davet etti.

Eçmiyazin ile Antilyas arasındaki rekabet Antilyas’ın Kanada’da kendisine bağlı mahalli kilise (diocese) kurması üzerine Ocak ayında doruk noktasına çıktı. Ecmiyazin, bu hareketin Antilyas tarafından 1956’da başlatılan mahalli kiliseleri kendine bağlama girişimlerinin günümüzde de sürdüğünü gösterdiğini belirtip, bu davranışın Antilyas ve Ecmiyazin araındaki yaklaşma sürecini durdurabileceğini ileri sürerken Antilyas ilgilileri durumun yeni bir idari yapılanmanın sonucu olduğu belirtilerek konuyu küçümsediler. Diğer yandan Kanada’da Antilyas’a bağlı yeni bir Ermeni kilisesi kurulmasnın Taşnakların Aram II’ye verdikleri talimatla gerçekleştiği de iddia edildi.[43]

Gregoryen kilisesi içinde 1956’dan bu yana mevcut olup üzerinde durulmamaya gayret edilen ancak bundan sonra sıkça bahsedileceği anlaşılan rekabet de böylece bütün boyotları ile açığa çıktı. 

3. Avrupa Parlamentosunun Güney Kafkasya Raporu

Güney Kafkasya ülkeleriyle ortaklık ve işbirliği anlaşmaları çerçevesinde Avrupa Parlamentosu bir Güney Kakkasya Raporu hazırlatmıştı.

İsveçli Yeşiller Grubu üyesi olan Per Gahrton tarafından hazırlanan bu raporda ve buna ilişkin karar tasarısında adıgeçenin Ermenilerin etkisi altında kaldığını açıkça gösteren bazı hususlar vardır. Mesela, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkeleri gereği ve Güvenlik konseyinin bazı kararları uyarınca Ermenilerin Karabağ’ın işgaline son vermesi genel kabul gören bir husus iken Gahrton hazırladığı karar tasarısında Ermenistan’dan bu toprakların işgaline son vermesini açıkça istememiştir.  Gahrton, işgal altındaki topraklarda “Ermeni kontrolünün devamlı kılmaya yönelik olduğu şeklinde yorumlanabilecek önlemler almaktan kaçınmasını Ermenistan’dan talep etmekle yetinmiş ve böylelikle Karabağ anlaşmazlığı devam ettiği sürece Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgalini meşrulaştırmaya çalışmıştır.

Bu karar tasarısının Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren kısmı aynen şöyledir: “Türkiye’den, Avrupa’ya katılmak amacı ile uyum halinde olarak, Ermenistan’a uyguladığı ablukaya sona erdirmeye yönelik uygun önlemleri almasını ister; bu konuda 1915 Ermeni soykırımını bir gerçek olarak tanıyan 18 Temmuz 1987 tarihli kararındaki tutumumu teyit eder ve Türkiye’den de aynınını yapmasını (yani Ermeni “soykırımını” tanımasını) talep eder. Karar tasarısındaki “abluka”  sözcüğü hukuki bakımdan doğru değildir. Zira Türkiye’de Ermenistan’dan ithalata veya bu ülkeye ihracata bir yasak getirilmemiştir. Ancak kara sınırının kapalı olması nedeniyle iki ülke arasında “doğrudan” ticaret yoktur. Bunu karşılık, Ermenistan pazarlarındaki Türk mallarının bolluğu bu ülkeye Gürcistan veya İran üzerinden ihracat yapıldığını göstermektedir. Sınırın kapalı olması Türkiye üzerinden kara yolu ile Ermenistan’a transit geçişleri de engellediği doğru olmakla beraber, alacak ve satacak fazla malı bulunmayan Ermenistan’ın bu yönden de zarara uğradığını düşünmek zordur. Diğer yandan Ermenistan hava yollarının İstanbul’a seferleri bulunması, yabancı hava yolları şirketlerinin Ermenistan ‘a gitmek için Türk hava sahasını kullanmaları ve yukarıda değindiğimiz üzere Ermenistan vatandaşlarına tanınan vize kolaylıkları ortada bir abluka olmadığını yeterince göstermektedir. Buna karşın Ermenistan bir süreden beri “abluka”  nedeniyle zarara uğradığı iddiasını daha sık dile getirmeye başlamıştır. Ermenilerin istediği her hususu yerine getirmeyi bir görev addettiği anlaşılan Per Garhton da Türkiye’nin “abluka”ya son vermesi talebini Karar tasarısına koymuştur.

Diğer yandan Per Gahrton Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması gerektiğine dair malum Ermeni görüşüne de Karar tasarısında yer vermiştir. Ne var ki Türkiye’nin soykırım iddiaları karşısında duyarlılığı ve Avrupa Birliğine tam üyelik için yerine getirilecek hususlar arasında “soykırımı” tanınmasının bulunmaması, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonun 23 Ocak 2002 tarihinde Garhton raporunu görüşmesi sırasında itirazlara neden olmuş ve uzun süren müzakerelerden sonra “1915 Ermeni soykırımını tanıyan 18 Haziran 1987 tarihli Karar” sözlükleri korunurken Türkiye’nin “soykırımı” nı tanımasını isteyen ibare çıkartılmış bunun yerine Türkiye’den Ermenistan ile “barışmak için bir temel oluşturmasını” isteyen ifadeler konmuştur.

Gahrton’un ilk teklifine nazaran daha olumlu görülmekle beraber “soykırımı”na atıfta bulunması nedeniyle bu değişiklik Türkiye’yi memnun etmemiştir. Diğer yandan barışmak” için her iki ülkeden değil de sadece Türkiye’den talepte bulunulması da en azından garip bir durum oluşturmuştur.

Dengeli bir karar çıkarılması amacıyla Liberal ve Yeşiller grubundan bazı temsilciler “soykırımı”na atıfta bulunmayan ve aralarındaki tarihi anlaşmazlıkların çözümlenmesi için Türkiye ve Ermenistan’I beraberce çalışmaya davet eden bir değişiklik önergesi Gahrton raporunun 28 Şubat 2002 tarihinde Parlamentonun  Genel Kurul’da yapılan müzakeresi sırasında sunulmuş ancak 391’e karşı 96 oyla  reddedilmiştir.[44]

Gahrton Raporunun ve beraberindeki Kararın Avrupa Parlamentosunda kabul edilmesi Türkiye’de şiddetli tepkilere neden olmuştur.

Millet Meclisinde Grubu bulunan siyasi partiler sözkonusu kararın kabul edildiği gün olan 28 Şubat 2002 tarihinde bir ortak bildiri[45] yayınlayarak, özetle, Avrupa Parlamentosunun tarihi gerçekleri bilinçli bir şekilde inkar ettiğini, bu kararın hiç bir dayanağı olmadığını, bu hareket Türkiye’yi tam üyelikten vazgeçirme gayesi güdüyorsa bunda yanılındığını belirtilmişlerdir.

Dışişleri Bakanlığı da aynı gün bir basın açıklaması[46] yaparak, özetle,  Avrupa Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımını kabul eden 1987 tarihli karara atıfta bulunmasını ve Türkiye’nin Ermenistan’a abluka uygulamakla suçlanmasını kabul edilemez olduğunu bildirmiş, Parlamentoların geçmiş olaylar hakkında siyasi değerlendirmeler yapmasının tarihi gerçeklerin saptırılmasından başka bir amaca hizmet etmediği ifade olunmuştur.

Gahrton raporundaki bir dipnotta Atatürk’ün 10 Nisan 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada İttihat ve Terakki rejimini Ermeni halkına karşı soykırım işlemekle suçladığının iddia edildiği oysa o tarihte TBMM’inde oturum yapılmamış olduğunun tespit edildiği, bunun dahi sözkonusu iddianın mesnetsiz ve ciddiyetten uzak olduğunu gösterdiği belirtilmiştir.[47]

Türk siyaset adamları da Avrupa Parlamentosunun sözkonusu kararını şiddetle eleştirmişlerdir. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasının şampiyonluğunu yapan ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz bu kararın fiili sonuç doğurmayacağını ve kabul edilemez olduğunu ifadeden sonra “Bu tür çelişkili kararlar AP’nin güvenirliğini ve inanırlığını zedeliyor” demiştir.[48] MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ise sözkonusu kararı “önyargılı ve ırkçı bir yaklaşımın yeni bir tezahürü” olarak nitelendirmiştir.[49] Başkana Bülent Ecevit ise 2 Mart 2002 tarihinde yaptığı bir basın toplantısında bir soruya cevaben, bu kararın değerlendirilecek bir yönü olmadığını, Avrupa Parlamentosunun geçmişe saplanıp kaldığını, geçmiş hakkında da bilgisi olmadığını, bu bilgi eksikliğini gidermek için çaba gösterileceğin ifade etmiş ve kararın Ermenistan ile olan sorunların çözümünü güçleştirdiğini belirtmiştir.[50] Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’de bu kararı esef verici olarak nitelendirmiş ve Avrupa Parlamentosunun tarihi tarihçilere bırakmak yerine tarihi bir konuda yargıda bulunmak basiretsizliğini gösterdiğini söylemiştir.[51] Diğer yandan sözkonusu karar Türk basınında da şiddetli eleştirilere neden olmuştur. Bu tepkiler Türk kamu oyu soykırım iddialarına karşı ne kadar hassa olduğunu bir kere daha göstermiş,  Ermenilerin ve onları destekleyenlerin Türkiye’nin sözde soykırımını tanıyacağı hakkında besledikleri ümitlerin ne derecede boş olduğunu da ortaya koymuştur.

Avrupa Birliği’nin Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un bazı eylemlerinin Türk kamu oyunda yaratığı olumsuz etkilerin hemen ardından gelen Avrupa Parlamentosunun bu kararı Avrupa Birliği hakkında Türkiye’de bazı çevrelerde mevcut endişe ve şüpheleri güçlendirmiş ve Türkiye’yi Avrupa Birliğine götüren ve esasen güçlüklerle dolu olan yolda yeni bir engel yaratmıştır.

Ermenistan’a gelince, Dışişleri Bakanı Oskanyan’ın dediği gibi, Türkiye ile diplomatik ilişki kurulması ve sınırların açılması için ısrar ettiklerine göre, ister istemez Türkiye’yi Ermenistan’ politikasını olumsuz etkileyecek olan bu karar lehlerine olmamıştır.  Buna karşın her yer ve fırsatta Türkiye’ye zarar vermek vermeyi amaç edinmiş olan ve Ermeni Diasporası için bu karar, Ermenistan’ın lehine sonuçlar doğurmayacak da olsa,  bir başarı olarak görülecektir.

Son olarak bu olayın Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili kararlarında bir istikrarlığa işaret ettiğini de belirtelim. Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin tam üyelik için başvurusunu yaptıktan sonra 14 Haziran 1987 tarihinde aldığı bir kararda sözde soykırımını tanımıştı. Türkiye’nin adaylığının kabul edilmesinden sonra kabul edilen 15 Kasım 2000 tarihli ilk ilerleme raporunda  “soykırım” konusu yer almıştı. Yaklaşık bir yıl sonra, 25 Ekim 2001 tarihli ikinci ilerleme raporunda ise “soykırıma” değinilmemişti.[52] Bu son karardan yaklaşık dört ay sonra “soykırımını” tanıyan yeni bir karar alınmaktadır. Bu çelişkili durum aslında Avrupa Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımı hakkında kesin bir kanaate sahip olmadığını ve kararların daha ziyade raportörlerin kişiliğine ve Parlamentodaki çeşitli siyasi gruplar arasındaki güç dengesine göre şekillendiğini düşündürmektedir.



 
[1] Bu bölümün kaleme alınmasında Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in Dışişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçe tasarısını T.B.M.M. Plan ve Bütçe Komisyonuna takdimi vesilesiyle 2 Kasım 2002 tarihinde dağıtılan ve Türkiye’nin dış politikasını açıklayan kitapcıktan yararlanılmıştır.
[2] Armenpress News Agency 8 Ocak 2001
[3] Ermeni Araştırmaları, Sayı 2, sayfa 267,268
[4] Noyan Tapan News Agency, 13 Temmuz 2001
[5] Asbarez Online 3 Ağustos 2001
[6] Asbarez Online 31 Temmuz 2001
[7] Ermeni Araştırmaları Sayı 3, sayfa 17,18
[8] Ermeni Araştırmaları Sayı 3, sayfa 26, 27
[9] Gündüz Aktan, Radikal, 12 Aralık 2001
[10] RFE/RL Armenia Report 28 Kasım 2001
[11] Armenian Assembly of America, Press Release 11 Aralık 2001
[12] Arz Daily 24.11.2001 ve Noyan Tapan 12 Aralık 2001
[13] Yerkir 13 Aralık 2001
[14] PanArmenian News, 14 Aralık 2001. 
[15] Aravot 14 Aralık 2001
[16] Ermeni Araştırmaları Sayı.1, sayfa 10–12
[17] Ermeni Araştırmalar Sayı 3,  sayfa 18–19
[18] Ermeni Araştırmaları. Sayı.3,  sayfa 16,17
[19] Hyetert-Arz-Am, 11 Aralık 2001
[20] Ermeni Araştırmaları. Sayı 1, sayfa 39
[21] Ermeni Araştırmaları Sayı 1, sayfa 39,40
[22] Ermeni Araştırmaları. Sayı 3, sayfa 32–33
[23] Ermeni Araştırmaları. Sayı 2, Sayfa 26
[24] Ermeni Araştırmaları. Sayı 2, Sayfa 26
[25] Ermeni Araştırmaları Sayı 3, Sayfa 17, 18
[26] Ermeni Araştırmaları sayı 3, Sayfa 13–15),
[27] Ermeni Araştırmaları. Sayı 3, sayfa 18, 19)
[28] Ermeni Araştırmaları. Sayı 3, sayfa 19, 20
[29] Ermeni Araştırmaları Sayı 2, Sayfa 9–12 
[30] RFE/RL Russia/Azerbaijan: Radar Deal: Win-Win Situation or Fool’s Bargain, 29 Ocak 2002
[31] Asbarez Online. 23 Ocak 2002
[32] Başkan Chirac’ın bu sözleri Azeri Dışişleri Bakanı Vilayet Guliyev’in tepkisine neden olmuştur. Adıgeçen bu vesileyle “Paris prensipleri yoktur ve efsanevi ilkeleri esas alarak anlaşmazlığı çözümlemek mümkün değildir” demiştir. Asbarez Online 23 Ocak 2001
[33] Hürriyet 20 Ocak 2002  
[34] RFE/RL Armenia Report, 16 Ocak 2002
[35] ANCA Press Release, 16 Ocak 2002
[36] Medimax News Agency, 16 Ocak 2002
[37] RFE/RL Armenia Report 2 Şubat 2002   
[38] Eçmiyazin’de oturan patriğin dini ünvanı Katolikos veya Ermenice deyimi ile,’’Katogikos”tur. Antilyas Patriği de 1956’dan sonra Katolikos ünvanını alarak, Eçmiyazin’e eşit olduğunu göstermek istemiştir. Biz, dini bir inceleme olmayan bu yazımızda,  Türkçede karşılığı bulunmayan katolikos sözcüğünün yerine her iki makam için de patrik ünvanını kullandık 
[39] Tatul Hakobyan, Arz Daily, 22 Haziran 2001 ve La Lettre de l’UGAB 19 Ocak 2002
[40] Encyclopedia Britannica CD-Rom 2001
[41] Rafik Hovanisian. Arz Daily, 23 Ocak 2002 
[42] Press Release: Daily Press – Catholicosate of the Great House of Cilicia, 22 Ocak 2002
[43] La Lettre de l’UGAB, 19 Ocak 2001  
[44] Sabah, 1 Mart 2002
[45] Bu bildirinin tam metni BELGELER bölümündedir
[46] Bu açıklamanın tam metni BELGELER bölümündedir
[47] Gahrton raporundaki dipnotta, Erivan’daki “soykırım” Anıtı Yöneticisinin ve Ermenistan Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesi Başkanının, Kemal Atatürk’ün 10 Nisan 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Genç Türk rejiminin Ermeni halkına karşı soykırım yaptığını ifade ettiğini kendisine söyledikleri kayıtlıdır. Atatürk’ün böyle bir ifadede bulunmadığı bilinmekle beraber, TBMM kitaplığına gidilerek tutanaklar incelenmiş ve 10 Nisan 1921 tarihinde oturum olmadığı görülmüştür. Ayrıca 1921 yılı Nisan ayında Atatürk’ün hiç söz almadığı da tespit edilmiştir. Tarafımızdan Per Gahrton’a ve Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu üyelerine, tarihinde gönderilen e-mail’lerle durum kendilerine bildirilmiş ve ayrıca, Atatürk’ün konuşmalarında hiçbir zaman “Ermeni Soykırımı” deyimini kullanmamış olduğu da belirtilmiştir. Per Gahrton bu müracaatımıza cevap vermemiş ve sonraları başka kişilerin de benzer uyarılarını dikkate almamış ve raporunda bir değişiklik yapmamıştır. Ermeniler tarafından “soykırım” konusunda Atatürk’e atfedilen sözler hakkında ayrıntılı bilgi bu sayımızda Şenol Kantarcı’nın ‘Ermenilerce Atatürk’e Atfedilen Sözler Ve Divan-ı Harb-ı Örfi İle Ermeni Teröristleri Tarafından Şehit Edilenlere Atatürk’ün Gösterdiği İlgi’ başlıklı yazısında mevcuttur
[48] Milliyet, 1 Mart 2002
[49] Hürriyet, 3 Mart 2002
[50] CNN Türk, 2 Mart 2002
[51] Hürriyet, 1 Mart 2002
[52] Bu raporlar hakkında bkz. Ermeni Araştırmaları, sayı 3, sayfa 25–27

 ----------------------
* Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı - oelutem@avim.org.tr
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 4, Aralık 2001 - Ocak-Şubat 2002
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar