Anasayfaİletişim
  
English

Dağlık Karabağ Sözde Cumhuriyeti'nin Bağımsızlığının Tanınması Durumunda, Uluslararası Ortamda Ortaya Çıkabilecek Sorunlar

Rovshan İBRAHİMOV*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 6, Yaz 2002

 
GİRİŞ

1988'de patlak vermiş Dağlık Karabağ sorunu uzun yıllardır Azerbaycan ile Ermenistan arasında süren çatışmanın temel taşını oluşturmaktadır. Zaman içinde sıcak çatışma sürecini de yaşamış olan bu iki taraf, 2001 yılında Avrupa Konseyi'ne tam üye olmalarıyla birlikte sorunu barışçı yollarla çözümleme yükümlülüğü altına girmişlerdir. Her iki tarafta AGİT tarafından sunulan Karabağ sorununa çözüm önerileri doğrultusunda görüşmeler yapmaktadırlar. AGİT Minsk Grubu tarafından hazırlanmış olan üç teklif şöyledir:

Haziran 1997 tarihinde sunulan "paket çözüm"

Ekim 1997'de "aşamalı çözüm"

Kasım 1998'de "ortak devlet" önerisi

Önerilerin ilk ikisi Ermenistan, sonuncusu ise Azerbaycan tarafından reddedilmiştir. Ermenistan tarafı çözümün yalnız Karabağ'a bağımsız devlet statüsü verilirse mümkün olabileceğini dile getirirken, Azerbaycan Karabağ’a kültürel otonomi hakkı verilmesinin ötesinde bir çözümün olamayacağını vurgulamaktadır.

AGİT Minsk Grubunun ABD, Rusya ve Fransa eş başkanları her iki devletin de sorunun çözülmesi için karşılıklı olarak taviz vermesi gerektiğini beyan etmektedir. Ermenistan bu tavizlere yanaşamazken, Azerbaycan tarafı gereken tavizleri verdiğini ve bunun üzerine hiçbir taviz veremeyeceğini bildirmektedir.

Bu yazıda Dağlık Karabağ'ın bağımsızlık talebinin uluslararası ortamda kabul görüldüğü takdirde, Karabağ sorununa benzer sorunlara sahip olan ülkelerde ne gibi sonuçlar ortaya çıkarabileceği incelenecektir. Karabağ'ın isteklerinin karşılanması durumunda, uluslararası hukukta temel ilke olarak kabul edilen devletlerin ülke bütünlüğü ilkesi ciddi bir şekilde sarsıntıya uğrayacak ve diğer ayrılıkçı hareketlere zemin hazırlayacaktır.

KARABAĞ SORUNU VE TARİHSEL GELİŞME

Tarihsel Gelişme

Dağlık (Yukarı) Karabağ Özerk Bölgesi 7 Temmuz 1923 tarihinde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti dahilinde kurulmuştur. Alanı 4,4 bin km2 ve nüfusu yaklaşık 20.000 olan bu bölgenin merkezi Hankendi şehridir.[1] 1989’daki nüfusu yaklaşık 192.000 olan ve Ermeniler arasında Artsah (Sık Orman) adıyla da anılan bölgede, halkın yaklaşık % 70’i Ermenidir.[2]

Tarihte, Dağlık Karabağ, 18. yüzyılda Penahali han tarafından kurulmuş olan Karabağ hanlığının bir parçasını oluşturmaktaydı. 1813 yılında Rusya ile İran arasında imzalanmış Gülüstan Antlaşması sonucunda Karabağ hanlığı Rusya ile birleştirildi.

1840 yılında Dağlık Karabağ Kaspi vilayetinin Şuşa kazasına, 1846 yılında ise Bakü Guberniyasına dahil edilmiştir.

Dağlık Karabağ 28 Mayıs 1918 tarihinde ilan edilmiş olan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti sınırları içerisindeydi. Fakat bu Cumhuriyetin ömrü uzun sürmedi ve 28 Nisan 1920 tarihinde Rusya’nın 11. Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi ve Azerbaycan’da Sosyalist Cumhuriyet kuruldu.[3]

Eski tarihlerden beri bölgede yaşayan gargar ve uti gibi Alban kabileleri, Ermeni Ortodoks Gregoryen kilisesinin etkisi sonucunda, aşamalı olarak gregoryenleşti, daha sonra Ermeni dilini kabul etti ve Ermeni kültürünü benimseyerek Ermenileşti. Bu süreç 13. yüzyılda daha da güçlendi.[4]
 
Karabağ Sorununun Ortaya Çıkışı
Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov döneminde başlayan reform hareketleri, Karabağ Ermenilerinin de 1987–88 yıllarından itibaren kendi kaderini belirleme hakkına dayanarak Azerbaycan’dan ayrılma talebinde bulunmalarına yol açmıştır. Karabağ yönetimi 20 Şubat 1988’de Ermenistan’a bağlanma kararı almış, aynı dönemde Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında çatışmalar başlamıştır.[5] Azerbaycan, tek taraflı olarak Ermenistan’ın bu kararını tanımadığını ve Anayasaya aykırı olduğunu belirterek, reddetti.[6] Azerbaycan bunun, Birlik Cumhuriyetlerinin sınırlarının bu cumhuriyetlerin mutabakatı olmaksızın değiştirilemeyeceğini hükme bağlayan SSCB anayasasına aykırılığı nedeniyle yasadışı bir girişim olduğunu ileri sürdü.[7] İki Sovyet Cumhuriyeti arasındaki toprak anlaşmazlığı SCCB Yüksek Sovyeti’nde ele alındı. Bu kurul verdiği kararla Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu belirtse de siyasi gelişmeler Ermenilerin Karabağ’da Azerilere karşı hareketlerinde hiçbir değişiklikliğe neden olmadı.[8]

Azerbaycan ise, 26 Kasım 1991 tarihinde Karabağ’ın özerklik statüsünü feshederek bölgeyi doğrudan kendisine bağladığını ilan etmiştir. 10 Aralık 1991’de Karabağ Ermenileri bir halk oylamasıyla bağımsızlık kararı almış, 12 Aralık 1991’de “Yukarı Karabağ Cumhuriyeti” olarak Bağımsız Devletler Topluluğuna (BDT) girme başvurusunda bulunmuş ve ardından bağımsızlık ilan etmişlerdir. Bu girişimler BDT dahil, uluslararası toplum tarafından kabul edilmemiştir.

Ateşkesin ilan edilmesi için yapılan dış baskılar sonucunuda taraflar arasındaki çatışmalar 24 Mayıs 1994 tarihinde sona ermiştir.. Ermenistan tarafının bu ateşkese uymakta pek zorlandığı söylenemez. Zira, o ana kadar artık tüm güçlerini ortaya koyarak. Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sini işgal etmişlerdi.[9]

Karabağ olayları ilk başladığı zamanlar, 1987 yılının sonları ile 1988 yılı başlarında, o zamanlar daha Sovyetler Birliği dahilinde bulunan Ermenistan devlet kurumlarının desteği ile Ermenistan’da yaşayan Azerbaycanlılara karşı ilk katliam eylemleri gerçekleştirilmiştir. Bunun sonucunda 225 kişi öldürülmüş, 1154 kişi ise yaralanmıştır. Sadece 1989–1994 yılları arasında terör eylemleri sonucunda 2000 kişi öldürülmüş veya yaralanmıştır. Bu yıllarda Azerbaycan’da, Ermenistan devleti tarafından desteklenen 32 terör eylemi gerçekleştirilmiştir.[10]

AGİT’in Girişimleri

Sorunun çözümü amacıyla önce bölge ülkeleri barış girişiminde bulunmuş, ancak başarı sağlanamamıştır. Çatışmaların artma ihtimali ve Kafkasya’da bağımsızlıklarını kazanan üç ülkenin de AGİT’e üye olması dolayısıyla sorun AGİT’in gündemine girmiştir.

Soruna barışçıl bir çözüm bulunması amacıyla AGİT çerçevesinde Helsinki Bakanlar Konseyi’nin 24 Mart 1992 tarihli Kararıyla Türkiye’nin de aktif bir üyesi olduğu 11 üyeli Minsk Grubu oluşturulmuştur.

Bununla birlikte, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki savaş hali halen devam etmektedir. Bugüne kadar Minsk Grubu tarafından taraflara önerilen “paket”, “aşamalı” ve “ortak devlet” ilkesine dayalı çözüm önerileri sonuçsuz kalmıştır.[11]

2 Aralık 1996’da Lizbon’da toplanan AGİT Devlet Başkanları Zirvesi’nin, Ermenistan’ın muhalefetine karşılık diğer tüm üyelerin (53 ülke) onayıyla kabul ettiği ve işgal altındaki Azerbaycan topraklarının boşaltılmasını ardından da Karabağ’a Azerbaycan içinde en yüksek düzeyde özerklik sağlanmasını öngören plan Azerbaycan tarafından derhal kabul edilirken, Ermenistan tarafından reddedildi.[12]

Şu ana kadar, AGİT Minsk Grubu üç teklif hazırlamıştır: 1997 Haziran tarihinde "paket çözüm" teklifi, 1997 Ekim tarihinde "aşamalı çözüm" ve nihayet 1998 Kasım tarihinde "ortak devlet" projeleri hazırlanmışlar. Bu tekliflerden ikisi Ermenistan, sonuncusu da Azerbaycan tarafından reddedilmiştir. Ermenistan, Bakü’nün yönetimi altında olmayan, uluslararası güvenlik altında bulunan ve Ermenistan’a ulaşım koridoruyla bağlı bir Karabağ talep ediyor. Azerbaycan ise Karabağ dışında işgal olunmuş 7 bölgesinin Ermeniler tarafından boşaltılmasını, 800 bine yakın mültecinin kendi topraklarına geri dönmesinin sağlanmasını istemektedir ve daha sonra Karabağ’a Bakü’nün yönetimi altında en yüksek statülü özerklik verilmesini kabul edebileceğini ifade etmektedir. Yukarıdaki her iki tarafın talepleri arasında ortak yönleri bulmak bir hayli güçtür.[13]

Bu çatışmayı barış yoluyla çözüme kavuşturmak isteyen Azerbaycan, Ermenistan’ı bölgeyi ilgilendiren stratejik işbirliği çabalarının da dışında tutmaya çalışmaktadır. Örneğin; bu bölgede kurulmuş olan ve bağımsızlıklarını güçlendirmek için, taraf devletler arasında politik, ekonomik ve stratejik işbirliği amacıyla oluşturulan[14] GUÖAM örgütünde, Azerbaycan, Ermenistan işgal altında tuttuğu toprakları terk edene kadar yer almayacaktır.[15]

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1993 yılında kabul ettiği 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararları ile çatışmalara son verilmesi, işgal edilen toprakların boşaltılması, mültecilerin geri dönmelerinin sağlanması çağrısında bulunmuştur.

Bu konu NATO ve İslam Konferansı Örgütü toplantılarında da görüşülmektedir.[16]    

Azerbaycan, Ermenistan’ı sorunu barış yoluyla çözümlemeye zorlamak için, bu ülkeye karşı her türlü ekonomik yaptırımı uygulamaktadır. Hazar Denizi’ndeki petrolün işletilmesinin başlamasıyla, bu petrolün dünya piyasalarına çıkarılması için yeni boru hatlarının kurulmasının gereksinimi doğmuştur. Ermenistan üzerinden çekilecek boru hatları daha kısa olmasına rağmen, Azerbaycan Karabağ sorununun çözümüne kadar Ermenistan güzergahını kullanılamayacağını açıklamış, bunun yerine kendi stratejik partneri olan Gürcistan üzerinden petrolü taşımayı tercih etmiştir.[17]

Barış yoluyla Karabağ sorununu çözümlemek isteyen Azerbaycan, bu konuda ilerleme olmazsa, gerekirse savaş yoluyla da kendi topraklarını geri almak niyetindedir. Bu hususu hem Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, hem de Azerbaycan Savunma Bakanı Safar Abiyev defalarca değişik konuşmalarında bildirmişlerdir.[18]

ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE SELF-DETERMINATION İLKESİ

İlkenin Tanımının Tarihsel Gelişmesi

Self-determination, kendisini diğerlerinden farklı ve ayrı olarak kabul eden insan topluluklarının, içinde yer alacakları devleti ve hükümeti belirleyebilmeleridir. Kimi zaman bir ilke kimi zamansa bir hak olarak kabul edilen bu kavram Batı Avrupa’daki sosyal uyanış döneminde liberal ulusçuluk olgusuyla ortaya çıkmış ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi ile belgelenmiştir.[19]

Her ne kadar modern zamanlardan önce insanlık tarihinde bir çok devlet yer almışsa da, self-determination ilkesine dayanarak bir devletin kurulması görece yeni bir olaydır. Avrupa’da Aydınlanma döneminde devletler kendi meşruiyetlerini dinsel otoriteler yerine kendi toprakları üzerinde yaşayan halka dayandırmaya başladılar. 1648 tarihinde imzalanmış Westphalia Antlaşması’nın ardından, Avrupa devletlerinin yapısı giderek ulusallaşmaya başladı ve kendilerini saf dinsel temellere dayandırmamaya başladılar. 1789 Fransız Devrimi ise, o ana kadar görece bir barış içerisinde bulunan çok uluslu imparatorlukların çözümleme sürecine büyük bir hız kazandırmıştır[20]

Self-determination ilkesi 19. yüzyıl boyunca Fransız Devrimi’nden sonraki Napoleon düzeninin üç esas ilkesi olan liberalizm, ulusçuluk ve bağımsızlık kavramlarının çekirdeğini oluşturmaktaydı. Bu anlayış Alman ve İtalyan ulusal birliklerini oluşturmaya teşvik etmiştir ve çok uluslu Habsburg İmparatorluğu’nun siyasi birliğinin tehlikeye girmesine neden olmuştur.[21]

I. Dünya Savaşı Sonrası Dönemde Self-Determination İlkesinin Tanımı

Self-determination ilkesi, ABD cumhurbaşkanı Woodrow Wilson tarafından 8 Ocak 1918 tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada Avrupa için savaş sonrası barış planını oluşturan ünlü 14 Nokta’nın 6.’sından 13.’süne kadarki maddelerin konusunu oluşturmaktaydı.[22]

Woodrow Wilson kendi ünlü “On Dört Nokta” konuşmasında, ABD’nin amacının “ulusların self-determination ilkesini” esas alana  “adalet ve kesin barış” düzeni kurmak olduğunu vurgulamaktaydı. Burada “ulusların” self-determination hakkı 1919 yılında yapılmış Paris Barış Antlaşması’ndan doğan hükümler sonucunda ulus olarak formalaşmış etnik gruplar ve Rusya, Germen, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılmasından sonra ortaya çıkan bazı devletler için tanınmaktadır.

Diğer bir deyişle Wilson döneminde self-determination hakkı,  etnik ve ya ulusal toplulukların siyasi bağımsızlıklarını elde etmeleri gibi düşünülmüştür. [23]

Etnik ve ya ulusal toplulukların hangi kriterler altında kendi siyasi bağımsızlıklarını kazanabileceği hususuna gelince, 1933 yılında kabul edilen Devletlerin Yetki ve Yükümlülüklerini belirleyen Montevideo Konvansiyonu’na göre bir ülkenin bağımsız devlet olarak ortaya çıkması için aşağıdaki kriterlere sahip olmalıdır.:

a)                  bu devlet belirli bir toprak parçası üzerinde kurulmalıdır;

b)                  bu toprak parçası üzerinde sürekli olarak bir nüfusun yaşaması gereklidir;

c)                  ülke üzerinde örgütlenmiş bir siyasi otorite var olmalıdır;

d)                  bu devletin diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi olmalıdır.[24]

Bu ilkeler bu gün için de devletlerin self-determination ilkesine göre bağımsızlıklarını elde etme sürecinde temel şartlar olarak uluslararası hukuk açısından ileri sürülmektedir.

Her şeye rağmen, o dönemde self-determination ilkesi uluslararası hukukun bir parçası haline gelmemiş, Milletler Cemiyeti ise bu ilkeyi kendi antlaşmasına dahil etmemiştir. Bunun temel sebebi azınlıkların veya her hangi bir devletin nüfusunun bir kısmına onların isteğiyle veya niyetleriyle, dahil oldukları toplumdan ayrılma hakkı tanınması halinde, devletler arasında düzen ve istikrarın bozulacağı ve uluslararası düzeyde anarşinin ortaya çıkabileceği endişesidir.[25]

Aaland Adaları Davasında (1920) Hakimler Komisyonu tarafından alınan karar, self-determination ilkesi hakkında, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın kabulüne kadar, sadece istisnai durumlarda söz konusu bir çözüm yolu olarak kaldı:

Halkların self-determination ilkesi her ne kadar modern siyasi düşüncede, özellikle büyük savaştan beri, önemli bir yer işgal etse de, bu ilkeden Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nde herhangi bir şekilde bahsedilmediği hususuna dikkat edilmelidir. Bu ilkenin bir kaç uluslararası anlaşmada kabul edilmesi, onun devletler hukukunun bir parçası haline geldiğini göstermek için yeterli değildir. (Aaland Island Question Report)[26]

II. Dünya Savaşı Sonrası Gelişmeler ve Sömürgelerin Bağımsızlıklarını Elde Etme Süreci

1950 ve 1960 yılları arasında BM üye sayısı 1945 yılına kıyasla çok artmıştır ve self-determination ilkesi Batı Avrupa Sömürge İmparatorluklarının denizaşırı topraklarında yaşayan yerli ulusların bağımsızlık sürecine yön vermiştir.[27]

BM Antlaşması’nda self-determination ilkesi açıkça belirtilmektedir. BM Antlaşması’nın 1 (2) maddesinde bu husus şu şekilde ifade edilmektedir.

Uluslararasında, ulusların hak eşitliği ve self-determination ilkesine saygı gösterilmesi üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve evrensel barışı güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak.[28]

Bunun dışında, BM Antlaşması’nın 55. Maddesi’nde self-determination ilkesi konusunda aşağıdaki şekilde söz edilmektedir:

...hayat standartlarını yükseltmeyi, tam istihdamı, kültürel işbirliğini ve istikrar ve mutluluk şartlarını oluşturmak amacıyla uluslararasında dostane ve barışa dayanan ilişkilerin gelişebilmesi için eşit haklar ilkesine ve halkların self-determination’una dayanarak gerçekleşebilecek insan haklarına riayet edilmesi...[29]

BM Antlaşması’nın XI. ve XII. Bölümlerinde de self-determination ilkesinden bahis vardır. Antlaşmaya göre XI. Bölümde “ Özerk Olmayan Ülkeler”, XII. Bölüm ise “Vesayet Düzeni Altındaki Yerler” başlığı altında bazı hükümler getirmektedirler. Buna göre XI. Bölümün 73. Maddesi aşağıdaki gibidir:

Halkının kendi kendini henüz tamamen idare etmediği ülkeleri idare etmekle sorumlu olan veya bu sorumluluğu yükleyen Birleşmiş Milletler üyeleri, iş bu ülkeler ahalisinin menfaatlerinin başta gelmesi ilkesini tanırlar... ve bu amaçla... kendi idarelerini geliştirmelerini sağlarlar.

XII. Bölüm 76. Madde ise şöyledir:

Vesayet Düzeni’nin asıl gayesi... vesayet altındaki ülkeler halklarının siyasi, ekonomik ve sosyal ilerlemesini ve eğitiminin gelişmesini kolaylaştırmak... iş bu ülkeler halkının kendi kendilerini idare kabiliyetini veya uygun olduğu takdirde bağımsızlığa doğru tedrici gelişmelerini de kolaylaştıracaktır.[30]

Bu süreci hızlandıran bir diğer yasal düzenleme ise 14 Aralık 1960 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen “Sömürgeliğin Kaldırılması ve Sömürge Ülkelerine Bağımsızlığın Tanınması” kararı idi.[31] Bu karar sömürge halklarının self-determination haklarını engelleyen sömürgeciliğin sona erdirilmesini öngörüyordu ve bunu belli bir sürece bağlıyordu. Bu günlere geldiğimiz zaman, eski sömürgelerin bağımsızlık süreci bir kaç istisna dışında tamamlanmış bulunmaktadır. 1960 tarihli Dekolonizasyon Sözleşmesi’nin 1998 yılı itibariyle hala uygulanacağı yerler olarak Batı Sahra, Doğu Timor, Guam Adası, Yeni Kaledonya, Falkland Adaları gibi bazı yerler BM’nin listesinde hala yer almaktadır.[32]

Bu düzenlemelerden hareket ederek ilk önce “sömürgecilik” dediğimiz zaman neyi anlamamız gerektiğini belirlemek gerekmektedir. Sömürgecilik, bir devletin bir başka ülkeyi işgal ederek yönetmesi ve bu yönetimden ekonomik çıkar sağlamasıdır. XV. Yüzyıl sonlarından başlayarak çeşitli Avrupa devletlerinin dünyanın bir çok bölgesini keşif, ilhak, fetih ve iskan etmeleri anlamında kullanılmaktadır. Bu tür sömürgeciliğin ortaya çıkışı XV. ve XVI.  Yüzyıllardaki büyük keşifler ile yakından ilgilidir. Bu açıdan ilk sömürgeci devletler İspanya, Portekiz ve İngilteredir. İlk sömürgeler de yeni keşfedilen Amerika’nın çeşitli bölgeleridir. Daha sonraları Fransa, Hollanda, Belçika, Almanya gibi ülkeler de denizaşırı sömürge edinmeye başlamışlardır. Sömürgecilik hareketi, aynı zamanda, kapitalizmin gelişmesi ile de yakından ilgili bir kavramdır. XX. Yüzyılın sonlarına doğru sömürgeleştirme hareketi doğal sınırlarına ulaşınca paylaşım sorunları ortaya çıkmaya başlamıştır. Her iki dünya savaşı da sömürgeciliğin bir ölçüde gerilemesi sonucunu doğurmakla birlikte, bu konudaki önemli gelişme II Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmıştır. Özellikle 1960’larda hızlanan sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanma süreci siyasi anlamda hemen hemen tamamlanmıştır.[33]

Görüldüğü gibi, BM Antlaşması’nda self-determination ilkesi doğrultusunda sömürge ülkelerinin bağımsızlık sürecinin tamamlanmış bulunduğunu söylemek mümkündür ve Antlaşma tarafından öngörülmüş şartlar doğrultusunda dünyada bağımsızlığını elde edebilecek bir kaç bölge dışında hiç bir toprak parçası kalmamıştır. Diğer bir deyişle BM Antlaşması’nda öngörülmüş olan self-determination hakkını kullanma yolu tamamlanmış bulunmaktadır.

Uluslararası hukukta terra nullus varsayımı artık hukuksal niteliğini kaybetmiş durumdadır. Bu yüzden, yeni devletlerin ortaya çıkması sömürge devletlerin bağımsızlıklarını elde etme süreci sona erdiği için sadece varolan devletlerin diğer devletlerin aleyhine gelişmesiyle, iki veya daha fazla devletin birleşmesi ile veya varolan devletin yok olması sonucunda ortaya yeni devletlerin çıkması ile mümkündür. Bunu SSCB’nin, Yugoslavya ve Çekoslovakya devletlerinin dağılması örneğinde görmek mümkündür. SSCB ve Yugoslavya devletlerinin sona ermesi sonucunda ortaya çıkan yeni devletlerin uluslararası toplum tarafından tanınması, dağılan ülkelerin anayasalarında bu sürecin öngörülmüş olması ile ilgilidir. Çekoslovakya örneğinde ise, bu devleti oluşturan iki bölge kendi aralarında anlaşarak, federal devletin sonunu ilan etmişlerdi.[34]

Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın Dağılması ve Yeni Bağımsız Devletlerin Self-determination Hakkını Kullanmasının Bir Diğer Yolu

1. SSCB Örneği

Yukarıda söz ettiğimiz gibi sömürge devletlerin bağımsızlıklarını elde etme süreci sona ermiştir ve BM Antlaşması’nda öngörülen self-determination hakkı bundan sonra mevcut ülkelerin şekil değiştirmesiyle mümkün olacaktır. Nitekim bu şekilde yeni devletlerin ortaya çıkması 90’lı yılların başında geniş bir yer almıştır. SSCB, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın dağılması uluslararası topluma yeni bağımsız devletlerin katılmasına neden olmuştur.

1980’lere gelindiğinde Sovyet ekonomisi durgunluk yaşıyordu. Kapitalist ekonomiyle rekabet edemediği gibi, bir yandan onun içerisinde yer alıp, diğer yandan bu olguyu reddeden kuramsal/ideolojik konumu nedeniyle büyük bir çıkmazın içindeydi.1986’da Gorbaçov tarafından yeniden yapılanma (perestroyka) politikası öne sürüldü. Bunu siyasette açıklık anlamına gelen glastnost izledi. Perestroyka ve glastnostla birlikte toplumda bir yandan “sosyalist” değerler sorgulanırken diğer yandan bir ideolojik boşluk ortaya çıktı. Perestroykanın başarısızlığı SSCB içerisindeki halkların hoşnutsuzluğuna yol açtı ve ayrılıkçı akımlar güç kazandılar.

SSCB’nin son dönemi şöyle formüle edilebilir: Ekonomik bunalım-Bunalımı aşma çabaları: Perestroyka+Glastnost-Toplumsal bunalım+İdeolojik boşluk-Milliyetçi akımlar-Çöküş.[35]

SSCB dağılmasıyla, uluslararası sisteme 14 yeni devletle SSCB’nin ardılı olarak Rusya Federasyonu da katıldı.

8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya devlet başkanları Beloveshskaya Pusha bölgesinde bir araya gelerek SCCB’nin sonunu  ilan ettiler. 21 Aralık’ta da Almatı’da imzalanan anlaşmayla Estonya, Letonya ve Litvanya dışındaki eski cumhuriyetlerden oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu kurulmuştur.

SSCB’nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan devletlerin uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi ve onların bağımsızlıklarının tanınması, self-determination hakkının daha önce federal bir devletin federe kanatlarını oluşturan yeni bağımsız devletler, önceki devletlerin anayasalarında self-determination’a sahip olduklarının öngörülmesi ile ilgilidir.[36] SSCB’nin 1924 kurucu Anayasası’nın 2 (4) Madde’si federe devletlerin birlikten ayrılma hakkının saklı tutulduğunu bildirmektedir. Bunun dışında aynı maddenin 6. fıkrasına göre, 4. fıkrada sözü edilen hükümleri değiştirmek, sınırlandırmak ve ya kaldırmak için SSCB’ye üye olan tüm cumhuriyetlerin rızası gerekmektedir.[37]

SSCB’nin 1977 yılında kabul edilen son Anayasası ve 1988 yılında yapılan değişikliklerle birlikte son şekliyle ilgili maddeler bu konuda aşağıdaki hükümleri içermektedir:

Madde 72: Birlik Cumhuriyetlerinin SSCB’den serbest bir şekilde ayrılma hakkı bulunmaktadır.[38]

Madde 78: Birlik Cumhuriyetlerinin arazisi onun onayı olmadan değiştirilemez. Birlik Cumhuriyetlerinin arasındaki sınırlar, yalnızca SSCB’nin onaylamasıyla, bu cumhuriyetler arasında kabul olunmuş karşılıklı rıza üzerine değiştirilebilir.

Madde 79: Her Birlik Cumhuriyeti kendi dahili idari bölgelerini belirlemektedir.[39]

2. Yugoslavya

Benzer bir durum Yugoslavya için de söz konusudur. 1980’ler boyunca 1974 Anayasasının da verdiği yetkilerle Federasyonu oluşturan cumhuriyetler ekonomik ve siyasal alanda merkezden neredeyse bağımsız davranmaya başlamışlardı. 1980’lerin sonuna gelindiğinde hem Slobodan Miloseviç’in liderliğindeki Sırbistan’da, hem de diğer cumhuriyetlerde milliyetçiliklerin yükseldiği görülmekteydi. Bu dönemde eski Yugoslavya’da ayrılıkçı (Slovenya ve Hırvatistan), yayılmacı (irrendantist) (Sırpların “Büyük Sırbistan”ı oluşturma, Kosovalı Arnavutların Makedonya’daki Arnavutlarla ve Arnavutluk’la birleşme) ve farklı dinsel kimliğe dayalı (Boşnaklar) bir arada yaşıyorlardı.

1989’da Miloseviç Kosova ve Voyvodina’nın özerkliklerini kaldırıp, Karadağ’ın yönetimini değiştirip, kendine bağlayınca Yugoslav sistemindeki yönetsel ağırlığını artırdı. Bu da diğer cumhuriyetler için Sırbistan denetimindeki bir Yugoslavya’da yaşam sorununu doğurdu. 1990’da Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetler kendi seçimlerini yaptılar ve Sırbistan ve Karadağ dışındaki cumhuriyetlerde bağımsızlık yanlısı muhalif kesimler seçimleri kazanırken, bu iki cumhuriyette eski komünistler iktidarlarını sürdürdüler. Mayıs 1991’de rotasyona göre üstlenilen devlet başkanlığı sırası Hırvat Stipe Mesiç’e geldiği halde, Sırbistan’ın bunu engellemesi ortak bir federasyon içinde yaşanması olanağını ortadan kaldıran bir gelişme olurken, ülkenin başkansız kalmasına da yol açtı. Bu süreçte Makedonya lideri Gligorov ve Boşnak lider İzzetbegoviç’in gevşek bir federasyon oluşturma yolundaki girişimlerinden bir sonuç alınamadı. 25 Haziran 1991’de Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle Yugoslavya’da çözülme süreci ve buna eşlik eden çatışmalar başladı. Yugoslavya’nın bir arada yaşamasının artık mümkün olmaması üzerine önce Eylül 1991’de Makedonya, Kasım 1991’de de Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti. Böylece, Yugoslavya Nisan 1992’den itibaren Sırbistan ve Karadağ’dan oluşan, ama Sırbistan’ın denetiminde olan bir federasyon haline geldi.[40]

Yugoslavya’ya üye olan devletler, bu devletten ayrıldıkları zaman kendi anayasal haklarını kullandılar. 1974 tarihli Yugoslavya Anayasası’na göre:

Madde 1. Yugoslavya birleşmiş ulusların ve onlar tarafından kurulmuş olan Sosyalist Cumhuriyetlerinin kendi iradeleriyle oluşturdukları toplumun devletidir.

Madde 5.  Federasyon’a üye olan devletlerin, diğer tüm üye devletlerin kabulü  şartıyla, Federasyon’dan  ayrılma hakkı vardır.[41]

1974 Anayasası, ayrılmak ta dahil her bir ulusun self-determination hakkına sahip olduğunu belirtiyordu.[42]

3. Çekoslovakya

Çekoslovakya’da, Doğu Bloku’ndaki reform hareketleri 80’li yılların sonuna doğru etkisini göstermeye başlamıştır. 17 Aralık 1987 tarihinde Komünist Partisi Genel Sekreterliği’nden ayrılan Husak’ın yerine Miloş Jakes seçilmiştir. Jakes, Sovyetler Birliği tarafından empoze edilmek istenen reformlara direnmiş, ancak ülke 1989 yılında büyük değişimlere sahne olmuştur. Komünist Parti içerisinde başlayan istifalar ve büyük halk kitlelerinin gösterileri sonucu ilk kez 1989 yılında Marian Kalfa’nın başkanlığında komünistlerin azınlıkta olduğu bir hükümet kurulmuş, cumhurbaşkanı Gustav Husak istifa ederek yerine Vaclav Havel seçilmiş ve Prag Baharı’nın mimarı Alexander Dubçek de parlamento başkanlığına getirilmiştir.

1990’da Federal Meclis Slovaklar’ın ülke içerisindeki eşit görünümünü pekiştirecek şekilde Çekoslovakya’nın adını “Çek ve Slovak Federal Cumhuriyeti” olarak değiştirmiştir.[43]

Bu Federasyon, 17 Haziran 1992’de Slovakya Ulusal Konseyi’nin bağımsızlık ilanına kadar sürmüştür. 5–6 Haziran’da yapılan genel seçimleri kazanan Vladimir Meciar’ın ayrılma yanlısı tutumu iki cumhuriyetin bölünmesini kolaylaştırmış, Vaslav Klaus’un da bu durumu benimsemesiyle ilk defa bir federasyon tarafların karşılıklı rızalarıyla dağıtılmıştır. 1 Ocak 1993’te bölünme kararı her iki devlet tarafından onaylanmıştır.[44]

Self-determination Hakkının Kullanılması Yollarının Tükenmesi

Self-determination hakkının sömürge devletlerin ve federal devletleri oluşturan federe devletlere uygulanması dışında uluslararası hukukta hiç bir değerlendirilmeye rastlanmamaktadır. Bunun en önemli nedeni, yerleşmiş bir ilke olarak kabul edilen devletlerin ülkesinin bütünlüğü ilkesinin varlığıdır. Bu ilke BM Antlaşması’nda madde 2 (4)’de geçerliliği doğrulanan temel ilkelerden birini oluşturmaktadır. [45] BM Antlaşması madde 2 (4) BM’nin esas amacını kapsayan aşağıdaki hükmü içermektedir:

Madde 1’de açıklanan Amaçlara ulaşmak için, Örgüt ve Üyeleri aşağıdaki İlkelere uygun biçimde hareket edecektir.

...4. Örgüt Üyeleri, uluslararası sorunlarını, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayan başka herhangi bir şekilde kuvvet kullanmaktan ya da kuvvet kullanma tehdidinden kaçınacaktır.[46]

Dolayısıyla, anılan maddeye göre bir devletin ülkesinin bütünlüğü ancak o devletin rızası ile hukuksal geçerliliği olan değişikliklere uğrayabilecektir. Böylece, bir devletin ülkesinde yerleşmiş bulunan çeşitli farklı özelliklere sahip toplulukların yalnızca bu farklılık öğesine dayanarak ilgili devlet ülkesini parçalamalarına karşı çıkılmış olmaktadır. Self-determination ilkesinin devletin ülke bütünlüğü ilkesine aykırı bir biçimde kullanılamayacağı BM Genel Kurulunca 24 Ekim 1970 tarihinde kabul edilen 2625 (XXV) Sayılı Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirisi’nde de açıkça öngörülmektedir.[47]

2625 (XXV) No’lu karara göre:

... ülkede yaşayan tüm insanları ırk, inanç ve renk ayrımı yapmaksızın temsil eden bir hükümete sahip olan, kendileri bu kararda tanımlandığı üzere halkların eşit hakları ve self-determination ilkelerine göre uygun şekilde hareket eden bağımsız ve egemen devletlerin, siyasi birliğini ve ülke bütünlüğünü kısmen veya tamamen dağıtmak ya da bozmak üzere herhangi bir harekete yetki verir veya teşvik eder şekilde yorumlanamaz.[48]

Karardan anlaşıldığı gibi, temsili olmayan ve ırk, inanç ve renk ayrımı yapan bir devletin varlığı olmadıkça, ülke bütünlüğü ilkesi self-determination ilkesinden önce gelmektedir.

Görüldüğü gibi, bir devletin ülkesinin tümünde geçerli olan genel kurallara bağlı olup herhangi bir ayrıma bağlı tutulmayan, ülke parçalarında yaşayan azınlıklar gibi kimi toplulukların birtakım değişik özelliklere sahip olması, uygulanan uluslararası hukukta bunların self-determination ilkesinden yararlanabilecekleri anlamına gelmemektedir.[49]

KARABAĞ SORUNUNUN HUKUKSAL ÇERÇEVEDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Uluslararası Hukukta Self-determination Hakkı ve Karabağ

Daha önce belirttiğimiz gibi, Karabağ Ermenileri 10 Aralık 1991’de bir halk oylamasıyla bağımsızlık kararı almış, 12 Aralık 1991’de “Yukarı Karabağ Cumhuriyeti” olarak BDT’ye girme başvurusunda bulunmuş ve ardından bağımsızlık ilan etmişlerdir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bir kaç ay sonra Azerbaycan ve Ermenistan BM tam üyeliğine kabul edilmişler, bununla da uluslararası topluma entegre olmaları için ilk önemli adımlarını gerçekleştirmişler. Her iki taraf da BM Antlaşması’nın, çatışmaları barış yoluyla çözümlemek ve devletlerin ülke bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmamak gibi amaçlar ve ilkelerini kabul etmişlerdir. Azerbaycan’ın ülke bütünlüğü, egemenliği ve siyasi bağımsızlığı BM Antlaşması’nda öngörülen amaçlar çerçevesinde uluslararası toplum tarafından garanti altına alınmıştır.

BM Güvenlik Konseyi Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal ettiğini kabul ederek, bu işgalini belirleyen dört karar kabul etmiştir. 822, 853, 874 ve 884 no’lu olan bu kararlarda:

a) Azerbaycan ve Ermenistan arasında Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bir parçası olan Dağlık Karabağ ve etraftaki işgal olunmuş topraklar yüzünden devam eden çatışmanın var olduğunu belirtmekte

b) Azerbaycan Cumhuriyeti dahilinde bu çatışma sonucu çok sayıda sivil vatandaşın göç etme zorunda kaldıklarını belirtmekte

c) Azerbaycan’ın ve bölgede bulunan diğer ülkelerin egemenlik ve ülke bütünlüğü vurgulanmakta

d) Uluslararası sınırların dokunulmazlığını ve kuvvet kullanarak toprak elde etmenin kabul edilmezliğini belirtmektedir.[50]

Azerbaycan’ın devlet bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı diğer uluslararası antlaşmalar açısından pekiştirilmiş bulunmaktadır. Örneğin, Dağlık Karabağ’ın talebi, her bir üye devletin toprak bütünlüğünün garanti altında olduğunu ve sınırların kuvvet kullanarak değiştirilemeyeceğini belirten AGİT ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra imzalanan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurucu anlaşmasına aykırıdır.[51]

Yukarıda söz edilen hükümlerin dışında, sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti”nin self-determination talebini uluslararası hukuk açısından uygulamada var olan ilkeler doğrultusunda değerlendirmeye koyarak, bu talebin hukuka uygun olup olmadığını belirlemeye çalışacağız.

4. Uluslararası Hukukta ve BM Antlaşmasında Öngörülen Self-determination Hakkı

BM Antlaşması’nın self-determination hakkıyla ilgili olan 1(2), 55, 73, 76 maddeleri ile bu maddeleri doğrulayan 14 Aralık 1960 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen “Sömürgeliğin Kaldırılması ve Sömürge Ülkelerine Bağımsızlığın Tanınması” kararı, açık bir şekilde bu hakkın yalnız sömürgeler tarafından kullanılabileceğini belirtmektedir. Antlaşma self-determination hakkının kullanılmasında başka bir yol gösteremediği için, bu hükümlerin geçerliliği açısından Dağlık Karabağ Ayrılıkçı Rejimi’nin sömürge statüsü altına girip girmediğini belirlemek gerekmektedir.

Dağlık Karabağ bölgesi 1813 yılında Rusya ile İran arasında imzalanmış olan Gülistan Antlaşması sonucunda Karabağ hanlığı dahilinde Rusya ile birleştirildi. 1918 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulduğu zaman, Karabağ Azerbaycan sınırları içinde yer almıştır.  Daha sonra Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde 1923’ten itibaren Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi olarak yer almıştır.

1945’te BM Antlaşması sömürge devletlerin self-determination hakkını kullanmasını tanıdığı zaman, bu haktan yararlanacak bölgeleri belirlemiştir. 1946 yılında Büyük Britanya’nın sömürgesi olan Ürdün’ün bağımsızlığının tanınmasıyla bu süreç başlamış, özellikle 1950–1960 yılları arasında hız kazanmıştır.[52] Bu günlere vardığımız zaman sömürge devletlerin bağımsızlık elde etme süreci bir kaç istisna dışında tamamlanmıştır. Dağlık Karabağ’a gelindiği zaman, bu bölge ne SSCB’nin, ne de Azerbaycan’ın sömürgesi hiç bir zaman olmamıştır. Daha önce verdiğimiz sömürge tanımına göre kapitalizmin gelişmesi ile de yakından ilgili bir kavramdır ve bir devletin bir başka ülkeyi işgal ederek yönetmesi ve bu yönetimden ekonomik çıkar sağlamasıdır. Oysa ki, Sovyetler Birliği dil, kültür, hayat tarzı ve adetlerinde hiç bir fark gözetmeksizin, hür ve eşit hukuklu ulusların ve halkların özgür iradeleriyle kurulmuş bir birlik olarak kurulmuştur.[53] Bu yüzden ne BM Antlaşması’nda, ne de BM organlarından çıkan kararlarda, SSCB’nin bir sömürge devleti olduğu konusunda hiç bir hükme rastlanmamaktadır.

14 Aralık 1960 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen “Sömürgeliğin Kaldırılması ve Sömürge Ülkelerine Bağımsızlığın Tanınması” kararına gelince, bu karar ırk, inanç ve renk ayrımı yapan bir devletin varlığı olmadıkça, ülke bütünlüğü ilkesinin self-determination ilkesinden önde geleceğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla, ırk, inanç ve renk ayrımı konusunda her hangi bir ayrımı yapan devlete karşı insan hakları çerçevesinde self-determination hakkının ileri sürülebileceği kanısını bu karardan ortaya koymak mümkündür. Bu durumun Karabağ’da var olup olmadığını Azerbaycan Anayasası’nın ilgili konularını içeren maddelerine bakarak incelersek.;  

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın 12. Maddesine göre:

I. Devletin esas amacı, insan ve vatandaş hak ve özgürlüklerinin temin edilmesinden ibarettir.

II. Bu Anayasa ile konan insan hak ve özgürlükleri, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin taraftar olduğu uluslararası anlaşmalara uygun olarak uygulanır.[54]

Azerbaycan Anayasası’nın Din ve Devlet başlığı altında yer alan 18. Maddesi’ne göre:

I. Azerbaycan Cumhuriyetinde din işleri, devlet işlerinden ayrıdır. Bütün inançlar, yasa karşısında eşittir.[55]

Anayasa’nın Devlet Dili başlığı altında yer alan 21. (II) Maddesine göre:

II. Azerbaycan Cumhuriyeti devleti, halkın konuştuğu diğer dillerin serbestçe kullanılmasını ve gelişmesini temin eder.[56]

Anayasa’nın Eşitlik Hakkı başlığı altında yer alan 25. (III) Maddesi’nin hükmüne göre: Devlet; ırk, milliyet, din, dil, cins, uyruk, mülkiyet durumu, görevi, görüşü, parti ve sendika üyeliği ile meslek ve toplumsal birlik üyeliğine bakılmaksızın herkesin hak ve özgürlükleri: ırk, milliyet, dil, din, uyruk, siyasi ve sosyal durum nedeniyle sınırlandırılamaz ve imtiyaz verilmesi de yasaktır.[57]

Azerbaycan Anayasası’nın Etnik Kimlik Hakkı başlığı altındaki 44. Maddesi’ne göre tanınmış hakkın hükmü ise şöyle:

I. Herkesin etnik kimliğini koruma hakkı vardır.

II. Hiç kimse etnik kimliğini değiştirmeye zorlanamaz.

Ana Dili Kullanma Hakkı başlığı altındaki 45. Madde bunu söylemektedir:

I. Herkesin ana dilini kullanma hakkı vardır. Herkesin istediği dilde eğitim ve öğretim görme, yaratıcılıkla uğraşma hakkı vardır.

II. Hiç kimse ana dilini kullanma haklarından mahrum edilemez.[58]

Görüldüğü gibi Azerbaycan Anayasası bu veya diğer hükümleriyle Azerbaycan’da yaşayan herkese oldukça geniş haklar tanımıştır, ırk, din, dil ve diğer mümkün olabilecek ayrım şekillerinin önlenmesi Anayasa’nın ilgili maddeleriyle koruma altına alınmıştır ve bu hakların gerçekleşmesi için teminat verilmektedir. Anayasa’nın bu konuyla ilgili maddelerinden hareket ederek, sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” self-determination hakkını kullanmak için, BM Genel Kurulu’nun “Sömürgeliğin Kaldırılması ve Sömürge Ülkelerine Bağımsızlığın Tanınması” kararına atıfta bulunmaya hiç bir hukuksal hakları yoktur.

Dağlık Karabağ Ermenileri yine de, Azerbaycan yönetimi döneminde bu bölge Ermenilerinin Azerbaycan tarafından ekonomik açıdan ayrıma tabi tutulduklarını ve Azerbaycanlılara göre daha kötü şartlarda yaşadıklarını belirterek, kendi self-determination hakkının meşru dayanağını bu noktada oluşturmaktadırlar.[59]

Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Sovyetler Birliği döneminde ekonomisi esasen şarapçılık, ipekçilik, elektroteknik aletlerin üretimi, maden üretimi, ağaç mamullerinin üretimi, mobilya ve süt üretiminde uzmanlaşmıştır. Bölgenin ekonomisi çok yönlü olarak gelişmekteydi. Bölgenin sanayi alanında GSMH’sı 1940’a göre 1977’de 15,2 defa, 1923’e göre ise 650 defa artmıştır. Sadece 1967–1977 yılları arasında bölgenin sanayi alanında GSMH’sı % 332 defa artmıştır.[60]

Görüldüğü gibi Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin ekonomik açıdan gelişmesi için hiç bir engel bulunmamakla ve merkezi planlama ekonomisi kararları doğrultusunda şekillenmiş Sovyetler Birliği ekonomisinde, sanayiinin gelişmesine yeterince de imkan sağlanmıştır.

Çatışma öncesi nüfusu 180000 olan Dağlık Karabağ, 1994’te imzalanan ateşkes anlaşması sonunda tümüyle Ermenistan’la entegrasyon sürecine girmiştir. Ekonomik olarak tamamen Ermenistan’a bağımlı olan Karabağ, bu devletle ekonomik ve parasal birlik içindedir. Nitekim, Ermenistan’ın parası burada tedavüldedir. Sözde “Karabağ’ın Bütçesi’nin” %50’si Ermenistan tarafından karşılanmaktadır. Ermenistan’ın Goris şehriyle Hankendi arasında yeni yapılmış karayolu ile bir bağlantı oluşturulmuştur. Bu yol işgal edilmiş Laçin bölgesinden üzerinden geçmektedir.[61] Ermenistan’la ekonomik entegrasyonun bu bölge için refah getiremediğini, aksine daha kötü duruma sevk ettiğini aşağıdaki rakamları karşılaştırarak tespit etmek mümkündür: 2000 yılı itibariyle Ermenistan’ın GSMH’sı 1,9 milyar ABD doları oluşturmaktaydı, oysaki Azerbaycan’da bu rakam daha 1997 yılında 3,9 milyar ABD doları ediyordu.[62]

Doğal kaynaklarından yoksun ve denize çıkışı olmayan Ermenistan ekonomisi, yurtdışındaki diasporasından aldığı yardımlarla ayakta durmaya çalışarak, Türkiye ve Azerbaycan’la ilişkilerini Dağlık Karabağ sorununun ipoteğine bağlayarak, hem bu devletlerin belirlediği tavır nedeniyle bunlarla herhangi bir ekonomik ilişkide bulunma imkanından yoksun kalarak, hem de bölgedeki Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı projesi, Şahdeniz Doğalgaz Boru Hattı Projesi, AB TRACECA Programı çerçevesinde geliştirilen ulaştırma projelerin dışında bırakılarak, kendi geleceğini ekonomik açıdan daha da zor duruma sokmuştur.

Bunun dışında, self-determination konularıyla ilgilenen Duursma, Dağlık Karabağ ve Bangladeş örneklerini analiz ettikten sonra bir açıklama yapmıştır. Ona göre, temel hakların ihlali, devlet ülke bütünlüğü ile kıyaslandığı zaman, tek bir sebep olarak self-determination hakkından yararlanmasına imkan vermemektedir. Bu tür ihlaller ayrılma nedenini yalnız güçlendirebilecektir, ama tek bir neden olarak, bağlı oldukları devlete karşı yükümlülüklerinde hiç bir değişime yol vermemektedir.[63]

5. Federal Devletlerin Yıkılmasıyla Federe Devletlerin Self-determination Hakkını Kullanılması Açısından “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” Durumunun Değerlendirilmesi

Azerbaycan Anayasası’nın “Azerbaycan Devleti” başlığı altında düzenlenmiş olan 7. Maddesi’ne göre:

Azerbaycan devleti;...üniter bir Cumhuriyettir. [64]

Dolayısıyla, Azerbaycan devleti federal bir yapıya sahip olmadığı için, Dağlık Karabağ bölgesi de bu ülkenin federe bir bölgesini oluşturmamaktadır.

Buna rağmen Ermeni tarafı sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” self-determination hakkının kullanılmasının hukuksal temelinin Sovyetler Birliği Anayasası’nda yer aldığını söylemektedir. Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan 22 Mart 2002 tarihinde AGİT toplantısında konuşma yaparak bunları ifade etmişti: Dağlık Karabağ Azerbaycan’dan Sovyetler Birliği Anayasası’nda yer alan hukuk normlarına esasen ayrılmıştır ve bu bölge halkı Anayasa’da öngörülen ayrılma mekanizmalarına harfiyen uymuştur. Nitekim, Azerbaycan da, kendi bağımsızlığını kazandığı zaman aynı normlardan yararlanarak buna nail olmuştur.[65]

Oskanyan’ın atıfta bulunduğu SSCB Anayasası’nda Özerk Bölgeler konusunda düzenlemeler 86–87 maddeleri arasında yer almaktadır. Bu maddelere göre:

Madde 86: Özerk bölge Birlik Cumhuriyetinin dahilinde yer almaktadır. Özerk bölge konusunda kanun, bu özerk bölgenin milletvekillerin Sovyeti tarafından sunulması üzere Birlik Cumhuriyetinin Alî Sovyeti tarafından kabul edilmektedir.

Madde 87, her Birlik Cumhuriyetinin dahilinde var olan Özerk Bölgelerin adını saymaktadır. Bu maddeye göre, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti dahilinde yer almaktadır.[66]

Bunun dışında, Anayasa’da Özerk Bölgelerin statüsü ile ilgili her hangi bir başka düzenleme yer almamaktadır.

Oskanyan’ın ileri sürdüğü varsayım SSCB’nin 1977 tarihli Anayasası’nda hiç bir yerde yer almamakla birlikte, bu Anayasasa’nın daha önce söz edilen 72. Maddesi’ne göre Dağlık Karabağ Birlik Cumhuriyetleri için öngörülen ayrılma hakkı geçerli olmamakla birlikte, Anayasasa’nın 78. ve 79. Maddelerine de aykırıdır. Dolayısıyla, Oskanyan’ın söz ettiği Dağlık Karabağ’ın self-determination hakkının kullanılmasının hukuksal niteliği, içeriği boş olan spekülasyonun dışında bir şey değildir.

3. Sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” Self-determination Hakkından Yararlanması İçin Varsayımlar

Dağlık Karabağ’ın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkma durumu, bunun bizzat Azerbaycan’ın kendisi tarafından kabul görülmesiyle mümkündür. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Anayasasa’nın 3 Madde’sine göre:

II. Sadece aşağıdaki konular referandum yolu ile çözümlenebilir.

...2. Azerbaycan Cumhuriyeti devlet sınırlarının değiştirilmesi.[67]

Görüldüğü gibi, Azerbaycan’ın uluslararası toplum tarafından tanınan ülke bütünlüğü ve mevcut sınırları yalnız Azerbaycan halkının iradesiyle değişebilir.

Bu hüküm kaldırılmak istendiği zaman Anayasa değişikliği yapılması gerekir. Bu değişikliği yapmak için de Anayasa’da Madde 3’e göre Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasası’nın kabulü ve değişiklikleri... sadece referandum yolu ile çözümlenebilir.[68]

Anayasanın bu hükmü büyük bir önem taşımaktadır, çünkü uluslararası topluma üye olan bazı devletler ve iki devlet arasında arabuluculuk yapan AGİT gibi uluslararası örgütler her iki tarafın da belli fedakarlıklara girerek, karşılıklı tavizler vermesi gerektiğini vurguluyorlar. Oysa ki, Azerbaycan tarafı taviz olarak Azerbaycan Anayasası’nda öngörülmüş olan en yüksek statülü özerklik vermeyi kabul etse de, Ermenistan tarafı bu tavizi kabul etmeyerek, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan tarafından bağımsızlığının tanınmasını talep ediyorr. Bu konuda Azerbaycan’a uluslararası toplum tarafından yapılan baskılar Azerbaycan’ın daha geniş tavizlerin vermesini istemektedirler. Bunu örneği olarak da, 1998 Kasım tarihinde AGİT tarafından "ortak devlet" projesinin sunulmasıdır. Devletin üniterliğini ortadan kaldıran bu proje Azerbaycan tarafından derhal reddedilmiştir.

Ermenistan’ın desteğini arkasına alıp, kuvvet kullanarak self-determination hakkını kazandığını iddia eden Dağlık Karabağ ayrımcı yönetimi, bu nedenle bağımsızlıktan başka hiçbir çözümü kabul etmeyeceğini beyan etmektedirler.

Uluslararası hukukta kuvvet kullanmasıyla düzenleyen en temel kural, BM Antlaşması’nda mevcuttur. BM Antlaşması’ndaki en önemli hüküm ise Madde 2 (4)’tür. Bu maddeye göre kuvvet kullanımı ise yasaklanmıştır.

Sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” self-determination hakkının kabul edilmesi ve üçüncü devletler tarafından hiç bir uluslararası hukuk hükmüne bakılmaksızın tanınma durumu da istisna edilmemektedir. Ama, bu durumda ulus devletler sistemi üzerinde kurulmuş olan ve uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını en üstün ilke kabul eden uluslararası düzen, ciddi bir şekilde sarsılarak bu düzenin sürekliliği tehlike altına girecektir.

Dağlık Karabağ'ın Self-determination Hakkından Yararlanması Durumunda Ortaya Çıkabilecek Sorunlar

Avrupa’daki Ayrımcı Hareketler

Sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin” uluslararası hukukun öngördüğü self-determination hakkını kullanması ve uluslararası ortamda bir devlet olarak ortaya çıkması durumda, var olan uluslararası düzenin temelden değişme olasılığı taşımaktadır. Nitekim, Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını elde edebileceği sürecin benzerini yaşayan ayrımcı rejimler, kendi kaderlerini belirlemek için bu örneği esas alabilecekler.

Günümüz dünyasında bir çok ayrımcı hareketler mevcuttur: birinci dünyada buna örnek olarak Quebec’i, Kuzey İrlanda’yı, Flaman bölgesini, Katalonya’yı, İspan Bask Ülkesi’ni, Filistin’i, Üçüncü dünyada ise Sudan’ı, Sri Lanka’yı, Keşmir’i, Pençab’ı göstermek mümkündür. [69]

Buna ilaveten, bugün 184 bağımsız devlette 600–3000 yaşayan dilin ve 5000 kadar etnik grubun bulunduğu bir dünyada böylesi bir ayrılma hakkı zincirleme olarak en küçük insan topluluğu olan klana kadar gidebilecek ve kaos yaratabilecektir. Bu gün uluslararası ilişkilerde, self-determination’un egemen ve bağımsız bir ülkeye uygulanamayacağı kabul edilmekte, “ülkelerin toprak bütünlüğü” ve “ulusal birlik” ilkeleri daha önemli sayılmaktadır.[70]

Azerbaycan’ın bu yönde iradesi olmaksızın, Dağlık Karabağ konusunda uluslararası hukukta emsali var olmayan her hangi bir düzenleme bir zincirleme olarak diğer ayrımcı hareketleri etkileyebileceğin de hiçbir kuşku yoktur.

Sadece Avrupa örneğine baktığımız zaman, kendi içinde bir çok azınlık barındıran Avrupa ulus devletlerinin AB doğrultusunda başlattıkları entegrasyon sürecinin, uluslararası hukukta çıkacak yeni düzenlemelerle ciddi darbeler almasının ihtimali artacaktır.

Avrupa’da 1920’de 23 olan devlet sayısı, 1994’te 44’ü bulmuştur. 1500’lü yıllarda Avrupa’da 500 kadar siyasi yapı bulunduğu göz önüne alınırsa bu eğilimin devam edebileceği ileri sürülebilir.[71]

Birbirinden ayrı toplumların gelişimiyle ortaya çıkmış olan Katalan ve Basklar’ın istekleri, 1930’larda farklı biçimler alarak İspanya Cumhuriyeti’nin çökmesinin nedenlerinden birini oluşturmuştu. Bunlar ülkenin istikrarını hala tehdit edebilirler. Her ikisi de İspanya’nın ulaştığı siyasal birlik süreci çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bir yandan genel olarak birlik gerçekleştirilirken, öte yandan yerel bağlılıklar da sürmekteydi. Hem Katalanlar, hem Basklar geçmişi İspanya İç Savaşına dek uzanan ve Franco rejimi tarafından daha da karmaşık duruma getirilen, bastırılmış ulusal gruplar oldukları inancına sahiptiler. Her ne kadar ayrılıkçı eğilimler oldukça zayıflamışsa da, özerklik istekleri hala sürmektedir.[72]

Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve İngiltere arasındaki İrlanda sorununun ortaya çıkardığı terörizmin, ölümle sonuçlanan olayların ve yıkıntıların temelinde siyasal, toplumsal ve dinsel çatışma bulunmaktadır. Kuzey İrlanda’daki altı bölgede yaşayan Protestan halk, İrlanda Özgür Devletini yaratanların sahip olduğu gibi bir kuşatılmışlık duygusu içindedirler. Ulsterli Protestanlar kendi bölgelerinde Katolik İrlandalılardan ikiye-bir oranında daha fazlaysalar da, İrlanda’nın bütünde Katolikler üçe-bir oranında fazladırlar. Bann Nehri bu altı bölgeyi yalnızca coğrafi olarak değil, aynı zamanda ekonomik olarak da böler ve üç doğu bölgesinde daha fazla Protestan bulunurken ve bunlar çok zenginken, Katoliklerin yaşadığı batı bölgeleri azgelişmiş durumundadır. Çatışmanın kaynağı Bann Nehri’nin batı tarafındadır. Öte yandan, İrlanda Cumhuriyeti’ndeki Protestanlar da kendilerini Kuzey İrlanda’daki Katolikler kadar tehdit altında hissetmektedirler.[73]

Karabağ sorununun çözülmesiyle uğraşan AGİT Minsk Grubu’nun eşbaşkanlarından biri olan Fransa’nın da benzer sorunları vardır.

1970’lerden beri Akdeniz’de yerleşen Korsika adasında arabaların plakalarında sıkça okunabilen yazıya “So Corsu, ne so fieru”, yani “Korsikalı’yım ve bununla gurur duymaktayım”.[74]

Fransa’ya bağlı olan Korsika adasında, aşırı milliyetçi gruplar tarafından talep edilmekte olan “bölgesel otonomi”, Korsika diline resmi dil statüsü verilmesi ve Korsikalıların ayrı bir millet olarak tanınması gibi istekleri vardır. 1798’de Fransa’ya bağlanan Korsika, 1970’de Fransız anakarasındaki Province Cote d’Azur Bölgesi’nden ayrılarak Fransa’nın 22. bölgesi oldu. 1975’te Fransız jakoben geleneğinin bir ürünü olan ve merkezciliği öne çıkaran bölge sistemine geçilerek; ada Güney Korsika ve Yukarı Korsika olarak iki bölgeye ayrıldı. Adanın kalkınması için özel bir bütçe oluşturan Paris, bu yardımların koordine edilmesi için 1982’de Korsika Meclisi’nin kurulmasına izin verdi. Adaya, kısmi özerklik yolunu açacak olan Matignon Antlaşması Anayasa Mahkemesi’nden döndü. Yasa, iki bölgeyi tek bir yönetim altında birleştiren yeni bir idare şeklini öngörüyordu. Matignon Antlaşması’nın, “adaya bağımsızlık yolu açacağını” iddia eden İçişleri Bakanı Jean Pierre Chevenement istifa ederek, antlaşmayı protesto etti.[75]

Fransa’daki diğer benzer sorun bölgesi ise Bretonya’dır. 1957’de Bretonya’da kurulan siyasi örgütler Bretonya için özerklik taleplerinde bulunmaktaydılar. 1970’lerden itibaren Bretonya’nın milliyetçi partisi olan Union Democratique Bretonne (UDP) Bretonya’da Komünistler ve Sosyalistler tarafından Sol Birliğin üçüncü kanadı olarak kabul edilerek, bu partinin siyasi alanda hareketi için büyük bir avantaj sağlamış oldular.[76]

UDP partisine göre, Bretonya bölgesinin diğer komşu bölgelerle çözülmesi gereken bir kaç temel sorunu vardır; Batı Basse Normandie’nın ve Bretonya’nin sanayileşmemiş olması, Alsace’da ve Bretonya’da çiftlik sorunları, iç Guyenne’ye ve Bretonya’ya iç kırsal göçleri, Korsika, Auvergne ve Bretonya’da toplu göçün sonucunda demografik dengesizliğin ortaya çıkması, Normandy, Alsace ve Bretonya’da yüksek oranda alkolün kullanımı, Basque ülkesinde ve Bretonya’da dil sorunu. Görüldüğü gibi bu sorunların hepsi Bretonya’da  bulunmaktadır ve birlikte Breton sorununun özelliğini oluşturmaktadırlar. UDP’ye göre, bu sorunların çözülebilmesi için, Bretonya’ya sosyalist rejimi altında kurulacak ve dekolonizasyon süreci sonucunda olan özerkliğin verilmesidir.[77]

AGİT Minsk Grubu’nun eşbaşkanı olan Rusya Federasyonu’nda 89  federal birim vardır. Bunların arasında ayrılma eğiliminde olan bölgeler de bulunmaktadır. Self-determination hakkını talep eden Çeçenistan, Rusya’nın esas baş ağrısı olmaya devam etmektedir.

Sonuç

Yukarıda göstermiş olduğumuz bir kaç ayrımcı örnek ve daha bir çok benzeri durumlar için uluslararası hukukta, self-determination hakkından yararlanabilmek için hiç bir düzenleme bulunmamaktadır. Var olan bir bağımsız devletten “ayrılma hakkı” anlamında self-determination uluslararası ilişkilerde genelde kabul görmez.[78] İlkenin kullanımı bu tip ayrımcı hareketler için öngörülmemenin en önemli nedeni, bu ilkenin temelinde var olan istikrarsızlık etkisini sergileme endişesidir. Çünkü, herkese tanınacak ayrılma özgürlüğü dünyadaki bir çok ulus devletin yıkılmasına neden olacaktır.[79] Bu ise, ulus devletlerin temelinde kurulmuş olan uluslararası ortamı ve dolayısıyla da, uluslararası barış ve güvenliği, ciddi bir sarsıntıya uğratarak, anarşi ve kaosun hüküm sürdüğü bir düzensizliğe sürükleyecektir.

Oysa ki, BM Antlaşması’nın birinci maddesinde ortaya konan temel gaye ise, uluslararası barış ve güvenliği korumaktır. Örgüt, öncelikle barış rejiminin tesis ve temini için kurulmuştur. Örgütün, self-determination, insan haklarına saygı, ekonomik ve sosyal gelişme, adalet ve adil bir uluslararası düzen gibi, gerçekleştirmesi gereken başka amaçları da vardır. Bununla birlikte, hiyerarşik bir yapı içinde olan bu değerler arasında, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ilk sırayı almaktadır. [80]




[1]  Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası, Cilt III, (Bakü: 1979), s. 308.
[2]  Aydın, Mustafa,  Dağlık Karabağ Sorunu, Türk Dış Politikası, içinde Baskın Oran (ed), Cilt II, (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2002), s. 401.
[3]  Azerbaycan... s. 308.
[4]  Azerbaycan..., s. 308.
[5] Araz Arslanlı, Tarihten Günümüze Karabağ Sorunu, Avrasya Dosyası, Cilt 7, Sayı 1, İlkbahar 2001, s.415.
[6] Emin Şihaliyev, Türkiye ve Azerbaycan Açısından Ermeni Sorunu, (Ankara: Türk Kültür ve Eğitim Norm Geliştirme Vakfı Yayını), 2002, s.150
[7] Mustafa Aydın, “Dağlık...”, s. 401.
[8] Emin, Şihaliyev, Türkiye... s.150.
[9] Araz  Arslanlı, Tarihten..., s.415.
[10] Zerkalo Gazetesi, No 125, 7 Temmuz, 2001.
[11] Rovshan İbrahimov, Qerb Açarı, Yoxsa Açar Qerbdedir?, www. gundelik.cjb.net, N6, 28 Nisan 2001.
[12] Mustafa Aydın,  Dağlık..., s. 401.
[13] Rovshan İbrahimov, Qerb..., 28 Nisan 2001.
[14] www.guuam.org
[15] Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri İlişkileri, DPT, (Ankara: 2000), s.11–12.
[16] Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri İlişkileri, s.11–12.
[17] Rovshan İbrahimov, Böyük İpek Yolu ve Gözlenilen Neticeler, İpek Yolu II Respublika Elmi-Praktiki Konfransının Materiyalları, Bakü, 20–22 Aralık, 2001, s. 23.
[18] C., Nasibov, “Armiya Nagornogo Karabaxa Priravnivaetsya k PKK, IRA İ...,” Zerkalo Gazetesi, No 120, 30 Temmuz, 2001.
[19] Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, (İstanbul: DER Yayınları, 2000), s. 423.
[20] Mustafa Şahin, Avrupa Birliği’nin Self-determination Politikası, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi, 2000, s. 10.
[21] Edward, Mc Whinney, Self-Determination, State Succession and Humanitarian Intervention, (Londra: 2000,) ss. 34–35.
[22] Whinney, Self-Determination... ss. 34–35.
[23] Margaret Moore, Introduction: The Self-Determination Principle and the Ethics of Secession, (Oxford: Oxford University Press, 1998), ss. 2–3.
[24] Malkolm, N. Shaw, International Law, (Cambridge: Cambridge University Press), 2000, ss. 149-150.
[25] Thomas, D. Grant, The Recognition of States, Law and Practice in Debate and Evolution, (Westpost, London, 1999), s. 86.
[26] Şahin, Avrupa..., ss. 17–18.
[27]  McWhinney, Self-Determination.. , s. 35
[28]  Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, (Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1998), s. 213.
[29] Şahin, Avrupa.. , s. 19.
[30] ibid., s. 20.
[31] Mc Whinney, Self-Determination..  , s. 35.
[32] Şahin, Avrupa..., s. 32.
[33] Sönmezoğlu, Uluslararası... ,ss. 631–632.
[34]  Shaw, International... ss. 149–150.
[35] Erel  Tellal, SSCB’nin Çöküşü, Türk Dış Politikası, içinde Baskın ORAN (ed.), Cilt II, (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2002), s. 158.
[36] Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, Kitap II, (Ankara: Turhan Kitabevi, 1999), ss.9-10.
[37] Konstitusiya SSSR 1924 Goda, (1925 Yılı SSCB Anayasası).
[38] Konstitusiya SSSR, (SSCB Anayasası), (Moskova, 1988), s. 25.
[39] ibid., s. 27.
[40]  İlhan Üzgel, ‘Yugoslavya’nın Dağılması’, içinde Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2002), s. 491.
[41] Grant, The Recognition ... , s. 103.
[42] Şahin, Avrupa..., s. 120.
[43] Sönmezoğlu, Uluslararası..., s. 218.
[44] ibid., s. 622.
[45] Pazarcı, Uluslararası..., s. 11.
[46] Keskin, Uluslararası... , s. 213.
[47] Pazarcı, Uluslararası... s. 11.
[48] Şahin, Avrupa..., s. 29.
[49] Pazarcı, Uluslararası... , s. 12.
[50] Yaşar T.Aliyev,  The Nagorno-Karabakh Question UN Reaffirms the Sovereignty and Territorial Integrity of Azerbaijan.    http://www.azer.com/aiweb/categories/magazine/64_folder/64_articles/64_un_yasharaliyev.html, Kış 1998.
[51] Kamer Kasım, ‘Başlangıçtan Barış Sürecine Dağlık Karabağ Çatışması’, Ermeni Araştırmaları, Sayı. 2,  Haziran-Temmuz-Ağustos, 2001, s. 136.
[52]  Richard Sakwa ve Anne Stevens, Contemporary Europe, (Londra: Palgrave,  2000), s. 188.
[53] Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası, Cilt VIII, (Bakü: 1979), s. 521.
[54]Ülkelerin Anayasaları, Tika, (Ankara: 1999), ss.4-5.
[55]Ülkelerin... s. 6.
[56]Ülkelerin... s. 7.
[57] Ülkelerin... s. 8.
[58] Ülkelerin... s.15.
[59] Kamer Kasım, ‘The Nagorno-Karabakh Conflict From It’s Inception to the Peace Process’, Ermeni Araştırmala ı / Armenian Studies, Sayı. 2, Ankara, Haziran-Ağustos, 2001, s. 177.
[60] Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası, Cilt III, (Bakü: 1979), s. 309.
[61] Rovshan İbrahimov, 11 Eylül Terör Olyaların Işığında Ermeni Terörizmin Değerlendirilmesi ve Onunla Mübarizede Yeni Yöntemlirin Ortaya Konulması, Yayınlanmamış “Uluslararası Terrorizm ve Siyasal Şiddet” Doktora Ders Ödevi, (Ankara, 2001), s.16.
[62] Mustafa Aydın, ‘Kafkasya’da Yeni Devletler, Türk Dış Politikası’, içinde Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Cilt II, (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2002), s. 377.
[63] Grant, The Recognition...  , s. 91.
[64] Ülkelerin,... s. 2.
[65] www.caspian.ru, 22 Mart 2002.
[66] Konstitusiya SSSR, (SSCB Anayasası), s. 29.
[67] Ülkelerin... s. 2.
[68] Ülkelerin... s. 1.
[69] Moore, Introduction...,s. 1.
[70] Baskın Oran, ‘Self-determination’, içinde Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt I, (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2002), s. 594.
[71] Şahin, Avrupa..., s. 22.
[72] Türkkaya Ataöv, Çatışmaların Kaynağı Olarak Ayrımcılık, (Ankara: AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi Yayınları No 20,  1996), s. 15.
[73] Ataöv... , ss. 15–16.
[74] Peter Savigear, ‘Korsika’ , içinde Michael Watson (ed),  Contemporary Minority Nationalism, s. 86.
[75] “Korsika Modeli Sancılarıyla Birlikte Yaşıyor”, Vremya Gazetesi, 25 Mart, 2002.
[76] Vaughan Rogers, “Brittany”, Contemporary Minority Nationalism, içinde Michael Watson (ed.), ss. 67-68.
[77] Vaughan Rogers..., s. 71.
[78] Oran , ‘Self-determination...’, s. 594.
[79] Moore, Introduction...  s. 4.
[80] Sertaç H. Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, yayınlanmamış doçentlik tezi, Ankara, 1997, s.59.
 ----------------------
* Kafkas Üniversitesi, Azerbaycan -
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 6, Yaz 2002
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar