Anasayfaİletişim
  
English

Ermenistan Dış Politikası ve Belirleyici Temel Faktörler 1991-2002

Yrd. Doç. Dr. Sedat LAÇİNER*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 5, Bahar 2002

 

Soru: “Ne tür şartlarınız var?”

Koçaryan: “Soykırım örneğin. Sonra bazı diplomatik sorunlar var. Bazı sınır problemleri var.”[1]

“Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınması Ermenistan’ın dış politika gündemindeki yerini almıştır ve bu durum Ermeni halkının haklı taleplerini ve beklentilerini yansıtmaktadır.”[2]

Robert Koçaryan,
Ermenistan Başkanı


Giriş

Bir ülkenin dış politikasını belirleyen en önemli üç unsur coğrafi konumu; ekonomik ve karar alma mekanizmasında yer alan aktörler arasındaki uyumdur. Diğer bir deyişle güvenli ve doğal kaynaklar açısından zengin bir bölge, güçlü bir ekonomi ve istikrarlı bir siyasi yapı sağlıklı ve etkili bir dış politikanın ilk şartlarıdır. Bunun dışında, yine daha önce sayılan faktörler ile ilişkili olan insan gücü, ekonomik yapı, üretim ilişkileri de dış politika üzerinde ülkeden ülkeye değişebilen etkiler yapabilmektedir.[3] Ermenistan’ın durumu bu kriterler açısından ele alındığında, bu küçük ülkenin çok da ‘şanslı’ olmadığı kolayca anlaşılabilir. Bu çalışma Ermenistan dış politikasında belirleyici olan temel etkenleri ele alacaktır. Yazar determinist bir yaklaşımdan uzak olduğu için yalnızca bu etkenlerin Ermenistan dış politikasını değişmez bir şekilde belirlediği iddia edilmemektedir. Aksine, başka faktörlerin de bulunduğu muhakkaktır. Bu nedenle makalenin ilk bölümünde, çalışmanın maddi sınırları çerçevesinde, en önemli sayılan faktörler ele alınmaya çalışılmıştır.

İkinci bölüm ise birinci bölümde ele alınan faktörlerin uygulamaya nasıl yansıdığını ve Ermenistan karar alıcılarının bu faktörleri okumada ve uygulamada gösterdikleri performansı ele almaktadır.

I. ERMENİSTAN DIŞ POLİTİKASINI BELİRLEYEN TEMEL FAKTÖRLER
 
1. Jeopolitik Konum ve Bölgesel Faktörler

Her şeyden önce Ermenistan, coğrafi olarak ‘kapalı’ bir ülkedir. Denize çıkışı olmadığı gibi denizlere ve önemli ticari merkezlere olan bağlantıları da güçlü değildir. Uygun olmayan yollara bir de SSCB döneminin “bölgeleri birleştirme” politikalarının olumsuz etkileri eklenmiştir: Ermenistan’ı diğer eski SSCB ülkelerine ve İran’a bağlayan demir ve kara yollarının önemli bir kısmı diğer ülkelerden, özellikle de Azerbaycan’dan geçmektedir. Bu nedenle uzun süre diğer ülkeler ile olan ulaşımda ciddi bir sıkıntı yaşanmıştır. Söz konusu sıkıntı bugün de sona ermiş değildir.

Bir diğer nokta ise ‘kuşatılmışlık’ hissidir. Ermenistan çevresindeki hemen hemen tüm ülkeleri ‘düşman’ olarak algılamaktadır. Güneyi, doğusu ve batısı Türkler tarafından sarılmıştır; yine güneyde yer alan İran’la son dönemde ilişkiler geliştirilmişse de İran’ın ne kadar güvenilir bir ‘dost’ olabileceği pek kestirilememektedir. Üstelik bu ülkenin kuzeyinde de ağırlıklı olarak Azerbaycan Türklerinin yerleşik olması Ermenistan için pek de ümit verici bir durum değildir. Bu durumda kuzeyde Gürcistan en kısa ve en güvenilir yol olarak kalmaktadır. Ancak Gürcistan’ın, Rusya’nın etki sahasından hızla uzaklaşması ve etnik çatışmaların ülkedeki istikrarı sıkça sekteye uğratması Ermenistan için güvenli bir çıkış kapısı bırakmamaktadır. Ayrıca ileride değinileceği üzere bu ülkedeki ayrılıkçı Ermeni faaliyetleri ve Ermenistan’ın Rusya ile olan yakın ilişkileri Gürcistan’ı Ermenistan’dan uzaklaştırırken Türkiye ve Azerbaycan ile yakın bir müttefik haline sokmaktadır. Bu kadar çok ‘düşmanı’ olan Ermenistan’ın son derece küçük bir ülke olduğu ve ‘derinliği olan bir savunma hattı’na sahip olmadığı, ayrıca Ermenistan’ı diğer ülkeler ile ayıran koruyucu doğal sınırların bulunmadığı hatırlanacak olursa kuşatılmışlık ve savunmasızlık hissi daha kolay anlaşılabilir.

Diğer taraftan halen bölgede ciddi bir siyasi boşluk bulunmaktadır: Rusya bölgedeki gücünü kaybetmiş, eski baskın özellikleri kalmamış, buna karşın bölgeden çekilmek istememektedir. Türkiye ve İran’ın ise bu boşluğu şu anki güçleriyle doldurabilmeleri mümkün gözükmemektedir. Türkiye’nin bu konuda Batı’nın, özellikle de ABD’nin tam desteğine ihtiyacı vardır, bu destek ise özellikle ekonomik alanda ‘tam destek’ halini bir türlü alamamıştır. ABD’nin bölgeye doğrudan müdahalesi 11 Eylül olaylarına kadar zayıf bir ihtimal olarak kalmış, bu tarihten sonra ise bölgeyle daha çok ilgilenen ABD Gürcistan’a ‘eğitim maksatlı’ da olsa asker göndermiştir. Bazı yorumcular bu kararı ‘ABD’nin bölgeye yerleşmesi’ olarak yorumlasalar da şimdiden bölgedeki güç boşluğunun henüz doldurulamadığını söylemek mümkündür.[4] Bu ortamda Ermenistan için ‘doğal müttefik’ olarak yalnızca Rusya kalmaktadır. Ancak Rusya alternatifi sanılanın aksine sorunsuz değildir:

Her şeyden önce Rusya ile yakın ittifak bölge devletlerinin neredeyse tamamı ile gerginlik yaratmaktadır. Ayrıca Batılı ülkelerin Kafkasya’daki çıkarları ile Rusya’nın çıkarlarının örtüştüğünü söyleyebilmek de zordur. Özellikle petrol söz konusu olduğunda başta ABD olmak üzere, Batılı ülkeler Rusya ve İran’ın bölge üzerindeki ‘tekelleşme’ eğilimlerini kendi çıkarları için tehlikeli bulmaktadırlar. Bu ülkelere İsrail ve etkili uluslararası Yahudi lobileri de eklenebilir.[5] Sonuç olarak Rusya bir alternatiften çok, kısa dönemde ‘yararlı’ gibi görünen, ancak uzun dönemde yeni çıkmazlara yol açan ‘yan etkisi yararlarından fazla bir ilaç’ gibidir. Daha da önemlisi ‘Rusya alternatifi’nin en önemli sakıncası bağımsızlık sürecini engellemesidir. Eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin tamamına yakını dağılmayı takip eden dönemde ilk hedef olarak ülkelerindeki Rus etkisini azaltmayı ve tam bağımsızlığı seçmişlerdir. Gürcistan, Azerbaycan, Baltık cumhuriyetleri ve Orta Asya’da açıkça görüldüğü üzere yönetim kadrolarındaki Ruslar dışlanırken, yeni kurulan cumhuriyetler bağımsızlıklarının devam edebilmesinin Rusya’ya olan bağımlılıklarının azalmasıyla doğru orantılı olduğunu anlamışlardır. Bu nedenlerle Ermenistan’ın Rusya ile olan yakın işbirliği sadece diğer dış politika ‘alternatifleri’ne zarar vermekle kalmamakta, ayrıca tam bağımsız bir devlet olmasını da engellemektedir.

Sonuç olarak Ermenistan’ın coğrafi ve siyasi yönden ‘kuşatılmışlık hissi’ veren jeo-politik özellikleri bir yandan korkularını arttırmakta, diğer yandan ise kendisini savunması için gerekli olan araçları ona vermemektedir. Komşularından korkan ve korkuları hızla ‘paranoya’ seviyelerine ulaşan bu ülke, zamanla kendisine karşı düşmanlık beslemeyen çevreleri de rakip olarak görmekte, bu da hızla Ermenistan aleyhine dönen bir sarmala dönüşmektedir. Bilgi birikimi ve jeo-politik konumu itibariyle Kafkasya gibi bir bölgede ayakta kalmakta zorluk çeken Ermenistan bu haliyle başta Rusya ve Ermeni diasporası olmak üzere diğer aktörlerin etkisine daha açık bir hale gelmektedir. Bu ortamda Ermenistan’ın savunma ve dış politika kararlarının büyük bir kısmının kendi tercihlerinden çok kendini bu kararları almaya zorunlu hissetmesinden ve dış yönlendirmelerden kaynaklandığını söylemek mümkündür. İleride görüleceği üzere, coğrafi konumunu değiştirmesi mümkün olmayan Ermenistan, bu faktörlerin de etkisiyle bölge dışı ve radikal aktörlerin yönlendirmelerine daha açık bir hale gelmiştir.

2. Ekonomik Yapı

Bir ülkenin güçlü bir dış politikaya sahip olabilmesi kadar dış ve savunma politikalarının türü de o ülkenin ekonomik yapısı ve zenginliği ile yakından ilgilidir. Dış ticaret hacmi yüksek ve ticaret ürünleri daha çeşitli olan ülkelerin çevrelerinde bir istikrar şeridi yaratmaya çalıştıkları ve silahlı çatışmalardan, en azından kendi bölgelerinde özenle kaçındıkları bilinen bir gerçektir. Ayrıca derin ekonomiler çoğunlukla daha fazla dış politika aktörü üretirler ve bu da dış politikanın daha kontrollü ve pragmatist olmasını sağlar. Küçük ve çok az sayıda ürüne dayalı ekonomiler ise çoğu kez dışa bağımlı bir dış politika ve daha az güvenli bir dış politika belirleme sürecine neden olur. Ermenistan örneği de bu konuda bir istisna oluşturmaz.

Ermenistan ekonomisinin nispeten zayıf olmasının en önemli nedeni ilk maddede tartışılan coğrafi konumudur. Dağlık bir bölgede ulaşım yolları zayıf bir ülke olan Ermenistan komşularının tersine doğal kaynaklar açısından da zengin bir ülke sayılamaz. Özellikle enerji kaynaklarından yoksun oluşu ve bu eksikliği diğer kaynakları ile giderememesi neredeyse altından kalkılamayacak bir sorundur.

Nüfusun azlığı bir diğer sorundur. Küçük ve sürekli olarak dış göç veren bir nüfusun ciddi bir pazar oluşturamayacağı açıktır. Buna ek olarak kaliteli bir emek piyasasının oluşumu da göçlerle imkansız hale gelmektedir. Özellikle dış göçler ile kalifiye elemanların Rusya, Avrupa ve ABD’ye göçü ekonomiyi zayıflatan bir diğer etkendir.

Siyasi istikrarsızlık sonucunda gelişen rüşvet ve ahlaki değerlerde yozlaşma da ekonomik gelişmeyi engelleyen önemli etkenler arasında sayılmaktadır.[6] Rüşvet ve fakirlik arttıkça bir sarmal haline dönmekte ve bu iki unsur kendi kendisini tekrar tekrar üretmektedir.

Tüm bunlara ek olarak Kafkasya bölgesinin yapısal olarak çatışmalara uygun olan ortamı diğer tüm bölge ülkeleri gibi Ermenistan’ı da olumsuz yönde etkilemektedir. Karabağ, Çeçenistan, Abhazya, Osetya vb. bölgelerdeki çatışmalar ve diğer bazı bölgelerde her an bir çatışma olma olasılığı yabancı yatırımcıyı ‘ürkütmekte’, ticaret yapma gücünü azaltmaktadır. Bu nedenlerle diğer ülkelerde yaşayan nispeten zengin Ermeniler dahi Ermenistan ile ticaret yapmakta beklenilen istekliliği göstermemişlerdir.

Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın bu ülke ile olan ekonomik ilişkilerini en alt düzeye indirmeleri yukarıda çizilen tabloyu şüphesiz olumsuz yönde etkilemiştir. Halihazırda rekabet gücü yüksek pazarlara coğrafi açıdan uzak olan Ermenistan, Azerbaycan’ın tutumu nedeniyle özellikle enerji alanında daha ‘riskli’ kaynaklara yönelirken, Türkiye’nin tavrı sonucunda daha az kaliteli ithal mallarını daha pahalıya almak zorunda kalmıştır.[7] İthalattaki sıkıntılar ve dış ticaretin bölge ülkeleri ile gelişememesi nedeniyle iç piyasada da istenen genişleme bir türlü yaşanamamaktadır.

‘Zayıf ekonomi’ ilk etkisini dış politikanın en önemli unsuru olan ‘güç’ kavramında göstermiştir. Bir ülkenin gücünün en önemli unsurlarından sayılan ekonomi Ermenistan örneğinde Ermeni dış politikasının manevra alanını daraltmış, pazarlık gücünü azaltmıştır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Ermenistan’ın daha pasif, belki de daha fazla taviz veren bir dış politika izlemesi beklenebilirdi. Ancak bir sonraki etkilerin de katkısıyla sonuç tam tersi bir yönde olmuştur.

İkinci olarak ‘zayıf ekonomi’ aşırıların güç kazanmalarına neden olmuştur. Ekonomik sıkıntıları bir türlü çözemeyen siyasi partiler bu sorunları kullanarak aşırı fikirleri için taraftar kazanmışlar, hükümetler ise mevcut sorunlar nedeniyle dış ülkeleri ve grupları suçlamışlar, adeta dış politikada karşılaşılan sorunları birer ‘günah keçisi’ olarak kullanmak istemişlerdir. Bu da duygulardan uzak sağ duyulu ve akılcı politikaların uygulanmasını güçleştirmiştir. Buna göre Ermenistan’ın çevresinde, hatta tüm dünyada Ermenistan karşıtı bir blok bulunmaktadır ve tüm sıkıntıların nedeni bu gruplardır. Bu korkular öyle bir boyuta gelmiştir ki bazı radikal gruplar ABD, Avrupa, İsrail, Yahudi lobileri ve Türklerin Ermenistan’ı yok etmeye çalıştıklarını dahi düşünebilmektedirler. Bu da saldırgan ve tepkisel bir dış politikaya yol açmıştır. Her an tehdit algılayan dış politika karar mercileri, ‘algılanan tehdide karşı’ tedbir almaktadır. Oysaki böyle bir tehdidin varlığı dahi kesin değildir. Varlığı tartışmalı tehditlere, ya da ‘potansiyel tehditlere’ karşı alınan tedbirler Ermenistan’ı tehdit ettiği varsayılan taraflarda ‘pratik tehdit’e dönüşmektedir. Bu da olmayan ya da potansiyel bir tehdidin Ermenistan eliyle öne alınmasına, ya da ‘yaratılmasına’ yol açmaktadır. Ermenistan’ın Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye ve Yunanistan ile olan ‘stratejik işbirliği’ girişimi bunun en canlı örneğidir. İleride üzerinde durulacağı üzere bu işbirliğinden belki de en az yararı Ermenistan görecektir. Buna karşın bu tavrıyla Ermenistan Türkiye ile olan ilişkilerini belki de Karabağ ve Ermeni iddiaları sorunları çözüldükten sonra dahi normal seyrine döndüremeyecektir. Bu konuda bir diğer örnek de Ermenistan – İsrail ilişkileridir. Ermeni kanadından İsrail’e ve Yahudi çevrelerine gelen ‘gereksiz’ eleştiriler iki ülke ilişkilerinde, Ermenistan tarafından beslenen bir gerginliğe yol açmıştır. Bunun Ermenistan için ne kadar gerekli ve yararlı olduğu merak konusudur.

Yukarıda da değinildiği üzere zayıf ekonomi ve neden olduğu sosyal ve siyasal sorunlar Ermenistan’ın ve yöneticilerinin altından kalkamayacağı sorunlara neden olmaktadır. Bu durumda Ermenistan’ın dışa bağımlılığı daha da artmaktadır. Kuşkusuz, ‘dış’ kategorisinde en önce değerlendirilmesi gereken grup diaspora ve diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerdir. Koçaryan iktidarı ile birlikte diasporadan organize bir grup ekonomik güçlerini daha belirgin bir şekilde siyasi amaçları için araç olarak kullanmaya başlamışlardır. Ekonomik derinliğin ve çeşitliliğin azlığına ek olarak, siyasi karar alma mekanizmalarında ‘adamlarını’ ve taraftarlarını arttıran diaspora şirketleri kendi lehlerine kararlar aldırmaya başlamışlardır. ‘Yardım’ ve ‘özelleştirme’ adı altında Ermenistan ekonomisi bir anlamda diasporanın eline geçmeye başlamıştır ve bu durum Ermenistan’da bazı grupları da endişelendirmiştir. Örneğin Ermenice yayınlanan Iravunk gazetesi yapılan “yasal düzenlemeler ile ekonominin tamamen diaspora işadamlarının eline geçmesi tehlikesi”nden bahsetmiştir. Benzeri bir tehlikeye Ermenice Orran gazetesi de dikkatleri çekmiştir.[8] Orran gazetesine göre diaspora Ermenilerinin iki derdi bulunmaktadır: “Bir, Ermenistan’a yaptıkları yatırımları nasıl korurum, iki Ermenistan’ı uzaktan sevmeye nasıl devam edebilirim.”[9] Bir diğer Ermenistan gazetesi Hayastani Komunist ise Ermenistan – Diaspora ilişkilerinin diasporadaki birkaç işadamının kârlarını anavatanda arttırma çabasından başka bir şey olmadığını söylemiştir.[10]

Özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşayan Ermeniler maddi güçlerine paralel olarak Ermenistan’ın iç işlerine daha çok karışma imkanını bulmaktadırlar. Bu grupların Ermenistan Ermenileri ile kıyaslandığında dış politika konularında çok daha katı ve uzlaşmaz olduğu hatırlanacak olursa bu grubun Ermenistan dış politikasını ne kadar radikal bir hale getirdiği / getirebileceği kolayca anlaşılabilir. Özellikle Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkiler konusunda en önemli engellerden biri de diaspora Ermenileri olmuştur. Diaspora Ermenileri içinde yaşamadıkları bir bölgenin şartlarını algılamaktan uzak, daha ‘idealist’ ve daha az ‘gerçekçi’ bir dış politikanın izlenmesi gerektiğini savunmaktadırlar.

Ermenistan’daki sorunların bir diğer etkisi de komşu ülkelerde yaşayan Ermenilerin Ermenistan üzerindeki etkisini arttırmasına neden olmasıdır. Bu grupta en çok ön plana çıkanlar Karabağ (Azerbaycan) ve Cevahiti (Gürcistan) Ermenileridir.[11] Azınlık psikolojisi ile ayrılıkçı eğilimleri yüksek olan bu gruplar Ermenistan’dan daha aktif ve saldırgan bir dış politika beklemekte, Ermenistan’ın bu konuda zaman zaman ‘üzerine düşen görevleri’ yerine getirmediğini düşünmektedirler. Özellikle Karabağ Ermenilerinin Ermeni dış politikasını nasıl ‘ipotek altına aldıkları’ ve ılımlı hiçbir açılımı kabul etmedikleri açıkça gözlenmektedir. Şu anki Ermenistan Başkanı ve kilit noktadaki bir çok kişinin Karabağ kökenli olduğu hatırlanacak olursa diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin, Ermenistan dış politikasını nasıl radikalleştirdiği daha kolay anlaşılacaktır.

Ermenistan politikalarına iç nedenler nedeniyle kolayca müdahale edebilenler sadece dış ülkelerde yaşayan Ermeniler de değildir. Sovyetler Birliği ve öncesinde Ruslar ile kurulan ilişkilerin gölgesi halen ülkenin üzerindedir. Ermenistan bir çok açılardan Rus siyasi, ekonomik ve kültürel etkisinin altında yaşamaktadır. Ayrıca Putin ile birlikte Kafkasya’nın Rus dış politikasında artan önemi Rusya’nın Ermenistan’a daha fazla müdahale etmesine de yol açmaktadır. Tıpkı ‘kuşatılmışlık’ ve ‘izole edilmişlik’ hissi veren jeo-politik konumu gibi zayıf Ermeni ekonomisi de bu müdahaleye zemin hazırlamaktadır. Halen Ermeni siyasi yaşamında Rusya’nın devamı olan kişi ve gruplar vardır ve bunlar Ermeni dış politikasının Rusya yanlısı bir çizgide kalmasının teminatıdırlar. Son olarak Ermenistan’da Rus askeri güçlerinin varlığı için yapılan Meclis oylamasında buna karşı çıkan yok denecek kadar az parlamenterin ‘vatan hainliği’ ile suçlanması bu etkinin ne boyutlarda olduğunu göstermektedir.

Son olarak sığ ekonomi dış politika aktörlerinin çok az sayıda kalmasına, bazı durumlarda ise karar alma gücünün çok az kişide ya da grupta toplanmasına neden olmuştur. Bu ortamda karar alıcıların son derecede deneyimli ve sağduyulu olduğu düşünülse dahi bir ülkenin dış politikası dar bir kesimin baş edebileceğinden daha fazla boyutlara sahiptir. Bu nedenle dar çevrede belirlenen ve duygusal tepkilere açık bir politika belirleme süreci Ermenistan’ın gereksiz riskler almasına ve gereksiz tepkilerle karşılaşmasına neden olmuştur.

Sonuç olarak, tıpkı jeo-politik konumu gibi Ermeni ekonomisi de Ermenistan’a ihtiyacı olan ılımlı, barışçı ve istikrarlı dış politika izleyebilmesi için gerekli araçları sunmamaktadır. Kendisini ‘çaresiz’ hisseden Ermenistan dış etkilere daha açık bir hale gelmekte, bu etkilerin Ermenistan’ı radikalleştirmesi sonucunda daha saldırgan bir hale gelmektedir. Daha da kötüsü bu saldırganlık hem ekonominin iyileşmesini engellemekte, hem de jeo-politiğinin yarattığı sorunları daha da derinleştirmektedir.

3. Nüfus

Ekonomik gelişmişlik içinde kısaca değinilmişse de ‘nüfus’ konusu dış politikayı belirleyen unsurlar arasında ayrıca ele alınmaya değecek önemde bir konudur. Özellikle söz konusu olan Ermenistan gibi nüfus açısından kendine özgü bir ülke ise.

Bilindiği üzere nüfus gücün önemli bir parçasıdır. Sadece kalitesi değil, büyüklüğü de önemlidir. Örneğin 1 milyarı aşkın nüfusuyla Çin’i gözardı edebilmek mümkün değildir. Ne kadar ekonomileri zayıf olursa olsun nüfusları Hindistan’ı ve Pakistan’ı bölgelerinde önemsenmesi gereken ‘aktörler’ haline getirmiştir. Buna karşın nüfusu nispeten daha az olan Suudi Arabistan tüm zenginliklerine rağmen Arap dünyası içinde dahi beklediği rolü oynayamamıştır. Ermenistan’a dönecek olursak çok az rastlanabilecek bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz kolayca anlaşılabilir: Ermenistan son verilere göre Japonya ile birlikte nüfusu en az ‘artan’ ülkedir. Hatta nüfusu artmak bir yana azalmaktadır (negatif göç). Son dönemde Batı Avrupa’ya göç veren ülkeler sıralamasında Rusya’dan sonra 1 milyonu aşan göçmen ile Ermenistan gelmektedir.[12] Rusya ile Ermenistan’ın nüfus olarak kıyaslanmasının güç olduğu hatırlanacak olursa bu göçün Ermenistan üzerinde ne kadar büyük bir etkisinin olduğu kolayca anlaşılabilir. Araştırmalar gidenlerin dönmemek üzere gittiklerini göstermektedir. Göçmenlerin aile ve akrabalarını yanlarına alma istekleri (zincirleme göç) bu tespiti doğrulamaktadır.

Bağımsızlığın ilk yılında resmi rakamlara göre 3 milyon 800 bin civarında olan nüfus, 2002 yılında açıklanan nüfus sayımı sonuçlarına göre 3 milyon 200 bin kişidir. Üstelik bu rakama ülkedeki tüm turistler ve Ermenistan vatandaşı olmayan, ancak sayıları oldukça yüksek olan yabancılar da, özellikle Ruslar, dahildir. Ermenistan Devlet İstatistik Enstitüsü’nün belirttiğine göre bu rakamın ciddi bir kısmı Ermenistan’da yerleşik de değildir. Daha da önemlisi Ermeniler de kabul etmektedirler ki resmi rakamlar gerçeği yansıtmamaktadır. Devlet rakamları yüksek göstererek gerçek durumu saklamak istemektedir. Erivan’da bulunan beş ayrı yabancı elçiliğin dört yılda bir yapmış oldukları araştırmaların sonucu ise çok daha çarpıcı ve Ermenistan için adeta alarm vericidir. Buna göre Ermenistan’ın nüfusu 850 bin ile 1 milyon 200 bin kişi arasında değişmektedir. Bir diğer ifade ile 4 milyona yaklaşan Ermenistan nüfusu[13] bağımsızlıktan bugüne dörtte bire kadar düşmüştür.[14] Hugh Pope’un ifadeleriyle “Ermenistan hızla insansız bir ülke haline gelmektedir.”[15]

Rakamlar Ermenistan’ın nasıl bir erime içinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Ermeniler ülkelerinde yaşayamamakta, dünyanın dört bir yanına dağılmaya devam etmektedirler. Bu da Ermenistan’da devamlılığı engellemekte, dış etkileri kolaylaştırmaktadır. Nüfus azalmasına rağmen kişi başına düşen milli gelirin hala yerinde sayıyor olması yaşanan sıkıntıların bir diğer boyutunu da göstermektedir. Bu ortamda devamlı ve istikrarlı nüfusun olmayışı ülkeye ve devlete sahiplenecek bir sınıfın oluşmasına da engel olmaktadır. Hal böyle olunca diasporadan gelen aşırı kişi ve gruplar kolayca Ermenistan gündemini ele geçirebilmekte ve uzlaşmaz politikalarını empoze edebilmektedirler.

4. Nüfus Kalitesi ve Dış Politika Mekanizmasına Doğrudan Etkisi

Daha önce de belirtildiği üzere nüfusun sayısal azlığına ek olarak, belki ondan çok daha önemlisi “kalite” olarak zaafa uğramasının Ermenistan üzerinde ciddi zararları ortaya çıkmıştır. Dışa göçedebilen grupların önemli bir kısmının nitelikli kişilerden oluşması ve başta Rus ve Azerbaycan Türkü olmak üzere çok sayıda nitelikli kişinin Ermenistan dışına göç etmiş olması Ermenistan’da bir çok sektörü vurmuştur. Bundan en büyük payı ise hizmet sektörü ve devlet sektörü almıştır. Bu gelişmenin, üst düzey nitelikli ve eğitilmiş eleman ihtiyacını had safhada duyan dış politika karar alma mekanizması üzerindeki etkisi ise tahminlerin çok ötesinde olmuştur. Bu açık diaspora Ermenileri ile kapatılmaya çalışıldıysa da dil bilen, diplomasiye hakim, aynı zamanda deneyimli diplomat ve uzman bulabilmek mümkün olamamış, bu da uluslararası toplantılarda önemli kayıplara yol açmıştır. Örneğin, Ermeni araştırmacı Hratch Tchilingirian Ermenistan’ın AGİT Lizbon zirvesinde (1996 Aralık) almış olduğu ağır yenilgiyi dış politika uzmanlarının eksikliğine ve mevcutların da tecrübesiz olmasına bağlamaktadır.[16]

2002 yılı itibariyle bu ihtiyacın karşılanabildiğini söylemek zordur. Aksine ihtiyaçlar artarken, Ermenistan’dan başka ülkelere giden nitelikli eleman sayısında daha büyük bir artış gözlenmektedir.

5. Siyasi Yapı: Zayıf Demokrasi, Şiddet Kültürü ve Aşırı Gruplar

Daha önce de belirtildiği üzere, Ermenistan bağımsızlığından bugüne istikrarlı bir ülke olamamıştır. Ekonomik ve sosyal sıkıntılarına ek olarak yaşanan Karabağ savaşı ve aşırı akımların iktidar üzerindeki artan etkisi bağımsızlık sürecini daha da ağırlaştırmıştır. Özellikle demokratik ve istikrarlı bir yapının oluşturulamaması Ermenistan’da aşırıların güçlenmesine neden olmuştur. En son yapılan bir araştırma Ermenistan’da halkın % 85’inin ülkelerini demokratik bulmadıklarını, % 80’inin ise karşılaştıkları sorunların çözümü için resmi yetkililere gitmediklerini ortaya koymuştur. Araştırmanın bir diğer sonucu da ülkede kimin hakim olduğu konusunda net bir fikrin oluşmamasıdır.[17] Bu da birazdan görüleceği üzere Ermeni dış politikasını aşırı uçlara çekerken dış politikaya hakim olan unsurun ‘ulusal çıkarlar’dan çok kişilerin ya da grupların ‘çıkarları’ ve ‘görüşleri’ olmasını açıklar.

Normal bir siyasi sistemde aşırılar ya da diğer bir deyişle kutuplar nispeten marjinaldirler. İktidara etki şansları daha azdır. Merkezin eridiği, radikallerin merkezi işgal ettiği hallerde ise hemen her konuda olduğu gibi dış politika ve komşu ülkeler ile ilişkilerde de pragmatizm azalır, yerini duygu ve tepki yüklü tavırlara bırakır. Aşırıların yükseldiği bir ortamda merkez partilerin politikalarında da sertleşmeler meydana gelir ve bu da toplu halde aklı devreden çıkmasına, bunun yerine uzlaşma imkan bırakmayacak, çoğu zaman o toplumun ulusal çıkarlarına da zarar verecek ve esneklikten uzak tepkilerin ulusal politika olarak sunulmasına neden olabilir.

Bu ortamın partileri nasıl tepkisel bir politikaya sürüklediği konusunda Ermenistan’da faaliyetlerini sürdüren Aryan Partisi’nin en son açıklamaları örnek olarak gösterilebilir.[18] 21 Mayıs 2002’de Türkiye-Ermenistan ilişkilerine dönük bir basın açıklaması yayınlayan Aryan Partisi Türkiye’ye ağır eleştiriler yönelttikten sonra Ermenistan Hükümeti’nden Türkiye ile diplomatik ilişki kurulması için yeni ve daha ağır ön şartların ileri sürülmesi gerektiğini söylemiştir. İşgal altındaki Azerbaycan topraklarından “kurtarılmış Ermeni toprakları”, 1915 olaylarından “soykırım” olarak bahsedilen bildiride sanki Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmaya “mahkum” olduğu havası verilmeye çalışılmaktadır. Bilindiği üzere bu konuda Türkiye’nin bazı şartları bulunmaktadır ve Ermenistan, Türkiye’yi kendisiyle diplomatik ilişki kurmadığı için suçlamaktadır. Bu da göstermektedir ki radikalleşme durum tespitini dahi zorlaştırmaktadır. Şu cümleler söz konusu partinin uluslararası sisteme bakışındaki yüzeyselliği de açıkça ortaya koymaktadır:

“Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurma istekleri saf bir aptallıktır. Çünkü Türk devleti, Ermenilerin toprakları da dahil olmak üzere diğer ulusların toprakları, akıtılan kanlar ve soykırım üzerine kurulmuştur.” [19]

Ermenistan’da adeta “bitmeyen bir kaos” yaşanmaktadır. Bu kaos SCCB’nin dağılmasına ve bölgesel faktörlere bağlanabilirse de yalnızca bu etkenler mevcut durumu açıklamaya yeterli olamayacaktır. Ermenistan’da ve Karabağ’da son 10 yılda canlanan şiddet kökenlerini 100 yılı aşkın bir geçmişten ve sürekli yaşatılmaya çalışılan bir gelenekten almaktadır. Bilindiği üzere Osmanlı’nın son yıllarında Osmanlı Devleti’niuğraştıran milliyetçi sağ ve sol Ermeni terörü çok sayıda Türk ve Ermeninin hayatına mal olmuştur. Hatta bazı yıllarda Ermeni teröründe ölen Ermeni sayısı Türk sayısını dahi geçmiştir. Savaş sonrasında Ermeni teröristleri NEMESİS adı altında İttihat ve Terakki’ninönde gelen kadrolarını bir bir öldürmüşlerdir. Bu olayların sorumluları bazı Batılı ülkeler ve Rusya tarafından desteklenirken, katiller Ermeni toplumunca “milli kahraman” ilan edilmişlerdir. Diğer bir deyişle Ermeni toplumunda terör teşvik edilen, hoşgörülen bir unsur haline getirilmiştir. Sovyet döneminde ise muhalefetin devlet eliyle ortadan kaldırılması ve kanunsuz siyasi saldırılar “devlet terörü”nü sıradan bir olay haline sokmuştur. 1970 ve 1980’li yıllarda farklı adlar altında (ASALA ve Adalet Komandoları) yeniden ortaya çıkan Hınçak ve Taşnak terörü tıpkı geçmişte olduğu gibi Ermeni toplumunun çoğunluğu tarafından desteklenmiş, en azından çoğunluk teröre karşı sert bir duruş gösterememiştir. Bu dönemde de eli silahlı terör grupları milli kahraman sayılmışlardır. 1990’larda ise Karabağ çatışmalarında aşırı gruplar bağımsızlık mücadelesini Batılı bağımsız kuruluşların da belirttiği üzere katliama dönüştürmüşlerdir. Hocali’de olduğu gibi şiddetin ulaştığı boyut bir yana bırakılsa dahi savaş ortamından bir türlü kurtulamayan Ermeni toplumu için şiddet ve terör hayatın bir parçası halini almaya başlamıştır. Tüm bunlara ek olarak, iktidarlarını “karanlık güçler” ile yaptıkları ittifaklara dayandıran ve yasal zeminde oluşabilecek muhalefete engel olan her iki başkan da bu hareketleriyle terör ve şiddet kültürünü beslemişlerdir. Terörle beslenen ve kahramanlarının büyük bir çoğunluğu teröristlerden oluşan bir toplumun kendisini şiddet ortamından kurtarabilmesi oldukça güçtür. Nitekim kısacık bağımsızlık tarihinde Ermenistan’da da çok sayıda siyasi cinayet ve saldır olmuştur. Bunlar içinde 24 Mart 2000 gecesinde sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin tek taraflı ilan edilmiş Cumhurbaşkanı Arkadi Gukasyan’a şehrin meydanında yapılan saldırı ile 1999’da Meclis’e yapılan silahlı saldırı en dikkat çekici olanlarıdır. Her iki saldırı da kanlı bitmiş, birincisinde “Cumhurbaşkanı” Gukasyan, şoförü ve koruması yaralanırken, ikincisinde Ermenistan Başbakanı ve çok sayıda Ermeni parlamenter yine Ermeni kurşunlarıyla hayatlarını kaybetmişlerdir (Her iki saldırıda da Taşnak şüphesi vardır).[20]

Özetle şiddet şiddeti doğurur ve şu an Ermenistan’ın yaşadığı şiddet geçmişte şiddete ve teröre gösterilen hoşgörünün doğal bir sonucudur. Ayrıca ülkede demokrasi kültürünün bulunmaması aşırılığı besleyen en önemli unsurdur. Ülkede hemen her konuda büyük sorunlar yaşanmasına karşın muhalefetin güçsüz kalması ve en etkin iktidarı etkileme yolunun hala silahta görülmesi ülkeye nasıl bir şiddet kültürünün hakim olduğunu gösterir. Esnekliği ve pragmatizmi azaltan bu hava dış politikada da etkisini açıkça göstermektedir.

Liderler

Dış politika belirlenmesinde etkisi en tartışmalı faktörlerden olmakla birlikte bazı liderlerin ülkelerin gidişatlarını değiştirdikleri bilinen bir gerçektir. Örneğin ‘maceracı’ bir lider dış politikada daha az pragmatist olacak, diğer ülkeler ile uzlaşma yollarını kendi ülkesinin çıkarları gereği olsa dahi aramayacaktır. Aynı durum lider ile birlikte çalışan kadro için de geçerlidir. Donanımlı ve tecrübeli bir dış politika kadrosu aşırılıklar gösteren bir lideri belli sınırlar içinde de olsa sınırlandırabilir, daha dengeli bir dış politika izlenmesini sağlayabilir. Ermenistan’ın bu açılardan da çok şanslı olduğu söylenemez. Her şeyden önce diğer bölümlerde de temas edildiği üzere Ermeniler uzunca bir süre ‘devletsiz bir millet’ olmuşlardır. Dolayısıyla dış politika gibi devlet geleneğinin en çok ihtiyaç duyulduğu alanlarda yetişmiş bir Ermeni kadrosundan bahsetmek zordur. Bunun içindir ki Ter-Petrosyan da Koçaryan da dış politika konularında belli oranlarda diasporadan yardım almak zorunda kalmışlardır. Eleman ihtiyacı öylesine önemli bir hal almıştır ki bu nedenle bazı diplomatik birimlere temsilci dahi gönderilememiştir. Liderin kişiliği konusunda ise Robert Koçaryan, özellikle ilk yıllarında çok ‘ümit verici’ bir lider değildir.[21] Ter-Petrosyan’ın aksine daha iktidara gelişinin ilk günlerinde en büyük komşusu olan Türkiye’yi ‘gereksiz yere’ rahatsız edici beyanlarda bulunan Koçaryan Karabağ çatışmalarındaki gerginliği neredeyse aynı sertlikte Ermenistan’ın dış politikasına yansıtmak istemiştir. Seçimden önce “seçimi kazanırsam Türkiye ile ilişkilerde bazı yeni şeyler, yeni vurgulamalarımız olacak”[22] diyen Koçaryan bu sözleri söylerken hala ‘Karabağ’ın halk kahramanı’ gibi konuşmaktadır. Oysaki daha dingin ve gerçekçi herhangi bir lider, Ermenistan küçüklüğündeki bir ülkenin dış politikasının kendisinden nüfus olarak 20 kattan daha büyük bir ülke ile tehdit temelli olarak sürdürülemeyeceğini kolayca anlayabilir. Türkiye’nin sınırlarını tanımadığını ima eden, soykırım iddialarını Ermenistan dış politikasının öncelikleri arasında sayan ve işbirliği için herhangi bir girişimde bulunmayan Koçaryan’ın gerçekçi ve pragmatist olmaktan uzak olduğu ve bunun da ilişkilerdi iyileşmeyi geciktirdiği kolayca söylenebilir.

Sonuç olarak, Ermeni tarihi dikkatlice incelendiğinde en önemli problemin sağduyulu ve gerçekçi bir liderin bulunmaması olduğu söylenebilir. Hayalperest ve maceracı kişilerin “peşinden koşan” Ermeniler bundan dolayı büyük acılar çekmişlerdir. Bu özelliğin Ermenistan kurulduktan sonra da devam ettiği söylenebilir.

6. Fikirler, İdeolojiler ve Din: Ermeni Milliyetçiliğinin Temel Özellikleri

Dış politika üzerindeki etkileri son dönemde daha bir öne çıkmakla birlikte genel anlamda fikir hareketlerinin ve yönetime ya da ülkeye hakim olan fikirlerin dış politika üzerindeki etkisi açıktır. Fikirler düşman ve dost algılamalarını ve dış politika hedeflerini etkiler ya da belirlerler. Bu kategoride en çok dikkat çek üç grup a. Milliyetçilik, b. Diğer ideolojiler ve son olarak c. Dinlerdir. Zaman zaman iç içe geçen bu şıklar ülkeden ülkeye etki alanlarını genişletip daraltabilirler.[23]

Ermenistan örneğinde en belirgin olanı din ile milliyetçilik arasında görülen sıkı bağlardır. Kilise Ermeni milliyetçiliğini adeta varlığının bir devamı gibi görmüştür ve dini öğeler Ermeni milliyetçiliğinde diğer örneklere nazaran daha bir belirgin olmuştur. Bunda Ermeni kilisesinin diğer Hristiyan kiliselerinden oldukça farklı olması ve uzun süre Hristiyan dünyaca dışlanmasının da rolü olmuştur. Bu sayede Ermeni Gregoryan mezhebi adeta sadece Ermenilere özgü olmuş, buda dini daha bir ‘millet’e özgü bir hale getirmiştir. Başka bir ifade ile Ermeni ulusunun ortadan kalkması ‘Ermeni dinini’ de sona erdirecek bir gelişme olacaktır. Kilisenin ‘1915 olayları’nı efsaneleştirerek kendi kurumsal kimliği ile birlikte Ermeni kimliğini de geçmişin acıları üzerine oturtmasında bunun da büyük rolü vardır.

Dinin Ermeni kimliğinde öne çıkmasının bir diğer nedeni ise Ermeni kimliğini oluşturması beklenen diğer unsurların çok zayıf kalmasıdır. Özellikle Ermeni dili tüm Ermenileri birleştirememiş, din adamlarının çabaları sonucunda belli bir seviyeye gelebilmiştir. Ayrıca Ermeniler tarihlerinin ezici bir çoğunluğunda hiçbir bölgede çoğunluğu oluşturamamışlardır. Buna bugünkü Ermenistan bölgesi de dahildir. Her ne kadar kendileri Kilikya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile güney Kafkasya’nın neredeyse tamamına ‘Büyük Ermenistan’ deseler de bu bölgelerin Ermenilerin yüzlerce yıl boyunca bir şehirde dahi çoğunluğu oluşturamamaları ortak ve güçlü bir etnik kimliğin oluşturulmasını da engellemiştir. Ermeni etnik kimliğinin güçlenememesinin bir diğer nedeni de Selçuklu ve Osmanlı idarelerinin Ermenilere karşı gösterdikleri ılımlı yönetim anlayışıdır. ‘Millet’ kategorisinde kendi iç işlerinde serbest bırakılan Ermeni cemaati imparatorluğun görece daha istikrarlı bölgelerinde yaşamışlar, askerlikten muaf tutulmalarının ve ticaret gibi gelişmeyi teşvik edici işlerde çalışmışlar ve kendilerini ayırıcı özellikleri ön plana çıkarmayı 19. yüzyıla kadar düşünmemişlerdir. Bu nedenle büyük bir çoğunluğu Ermenice’den çok Türkçe konuşmuş ve Türk gelenek ve göreneklerini kolaylıkla içselleştirebilmiştir.

Sonuç olarak nedeni ne olursa olsun Ermeni Kilisesi gerek Ermenistan’da, gerekse Ermeni diasporasında gücünü arttırarak devam ettirebilmiştir. Bugün gelinen noktada Kilise’nin etki ve işlevi alışıldık laik (ya da seküler) devletlerin Kilise için biçtikleri rolden çok farklıdır. Bu görünümüyle Ermeni toplumu Yunan toplumunu andırıyorsa da farkların bulunduğu da bilinmelidir. Türkiye Ermenilerinden Hrant Dink Kilise’nin Ermenistan politikaları rolü üzerindeki etkisini şu çarpıcı sözlerle anlatıyor:

“Ermenistan’da da ‘Polis Günü’ tesis edip, hafta başında kutlamışlar.... Gelen fotoğraflara bakıyorum... Resmi geçit yapan polisleri şeref kürsüsünde selamlayanlar arasında başbakan var, üniformasıyla Emniyet Genel Müdür var, Devlet Başkanı Koçaryan var, Meclis Başkanı var bir de ruhani kisvesiyle Başpatrik Karekin II Gotoğigos Hazretleri var. İyi de Gatoğigos’un o kürsüde ne işi var? Ben soruyu kürsüyle sınırlı sordum ancak siz buna başka alanları da ekleyip soruyu genişletebilirsiniz. ‘Devletleşme sürecine girmiş Ermenistan’da dini kurumun, ilgili ilgisiz hemen her alanın içinde var gözükmesi ideal bir demokratik ve laik devlet anlayışıyla örtüşüyor mu?’ [24]

Bu örnekten de kolayca anlaşılacağı üzere Polis Günü’nde dahi yerine alan bir dini liderin dış politika konularında etki sahibi olamayacağını düşünmek zordur. Kilise’nin yoğun etkisinin en önemli etkisi ise tahmin edileceği üzere inanç farklılıklarının teşviki şeklinde kendisini göstermiştir. Müslüman Türklerin Kilise gözündeki görünümü tüm topluma mal edilirken Kilise geçmişin acılarını kendi prestiji için sonuna kadar kullanmıştır.

Ermeni ulusçuluğu diğer bir çok ulusçuluk harekatı gibi Fransız Devrimi’nin etkisi ve diğer devletlerin teşviki ile gelişmiştir.[25] Önemli bir kısmı ticaret ile uğraşan Ermeniler özellikle 19. Yüzyılda karşılaştıkları bu yeni akımdan etkilenmeye başlamışlardır. İmparatorluğun çöküş aşamasına girdiğinin fark edilmesi bazı ‘idealist’ Ermenilerde ‘bağımsız bir Ermenistan’ fikrinin gelişmesine yol açtıysa da bu fikir uzunca bir süre güç bulamamıştır. 19. Yüzyılın sonunda isyanlara kadar uzanan hareketin temeli ise Osmanlı Ermenilerin de çok diaspora Ermenileri olmuştur. Ermeni ulusçuluğu temelli ayrılıkçı ve silahlı partilerin tamamının ya Avrupa’da ya da Rusya ve Kafkaslar’da kurulması, buna karşın neredeyse tüm faaliyetlerini Osmanlı topraklarında sürdürmeleri de bunu kanıtlamaktadır. Ancak Ermeni ulusçuluğunun bir açmazı vardır, o da Ermenilerin hala hiçbir Osmanlı toprağında çoğunluğu oluşturamıyor olmalarıdır. Toprağı ve nüfusu olmayan bir ulusçuluğun başarı şansı çok düşüktür. Daha da kötüsü Osmanlı Ermenilerinin tamamı bu hareketi desteklememekte, aksine büyük bir kesim mevcut sistemden en büyük payı alan gruplar arasında yer aldığından iktidar ile yakın bir ilişki içinde bulunmaktadır. Bu ortamda ulusçu ve radikal gruplar öncelikle Ermeniler ile diğer gruplar ve devlet arasındaki ilişkileri bozmaya çalışmışlardır. Bu amaçla doğuda Ermeni, Kürt ve Çerkes aşiretleri arasındaki yöresel sorunlar kaşınmış ve sorunlar silahlı çatışmalar haline getirilmiş, batı illerinde ise devlete karşı suikast ve sansasyonel bombalama girişimlerinde bulunulmuştur. Bu girişimlerin bir amacı Ermeni nüfusu rahatsız ederek bir yöne kanalize etmek olduğu kadar büyük devletlerin konuya ilgisini de çekmektir. Zaten Ermeni ulusçuluğunun en temel karakteristiklerinden birisi de diğer ülkelerin destek ve yönlendirmelerine dayanıyor olmasıdır. Bu özellik günümüze kadar devam etmiştir. Diğer bir deyişle kendi güçleri ile bağımsız olamayacaklarının bilincinde olan Ermeni radikalleri diğer ülkelerin Osmanlı ülkesi üzerindeki nüfuzlarını kullanmak için hemen her şeyi yaptılar. Beklenebileceği üzere ilişki çift taraflıydı ve bu ülkeler de bu tür bir siyasete son derece müsaittiler. Hatta çoğu zaman Ermenilerin böyle eylemlerde bulunmalarına dahi gerek kalmadan bu ülkeler soruna müdahale ediyorlardı.

7. Dışa Bağımlılık, Türklere ‘Düşmanlık’ ve Rusya’ya Yakınlık

Dışa bağımlılık dışında Ermeni ulusçuluğunun bir diğer özelliği ise Rusya’ya ve Ruslara olan yakınlığıdır. İngiltere, Fransa ve ABD ile kıyaslandığında bölgede en kalıcı unsur olarak Rusları gören Ermeni milliyetçileri amaçlarına ulaşabilmek için en büyük desteği de Ruslardan almışlardır. Kafkaslar’da Türklere ve İranlılara karşı ‘Hristiyan ve Rus yanlısı’ bir set kurma çabalarını 200 yılı aşkın bir süredir sürdüren Rusya Ermenileri kendisi için ‘doğal müttefik’ olarak görmüş ve bu durum günümüze dek sürmüştür. 1991 yılındaki bağımsızlıktan sonra da Ermenistan, Rusya’nın ‘etki sahası’da kalmaya devam etmiştir.[26] Rus etkisini azaltmak için cılız kalan bazı denemeler yapıldıysa da, 10 yıllık süreçte Rusya’ya olan bağımlılık hemen hemen her alanda artmıştır.  Son dönemlerde özellikle Hristiyan Gürcistan’ın da Rusya dışında arayışlara girmiş olması Ermenistan’ı Kafkaslar’da Rusya’ya yakın olan tek ülke konumuna indirgemiştir.

Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni dış politikası ve Türkiye ile ilişkiler açısından en önemli bir diğer özelliği ise ‘Türk düşmanlığı’dır.’ Düşmanlık’ ve ‘dostluk’ kavramları uluslararası ilişkiler literatürü için alışıldık kavramlar değildir. Uluslararası sistemde çıkarlar ve gücün kullanımına dayalı olarak çıkarların elde edilmesi vardır. Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere uluslar kendi çıkarlarını duygularından, kültürlerinden, ideolojilerinden ve dinlerinden ayrı, tamamen objektif kriterler ışığında değerlendirmekten uzaktırlar. Bu durum Ermenistan gibi tek başına sorunlarıyla başedemeyecek durumda olan nispeten ‘küçük’ uluslar ve devletler için daha bir böyledir. Tarihsel davranış kalıpları ne yazık ki dünden bugüne kolayca değişememekte, bu da kalıcı rekabetlere ve hatta husumetlere neden olabilmektedir. Türk – Ermeni sorunları da bu kategoride değerlendirilebilir. Söz konusu düşmanlığın temelinde yatan en önemli neden ilk Ermeni milliyetçiliğinin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olarak ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Ermeni siyasi gruplar Osmanlı’ya karşı isyan bayrağını açmışlar, amaçlarına diğer devletlerin ve ortamın da katkısıyla çok yaklaştıklarına inanmışlar, ancak sonunda kaybetmişlerdir. Her ne kadar kendileri bir ‘soykırım’dan ya da ‘katliam’dan bahsediyorlarsa da söz konusu olaylara verilebilecek en doğru ad ‘bastırılan bir isyan’ ve ‘gerçekçi olmayan hedefler uğrunda büyük bir hüsrana uğratılan halk’tır. Böylece Ermeniler yüzlerce yıllık bir aradan sonra ‘bağımsızlık hedefine çok yaklaşmışken’ adeta ‘kaderleri haline gelen dağınık ve diğer ulusların egemenliği altında yaşama ‘geleneği’ne geri dönmüşlerdir. Bu son özellikle aşırı Ermeni gruplarda büyük bir kızgınlık ve şok yaratmıştır. Benzeri bir durum Yunanlılar için de söylenebilir. Ancak Yunan milliyetçiliği Osmanlı toprakları üzerinde defalarca büyüyerek (yaklaşık dört kat) ‘egosunu’ tatmin etmiştir. Bu durum Ermeni tarafında görülemez. Ermeni milliyetçiliği hala yaralıdır ve bu yaralarından güç almaktadır.

8. Diaspora ve Ermeni Kimliğinin Oluşumu[27]

Konunun bir diğer boyutu ise Ermeni kimliği ile ilgilidir. Bilindiği üzere 1915 tehciri ile birlikte yüzbinlerce Ermeni yer değiştirmiş, önemli bir kısmı bugünkü Ermenistan’a geçerken, diğer büyük bir kısmı Ortadoğu ve hatta Kuzey Afrika ülkelerine geçmiştir. Bunlardan Ortadoğu’da yerleşenler bu bölgedeki çatışmaların da etkisiyle adeta ‘ikinci bir tehcir’ yaşamışlardır: Artan milliyetçilik ve bu ülkelerin teker teker bağımsız olmaları Hristiyan grupları, özellikle de Ermenileri rahatsız etmiş, ve Ermeniler onbinler halinde başta Fransa ve ABD olmak üzere Batılı ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Bu göç sonucunda İngiltere, Kanada, Avustralya ve Almanya gibi ülkelerde dahi Ermeni diasporaları oluşmaya başlamıştır. 1940 ile 1970 arasında büyük bir hızla devam eden bu süreç sonucunda birbirinden çok farklı kültür ve coğrafyalardan gelen Ermeniler birbirleriyle dahi anlaşamaz bir haldeydiler. Gelenlerin kimi Rusça, kimi Arapça, önemli bir kısmı da Türkçe konuşmaktadır. Sudan, Mısır gibi ülkelerden gelenler Afrika ve tarım kültürü; Kafkaslar’dan gelenler sosyalist bir gelenek; Kıbrıs ve Lübnan gibi ülkelerden gelenler ise çok daha farklı bir yaşam tarzına sahiptirler. Bu ortamda yeni gelinen ülke kültürleri karşısında ‘savunmasız’ kalan Ermeniler arasında en önemli tehlike olarak erime, yani asimilasyon tehlikesi açıkça görülmeye başlamıştır ve bundan en büyük rahatsızlığı, varlığını bu insanlara bağlayan Ermeni milliyetçi ve komünist partileri ile Kilise duymuştur. Hatta Hrant Dink’e göre “Kilise diasporaya dağılmış Ermenilerin tekrar biraraya gelebilmelerini sağlayan, Ermenilerin yegâne kalesi’ olmuştur.[28] Birbirinden son derece farklı olan bu insanları bir arada tutacak ortak bir geçmiş ve ortak hedefler gerekmiştir ve bunu sağlamak için ‘Ermenilerin Hz. Nuh’un oğulları olduğu’ efsanesi yeterli olamayacaktır.[29] İşte bu sorun karşısında 1915 olayları ve ‘soykırım’ iddiaları kilit bir rol oynamıştır. Kilise ve aşırı grupların organizasyonu sonucunda tüm diaspora Ermenileri ‘Türklerin 1915 yılında Ermenileri yok etmeye çalıştıkları ve halen de fırsatını bulmaları halinde bu amaçlarını gerçekleştirebilecekleri’ yönünde ikna edilmişlerdir. Çok küçük yaşlarda çocukların ‘eğitimi’ ile başlayan bu strateji basın yayın organları ve sanatın siyasi amaçlar için devreye girmesiyle daha bir hız kazanmıştır.[30] Böylece Ermeni kimliğinin oluşumunda Türkler, istemeden de olsa, bir kez daha ‘diğer’ rolünü üstlenmiş olmuşlardır. Diğer bir deyişle 1915 olayları ‘Türklerin Ermenilere yaptıkları soykırım’ olarak efsaneleştirilmiştir. Bu sayede aşırı milliyetçiliğin en çok ihtiyaç duyduğu iki unsur, yani anavatanından uzakta olmak ve geçmişte yaşanılan acılar bir araya gelmiştir. Bu süreç önce Türk karşıtı, ardından da Türkiye karşıtı bir hal almış ve diaspora Ermeni milliyetçiliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.[31] Uzak ve farklı ülkelerde yaşamanın etkileri de eklenince diaspora Ermenileri Ermenistan Ermenilerinden çok daha hırçın ve uzlaşmadan uzak bir hale gelmişlerdir. En kötüsü ise söz konusu süreç 1915’ten sonra adeta bir süreklilik kazanmıştır. 1915 öncesinde zaten ‘dünyaya belli ölçüde yayılmış bir cemaat’ olan Ermeniler, bu olaydan sonra Kafkasya ve Ortadoğu’ya yayılmışlar, bir kısmı da Batı ülkelerine gitmişlerdir. Ancak 1930’larla başlayan ve 2. Dünya Savaşı ve sonrasında gelişen olaylar ile hızlanan Ermeni göçleri adeta bir ‘İkinci tehcir’dir. 1960 ve 1970’li yıllarda Kıbrıs, Mısır ve Lübnan gibi ülkelerdeki iç çatışmalar ve karışıklıklar ise ‘Üçüncü bir tehcir’ hadisesi sayılabilir. Bu dalga 1980lerin sonuna kadar, ağırlıklı olarak ekonomik nedenlerle devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ise bir yüzyıldan daha az bir süre de Ermenilerin yeniden akınlar halinde Batı’ya göç etmelerine neden olmuştur. Bu göçün büyüklüğü ‘nüfus’ başlığı altında çarpıcı bir şekilde verilmiştir. Ermenistan bağımsızlığına kavuşunca diaspora Ermenilerinden bir kısmının Ermenistan’a döneceği beklenirken, tam tersi olmuş ve Ermenistan nüfusu 10 yılda inanılmayacak bir hızla azalmıştır. Bu da dünya Ermenilerini arasında diaspora halinde yaşamayı temel karakteristik haline getirmiştir. Bugün diasporadaki Ermeniler daha zengin ve daha güçlüdürler. Bağımsız bir Ermenistan da istemektedirler. Ancak İsrail örneğinin tersine bu bağımsız Ermenistan’da yaşamak istememektedirler. Bu da Ermenistan politikalarında ciddi bir soruna yol açmaktadır. Çünkü Ermenistan üzerinde büyük bir etki kurmak isteyen ve bunda başarılı da olan diaspora kuruluşları bu ülkede yaşamadıkları için bölge gerçeklerinin ve Ermenistan’ın gerçek ulusal çıkarlarının da farkında olamayabilmektedirler. Bu durum özellikle Türkiye ile olan ilişkilerde geçerlidir. Denebilir ki Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin düzelmemesinde ve Ermeni dış politikasının sertliğinde diaspora Ermenileri en önemli rollerden birini oynamaktadırlar. Öyle ki ‘soykırım’ iddialarının Ermenistan’da güçlenmesinde ve hemen hemen her sorun için Türkiye’nin suçlanması da daha çok diasporanın etkisiyle açıklanabilir.[32] Diaspora etkisini Ermenistan üzerinde arttırdıkça bu aşırılık doğal olarak Ermenistan dış politikasına da yansımıştır. Bunun bir ölçüde farkında olan ilk Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan diaspora kuruluşlarının Ermenistan üzerindeki etkisini kırmak istemiş, hatta Taşnaklar gibi bazı kuruluşların Ermenistan’daki faaliyetlerini yasaklamıştır. Taşnaklar (Ermeni Devrimci Federasyonu, EDF) bilindiği üzere Türkiye’ye karşı radikal görüşleri ile tanınır. Türkiye’ye karşı silahlı mücadele de dahil her türlü mücadeleyi onaylayan bir yapısı vardır. Ter-Petrosyan’ın Türkiye ve Azerbaycan politikalarını yeterince sert bulmayan Taşnaklar bağımsızlığktan kısa bir süre sonra hükümet aleyhine çalışmışlar ve Ter-Petrosyan’ın dış politikasını muhalefetlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Asıl kadroları yurt dışında üslenmiş olan Taşnaklar, buna rağmen kendi gündemlerini Ermenistan’a taşımak istemişlerdir. Ter-Petrosyan kendi iktidarını tehdit etmeye başlayan Taşnaklar hakkında en ciddi iddialarını 28 Aralık 1994’de gündeme getirmiş, ardından da partinin faaliyetleri askıya alınmıştır. Ter-Petrosyan’ın iddiaları arasında “siyasi terörizm” ve “uyuşturucu madde kaçakçılığı” da bulunmaktadır. Bu suçlamaları takiben Ermeni Üst Mahkemesi partinin ve bağlantılı kuruluşların (özellikle Dro) faaliyetlerini önce 6 aylığına askıya almış, belirlenen zamanda şartlar yerine getirilmeyince de önlemlerin uygulanma süresi uzatılmıştır. Ter-Petrosyan’ın iktidardan düşmesinde rol oynayan en önemli gruplardan birinin de Taşnaklar olması Taşnaklar’ın dış politika anlayışlarının Ter-Petrosyan’dan ne kadar farklı olduğu konusunda bir ipucu verebilir. Aynı çerçevede Koçaryan’ın iktidara gelir gelmez yaptığı ilk işin Taşnaklar üzerindeki yasakları kaldırması ve 1995 yılından beri hapiste olan Taşnakların lideri Vahan Ovenesjan’ı serbest bırakması Koçaryan ile Taşnakların radikal ve tavizsiz dış politika yaklaşımlarının ne kadar yakın olduğunu gösteren delillerdendir.

Ter-Petrosyan’ın diaspora ile ilgili “kontrol altına alma” çabaları bazı gruplarca diasporanın ‘küstürüldüğü’ şeklinde yorumlandıysa da[33], Ter-Petrosyan’ın hareketinin diasporaya değil, diasporanın aşırı kuruluşlarına karşı olduğu söylenebilir. Çünkü bu kuruluşlar merkezleri dışarıda olduğu halde şubeleri vasıtasıyla Ermenistan politikalarını belirleme çabasındadırlar. Nitekim Petrosyan’ın devrilmesi sürecinde de bu kuruluşların aktif bir rol oynadıkları görülmektedir. Robert Koçaryan iktidarında ise Ermenistan - diaspora ilişkileri radikal bir değişim geçirmiştir. Petrosyan’ın koymuş olduğu yasakları kaldıran Koçaryan, diaspora ile ‘barışmak’ için bir de gösterilişli bir Ermenistan-Diaspora Konferansı düzenlemiştir.[34] Bu şekilde diasporanın zenginliklerinden yararlanmak istenmiştir. Koçaryan’ın hesaplarına göre Ermenistan ile Ermeni diasporası arasında şöyle bir ‘alışveriş’ olacaktı: Diaspora, Ermenistan’a ekonomik yardım; yatırım; teknik konularda danışmanlık; dışarıda lobicilik; sağlık, eğitim ve bilim alanlarında yardım vb. alanlarda yardım edecekti. Bunun karşılığında Ermenistan da diasporaya birararada durabilmesi için siyasi hedefler sunacak, ayrıca diasporanın Ermeni kültürünü muhafaza edebilmesi için yardım edecekti.[35]  Ancak taraflar eşit olmadığından Koçaryan döneminde de ilişkilerinin istenen bir düzeye ulaşamadığı, aksine diaspora kuruluşlarının tek taraflı olarak Ermenistan’ı etkileme çabalarını sürdürdükleri söylenebilir. Hatta Koçaryan’ın hesaplarının ters yüz olduğu da söylenebilir. Bugün Ermenistan’ın özellikle dış politikadaki siyasi hedefleri diaspora tarafından çizilmekte, Ermenistan’a yeterli ekonomik yardım gelmemekte, hatta bir anlamda Ermenistan diasporaya azalan nüfusu ile yardımda bulunmaktadır.

Özetle diasporanın Ermenistan dış politikası üzerindeki etkisi tartışmasız çok üst düzeylerdedir. Bu konuda en çarpıcı örnek ise ülkenin devlet başkanının dahi dışarıda yaşayan Ermenilerden biri olmasıdır. Bilindiği üzere Karabağ Ermenisi olan Robert Koçaryan uluslararası hukuka göre hala Azerbaycan vatandaşıdır. Devlet başkanının ana dili de Ermenice değil Rusça’dır. Konuşmuş olduğu Ermenice ise diğer bölgelere biraz farklı gelebilecek Karabağ Ermenicesidir. Bu da daha fazla söze gerek bırakmayacak açıklıkta söz konusu tabloyu özetlemektedir.

9. Ermenistan’da Ermeni Milliyetçiliğinin Oluşumu: Son Dönemler

Bugünkü Ermenistan’daki milliyetçilik incelendiğinde ise yukarıda sayılan özellikle dereceleri değişmekle birlikte hemen hemen aynı kalmıştır. Birinci bağımsız Ermenistan döneminde Türkiye’den toprak taleplerini ısrarla sürdüren Ermeni yönetimi bunun bedelini ağır bir şekilde ödemiştir. Tüm gücünü Türklerle savaşa yönlendiren Ermenistan büyük göçlerin de etkisiyle yıkıcı bir ekonomik krize girmiş ve bu kriz Ermenistan’ın bağımsızlığının sona ermesiyle bitmiştir. Diğer bir deyişle Taşnak fanatikliği gerçekçi olmayan hedefleri ile bir kez daha Ermenileri hüsrana uğratmıştır. Bu noktada şu tespiti yapmakta yarar vardır: Ermeniler son 100 yılda çok büyük acılar çekmişlerdir. Ancak bunun önemli bir kısmı Mustafa Kemal Atatürk gibi gerçekçi ve sağduyulu bir lidere sahip olamamalarından kaynaklanmıştır. Ermenileri yönlendiren siyasi gruplar belli bir olgunluktan ve gerçekçi tespitler yapmaktan uzak insanlar olmuşlardır. Birinci Ermenistan’ın bağımsızlığını kaybedişi de bunun doğal bir sonucu sayılmalıdır. Buna rağmen bağızmsılık Ruslara geçerken Ermeni halkı hala Türklerden korkmaktadır ve Rus yönetimine geçmekten memnun görünmektedirler.[36] Bu da Ermeni dış politikasının Rus yanlısı ve Türk karşıtı özelliklerini bir kez daha teyit etmektedir.

Sovyet yönetimi altındaki Ermenistan’da milliyetçiliğin gelişimi izlendiğinde ise ‘kontrollü bir gelişim’ görülür. Ermenistan halkını kendine bağlamak isteyen Moskova bir yandan, özellikle ilk dönemde, Ermeni kültürü ve değerlerine özel bir önem vermiş ve gelişmesine izin vermiştir. Diğer taraftan ise milliyetçiliğin kontrol dışı kalmamasına çalışmıştır. Güvenlik sorunlarının azaldığı yıllarda ise Ermeni milliyetçiliği içeride ezilirken, dışarıda sol Ermeni milliyetçiliği teşvik edilmiştir. Dış ilişkiler açısından ele alındığında Sovyet döneminde Ermeni milliyetçiliğinin Türk karşıtı yönlerinin dış politika kaygılarıyla teşvik edilmesi günümüze kadar uzanan sorunlara neden olmuştur. Stalin örneğinde görüldüğü üzere Sovyetler Birliği tarihi anlaşmazlıkları Türkiye’ye karşı bir dış politika aracı olarak kullanmış, bunun için de Ermeni milliyetçiliği kullanılmıştır. Stalin’in açıktan uygulamış olduğu bu strateji ilerleyen dönemlerde gizliden gizliye uygulanacaktır. Sonuçta Ermeni milliyetçiliğin kendi iç dinamiklerinin dışında çevresel etkenler ve yönlendirmeler sonucunda da Türk karşıtlığı bir konuma itildiği söylenebilir. Bu da bugünkü Ermenistan devletinin dış politika algılamalarını ve uygulamalarını kaçınılmaz olarak etkilemiştir.

10. Algılama

Denebilir ki dış politikada algılama en az gerçekler kadar önemlidir. Çünkü bir konudaki şartlar ve ülkenin gücü nasıl olursa olsun, onun kararını belirleyen onun algılamalarıdır. Örneğin iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi o ülkenin çıkarına da olsa eğer o ülke halkı ve yöneticileri buna inanmıyorlarsa işbirliği mümkün değildir. Ermenistan özelinde ise algılama daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü aşırıların bu derece güçlü olduğu bir ülkede gerçekçi tespitlerden çok idealler ve bu idealleri yarattığı “sahte gerçeklikler” gerçeklerin yerini almaya başlar. Yukarıda detaylandırılan gerçekleri özetleyecek olursak Ermenistan nüfusu en iyimser tahminlerle 2 milyon civarında olan ekonomik ve siyasi istikrarsızlık içinde, doğal zenginlik kaynakları olmayan, hemen hemen tüm komşularıyla sorunlu, denizlere kapalı fakir ve güçsüz bir ülkedir. Üstelik “büyük düşman” sayılan Türkler’in Ermenistan bölgesindeki toplam nüfusları 100 milyonu aşmaktadır. Fakat algılamaya baktığımızda Ermenistan dış politikasını belirleyen unsurlar farklı bir Ermenistan görmekte, ya da görmek istemektedirler. Bu gruplara göre “Ermenistan tarihi hedeflerine ulaşabilecek bir ülkedir. Azınlık ve sınır sorunlarında komşu ülkeler haksızdırlar. Özellikle Türkler Ermenilerin düşmanıdırlar. Türkler Osmanlı döneminde Ermenilerin anavatanlarına zorla el koymuşlardır ve onları yeryüzünden silmek istemişlerdir. Şimdi de fırsatını bulurlarsa benzeri bir girişimde bulunabilirler. Ancak Ermenistan devleti tek başına da olsa Türklerle de başedebilir”. Bu tabloya baktığımızda Ermenistan dış politikasını belirlemede algılamanın ne kadar önemli olduğu kolayca anlaşılabilmektedir.

II. SALDIRGANLIĞA GİDEN YOL: ERMENİSTAN DIŞ POLİTİKASININ ‘EVRİMİ’

A. TER-PETROSYAN DÖNEMİ

Yeni bağımsızlığına kavuşmuş bir devlet olarak Levon Ter-Petrosyan yönetimindeki Ermenistan’ın ilk tespiti bölge devletleriyle iyi geçinmenin şart olduğudur. Ter-Petrosyan ve Ermeni Milliyetçi Hareketi bağımsızlığın kalıcı olabilmesi ve ihtiyaç duyulan gelişmenin sağlanabilmesi için özellikle Türkiye ve İran ile iyi ilişkiler geliştirmek gerektiğinin farkındadırlar. Bu sadece bölgesel istikrar açısından değil, Batı bloğunun Ermenistan’a yapacağı umulan yardımlar ve Batı ile yapılacak olan ‘karlı’ ticaret için de bir ön şart olarak algılanmıştır. Bu dönemde sadece Ermenistan değil tüm eski Doğu bloğu ülkeleri Batı’nın kendilerine büyük yardımlar yapacağını düşünmekteydiler. Yeni Ermenistan yönetiminin bir diğer tespiti ise Rusya’nın Kafkasya ve Orta Asya’ya gerekli önemi vermemeye başladığı şeklindedir. Bu anlayışa göre, Ermeni dış politikasını sadece Batı ile ilişkilerine öncelik veren Rusya’ya dayandırmak mümkün değildir. Ayrıca bağımsızlığın devam edebilmesi için Rusya’dan olabildiğince uzaklaşmak gerektiği de bilinmektedir. Son olarak Ter-Petrosyan’ın en çok çekindiği noktalardan bir tanesi de radikal Ermeni diasporasının Ermeni politikalarına karışmasıdır. İstikrarlı ve gelişen Ermenistan için diasporanın maddi ve manevi desteğinin şart olduğunun da farkında olan Ter-Petrosyan, bir yandan diasporadan destek almaya çalışırken, diğer taraftan da diasporanın iç ve dış politika konularından uzak tutulmasını hedef edinmiştir.

Bu çerçevede Ter-Petrosyan yönetimi Türkiye ile ilişkilerine özel bir önem vermiştir.  Çünkü Türkiye, ‘Ermenistan’ın Batı’ya açılan en önemli kapısı’ olarak algılanmıştır. Türkiye’nin en çok ‘hassas’ olduğu noktaların ‘soykırım iddiaları’ ve ‘toprak talepleri’ olduğunun bilincinde olan Ter-Petrosyan yönetimi, milliyetçi Ermenilerin ve diasporanın tepkisine rağmen bu konuları ön plana çıkarmamaya çalışmıştır. Ter-Petrosyan dönemi Ermeni dış politikasının oluşturulmasında kilit bir rol oynayan Gerard (Jirair) Liberidian bu durumu şu şekilde özetlemiştir:

“Ermeni soykırımı Türkiye ile ilişkilerin temelinde bir problem olarak ortaya konulmadı. Bu çok önemli, çünkü, bilerek ya da bilmeyerek soykırımın siyasileştirilmesi, onun soykırımı sürekli olarak reddetmesiyle birlikte, Türkiye’nin nihai düşman olduğu yönünde bir psikoloji bir anlayış yarattı. Eğer Türkiye nihai, değişmez bir düşman ise, bu durumda Rusya sonsuza dek ihtiyaç duyulacak bir dost oluyordu. Ve bu sizin bağımsızlık politikanız üzerinde bir baskı meydana getiriyor.

Ermenistan, hiçbir ön koşul öne sürmeksizin, Türkiye ile normal ilişkiler geliştirmek için yola çıktı. Bu aslında Ermeni siyasi düşüncesinde devrimin bel kemiğini oluşturuyordu. Bu bir çok Ermeninin tarih anlayışı ve bu tarihte Türkiye’nin oynadığı ve gelecekte oynayacağı düşünülen rol konusundaki anlayışlarına meydan okumaktadır.” [37]

Tüm bu “iyi niyete” ve barış yolundaki tarihi gayretlere rağmen Türkiye –Ermenistan ilişkileri istenildiği şekilde gelişememiştir. Bunda Karabağ çatışması gibi dönemsel sorunların büyük rolü olmuştur. Ancak asıl faktörün aşırı Ermeni milliyetçiliği ve bazı Ermeni milliyetçilerinin güçleri ile hedeflerini orantılayamaması olduğu söylenebilir.

1. Ermeni Milliyetçiliği: İrredentizm ve Saldırganlığa Doğru

Bazı aşırı Ermeniler Ermenistan’ın sınırlarını tanımakta zorlanmışlardır. Bu durum sadece Türkiye ile olan sınırlar için geçerli değildir: Bu gruplara göre Ermenistan’ın sınırlarının Gürcistanın güneyine, Azerbaycan’ın batısına, Rusya’nın güneyine ve Türkiye’ye doğru bir miktar daha genişlemesi gerekmektedir. Burada en büyük payın ise Türkiye’den alınması hesap edilmektedir. Türkiye’den alınacak pay birkaç Doğu Anadolu ilinden baylaşıp tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu, bazı Batı Karadeniz illeri ve Doğu Akdeniz bölgesine kadar uzanmaktadır. Hiçbir gerçekçi temeli olmayan bu yaklaşımın daha çok diasporada taraftar topladığı bilinen bir gerçektir. Biraz önce de belirtildiği üzere Ter-Petrosyan yönetimi bu iddialar devam ettikçe Türkiye ilişkileri geliştirmenin imkansız olduğunu fark etmiştir. Zaten Ermenistan’ın 1992 yılında AGİK’e girişi de sınırların değişmezliği ilkesini resmi olarak kabul ettiği anlamına gelmektedir.[38] Ancak Ter-Petrosyan’ın ‘soykırım iddialarını’ ve ‘toprak taleplerini’ gündeme taşımama çabasına ve imzalanan antlaşmalara rağmen Ermenistan’ın bazı hareketleri bu ülkenin söz konusu iddialarından vazgeçmediğini, sadece ertelediğini açıkça ortaya koymuştur: Daha Ermenistan bağımsız olmadan Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti ile Dağlık Karabağ (Artsakh) Ulusal Konseyi’nin 1 Aralık 1989’da, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Dağlık Karabağ bölgesinin birleşmesi konusunda aldıkları ortak karar Ermenistan’ın yayılmacı isteklerini ortaya koymaktadır. Bu kararı dayanak alarak 23 Ağustos 1990 tarihinde Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti tarafından 23 Ağustos 1990 tarihinde yayınlanan ‘bağımsızlık bildirgesi’nin 11. Maddesi ise ‘soykırım iddiaları’nın ve Türkiye’den toprak taleplerinin Ermenistan devletinin ‘temel taşları’ arasına yerleştirildiğini açıkça göstermektedir. Bu bildirgenin 11. maddesi şu şekildedir:

“Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde tanınması çabalarını destekleyecektir.”

Burada ‘Batı Ermenistan’dan kasıt tahmin edilebileceği üzere Türkiye’nin doğu bölgesidir ve bu da açıkça Ermenistan’ın, yazılı antlaşmalarca çizilen sınırları daha ilk günden tanımadığını ortaya koymaktadır.[39] Tüm bunlara ek olarak Ter-Petrosyan yönetiminin özellikle ilk yıllarında popüler olmak için gösterdiği geleneksel yaklaşım da Türkiye ile Ermenistan arasında barış için gerekli olan güven ortamının oluşmasını zorlaştırmıştır. Örneğin 1990 seçimlerindeki ilk konuşmasında Ter-Petrosyan 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmiş ve uluslar arası örgütlerin bu olayı bu şekilde kabul etmesi çağrısında bulunmuştur.[40] Bu ve benzeri açıklama ve imalar Ter-Petrosyan döneminin sonuna dek devam etmiştir. Bu konuda Ter-Petrosyan’ın samimiyetine inansak dahi Ermeni milliyetçiliğinin irredentist eğilimlerini dizginleyemediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ter-Petrosyan yönetiminin bir diğer açmazı da Türkiye konusundaki politika değişimini halkına benimsetememiş olmasıdır.

2. Karabağ Sorunu: Dış Politika Yaklaşımının Test Edilişi [41]

Karabağ sorunu hem yukarıda belirtilen ilkelerin ve etkenlerin dış politikaya nasıl yansıdığı açısından önemlidir, hem de bizatihi kendisi Ermenistan dış politikasını etkileyen ve hatta belirleyen bir unsur olmuştur.

Karabağ bölgesi yüzyıllardır Türklerin ve Müslüman ahalinin çoğunluğu oluşturduğu bir bölge olmuştur.[42] Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğu 1 Aralık 1920’de ve 1921’de Sovyetler Birliği tarafından da resmen teyit edilmiştir. Buna karşın Sovyetler döneminde Ermeni milliyetçiliğinin güç aldığı en önemli konulardan biri de Karabağ sorunu olmuş ve sık sık Ermeni milliyetçileri Karabağ’ın Ermenistan’a katılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu gösterilerden birine Ter-Petrosyan’ın da katıldığı ve sonrasında tutuklandığı bilinmektedir. Nitekim henüz Sovyetler Birliği dağılmadan, Karabağ bölgesi Ermeni milliyetçiliğinin hedefi olmuştur. 1987 yılında 75.000 Ermeni Ermenistan ile birleşmek istediklerini belirterek dilekçe vermişler, ancak bu dilekçeleri Sovyet makamlarınca kabul edilmemiştir. 1988 çatışmaları şiddetli geçmiş ve bir çok kişi tutuklanmış ya da yaralanmıştır. Bu çatışmaların bir diğer sonucu da bölgedeki Azerbaycanlı nüfusun göç etmeye başlamasıdır. Sovyetler Birliği’nin ters yöndeki tutumuna rağmen Ermenistan’daki ve Azerbaycan yönetiminde bulunan Karabağ bölgesindeki Ermeniler örgütlenmeye ve silahlanmaya devam ettiler. Bu süreçte Levon Ter-Petrosyan da kilit bir rol oynamıştır. Karabağ Komitesi Ter-Petrosyan’ın liderliğinde oluşturulmuştur.[43] Bu dönemde Ter-Petrosyan’ın gerek Karabağ gerekse diğer konularda taviz vermez bir milliyetçi çizgi izlediği gözlenmektedir. Bu çizgisinden ileride sapmalar göstermek isteyen Ter-Petrosyan bunu yapamayacak ve adeta kendi politikalarının sonucu olarak ‘kendi sonunu hazırlayacaktır’.

Karabağ Komitesi’nin temel amacı Ermenistan ve Karabağ topraklarını birleştirmekti ve bu anlamda Komite Azerbaycan ve Sovyet yönetimlerine karşı isyanın da düzenleyicisi olmuştu. Komite’nin bir diğer özelliği de komünizm karşıtı olmasıdır. Komite faaliyetlerini sürdürürken Ermenistan’ın başkenti Erivan’da toplanan kalabalık göstericiler Azerbaycan ile savaş çağrısı yapmaktaydılar. Ermeniler arasındaki bu milliyetçi uyanışa karşın Azerbaycan’da ciddi iç çekişmeler yaşanmış, bu çekişmeler ise cephede ciddi kayıpların verilmeye başlanmasına neden olmuştur. 1989’da Karabağ’daki Ermeni saldırıları zirve noktasına ulaşmıştır ve zaman zaman Azerbaycan’ın Karabağ Özerk Bölgesi dışına da sarkmaya başlamıştır. Kısa sürede başlayan katliamlar ise ne Azerbaycan güçlerince ne de Moskova tarafından durdurulmuştur ya da durdurulabilmiştir. Azerbaycan’da kamuoyu olaylardan dolayı sadece Ermenistan’ı değil, Rusya’yı da suçlamıştır. Azerbaycanlılar’a göre Azerbaycan’da gelişen Rusya karşıtlığı ve Türkçü politikalar[44] nedeniyle Moskova Azerbaycan Türklerini Ermeniler ile ‘terbiye etmektedir’. Bu durumu protesto eden Azerbaycanlılar Sovyet yönetiminin sabrını taşırır ve 15 Ocak 1990’da (Kara Pazartesi) Sovyetler Birliği askeri birlikleri Bakü’ye gönderilmiştir.

1991 yılının Sonbaharında Ermenistan ve Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde tablo şu şekildedir: Ermeniler var güçleriyle Karabağ ile Ermenistan topraklarını birleştirmeye çalışmaktadırlar (Hatta hedefler arasında uzun yıllardır ele geçirilmek istenen Azerbaycan’ın Nahçıvan bölgesi de vardır).[45] Bunun için en çok güvenilen iki unsur diaspora Ermenilerinin lobicilik faaliyetleri ve Rusya’dır. Rusya – Ermenistan işbirliği konusunda Rusya’nın da istekli olduğu görülmektedir. Azerbaycan ve Gürcistan’ndaki gelişmelerden rahatsız olan Rusya Ermenistan’ı “stratejik müttefik” olarak görmektedir. Birazdan görüleceği üzere bu “sempati” zaman içinde Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı silahlı birliklerle destekleme noktasına kadar varacaktır. Buna karşın bağımsızlığını yeni kazanmış olan Azerbaycan gerçek bir birlik göstermekten uzaktır. Buna karşın idealist açıklamalar yapan Azerbaycanlı liderler bir yandan İran ve Rusya’yı tedirgin etmekte ve Ermenistan saflarına itmektedir, diğer taraftan etkili bir şekilde kendi askeri gücünü oluşturamamıştır. Tek doğal müttefik olarak Türkiye görülmektedir, ancak onun da dengeleri ne kadar etkileyebileceği bu dönem için meçhuldür.

Bu ortamda Ermeni liderler yeni kurulan devletin ekonomik ve siyasi temellerini atmak yerine toprakları genişletmeyi öncelikli hedef saydılar ve Karabağ’daki çatışmalar şiddetlendi. Yukarıda sayılan etkenlerin de etkisiyle Ermeniler Azerbaycanlılar’a karşı ciddi bir askeri üstünlük sağladı. Sadece Karabağ bölgesi değil, Karabağ ile Ermenistan arasında kalan Azerbaycan toprakları da Ermeniler tarafından işgal edildi. Ermenilerin özellikle Karabağ’ın işgalindeki iddiası self-determination, yani kendi kendini yönetme hakkıydı. Ancak yüzlerce etnik grubun yaşadığı Kafkasya bölgesinde 150.000 kişi için böyle bir hakkın talep edilmesi Ermeni liderlerin realist olamadıklarını, aksine hayaller peşinde Ermenistan’ın geleceğini tehlikeye attıklarını ortaya koyar. Bu konuda bir diğer kanıt da Ermenilerin Mayıs 1992’de, Karabağ’da başarı sağladıktan sonra Nahçıvan’a saldırmalarıdır. Neredeyse hiçbir Ermeninin yaşamadığı, buna rağmen Ermeni yayılmacılığının hedefi olan bu bölge doğal kaynaklar açısından da zengin değildir. Diğer bir ifadeyle Ermeni saldırılarının belli bir plan ya da derinlikli bir stratejinin ürünü olmadığı, aksine uzun dönemli hedefleri tehlikeye sokacak bir maceraperestlik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nahçıvan bölgesinin toprak bütünlüğü Türkiye’nin de taraf olduğu yazılı antlaşmalar ile garanti altına alındığından Türkiye çatışmaların bu bölgeye sıçramasına hemen tepki gösterdi. Hatta Cumhurbaşkanı Turgut Özal Türkiye’nin savaşa girebileceğini ima etti. Türkiye’de ciddi bir şekilde savaş ihtimali tartışılmaya başlandı. Bu tepki Türkiye’nin sınırların silah zoruyla değişmesine ne kadar karşı olduğunu göstermekle kalmadı, aynı zamanda Azerbaycan’ın Türk dış politikasındaki öneminin de altını çizdi. Bu tepkiden Ermenistan’ın alması gereken bazı dersler vardı: Eğer Ermenistan Türkiye ile uzun soluklu bir ilişki kurmak istiyorsa sınırları silah zoruyla değiştirme yönteminden vazgeçmeliydi. Ayrıca Azerbaycan ile “kan davası”na dönüşen bir çatışma Türkiye-Ermenistan ilişkilerini de çıkmaza sokardı. Ancak Ter-Petrosyan da dahil Ermeni liderlerin bu hesabı yapamadıkları söylenebilir.

Ermenistan, Türkiye’nin savaş tehdidini anlamakta zorlandı. Ancak Rusya’nın bu imaya tepkisi çok sert olmuştur. BDT Ortak Genelkurmayı Başkanı Marshal Shaposhnikov, “Türkiye’nin müdahalesinin üçüncü dünya savaşına yol açacağı”nı açıklamıştır.[46] Diğer bir deyişle Rusya, Türkiye’ye “Ermenistan’ın de facto işgallerinden memnunum. Buna karışma” mesajını vermiştir. Bu açıklama şüphesi en çok Ermenistan’ı sevindirmiştir. Ancak Ermenilerin hesaba katmadıkları nokta bu tür tehditlerin Türkiye’nin Ermenistan’a uzun dönemli bakış açısını olumsuz yönde etkilediğidir. Karşılıklı restleşmelerin ardından Ermeniler Nahçıvan saldırısından vazgeçmişler, böylece büyük çaplı bir hal almaya uygun bir kriz kapanmıştır. Ancak bu olay geleceğe dönük derin izler bırakmıştır: Artık Türkiye Ermenilerin yayılmacı hedefleri konusunda daha net bir bilgiye sahiptir. Ayrıca Ermenistan’ın yalnız olmadığı ve saldırganlığının altında Rusya’nın yattığı iyice anlaşılmıştır.

Çatışmaların sonunda Azerbaycan topraklarının %20’si Ermeni kuvvetlerinin işgali altına girmiştir (Karabağ bölgesi % 8 ve Ermenistan Karabağ arasındaki Azerbaycan toprakları % 12). Tartışmasız uluslararası hukuk ihlali olan işgal hiçbir devlet tarafından kabul edilmemiş, Ermenistan da işgaldeki rolü nedeniyle hukuksal anlamda zor durumda kalmıştır. Kendisinin işgal ile ilgisinin olmadığını iddia etmesine karşın işgalin 150.000 nüfuslu Karabağ Ermenilerince gerçekleştirildiğini düşünmek mümkün değildir. Ayrıca Karabağ’da kurulan sözde cumhuriyetin yöneticilerinin zaman içinde Ermenistan kabinesinde görev alması, hatta bu sözde devletin başkanının Ermenistan Devlet Başkanı olması arada kesin ve doğrudan bir ilişki olduğunu reddedilemeyecek bir şekilde kanıtlar.

Karabağ çatışması ve Ermenistan dış politikasına etkisini analiz etmeden önce Hocalı katliamından da bahsetmekte yarar vardır.[47] Çünkü Bosna’daki şiddeti çağrıştıran Hocalı olayı Ermenilerin bölgede nasıl bir psikoloji ile hareket ettiğini açıkça ortaya koymaktadır:

Hocalı katliamında Azerbaycan’ın Hocalı yerleşim birimine saldıran Ermenilerin eylemleri Batılı ve diğer basın yayın organlarınca bir intikam ve nefret saldırısı olarak yansıtılmıştır. Hocalı’daki Ermeni eylemleri normal savaş koşullarıyla anlatılamaz. Burada Ermeni milisleri savunmasız kadın, çocuk ve yaşlılara dahi işkence uygulamışlar ve bu işkenceler Batılı medya kuruluşlarınca belgelenmiştir. Örneğin haftalık The Economist dergisi Hocalı katliamını (veya soykırımını) şu şekilde tasvir etmiştir:

“Helikopter’den bakıldığında bazı Azeri mültecilerin kaçmak istedikleri, ancak buna rağmen yakalanarak öldürüldükleri açıkça görülebiliyor. Kasaba Ermenilerce 25 Şubat’ta ele geçirilmişti. Bir hafta sonra erkek, kadın ve çocukların cesetleri Nagorno Karabağ’ın karlı yamaçlarına saçılmış bir vaziyette. Şurası açık ki bir çoğu keskin nişancılar tarafından öldürülmüşler. Hayatta kalanlardan bir tanesi Ermenilerin yerde yatanları dahi nasıl öldürdüğünü anlattı. İki adamın derileri yüzülmüş, bir kadının ise parmakları kesilmiş.” [48]

Bir diğer Batılı gazeteci ise manzarayı “parçalanmış vücutlar, bir kısmının derisi yüzülmüş, diğer bir kısmı ise yakılmış” sözleriyle anlatıyor.[49] Batılı kaynakların verdiği bilgilere göre, Hocalı’da bu şekilde katledilen Azerbaycanlı sayısı 1000’i geçmiştir.[50] Bu tablo açıkça gösteriyor ki Ermeni güçlerinin asıl amacı bir toprağı işgal etmek değil, bir halka, sırf Türk oldukları için işkence yapmak, acı çektirmektir. Ermeniler bu katliamda adeta “intikam aldıklarını” düşünmektedirler. Bu Ermeniler arasında 100 yılı aşkın bir süredir derin bir kinin yaşadığını göstermesinin yanında derin bir korkunun kök salmış olduğunu da gösterir. Çünkü insan korkmadığı kişiye karşı böylesine büyük bir vahşet sergileyemez. Böylesine aşırı ve uzlaşmaz grupların Ermeni siyasetindeki etkileri göz önünde tutulduğunda Ter-Petrosyan’ın Ermeni dış politikasında neden yumuşama sağlayamadığı kolayca anlaşılabilir. Bunu söylerken Ter Petrsoyan’ın da zaman zaman bu duyguları paylaştığı ve dış dünyaya gösterdiği “uzlaşma arayışındaki lider” rolünden içeride çok kez sıyrıldığı bilinen bir gerçektir.

Karabağ çatışmalarının Ermenistan dış politikası üzerindeki etkilerini özetleyecek olursak, bu çatışmalar Ermenistan’da istikrarın sağlanmasını geciktirmiş, olaylara daha gerçekçi ve sağduyulu yaklaşabilen grupları olabildiğince zayıflatmıştır. Bu çatışmalar sonucunda ülke kendisini “sürekli savaş” halinde hissetmiş ve aşırıların yönetim üzerindeki etkileri artmıştır. Barış ve istikrar arayışında olanlar “vatan hainliğine” ve işbirlikçiliğe” varan bir suçlamayla karşılaşırken ekonomideki bozulma had safhaya ulaşmıştır. Karabağ çatışmalarının bir diğer etkisi de Türkler konusundaki tarihi nefretin ve korkuların tazelenmesidir. Aşırıların ve diğer bazı odak noktalarının yönlendirmeleri sonucunda Ermeniler, Türklerin kendilerini yeryüzünde bir ırk olarak yok etmeyi amaçladıklarını düşünmektedirler. Bu inanışa göre “1915 yılında amaçlarına çok yaklaşan Türkler bunu Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tekrar deneyebilirler.” Yine bu görüşe göre, “Karabağ’da Ermeniler büyük bir başarı kazanmışlardır, ancak bu çatışmalar Türkiye’nin Azerbaycan’a olan desteğini de göstermiştir. Eğer Ermenistan güçlü olmaz ise Türkiye ve Azerbaycan birleşerek Ermenileri tekrar yeryüzünden silmek isteyebilirler.” Doğal olarak bu yaklaşım Ermenistan’ın Türk komşuları ile olan ilişkilerini olumlu yönde etkilememiş, karşılıklı korkuları beslemekten başka bir işe yaramamıştır. Karabağ çatışmalarının belki de en olumsuz etkisi ülkede yaygın bir şekilde “dış düşman” kavramının yerleşmesi olmuştur. Savaş ve çatışmalardan beslenen gruplar dış dünyada Ermenistan’ı yok etmeye azmetmiş ülke ve grupların olduğunu iddia ederek, Ermenilerin Ermenilerden başka dostunun olmadığını vurgulamışlardır. Batı’nın Türkler ve ekonomik sorunlar karşısında kendilerine yeterince yardım etmediğini düşünen bu gruplara göre hemen hemen herkes Ermenilerin düşmanıdır:

Düşmanlık deyince Türkler ilk akla gelenlerdir. Hatta Narek Mesropian bu durumu “şairane bir dille” şöyle ifade eder: “Türklerden nefret etmek bizim kanımızda var”.[51] Aşırı Ermeni milliyetçilerine göre Yahudiler de, Ermenilerin tarihten gelen düşmanları arasındadır. Ayrıca Yahudilerin ve İsrail’in Türkiye ve Azerbaycan ile olan tarihi ve şu anki dostluğunun Ermenistan’a karşı olduğu inancı çok yaygındır. Hatta bazı Ermeni grupları İttihat ve Terakki’yi 1915 yılında tehcire yönlendirenlerin Yahudiler ve Masonlar olduğunu iddia ederler.[52] Yahudilere duyulan şüphe bugün öyle bir noktaya varmıştır ki bazı Ermeni basın yayın organları dış dünyadaki “karşı Ermeni bloklaşma”nın Yahudiler tarafından yönlendirildiğini dahi iddia etmişlerdir. Azerbaycan petrollerinden pay almak isteyen Yahudi firmaları ve İsrail’in Ermeni “soykırım” iddialarını şiddetle reddetmesi bu kuşkuları daha da arttırmıştır. İlginç olan nokta Ermenilerin batı dünyasına da yeterince güvenmemesidir. Hatta Rusya’ya güvenin dahi belli bir sınırı vardır. Komşulardan Gürcistan da olası düşmanlar arasındadır. NATO’ya üye olmak isteyen ve Türkiye’ye yakın politikalar izleyen Gürcistan’daki Ermeni azınlığın ayrılıkçı hareketleri Gürcistan ile olan sorunları daha da derinleştirmiştir.

Yukarıda çizilen tablo açıkça göstermektedir ki Ermenistan Karabağ çatışmasının da “büyük katkısıyla” derin bir korku ve belki de “paranoya” içine girmiştir ve ne yazık ki bu paranoya hayatın hemen her alanını olduğu gibi dış politikayı da etkilemiştir. Bu ortamda Ter-Petrosyan gibi bir zamanların aşırı milliyetçisi dahi ılımlı kalabilmiş, ancak bu grubun da gücü dengeleri değiştirmeye yetmemiştir. Ayrıca Karabağ ve diğer bazı Azerbaycan topraklarının işgali Ermenistan dış politikasının manevra alanını ciddi bir ölçüde daraltmıştır. Bu işgaller açık hukuk ihlalleridir ve savunulması çok güçtür. Bunun Ermenistan’a bir yük getirdiği aşikardır. Şu ana kadar Azerbaycan b işgalleri dünya kamuoyuna anlatamamıştır ve bundan dolayı nispeten Ermenistan daha rahat olabilmiştir. Ancak uluslar arası sistemde gücü ve önemi günden güne artan bir Azerbaycan, Karabağ konusunda Ermenistan’a büyük sorunlar çıkarma potansiyeline sahiptir.[53]

3. Rusya Ve Diaspora Faktörü

Daha önce de belirtildiği üzere Ermeni dış politikasında aşırılığın ve sertliği iki önemli kaynağı Rusya’nın bölgedeki hakimiyetini devam ettirebilme çabası ve diaspora Ermeni örgütlerinin Ermenistan dış politikası üzerinde belirleyici olma isteğidir. Ter-Petrosyan yönetiminden istedikleri verimi alamayan bu iki güç kaynağı ekonomik ve sosyal sorunlardan da yararlanarak halk arasındaki huzursuzluğun artmasına neden olmuşlardır. Bu süreçte özellikle Taşnakların ve Rusya’nın oynadığı rol dikkate değerdir. Ter-Petrosyan’ın dış politika danışmanı Liberidian, Ter-Petrosyan’ın Taşnak-Rus işbirliği sonucunda devrildiğini, bu ikilinin henüz Ter-Petrosyan devrilmeden önce başkan olarak Koçaryan’ı hazırladıklarını da iddia etmiştir.[54]

Bahsi geçen baskılar sonucunda, 1996 seçimlerinden galip çıkmasına rağmen, Ter-Petrosyan önce başbakanı değiştirmek zorunda kalmış ve 4 Kasım 1996’da atamış olduğu Başbakan Armen Sarkijian’ı  6 Mart 1997’de görevden alarak yerine Karabağ Ermenilerinin lideri olan Robert Koçaryan’ı atamıştır. Ter-Petrosyan’ın daha sonra ifade edeceği üzere Koçaryan savaştan beslenen ve sürekli savaş haline savunan ve bu anlamda Ter-Petrosyan’ın tam tersi bir çizgide bulunan bir liderdir. Bu dönemde Karabağ’daki sorunu çözmeden Ermenistan gerçek anlamda bağımsız, istikrarlı ve ekonomik sorunlarını çözebilmiş bir ülke olamayacağını anlayan Ter-Petrosyan barış çabalarını yoğunlaştırmış, ancak bu çabaları üzerindeki baskıların daha da artmasına neden olmuş, Koçaryan’ın Başbakan olarak atanmış olması dahi baskıların kesilmesini sağlayamamıştır. Gerilimin artması üzerine istifaya zorlanan Ter-Petrosyan’a yöneltilen en önemli suçlama Karabağ konusunda fazla ödün vermesi olmuştur. Ter-Petrosyan’ın istifası üzerine geçici olarak Başkan olan Koçaryan’ın başkanlığa gelir gelmezki ilk icraatı Ter-Petrosyan döneminde uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizmden suçlanan Taşnaklar’ın siyasi faaliyetlerini yeniden serbest bırakmak olmuştur. Bu çerçevede 1995 yılından itibaren hapiste tutulan Vahan Ovenesjan da çıkarılmıştır. Denebilir ki ilk icraatları Koçaryan’ın nasıl bir Başkan olacağının ve dış politikasının nasıl bir içerikte olacağının ilk ipuçlarını vermiştir.

Yapılan ilk seçimde Koçaryan % 59 oy alarak Başkan seçilmiştir.[55] Böylece Ermenistan’da Ter-Petrosyan’ın neredeyse tam tersi görüşleri savunan bir lider, Robert Koçaryan iktidara gelmiştir.

4. Türkiye’nin Tavrı

Koçaryan dönemi dış politikasını incelemeye geçmeden önce Ter-Petrosyan döneminde Türkiye’nin tavrına değinmekte yarar vardır. Çünkü gerek Ter-Petrosyan gerekse Türkiye’de bazı çevreler Ter-Petrosyan’ın düşerek yerine çok daha sert bir ismin, Robert Koçaryan’ın gelmesinden dolayı Türkiye’yi suçlamışlardır. Bu suçlamalara göre Türkiye Ter-Petrosyan’ın uzlaşma çabalarına ve Ermenistan’daki konumuna yeterli desteği vermemiş ya da verememiştir.

Her şeyden önce Türkiye’nin hataları olduğu muhakkaktır. Bölge hakkında yeterli bilgi birikimine ve kadrolara sahip olamamaktan, bölgeyi yeterince yakın takip etmemeye ve elindeki ekonomik, siyasi ve sosyal araçları verimli bir şekilde kullanamamaya kadar geniş bir alanda ihmal ve eksikliklerden bahsetmek mümkündür. Ancak istenmeyen sonuç nedeniyle sadece Türkiye’yi suçlamak mümkün değildir. Türkiye’nin bu dönemde Ermenistan’dan talepleri oldukça makuldür: Uluslararası hukuk kurallarına uyulması; saldırgan ve irredentist politika ve söylemlerden vazgeçilmesi. Başka bir yazının konusu olabilecek genişlikteki bu isteklerden Türkiye’nin vazgeçmesi hem hukuksal, hem de siyasi açılardan mümkün değildir. Çünkü Ermenistan’ın hukuk ihlallerinin görmezden gelinmesi ileride “bumerang” misali Türkiye’yi tehdit edecek türdendir. İkinci olarak Azerbaycan ile kıyaslandığında Ermenistan’ın nispeten daha az önem taşıdığı açıktır. Bu durumu tespit eden Ermenistan yöneticilerinin Azerbaycan’ın işgali ortadan kalkmadan Türkiye ile ilişkilerin gelişemeyeceğini tahmin etmeleri gerekirdi.

Tüm olumsuzluklara karşın Türkiye’nin bu dönemdeki çabaları da dikkate değerdir. Ermenistan’ın uluslararası sisteme entegre olabilmesi için her türlü çabayı destekleyen Türk yöneticiler, Azerbaycan ile olan sorunların bir an önce çözülebilmesini en çok arzulayan taraflardan biri olmuş, hatta bu konuda arabuluculuk rolü oynayabileceğini taraflara iletmiştir.[56]       

Bu bilgiler ışığında Ter-Petrosyan ve onun döneminde Ermenistan’ın özellikle dış politikada başarısız olduğu söylenebilir. İlk bakışta başarı gibi görünen işgaller dahi aslında başarısızlık olarak sayılabilir. Çünkü bu işgaller ülke ekonomisinin ve siyasi yapısının çökmesine ve aşırıların çoğunluğu ele geçirmelerine neden olmuştur. Bu başarısızlığın nedenleri şu şekilde özetlenebilir:

 

1. Yukarıda sayılan dış politika belirleyicilerinin zamanında ve doğru bir şekilde okunamaması,

2. Dış politika belirleyicilerinin gereklerinin yerine getirilememesi,

3. İmkanlar ile orantılı hedeflerin ortaya konamaması,

4. Aşırı gruplar ile belli bir dönem yapılacak işbirliğinin süreklilik kazanmasının önüne geçilememesi,

5. Karabağ çatışması,

6. Bölge devletlerinin uluslar arası sistemin kaygı ve hassasiyetlerinin dikkate alınmaması,

7. Bölge devletlerinin (özellikle Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye) sınır bütünlüğüne yeterince saygı gösterilmemesi,

8. Rusya faktörü,

9. Diaspora ve Taşnak faktörü,

10. Ekonomik ve sosyal sorunlar,

11. Liderden (Ter-Petrosyan) kaynaklanan sorunlar,

 
B. KOÇARYAN DÖNEMİ: ÇATIŞMA MERKEZLİ [57] BİR DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI

Koçaryan dönemi dış politikası incelendiğinde ilk ve en önemli özelliğinin saldırganbir dış politika olması olduğu söylenebilir. Bunun nedeni Ter-Petrosyan’ın dış politikasının başarısız olduğu varsayımıdır. Koçaryan yönetimine göre Ter-Petrosyan barışçı ve tavizkâr tutumu nedeniyle başarısız olmuştur. Ermenistan özellikle Türkiye ve Azerbaycan’a karşı saldırgan ve aktif bir dış politika izlemelidir. Sonuca ancak bu şekilde ulaşılabilir. Bu özelliklerinin de etkisiyle, Ter-Petrosyan Koçaryan ve ekibini “savaş partisi” olarak nitelendirmiştir.[58]

Saldırgan bir yaklaşımı benimseyen Koçaryan iktidara geldiği ilk andan itibaren bu tutumunu hissettirmiş ve dış politikada ciddi değişiklikler olacağını işaret etmiştir. Bu “iddialı” yöntemine karşın Koçaryan’ın Ermenistan ile Türkiye arasındaki büyük güç farkını bilmediği söylenemez. Ancak Koçaryan’a göre Ermenistan Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bazı önemli araçlara sahiptir ve bunları kullanmış değildir. Bu araçlar esas olarak beş tanedir: 1. Soykırım İddiaları, 2. Diaspora Ermenileri, 3. Rusya Faktörü, 4. Bölgesel Kutuplaşma Çabası (Yunanistan, Suriye, İran ve Kıbrıs Rum Kesimi ile Türkiye’ye karşı ittifak arayışları), 5. Türkiye’nin Sınırlarının Tartışmaya Açılması.

1. Dış Politika Aracı Olarak Soykırım İddiaları

Daha iktidara geldiği ilk günlerden itibaren Koçaryan ve dış politika ekibi soykırım iddialarını gündeme taşımaya başlamış ve diaspora Ermenilerini de bu konuda teşvik etmiştir. Koçaryan, Ermenistan’ın yeni dış politika hedefleri arasında “soykırım” iddialarının tanınmasını en önemli hedeflerinden biri olduğunu sıkça vurgularken, bu konuda diaspora Ermenilerinin yardımlarını beklediklerini de söylemiştir. 1999 yılında yapılan 1. Ermenistan – Diaspora Konferansı’ndaki çağrısında da bu isteklerini yinelemiştir. Koçaryan buradaki konuşmasında “soykırımı sadece diasporanın değil devlet ve millet olarak tüm Ermenilerin davasıdır” ifadelerine yer vermiştir.[59]  Hatta Türkiye’den ATV televizyonuna verdiği demeçte Robert Koçaryan soykırım iddialarının kabulünün Ermenistan’ca bir önşart olarak öne sürülebileceğini dahi ima etmiştir:

R. Koçaryan: “Bizim de şartlarımız var. Bu doğru yol değil ama.”

Muhabir: “Ne tür şartlarınız var?”

R. Koçaryan: “Soykırım örneğin. Sonra bazı diplomatik sorunlar var. Bazı sınır problemleri var.”[60]

Koçaryan 24 Nisan 2002 günü sözde soykırımı anma gününde yapmış olduğu açıklamada da bu iddialarını tekrarlamıştır:

“Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınması Ermenistan’ın dış politika gündemindeki yerini almıştır ve bu durum Ermeni halkının haklı taleplerini ve beklentilerini yansıtmaktadır.”[61]

Ermenistan dış politikasında soykırım iddialarının bir gerçek olarak tanınmasının önemli bir hedef olduğu değişik vesilelerle dile getiren[62] Dışişleri Bakanı Vartan Oskanian’ın ifadelerine göre ise Ermenistan soykırım iddialarından üç aşamalı bir beklenti içindedir:

Soykırımın tanınması üç yönü hedeflemektedir: ilk olarak soykırımın tanınmasını güvenceye almak için diğer devletler ile birlikte çalışılması; ikinci olarak Türkiye’nin soykırımı tanıması. Üçüncü ise uluslararası kurum ve örgütlerin sorunu insan hakları genel kontekstinde ve özellikle uluslararası mahkemelerin soykırım tanımı çerçevesinde ele alarak sunmaları yoluyla canlı tutmaktır.”[63]

Diğer bir deyişle ilk önce soykırım iddiaları konusunda diğer ülkelerin destekleri alınacak, bu destek yoluyla Türkiye’ye baskı yapılarak Türkiye’nin tanıması sağlanacak, uygun siyasi ve psikolojik zemin sağlandıktan sonra da uluslararası örgütler ve mahkemelere gidilecek, ayrıca bunlar sorunun gündemde kalması için kullanılacaklar. Şüphesiz soykırım iddialarının kabul edilmesinden Koçaryan yönetiminin ve diğer aşırı Ermeni gruplarının pratik beklentileri de bulunmaktadır: Tanımanın ardından gelecek tazminat talepleri ve toprak istekleri bunlardan yalnızca iki tanesidir.[64] Ancak Koçaryan’ın soykırım iddialarını Ermenistan dış politikasının temeline yerleştirmesinin altında daha kısa dönemli hedefler bulunmaktadır. Koçaryan soykırım iddiaları yoluyla Türkiye üzerinde Batılı ülkelerin baskısını sağlamak, bu sayede Azerbaycan, Karabağ ve Türkiye ile ekonomik ilişkiler konularında taviz koparmak gayretindedir. Sözde soykırımı tanıtma faaliyetlerinin ağırlıklı olarak Batılı ülkelerde yürütülmesi de bunu göstermektedir. Yani amaçlardan biri de  Türkiye ile Batılı ülkeleri karşıya getirmektir. Soykırım dışında ekonomik sorunları nedeniyle de Türkiye’yi sorumlu tutan Ermenistan sık sık Türkiye’nin Ermenistan’a ekonomik ambargo uyguladığını Batılı ülkelere iletmektedir.[65]

Khatchik Der Ghosgassian’a göre soykırım iddialarının dış politika sorunu olarak gündemde tutulmasının “bir diğer yararı ise Türk tehdidi konusunda Ermenileri sürekli olarak uyanık durumda tutmaktır.”[66] Diğer bir deyişle soykırım iddiaları gündemde tutularak aynı zamanda dış tehdit miti güçlendirilerek Koçaryan politikaları ve iktidarı da meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Soykırım iddialarının diaspora açısından önemi yazının ilk kısımlarında ele alınmıştı. Koçaryan’ın soykırım iddialarını yeniden gündeme taşıması ve diasporadan bu konuda yardım istemesi diaspora Ermenilerini yeniden kaynaştırmış ve harekete geçirmiştir. ABD  Ermeni yayın grubu Groong’un şu tespiti Türk düşmanlığı ve oluşturulan soykırım efsanesinin nasıl bir rol oynadığını açıkça ortaya koymuştur:

“Bağımsızlıktan günümüze geçen bir 10 yılın ardından Erivan şunu anladı ki, soykırımın tanınması homojen olmayan Ermeni diasporasını birleştiren ve harekete geçiren tek konudur.” [67]

Şu ana kadar Ermenistan Ermeni diasporasını ve Batı dünyasındaki taraftarlarını harekete geçirmeyi başarmış, aktif durumda olanlara da büyük bir moral destek sağlamıştır. Bu destek sonucunda Ter-Petrosyan dönemi ile kıyaslanamayacak düzeyde bir kampanya başlatılmış ve soykırım konusunda Türkiye üzerindeki baskılar olabildiğine artmıştır.[68] Özellikle Fransa’daki tanıma kararı Koçaryan’ın hedeflerine ulaşmaya başladığını da göstermiştir. Türkiye ile Fransa arasında bozulan ilişkiler ve Türkiye’nin bir çok Batılı ülke ile ilişkilerinde soykırım iddialarının önemli bir problem olması Koçaryan’ı umutlandırmıştır. Ancak Batı ve diaspora üzerinden yapılan baskılar sonucunda Ermenistan ile görüşmeye zorlanacağını düşündüğü Türkiye’nin tavrı Ermenistan’ı ve Koçaryan hükümetini bir anlamda hayal kırıklığına uğratmıştır. Çünkü soykırım iddiaları gündeme taşındıkça ve Ermeniler bu iddialara destek verdikçe Türkiye’nin tavrı daha da sertleşmiş, diyalog ve ilişkileri geliştirme çabaları sekteye uğramıştır. Ermenistan vatandaşlarına sınırda vize kolaylığının kaldırılması Türkiye’nin sertleşen tutumuna örneklerden sadece biridir. Diğer bir deyişle Koçaryan’ın dolaylı saldırgan dış politikasının en azından soykırım iddiaları konusunda işe yaramadığı, aksine geri teptiği söylenebilir.

2. Diaspora Ermenileri

Koçaryan dış politikasının bir diğer özelliği de Ermenistan’ın dış politika belirleyicilerinden birisinin de diaspora olduğu gerçeğini kabul etmesi, hatta bundan memnun olmasıdır. Yeryüzündeki tüm Ermenilerin büyük çoğunluğunun anayurtlarından (Ermenistan) başka ülkelerde yaşadığı hatırlanacak olursa bu yaklaşım anlaşılabilir. Ancak Koçaryan’ın tercihi demokratik temsil kaygılarından çok daha başka nedenlere dayanmaktadır. Diaspora ile yakınlaşmadaki ilk amaç ekonomik kaygılardır. Diasporanın Ermenistan’a yapacağı yatırımlar ekonomik sorunları azaltacak, ayrıca ülkenin dış arenada güçlenmesini sağlayacaktır. İkinci olarak diaspora Ermenistan’ın tüm dünyadaki, özellikle Batı’daki, savunucusu konumundadır. Diğer bir deyişle sesini dünyaya duyurmak isteyen Ermenistan’ın diasporaya ihtiyacı vardır. Bir diğer hedef ise birinci madde ile, yani soykırım iddiaları ile ilgilidir. Koçaryan Türkiye ve diğer “rakipleri” ile Ermenistan’ın tek başına “baş edemeyeceği” kanaatindedir. Bu “mücadelede diaspora Ermenilerinden büyük yararlar umulmuştur.

Bu çerçevede, kendisi gibi radikal görüşlere sahip olan diaspora Ermeni kuruluşlarıyla yakın işbirliğine giren Koçaryan bu ilişkiyi kurumsallaştırmaya da çalışmıştır. Ermenistan’da düzenlenen ve 45 ayrı ülkeden, binlerce Ermeni temsilcinin katılımıyla gerçekleştirilen Ermeni - Diaspora Konferansı ve Pan-Ermeni Olimpiyatları bu çabalara iyi bir örnek teşkil eder.[69] Özellikle Ermenistan – Diaspora Konferanslarının Koçaryan döneminde, Eylül 1999’da yapılmış olması manalıdır. Koçaryan bu yolla diasporaya açık bir mesaj göndermiştir. Kanlı parlamento baskının gölgesinde kalan bu konferansın Mayıs 2002’de Ermenistan’ın başkenti Erivan’da tekrar düzenlenmesi ve geleneksel hale getirilmeye çalışılması diaspora ile Ermenistan arasında süreklilik kazanacak bir kurumsallaşma arayışıdır. Nitekim İkinci Konferans’ta alınan karar gereği üçüncü konferans üç yıldan daha kısa bir sürede gerçekleştirilecek, diğer taraftan oluşturulan kurullar alınan kararların uygulanmasını takip edecektir.[70] Koçaryan’a göre kendi döneminde başlatılan sürecin temel amacı “Ermenistan ile diaspora arasında tam bir bütünleşmenin sağlanması ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin tüm ulusal potansiyellerini bu yolla kullanabilmesidir.”[71]

Koçaryan’ın diasporaya gönderdiği bir diğer mesaj da Taşnakların hükümette temsil edilmelerini sağlaması ve biraz önce değinilen soykırım iddialarını gündemin ilk maddesi haline getirmesi olmuştur.[72]

Diaspora-Ermenistan ilişkilerinde yaşanan bu bütünleşme eğilimi ilk etkisini doğal olarak Türkiye - Ermenistan ilişkileri üzerinde göstermiştir. Çünkü iki ülke ilişkilerine en büyük engeli diasporanın uzlaşmaz tavrı oluşturmaktadır.[73] Öyle ki Robert Koçaryan İkinci Konferans esnasında Ermenistan’ın Türkiye ile ilgili kararları diaspora Ermenileri ile birlikte alması gerektiğini dahi öne sürmüştür.[74] Bu da ilişkilerde yeni gerginliklerin habercisi olacaktır. Çünkü diaspora kuruluşları içinde dialoga karşı olanların Ermenistan üzerindeki etkileri diğer kuruluşlara göre daha fazladır.[75] Ayrıca İkinci Ermenistan Diaspora Konferansı’nda alınan kararlardan birinin de “soykırımın tanınması öncelikler arasındadır”[76] şeklinde olması Türkiye – Ermenistan ilişkilerindeki sıkıntılarda “soykırım” iddialarının devam edeceğini göstermektedir. Ancak tüm bu gelişmeler Ermenistan dış politika yapıcıları üzerinde gerekli etkiyi yapamamıştır. Örneğin Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanian, bir soru üzerine “Ermenistan – Türkiye ilişkileri bu durumdan olumsuz etkilenmez. Çünkü ortada zarar görebilecek bir ilişki yok” demiştir.[77]

Diasporanın Ermenistan üzerinde artan nüfuzunun ikinci büyük etkisi Ermenistan’ın Karabağ politikaları üzerindedir. Geçen zaman içinde Koçaryan dahi bir barış yolunun gerekliliğine ikna olmaya başlamışken, diaspora Ermeni kuruluşları böyle bir gelişmeyi engellemektedirler. Karabağ ve Ermenistan ile arasındaki koridorun hiçbir şekilde Azerbaycan’a geri verilmemesini savunan diaspora kuruluşları en son Konferans öncesinde Karabağ’daki Ermeni nüfusunun 250.000’e çıkarılmasını (şu anda 150.000’in altında), bunun için de Pan-Ermeni Fonu[78] aracılığıyla 350.000.000 dolar civarında bir ekonomik yardımın sağlanmasını karara bağlamıştır.[79] Nitekim Konferans’ın aldığı kararlardan birinin de “Karabağ’ın kurtarılması Ermenilerin modern tarihteki en önemli başarılarıdır”[80] ifadesi de Karabağ konusunda Ermeni tarafından taviz ya da uzlaşma arayışını zora sokacağını göstermektedir.

Diasporanın Ermenistan dış politikasına bir diğer zararı ise içlerinde Ermeni azınlık bulunduran ülkeler ile, özellikle de Gürcistan ile olan ilişkilerde yaşanmıştır. Gerçekçi olmayan hedefler Gürcistan’da tedirginilk yaratmıştır ve bu tedirginlik halen devam etmektedir. Ülkelerinde “aktif” bir Ermeni azınlık bulunan Gürcüler bu sorun nedeniyle Türkiye, Azerbaycan ve Batılı ülkelere daha çok yaklaşmakta, buna karşılık Ermenistan ve Rusya ikilisini ise önemli bir tehdit olarak algılamaktadırlar.[81]

Özetle Koçaryan daha önceki yönetimin tersine diasporanın hemen her alanda yardımını aramış ve bu yolla hem iç sorunlarını çözmeye çalışmış, hem de dış politikada elini güçlendirmek istemiştir. Ancak Ermenistan’da yaşamayan ve yaşama niyetinde olmadığını şu ana kadar gösteren radikal Ermeni diasporası gün geçtikçe Ermenistan üzerindeki etkisini arttırmaktadır. Bu süreç Ermenistan’daki olaylar üzerinde Ermenistanlı yöneticilerin etkili olamamasına neden olabilir. Özellikle ekonomi alanında bunun ilk işaretleri alınmaya başlanmıştır da. Bundan da önemlisi Ermenistan’da yaşamayan Ermeni diasporası Ermenistan’ın şartlarını ve ihtiyaçlarını da anlayamamaktadır. Bu da hayalci, belki de uygulanması imkansız politikaların iç ve dış politikada hükümete empoze edilmesine neden olmaktadır. Türkiye ve Karabağ politikalarındaki gelişmeler bu yöndedir. Koçaryan, Ter-Petrosyan gibi ama farklı bir alanda, belki de durduramayacağı bir süreci başlatmıştır. Ter-Petrosyan Karabağ politikalarının altında ezilmiş, kendi oluşturduğu ortamın kurbanı olmuştu. Şimdi ise Koçaryan, Ermenistan’ı kısa dönemli çıkarlar için diaspora örgütlerine adeta devretmektedir. Bu süreçten geri dönüş sanıldığı kadar kolay olmayabilir.

3. Rusya Faktörü

Koçaryan yönetimi Batı’dan soykırım iddialarını ve diaspora baskısını kullanarak Türkiye’yi Ermenistan’la uzlaşmaya zorlamaya çalışırken, Doğu’da da Rusya faktörünü “kullanmak” istemiştir. Oysa ki Türkiye ve Rusya gibi iki bölgesel gücü bölgesel küçük bir devletin ne kadar kullanabileceği oldukça tartışmalıdır. Rusya’nın bölgesel hegemonyasını yeniden kurması konusunda Rus politikalarını destekleyen Ermenistan bu anlamda Kafkasya’daki tek “Rus kalesi” haline gelmiştir. Rusya’nın Azerbaycan ve Gürcistan[82] ile ilişkilerinin sorunlu olduğu, hatta bu iki ülkenin iç sorunları ve ülkelerindeki ayrılıkçı hareketler nedeniyle Rusya’yı suçladıkları hatırlanacak olursa Ermenistan’ın Rusya merkezli dış politikası bu ülkeler ile olan ilişkilerini de bozmuştur. Hatta Rusya – Ermenistan yakınlaşması bu ülkelerce bir bloklaşma şeklinde dikkate alınırken her iki ülkenin de Türkiye ve Batı’ya yaklaşmasını hızlandırmıştır. Rus askeri üssünün Ermenistan’daki varlığının güçlenerek devam etmesi ve iki ülke arasındaki silah ilişkisi ve saldırı durumunda yardım sözleri hem Gürcistan’ı, hem de Azerbaycan’ı tedirgin etmiştir. Karabağ çatışmalarında Rus birliklerinin (özellikle 366. Rus Birliği) Azerbaycan’a karşı Ermeni güçlerini desteklemesi[83] hala unutulmadığından bu stratejik işbirliğinin bölgedeki diğer ülkeleri hedef aldığı kolayca tahmin edilebilmektedir. Rusya’nın Kuzey Kafkasya’da azınlıklar, özellikle Çeçenler ile yaşadığı sorunlar bölgedeki korkuları, dolayısıyla Ermenistan’a karşı duyulan endişeleri arttırmaktadır. Kendisini güvence altına almak isteyen Azerbaycan ve Gürcistan bunun için başta ABD, Türkiye ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta, hatta Rusya’ya karşın NATO’nun üyesi olmak istemektedirler. Gürcistan ve Azerbaycan Rusya’ya karşı NATO askerlerini isterken, Ermenistan böyle bir gelişmenin bölgedeki dengeleri bozacağını istikrarı olumsuz etkileyeceğini söylemiştir. Ermenistan’a göre Rus askerlerinin Ermenistan’daki varlığı ise “bölgede güvenliğin garantisidir”. Nitekim Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanian “Rus askeri üssünün Ermeni topraklarındaki varlığı Ermenistan’ın güvenliğindeki en önemli faktörlerden biridir” demiştir.[84]

Koçaryan’ın, Ter-Petrosyan’dan farklı olarak Rusya’ya bu kadar yaklaşmasının üç temel nedeni bulunduğu söylenebilir:

1. Rusya’nın düşmanlığını kazanmamak. Çünkü Koçaryan, bölgedeki diğer ülkelerde yaşanan iktidar değişiklikleri gibi Ter-Petrosyan’ın gidişinden de Rusların sorumlu olduğunu düşünmekte, şu ana kadarki başkanlık tecrübesinde de Rus etkisinin ne kadar güçlü olduğunu anlayabilmektedir. Bu nedenle Rusya’nın düşmanlığındansa dostluğunu kazanmayı tercih etmektedir,

2. İkinci önemli neden ise dolaylı saldırgan dış politikanın bir parçasıdır. Yani Türkiye’ye Rusya üzerinden baskı yaparak, en azından onu Rusya ile korkutarak Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmaya zorlamak istemektedir.

3. Son olarak Ermenistan kendi güvenliğini tehlikede görmektedir. Güçlenen Azerbaycan ordusu, Türkiye faktörü ve zayıflayan Ermenistan ekonomisi Rusya’nın askeri varlığını bir anlamda gerektirmektedir. Bu noktada Ermenistan’ın diğer bölge ülkeleri gibi ABD ve NATO’dan ziyade Rusya’yı tercih etmesi anlamlı bulunabilir. Bu da bölge dengeleri, ideolojik tercihler ve tarihi Rus – Ermeni “dostluğu” ile açıklanabilir.

Koçaryan, Rusya ile olan ortaklığından beklediği sonuçları elde edebilmiş midir? Bu soruyu cevaplamadan önce Rusya ile yakın ilişkinin bazı yan etkilerinin olduğunu belirtmekte yarar vardır. Özellikle söz konusu olan Ermenistan gibi küçük bir ülke ise. Rusya’nın diğer devletler ile ilişkileri, Rusya’nın küçük ülkeler ile ilişkilerinde ekonomik ve siyasi bağımlılık kurduğunu göstermiştir. Sovyetler Birliği geçmişi bulunan ülkelerin bu bağımlılığa daha açık oldukları ortadadır. Diğer bir deyişle eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını gerçek anlamda hayata geçirebilmeleri Rusya’dan ekonomik ve siyasi alanlarda kurtulmalarına bağlıdır. Ter-Petrosyan’ın nispeten “dikkatli” Rusya politikasının altında yatan nedenlerden biri de bu tespit olsa gerektir. Ancak Koçaryan yönetimi hemen her alanda Ermenistan’ı Rusya’nın etkisine açmıştır. Bunun sonucu olarak ekonomik alanda Ermenistan, Rusya’ya karşı ciddi yükümlülükler altına girmiş ve ekonomisi Rusya bağımlı olmaya devam etmiştir. [85]

Rusya konusunda bir diğer tespit ise Rus askerinin bir kez girdiği bölgeden kolay kolay çıkmaması gerçeğidir. Nitekim Gürcistan ve Azerbaycan dahi tüm ısrarlarına rağmen Rus tesislerinden kurtulmakta zorluklar yaşamaktadırlar. Bu ortamda Ermenistan’ın Rus askeri üssü konusunda büyük tavizler vermiş olması onun gelecekte Rusya politikasındaki manevra alanlarını daraltacaktır.

Tüm bu bilgilerin ışığında Rusya ile yakın ilişkilerin olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle 11 Eylül olayları sonrasında yeniden oluşan dengeler Ermenistan’ı yeni alternatifler aramaya itmiştir. Ancak Rusya faktörü Ermenistan dış politika belirleyicilerinin alternatiflerini azaltmıştır. Bu süreç artarak devam edecektir denebilir. Türkiye konusunda ise Ermenistan beklediğini yine bulamamıştır. Rusya’nın bölgeye daha rahat bir şekilde yerleşmesi Türkiye’yi tedirgin etmişse de Ermenistan politikalarında değişikliğe gitmesine yol açmamıştır. Aksine Ermenistan bölgede gerginliği arttırdıkça Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme isteği azalmış, hatta Ermenistan’a dönük söyleminde sertleşmeler yaşanmıştır.

4. Bölgesel Bloklaşma

Koçaryanın dolaylı saldırgan dış politikasında diğer bir araç olarak Türkiye’nin diğer “hasımları” kullanılmak istenmiştir. Özellikle Koçaryan’ın iktidara geldiği dönemde hız kazanan bu stratejiye göre Ermenistan Türkiye’nin rakip saydığı hemen hemen tüm ülkeler ile işbirliğini arttırmak, hatta bu yakınlaşmaları askeri ittifaklara taşıma gayretine girmiştir. Bu konuda en dikkat çekici ülkeler Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İran ve Suriye’dir. Biraz önce detaylı bir şekilde ele alınan Rusya da bu yeni strateji içinde değerlendirilebilir. Şüphesiz böyle bir bloklaşmayı Ermenistan gibi bir ülkenin tek başına gerçekleştirebilmesi neredeyse imkansızdır ve söz konusu süreçte ismi geçen ülkelerin istekli olmasının da büyük bir rolü olmuştur. Ancak bu da tek başına yeterli değildir ve Rusya ile Yunanistan’ın[86] bu süreçteki aktif rolleri gözden kaçırılmamalıdır. İran ve Suriye ise, Batı’nı tavrı nedeniyle dış politikalarında ciddi bir alternatifsizlik yaşamakta, bu nedenle gelen işbirliği tekliflerini olabildiğince değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Sonuç olarak Ermenistan, Suriye, İran[87], Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile olan ilişkilerini ekonomiden savunmaya kadar her alana yaymıştır. Bu ilişkilerin “üçüncü bir devleti hedef almadığı” Ermeni yetkililerce sıklıkla tekrar edilse de bir çok toplantıda görüşmeler “Türkiye tehdidi” üzerine odaklanmakta, hatta bazı katılımcılar bunu açıkça söyleyebilmektedirler. Ayrıca Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile yapılan işbirliği soykırım iddialarında da devam etmektedir. Ermeni tarafı tüm dünyada Rumların da Türkler tarafından soykırıma uğratıldığını savunurken, Rumlar da Ermenilere destek veriyorlar. Bunun en son örneği 19 Mayıs gününün Ermenistan’da sözde Rum Soykırımını Anma Günü ilan edilmiş olmasıdır.[88]

Ermenistan’ın bu bloklaşmadan ne tür faydalar sağladığını söyleyebilmek bu aşamada güçtür. Ermenistan’ın küçük bir ekonomi olması ve dışa kapalı coğrafi konumu nedeniyle bu ilişkilerden umduğu ekonomik yararı sağlayabildiğini söyleyebilmek zordur. İran dışında kalan ülkelerin Ermenistan dış ticaretindeki payları küçük olduğu gibi Ermenistan’ın büyük çaplı ticari ilişkileri yürütecek iç dinamikleri mevcut değildir. Bu ilişkilerden diaspora Ermenileri belli bir yarar sağlayabilirse de, bu da Ermeni olmalarından çok yaşadıkları Batılı ülkelerin avantajlarından kaynaklanacaktır. Siyasi ve askeri alanda ise kimin kimi kullandığı meçhuldür. Türkiye’yi tedirgin ederek görüşmelere zorlama hesapları ise gerçekçi değildir. Nitekim şu ana kadar Türkiye, Ermenistan’ın bu girişimini ciddiye almamış, bunun yerine sözü geçen ülkeler ile ilişkilerini birebir geliştirme yoluna gitmiştir. Buna karşın Ermenistan’ın bu girişimleri Türkiye ile olan ilişkilerine zarar vermeye devam etmiştir. Tüm bunlara ek olarak bu ülkelerin yarısı ABD’nin terör listesine yer alan ülkelerdir (Suriye ve İran). Yine bu ülkelerin bölgedeki dış politika hedefleri ile Batılı ülkelerin hedefleri arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi ile siyasi işbirliği ise Türkiye ile ilişkileri zaten bozuk olan Ermenistan dış politikasına yeni yükler getirmektedir. İran ile kurulan işbirliğinin askeri alana kayması ise hem ABD’nin tepkisini çekmekte, hem de Azerbaycan’ı tedirgin etmektedir.[89] Koçaryan yönetimi bunu bir koz olarak görüyorsa da İran, Rusya ve Ermenistan’ın Batı çıkarlarını tehdit eder bir şekilde biraraya gelmeleri büyük güçlerin bölgeye ilgisini arttırmakta, bu da Ermenistan’ı kontrol edemeyeceği bir süreçte zor durumda bırakmaktadır. Son dönemde Ermenistan ile ABD arasında İran’a satılan mallar konusundaki sorunlar ve ABD askerlerinin Gürcistan’a gelişi ve ABD’nin İran karşısında Azerbaycan’a verdiği destek Ermenistan’ın yeni stratejisinin ters tepebileceğini, en azından manevra alanını daraltabileceğini göstermektedir.

5. Toprak Talepleri

Koçaryan yönetiminin Türkiye’yi sıkıştırmak ve bu yolla görüşmeler zorlamak, belki de taviz vermek konusundaki stratejisinin bir parçası olarak da toprak talepleri gündeme gelmiştir. Bu talepleri resmi kanallardan yapmamaya özen gösteren yönetim daha ilk günden bu tür imalarda bulunmuş, gayri-resmi yollarla da bu istekler dile getirilmiştir. Bugün hala Ermenistan’da ve diasporada Türkiye’nin Doğu illeri için “Batı Ermenistan” kavramı kullanılmakta, bu illerden “Ermenilerin işgal altındaki vatanları” şeklinde bahsedilmektedir. Ancak bu politikada kısa zamanda başarısızlığa uğramıştır denebilir. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal ederek uluslar arası hukuk kurallarını açıkça çiğneyen Ermenistan bu imalarla daha zor durumda kalmıştır. Nitekim bu politikanın sonucçsuz kalacağını anlayan Koçaryan da CNN Türk aracılığıyla verdiği demeçte Türkiye’den toprak talep etmediklerini açıkça söylemiştir. Bu sözler üzerine Koçaryan hem Ermenistan’daki bir çok parti tarafından, hem de ABD Ermenileri tarafından ağır bir dille eleştirilmiş, hatta Asbarez bu gelişmeyi “Koçaryan’ın diasporadan uzaklaşması” şeklinde yorumlamıştır.[90] Koçaryan yönetiminin diaspora ve aşırı gruplar ile grift ilişkisi nedeniyle bu hedeflerinden tamamen uzaklaşması zor görünmektedir. Diğer bir deyişle Koçaryan’ın toprak talepleri konusundaki sözleri ile icraatlerı arasında ciddi bir uyumsuzluk yaşanmakta, bu da Türkiye’deki güvensizliği beslemektedir.

Başarısızlık ve 11 Eylül’ün Etkileri: Değişim Çabası mı?

Sonuç olarak tıpkı Ter-Petrosyan gibi Koçaryan da dış politikada hedeflerine ulaşamamıştır denebilir. Türkiye ile sorunlar yerli yerinde durmakta, Azerbaycan konusunda bir gelişme kaydedilememiş durumdadır. İran ve Suriye konusunda Batı’nın tepkisi çekilmiş, Rusya’ya bağımlılık artarak devam etmiş, ekonomide çöküş sürerken, nüfus azalmıştır. Diğer bir deyişle dışarıda yeni topraklar peşinde koşan Ermenistan elindeki nüfusu birarada tutmayı dahi başaramamıştır. İşte tüm bu faktörler Koçaryan yönetimine ve Ermeni halkına “acaba izlenen politikalar yanlış mı” sorusunu sordurmaktadır. Özellikle sorunların çözümü konusunda diasporaya bel bağlayan yönetim ve halk diasporadan gelen yardımların zayıflığı karşısında hayal kırıklığına uğramakta, diasporayı “bencillikle” suçlamaktadır. Ancak daha önce de belirtildiği üzere Koçaryan’ın girmiş olduğu yol kolay dönülebilir bir seçim değildir. Aşırılar ve dış güç odakları yerlerini almış ve hızla örgütlenmişlerdir. Çatışma ve istikrarsızlıktan bunalanlar başka ülkelere kaçarken, istikrarsızlıktan beslenenlerin ülkedeki konumları artmıştır. Bu ortam değişimi zorlaştırmaktadır.

Ermenistan’ı dış politikasını gözden geçirmeye yönelten bir diğer neden ise Rusya merkezli politikaların Batı’yı ve özellikle ABD’yi ihmal etmesidir. Gelinen noktada ABD ve bölgedeki en önemli müttefiki İsrail, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerini arttırırken, Ermenistan tam tersi bir istikamete girmiş durumdadır. Bu da uzun dönemde Ermenistan’ın çıkarlarını açıkça tehdit etmektedir. Bu süreçte 11 Eylül olaylarının büyük bir rolü olmuştur.[91] 11 Eylül’den sonra dış ve güvenlik politikalarını yeniden yapılandıran ABD’nin yeni stratejisinde Türkiye ve Azerbaycan’ın önemi tahminlerin ötesinde artmıştır. Siyasetten din anlayışına kadar Türk modeli diğer Müslüman ülkelerden sıyrılarak ABD politikalarına en uygun model haline gelmiştir. Bu haliyle ABD’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da Türkiyesiz politikalarını yürütebilmesi oldukça güç görünmektedir. Türkiye ile İsrail arasında gelişen ilişkiler de bu sürece hizmet etmektedir.[92] Diğer taraftan Azerbaycan petrolleri Azerbaycan’ın önemini Ermenistan’la kıyaslanmayacak düzeyde arttırmıştır. İsrail ile Azerbaycan arasındaki yakınlaşma ve ABD’deki Yahudi petrol şirketlerinin ABD dış politikasını Azerbaycan lehine etkilemesi Ermenistan’daki endişeleri daha da arttırmıştır.[93] Bilindiği üzere bu çabalar ve Türkiye’nin özel gayretleri sonucunda ABD, Azerbaycan’a karşı 907. madde ile uyguladığı kısıtlamaları 2001 yılının sonbaharında kaldırmıştır.[94]

Tüm bu faktörlerin de etkisiyle son dönemde Koçaryan yönetiminin Rusya’yı ABD ve NATO ile dengelemek arzusunda olduğu gözlenmektedir.[95] Son aylarda en üst düzeyde yapılan açıklamalar Ermenistan’ın kendisini izole edilmiş hissettiğini ortaya koymaktadır. Örneğin Dışişleri Bakanı Vartan Oskanian ve Savunma Bakanı Serzh Sarkisian Ermenistan’ın, bölgede izole olmamak için NATO ve ABD ile olan ilişkilerini arttırması gerektiğini belirtmişlerdir. Her iki bakana göre de Ermenistan, Batı’nın Kafkasya politikalarına daha uyumlu bir hale gelmelidir.[96]

Bu konudaki özel çabalara ek olarak Koçaryan’ın son dönemde Türkiye ile temasa geçme konusunda her fırsatı kullanmaya çalıştığı ve ilk başlardaki sert söyleminde yumuşama yaşandığı da belirtilmelidir.[97] Gürcistan ile yakınlaşmak için son dönemdeki temaslar da bu çerçevede değerlendirilebilir.[98] Ancak şu ana kadarki veriler Ermenistan dış politikasında esaslı bir değişim olduğunu söyleyebilmek için yetersizdir. Başka bir yazının konusu olacak önemde ve giriftlikte olan bu konunun detaylarını bir yana bırakarak bu tablonun, Koçaryan’ın büyük bir hevesle ortaya koyduğu  dolaylı saldırganlık politikasının başarısızlığını kanıtladığı söylenebilir.

SONUÇ

Sonuç olarak Ermenistan’ın dış politikasını belirleyen faktörler iki ana gruba ayrılabilir: Son derece sınırlı imkanlar ve bu imkanlar ile uyumsuz son derece iddialı ve saldırgan hedefler. Sınırlı imkanlar ile iddialı hedeflere ulaşılamayacağı açıktır. Zaten şu ana kadarki tecrübe de bu tespiti doğrulamaktadır.

Ermenistan dış politikasındaki en önemli aksayan tarafın Ermenistan hükümetinin kendi dış politikasına yeterince hakim olmaması, yani tam anlamıyla bağımsız olamaması olduğu söylenebilir: Diaspora Ermeni örgütleri, Karabağ ve Gürcistan Ermenileri, Rusya, ideolojik ve aşırı milliyetçi grupların oluşturduğu baskı ve yönlendirmeler Ermenistan yönetiminin kendi gerçekleri ile orantılı bir dış politika belirlemesini ve uygulamasını engellemektedir. Bu durumu Ermenistan başkanları da tespit etmişlerdir, ancak bu tespitlerinde ya geç kalmışlar, ya da mevcut durumu lehlerine çevirecek gücü kendilerinde bulamamışlardır. Sonuçta Ermenistan dış politikasına aşırılar hakim olmuş ve ulaşılamayacak hedeflere ulaşılmaya çalışıldıkça Ermenistan’ın izolasyonu devam etmiş ve bölgedeki bir çok ülke ile sorunları artmıştır.

Ermenistan – Türkiye ilişkilerinde de benzeri sıkıntılar yaşanmıştır. Kendi gücünü, hedeflerini, dostlarını ve düşmanlarını tam olarak tespit edememiş olan Ermenistan, Türkiye gerçeğini de tam anlamıyla kavrayabilmiş bir durumda değildir. Oysa ki Ermenistan’ın bölgedeki geleceği ve bağımsızlığı Türkiye ile kuracağı sağlıklı ilişkilere bağlıdır. Bunun yerine 2 milyonluk bir ülkenin çevresini saran ve nüfusu 100 milyonu aşan bir ulusu toptan kendisine düşman ilan etmesi gerçekçi olmadığı gibi kendi çıkarına da değildir.


[1] Şirin Payzın, “Kocharian: Lets Make Up But Remember Past”, Diplomacy Papers, No. 1, June 1998, s. 32.
[2] “President Robert Kocharian’s Statement on the Occasion of the Day of Rememberance of the Genocide Victims”, Kocharian’ın resmi açıklaması, 24 Nisan 2002.
[3] Dış politikayı belirleyen temel etkenler konusunda genel olarak şu çalışmalardan yararlanılmıştır: George Modelski, A Theory of Foreign Policy, (Princeton: 1962); Roy E. Jones, Analysing Foreign Policy, An Introduction to Some Conceptual Problems, (Londra: Routledge & Kegan Paul Ltd., 1970); F. S. Northedge (ed.), The Foreign Policies of the Powers, (Londra: Faber & Faber, 1968); J. Frankel, The Making of Foreign Policy, An Analysis of Decision-Making, (Londra: Oxford University Press, 1968); William Wallace, Foreign Policy and the Political Process, (Londra: The Macmillan Press, 1971); Richard C. Snyder, H. W. Bruck ve Burton Sapin, Foreign Policy Decion-Making, (Glencoe, Ill.: 1962); James N. Rosenau (ed.), Domestic Sources of Foreign Policy, (New York: 1967); Kurt London, The Making of Foreign Policy, East and West, (New York: J. B. Lippincott Company, 1965), özellikle “Factors Contributing to Foeign Policy Making” başlıklı bölüm, ss. 54-113; Lloyd Jensen, Explaining Foreign Policy, Englewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall, Inc., 1982); James Barber ve Michael Smith (ed.), The Nature of Foreign Policy, A Reader, (Edinburg: The Open University, 1974).
[4] Kamil Ağacan, “ABD’nin Gürcistan’a Asker Göndermesi: Terörle Mücadelede Üçüncü Cephe mi, Yoksa Köprübaşının Tutulması mı”, Stratejik Analiz, Cilt: 2 (24), Nisan 2002, ss. 69-76.
[5] Sedat Laçiner, “Armenia’s Jewish Scepticism and Its Impact on Armenia – Israel Relations”, Ermeni Araştırmaları dergisi / Armenian Studies journal, Cilt: 1, No. 4, December 2001-January-February 2002, ss. 296–335; Sedat Laçiner, “İsrail’in Ermeni İddialarına Yaklaşımı ve Ermeni Sorununa Etkileri”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, Sayı: 23, Mart 2002, ss. 36–46.
[6] Peter Magdashian, “Armenia: Economic Division Widens”, IWPR, Institute for War & Peace Reporting, CRS No. 106, 20 November 2001.
[7] Ermenistan’da enerji sorunu ve alternatif arayışları için bkz.: Nazmi Gül, “‘Şeytanla Dans’: Ermenistan ve Nükleer Enerji”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No.: 17, Eylül 2001, ss. 33-39; Hatem Cabbarlı, “Bağımsızlık Sonrası Ermenistan’ın Enerji Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No.: 25, Mayıs 2002.
[8] Vache Sarkisian, RFE / RL Armenia Report, 21 May 2002.
[9] Vache Sarkissian, RFE / RL Armenia Report, 28 May 2002.
[10] Vache Sarkissian, RFE / RL Armenia Report, 28 May 2002.
[11] Cevahiti Ermenileri ve Ermenistan ve Gürcistan ilişkilerindeki etkileri için bkz.: Hasan Kanbolat ve Nazmi Gül, “The Geopolitics and Quest for Autonomy of the Armenians of Javakheti (Georgia) and Krasnodar (Russia) in the Caucasus”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, Nol. 2, June-July-August 2001, ss. 186-210.
[12] “Armenia Takes Second Place After Russia On The Number Of People Who Want To receive Accomodation In western Europe Countries”, ARKA Haber Ajansı (Ermenistan), 30 May 2002.
[13] Bu rakamın da ne kadar güvenli olduğu tartışmalıdır. Ermeniler bölgedeki varlıklarının devamından endişe duymaktadırlar. Özellikle yüz yıl öncesine kadar ülkede Müslümanların çoğunlukta olduğu hatırlanacak olursa bu kaygının temelsiz olmadığı kolayca anlaşılabilir. Bir dönem Rusça ve Türkçe coğrafi isimleri Ermeniceleriyle değiştiren Ermeni milliyetçileri Ermeni nüfusunu çok göstermeyi bir diğer araç olarak görmüşlerdir.
[14] “Sayılar Kafa Karıştırdı”, Agos, 22 Şubat 2002.
[15] Hugh Pope, “Armenia After A Decade Of Statehood, Suffers Rapid Loss Of Human Capital”, The Wall Street Journal, 6 July 2001.
[16] Hratch Tchilingirian, “Armenia’s Foreign Relations”, Armenian News Network / Groong, 1997,
www.grrong.com/ro/ro-19971006.html.
[17] “Only 15 Per Cent Armenians Describe Country As Democratic”, Arminfo Haber Ajansı, 24 May 2002.
[18] “Armenian Party Urges Tough Terms For Diplomatic Ties With Turkey”, Arminfo (Erivan, Ermenistan), Groong aracılığıyla, 21 May 2002.
[19] “Armenian Party...”.
[20] Gukasyan saldırısı için bkz.: Nazım Cafersoy, “Dağlık Karabağ ‘Cumhurbaşkanı’na Saldırının Değerlendirilmesi”, Stratejik Analiz, Cilt 1 (1), Mayıs 2000, ss. 19–23.
[21] Robert Koçaryan 1954 yılında doğdu. Karabağ ayrılıkçı harekatının kurucusu olarak bilinmektedir. 2 Eylül 1991’de Nagorno Karabağ bölgesinde bir cumhuriyet ilan etti. 10 Aralık 1991’de yapılan referandumda Nagorno Karabağ Üst (Supreme) Konseyi üyeliğine seçildi. Uzun bir süre ayrılıkçı Karabağ hareketinin liderliğini yaptı, kendisini kimsenin tanımadığı bu bölgenin başkanı ilan etti. 1997’de Ermenistan başbakanı atanan Koçaryan Ermeni siyasi hayatında radikalliği temsil etmiştir.
[22] Sibel Yeşilmen, “Gizli Flört’te Yeni Başlangıç”, Diplomasi Yazıları, No. 1, Haziran 1998, s. 28.
[23] İdeoloji – dış politika konusunda genel değerlendirme için bkz.: Alan Cassels, Ideology & International Relations in the Modern World, (Londra ve New York: Routledge, 1996); Michael Howard, “Ideology and International Relations”, Review of International Studies, Vol. 15, 1989, ss. 1-10; Richard Little ve Steve Smith (ed.), Belief Systems and International Relations, (Oxford: 1988); David Armstrong, Revolution and World Order: The Revolutionary State in International Society, (Oxford: 1993); Peter Calvert, Revolution and International Politics, (Londra ve New York: Pinter, 1996).
[24] Hrant Dink, “Ermenistan – Diaspora (6) Himayelerinden Kurtulmak”, Agos, 19 Nisan 2002.
[25] İlk dönem Ermeni milliyetçi hareketlerinde milliyetçilik ideolojisi ve sosyalizmin rolünün değerlendirilmesi konusunda bir çalışma için bkz.: Anaide Ter Minassian, Ermeni Devrimci Hareketi’nde Milliyetçilik ve Sosyalizm, 1887-1912, (İstanbul: İletişim, 1995).
[26] Gayane Novikova, “Armenia and the Middle East”, MERIA, Middle East Review of International Affairs, Vol. 4, No. 4, December 2000.
[27] Diaspora Ermenileri ve Ermeni – Türk ilişkileri üzerindeki etkileri için bkz.: Kamer Kasım, “Diaspora’nın Ermenistan Dış Politikasına Etkisi”, 2023 İkibinyirmiüç Dergisi, Sayı 12, 15 Nisan 2002, ss. 42-46; Sedat Laçiner, “Ermeni Kimlik Bunalımı ve Güç Politikalarının Bir Ürünü Olarak Ermeni Sorunu”, 2023 İkibinyirmiüç Dergisi, Sayı 12, 15 Nisan 2002, ss. 56–61; Nazmi Gül, “Yirmibirinci Yüzyılın Başlangıcında ‘Haydat’ (Ermenilerin Davası)”, Stratejik Analiz, Cilt: 1 (2), Haziran 2000, ss. 25–28. Ayrıca İngiltere, ABD, Rusya, Almanya ve Avustralya’daki Ermeni diasporası için bkz. Ermeni Araştırmaları dergisi Cilt: 1, No. 3 (Diaspora özel sayısı).
[28] Hrant Dink, “Ermenistan – Diaspora (6) Himayelerinden Kurtulmak”, Agos, 19 Nisan 2002.
[29] Bilindiği üzere Ermeniler kendilerine Hz. Nuh’un oğlu saydıkları Hayk’ın oğulları derler. Hz. Nuh ve tufan efsanesi Ermeni kimliğinin en önemli yapı taşlarından sayılmıştır. Bu nedenledir ki Ağrı Dağı’nın Ermeniler için özel bir anlamı vardır.
[30] Sedat Laçiner, “Ermeni Propagandası ve Sinema”, içinde İbrahim Kaya, Sedat Laçiner ve Kamer Kasım, Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu, (İstanbul: Haliç Üniversitesi yayınları, 2002), ss. 24-72; Sedat Laçiner, “Ermeni Propagandası ve Ermeni Sineması”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, Sayı: 24, Nisan 2002, ss. 49-83; Sedat Laçiner, “Ermeni Propagandasının Bir Aracı Olarak ‘Sanat’: Ararat Filmi Örneği”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, Sayı: 21, Ocak 2002, ss. 22–39.
[31] Sedat Laçiner, “Ermeni Kimlik Bunalımı ve Güç Politikalarının Bir Ürünü Olarak Ermeni Sorunu”, 2023 İkibinyirmiüç dergisi, Sayı: 12, 15 Nisan 2002, ss. 56–61. Ayrıca bakınız: Erol Göka, “ ‘Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları, Cilt: 1, No. 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001, ss. 128–136; Şenol Kantarcı, “Ermeni Sorunu: ‘Ezilmiş Millet’ Kimliğiyle Meselenin Psikolojik Boyutu”, Yeni Türkiye, Cilt: 7, No: 37, Ocak – Şubat 2001, ss. 509–522; Ali Doğan, “Millet-i Sadıka’nın İhaneti”, Yeni Türkiye, Cilt: 7, No: 37, Ocak – Şubat 2001, s. 83; Nevzat Yalçıntaş, “Ermeni Meselesinde Son Gelişmeler”, Yeni Türkiye, Cilt: 7, No: 37, Ocak – Şubat 2001, s. 114.
[32] Kaan Soyak, “Fırsatlar ve İmkan(sızlık)lar”, Görüş, Ağustos-Eylül 2001, s. 15.
[33] Vincent Lima, “The Diaspora Establishment Convenes in Armenia”, Armenian Forum, 2, No 2, s. 94.
[34] Aceleye getirildiği gözlenen bu konferansın uzun dönemli planlardan çok günün zorluklarını aşmak için yapıldığı söylenebilir. Konferansta oluşturulan alt komisyonlar Koçaryan yönetiminin diasporadan daha çok yardım beklediğini göstermektedir. Diaspora ise bu konferansta Ermenistan devleti ile kurumsal ilişkiler geliştirmek isteğini ortaya koymuştur.
[35] Lima, “The Diaspora...”, s. 95.
[36] Ronald Suny, Armenia in the Twentieth Century, (Chico, CA: Scholars Press, 1983), s. 41.
[37] Ara Sarafian, “The New Thinking Revisited, Gerard Liberidian Speaks at Princeton University”, Armenian Forum, 9 May 1998.
[38] Armenia at the Crossroads, s. 98.
[39] Ünal Çeviköz, “Uluslararası İlişkilerde Yeni Dengeler”, Görüş, Sayı: 48, Ağustos-Eylül 2001, s. 11.
[40] Yankı, 3 Temmuz 1995.
[41] Karabağ çatışması ile ilgili olarak daha fazla detay için bkz.: Michael P. Croissant, The Armenia-Azerbaijan Conflict, Causes and Implictaions, (London: Praeger, 1998); Kamer Kasım, “The Nagorno-Karabakh Conflict, Caspian Oil and Regional Powers”, in Bülent Gökay (ed.), The Politics of Caspian Oil, (New York: Palgrave, 2001) ss. 185–198; Kamer kasım, “The Nagorno-Karabakh Conflict from its Inception to the Peace Process”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 2, June-July-August 2001, ss. 170–185.
[42] Yoğun Ermeni göçlerine ve Rusların bölgeyi Türk ve Müslümanlardan arındırma çabalarına rağmen 1916’da Ruslar tarafından yapılan sayım sonuçlarına göre Karabağ nüfusunun % 58.9’unu Azerbaycan Türkleri oluştururken, Ermeni nüfusun oranı sadece % 41.1 olarak gösterilmiştir (Nasib Nassibli, “The Karabakh Problem: Old Stubborness and New Hopes”, Journal of Azerbaijani Studies, Vol. 2, No. 3, 1999, ss. 51–59). Ayrıca bu rakamların Türkler aleyhine güvenilmezlik oranının yüksek olduğu da unutulmamalıdır.
[43] Kamer Kasım, “The Nagorno-Karabakh Conflict From Its Inception To The Peace Procee”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 2, June-July-August 2001, s. 171.
[44] İlk dönem Azerbaycan dış politikası konusunda detaylı bir araştırma için: Nâzım Cafersoy, Elçibey Dönemi Azerbaycan Dış Politikası (Haziran 1992-Haziran 1993) Bir Bağımsızlık Mücadelesinin Diplomatik Öyküsü, (Ankara: Asam Yayınları, 2001). Azerbaycan – Rusya ilişkileri konusunda bkz.: Nazım cafersoy, “Bağımsızlığın Onuncu Yılında Azerbaycan – Rusya İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel Sayısı, Cilt: 7 (1), İlkbahar 2001, ss. 286-318.
[45] Nahçıvan’ın Ermenistan’a katılması hayali bugün de devam etmektedir. Örneğin bu amaç için örgütlenen Ermeni gruplardan Kurtarılmış Bölgelerin Savunması Örgütü Nahçıvan’ın Ermenistan’a katılmasının gerekli olduğunu savunmaktadır: The Statement of the Defense of Liberated Territories Organisation (Basın Açıklaması), 27 May 2002.
[46] Dmitri Trenin, “Russia’s  Security Interest and Policies in the Caucasus Region”, içinde Bruno Coppieters (ed.), Contested Borders in the Caucasus, (VUB University Press, 1996); Amberin Zaman, “Azerbaijan Looks to Ankara”, The Middle East, No. 213, July 1992, s. 8.
[47] Hocalı katliamı konusunda geniş bir değerlendirme için bkz.: Nâzim Cafersoy, “10. Yılında Hocalı Soykırımı”, Azerbaycan Türk Kültür Dergisi, No. 341, Mart – Nisan 2002, ss. 27-30.
[48] “A View to a Slaugher”, The Economist, 7 March 1992, s. 48.
[49] P. Quinn-Judge, “Revenge Tragedy”, New Republic, Vol. 206, No. 14, 6 April 1992, s. 11.
[50] Quinn-Judge, “Revenge...”, s. 11; Pascal Privat ve Steve Le Vine, “Faces of Massacre”, Newsweek, 16 March 1992; “Massacre by Armenians Being Reported”, The New York Times, 3 March 1992.
[51] Golos Armenii, 5 Ağustos, 1997.
[52] Bu iddialar için bkz.: Sedat Laçiner, “Armenia’a Jewish Scepticism And Its Impact On Armenia – Israel Relations”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 4, December 2001 – January – February 2002, ss. 296-335; Aydan İyigüngör, “A New Perspective: Armenian Allegations In The Light Of Israel And The Jews”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 4, December 2001 – January – February 2002, ss. 336-350.
[53] Azerbaycan’ın bu konudaki ihmal ve eksikliği Azerbaycanlı araştırmacılarca da kabul edilmektedir: Firuza Baymammadqizi, “Azerbaijan fails To Prove Armenian Aggression To The World”, AzerNews, 8 May 2002.
[54] Hakob Çakıryan, “Jiyayr Libarityan: ‘Daşnakların Koçaryan’a Desteği Ermenistan İçin Çok Tehlikeli Olmuştur”, AZG, Armenian Daily, 1 May 2002.
[55] Koçaryan Başkanlık seçimlerinin ilk ayağında % 39 oy almıştır. İkinci ayakta Koçaryan’ı % 31 oyla eski Ermenistan Komunist Partisi lideri Vahan Ovanesjan takip etmiştir.
[56] Thomas de Waal, “Recipes for Stability in the Caucasus”, IWPR, Institute for War & Peace Reporting, CRS No. 72, 2 March 2001.
[57] “Çatışma Merkezli” kavramı bu satırların yazarı tarafından da benimsenmekle birlikte ilk olarak Gerard Libaridian tarafından kullanılmıştır: Ara Sarafian, “The New Thinking Revisited, Gerard Liberidian Speaks at Princeton University”, Armenian Forum, 9 May 1998.
[58] Alexandre Grigorian, “Lisbon – Istanbul: From Defensive Policy to Diplomatic Offensive?”, The Armenian Center for National and International Studies, Articles,
http://acnis.am/articles/lisbon.htm.
[59] Groong Research & Analysis Group, “Efforts For Genocide Recognition Intensify”, Armenian News Network / Groong, 10 November 2000,
http://groong.usc.edu/ro/ro-20001110.html.
[60] Şirin Payzın, “Kocharian: Lets Make Up But Remember Past”, Diplomacy Papers, No. 1, June 1998, s. 32.
[61] “President Robert Kocharian’s Statement on the Occasion of the Day of Rememberance of the Genocide Victims”, Kocharian’ın resmi açıklaması, 24 Nisan 2002.
[62] “Hovanissian Comments On Genocide Recognition”, ARF News, April 1998.
[63] Salpi Haroutinian Ghazarian, “Breaking The Wall Of Silence”, Armenian International Magazine (AIM), March 1999.
[64] Tanınma sonrası ile ilgili tartışmalar konusunda bkz.: Simon Payaslian, “After Recognition”, Armenian Forum, Vol. 2, No.3, Autumn 1999, ss. 33-56; Nicolas Tavitian, “The Fifth Purpose of Genocide Recognition, A Response To Simon Payaslian”, Armenian Forum, Vol. 2, No.3, Autumn 1999, ss. 57-62.
[65] Örneğin 10 Mayıs 2000 günü Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanian Avrupa Parlamentosu Parlamenterler İşbirliği Komitesi Başkanı Ursula Schleicher ile Erivan’da yaptığı görüşmede Ermenistan’daki ve Güney Kafkasya’daki istikrarsızlığın en önemli sorumlusunun Türkiye’nin uyguladığı ekonomik ambargonun olduğunu söylemiştir: “Armenian Foreign Minister Discusses Relations With Turkey”, RFE / RL Newsline, Vol. 4, No. 92, 12 May 2000. AP kararlarında Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde Türkiye’nin yeterince çaba sarfetmediğine yönelik kararların daha çok Ermenistan ziyaretlerinin ardından gelmesi de dikkat çekicidir. Dialog eksikliği nedeniyle Türkiye’nin suçlandığı bir diğer örnek ise yine Oskanian’ın bu kez Londra’da Kraliyet Uluslar arası Olaylar Enstitüsü’ndeki konuşmasında gerçekleşmiştir: Ben Partridge, “Armenia: Foreign Minister Says Caucasus Needs Regional Forum”, RFE / RL, 17 March 1999. Resmi girişimlerin dışında diaspora Ermenileri de Türkiye’nin ekonomik ambargo uyguladığını iddia ederek ABD ve Batı Avrupa’da lobicilik faaliyetinde bulunmaktadırlar. Örneğin Washington Report’ta yayınlanan Ross Vartian’ın makalesinin başlığı “Ermenistan ve Karabağ’a Karşı Türk ve Azerbaycan Ambargosu ABD’ye Vergiden Gelecek Dolarları Kaybettiriyor” şeklindedir. Sorunun nedenlerinin sorgulanmadığı bu yazı da diğerleri gibi sorumlu olarak Türkiye’yi göstermektedir: Ross Vartian, “Turkish , Azerbaijani Blockades of Armenia and Karabakh Waste U.S. Tax Dollars”, Washington Report on Middle East Affairs, January – Faebruary 1995, ss. 28-29.
[66] Khatchik Der Ghogassian, “The Genocide On Armenia’s Foreign Policy Agenda, A response To Simon Payaslian”, Armenian Forum, Vol. 2, No.3, Autumn 1999, s.68.
[67] Groong Research & Analysis Group, “Efforts For Genocide Recognition Intensify”, Armenian News Network / Groong, 10 November 2000,
http://groong.usc.edu/ro/ro-20001110.html.
[68] Groong Research & Analysis Group, “Efforts For Genocide Recognition Intensify”, Armenian News Network / Groong, 10 November 2000,
http://groong.usc.edu/ro/ro-20001110.html.
[69] Vicken Cheterian, “The Second Armenia-Diaspora Conference Starts On Monday 27th Of May, The Diaspora Still Cares For Armenia”, Armenian News Network / Groong, 26 May 2002; Tigran Liloyan, “Armenians Meet in Forum to Discuss Diaspora’s Task”, ITAR – TASS News Agency, 27 May 2002.
[70] “Regular All-Armenian Conference Armenia-Diaspora To Be Held Not Later Than In Three Years”, ARKA News Agency, 31 May 2002.
[71] “Armenian President Keen for Dialogue on Future with Diaspora”, Arminfo, 27 May 2002.
[72] Cheterian, “The Second...”.
[73] Groong Research & Analysis Group, “Efforts...”.
[74] “Diaspora Ermenistan’da”, Agos, 24 Mayıs 2002.
[75] Bu durum Türk – Ermeni Barışma Komisyonu çalışmaları sırasında daha bir belirginlik kazanmıştır. Özellikle Taşnaklar bu konuda Ermeni üyeleri tehdit etme noktasına kadar ileri gitmişlerdir. Son dönemde Avrupa diaspora örgütleri arasında da TARC benzeri girişimlere karşı tepki oluşmaktadır: “35 European – Armenian Organizations And Associations Sign Joint Declaration Against The New ‘TARC’”, AZG, 25 May 2002.
[76] Armen Zakarian ve Hrach Melkumian, “Armenia – Diaspora Conference Ends In Yerevan”, RFE / RL Armenian Report, 28 May 2002.
[77] Groong Research & Analysis Group, “Efforts...”.
[78] Pan-Armenian Fund şu ana kadar Ermenistan ve Karabağ Ermenilerine 75 milyon dolarlık bir finansal yardımda bulunmuştur: “World Armenian Forum To Promote Armenia – Diaspora Ties”, Armenian News, 28 May 2002,
www.vosgouny.com/NewsArm.html.
[79] Ara Martirosian, “Aiming To Boost Economy”, AZG, 29 May 2002.
[80] Zakarian ve Melkumian, “Armenia – Diaspora...”.
[81] Gürcistan – Azerbaycan yakınlaşması için bkz.: Kamil Ağacan, “Kaderdaş Devletler: Azerbaycan – Gürcistan İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel Sayısı, Cilt: 7 (1), İlkbahar 2001, ss. 319-336.
[82] Gürcistan’ın Rusya faktöründen duyduğu rahatsızlığı için bkz.: Hasan Kanpolat, “Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya’daki Askeri Varlığı ve Gürcistan Boyutu”, Stratejik Analiz, Cilt: 1 (3), Temmuz 2000, ss. 42-47; Kamil Ağacan, “Gürcistan’a Yönelik Artan Rus Baskıları ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt: 1 (4), Ağustos 2000, ss. 29-36.
[83] “The Killing Mountains”, The Economist, 18 January 1992, s. 52; “The Russians Are Leaving... Not Yet”, U.S. News & World Report, 16 March 1992, s. 9; Kamer Kasım, “The Nagorno – Karabakh Conflict From Its Inception To The Peace Process”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 2, June-July-August 2001, s. 171.
[84] “Armenia, Russia Agree On Mutual Assistance, Russian Military Base”, Mediamax News Agency (Erivan), 24 May 2002; “Vardan Oskanian: Presence Of Russian Military Base Is An Important Component In Ensuring The Security Of Armenia”, Noyan Tapan News Agency, 24 May 2002.
[85] Ara Tadevosian, “Armenia Leans East? Opponents of Robert Kocharian are Accusing the Armenian President of Gettig Too Economically Dependent on Russia”, IWPR (Instititute for War & Peace Reporting), CRS No. 104, 6 November 2001; Emil Danielyan, “Russia, Armenia To Seal Debt Deal ‘In June’”, RFE / RL Armenia Report, 31 May 2002.
[86] Yunanistan uzun bir süredir Suriye, Rusya ve İran ile olan ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. İşbirliğinin ekonomik nedenleri varsa da Türkiye faktörü başı çekmektedir. Ermenistan’ın bu “zincire” eklenmesi Yunanistan’ın Türkiye politikası ile uyum halindedir. Yunanistan-Ermenistan-İran yakınlaşması ile ilgili olarak bkz.: “Armenian, Greek and Iranian Foreign Ministers to Discuss Cooperation Enlargement”, Asbarez, 7 March 2001.
[87] Ermenistan – İran ilişkileri konusunda örnekler için bkz.: “Iranian Secretary of National Security Council Arrives in Armenia”, Asbarez, 16 July 2001; Hrach Melkumian, “Iran’s Defence Chief Hopes for Closer Ties with Armenia”, RFE / RL Armenia Report, 4 March 2002; “Iran, Armenia Reconfirm Close Ties”, Asbarez, 19 July 2001; “Kocharian Visit Said to Boost Iran – Armenia Ties”, Asbarez, 6 July 2001; “Kocharian Says Iran One of Armenia’s Principal Trade Partner”, Asbarez, 13 May 2001; “Defense Minister, Iranian Ambassador Discuss Relations”, Asbarez, 1 August 2001; “Iranian Role In Karabakh Peace Process Welcomed”, Asbarez, 23 July 2001;
[88] “Armenia to Commemorate Greek Genocide Memorial Day”, PanArmenian News, 14 May 2002.
[89] “Tehran Rejects Azeri Criticism of Iran’s Ties with Iran”, Asbarez, 19 March 2001.
[90] “Distancing The Diaspora”, içinde David B. Boyojian, “The Pan-Turkish Superhighway And Other Wrong Turns”, Asbarez, 18 May 2001.
[91] 11 Eylül olaylarının Ermeni terörü ve genel olarak Ermeni sorunu üzerindeki olası etkilerinin geniş bir tartışması için bkz.: Sedat Laçiner, “11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No: 19, Kasım 2001, ss. 39–51.
[92] Son dönem Türk – İsrail ilişkileri için bkz.: Efraim Inbar, “Regional Implications of the Israeli – Turkish Strategic Partnership”, Meria, Vol. 5, No. 2, June 2001; Kamer Kasım, “Türkiye – İsrail İlişkileri: İki Bölgesel Gücün Stratejik Ortaklığı”, içinde İdris Bal (ed.), Türk Dış Politikası, (Ankara: Alfa, 2001); Daniel Pipes, “The Emerging Turkish-Israeli Entente”, The National Interest, Winter 1997/98.
[93] Bu durum bazı Ermenilerce Türkiye-İsrail-Azerbaycan-ABD bloğunun oluştuğu şeklinde değerlendirilmektedir. İsrail-Azerbaycan ilişkileri için bkz.: Sedat Laçiner, “Armenia’s Jewish Scepticism And Its Impact On Armenia – Israel Relation”, Armenian Studies (Ankara), Vol. 1, No. 4, December 2001 – January – February 2002, s. 320;
[94] ABD, Ermeni lobisinin de yönlendirmesiyle uzun süre Karabağ sorununa kayıtsız kalmış, hatta saldırgan ile saldırılanı ayırmadığı için işgali ve saldırganlığı de facto olarak desteklemiştir. Detaylar için bkz.: Araz Aslanlı, “ABD’de Adaletsizliğe Verilen Ara: 907 Sayılı Ek Madde’nin Uygulanmasının Durdurulması”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No. 21, Ocak 2002, ss. 55–62.
[95] Nazmi Gül ve Gökçen Ekici, “Stratejik Ortaklar Arasında Bir Sorun mu Var? Putin’in Ermenistan Ziyareti Ve Moskova – Erivan İlişkileri”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No: 19, Kasım 2001, s. 37.
[96] Armen Zakarian, “Yerevan Confirms Pro-Western Tilt in Foreign Policy”, RFE / RL Armenia Report, 4 April 2002.
[97] “Armenian President Convinced Yerevan Should Not Avoid Contacts With Ankara”, PanArmenian News, 20 May 2002.
[98] “Armenian Foreign Policy Is About To Change”,
www.gfsis.org/Upl/_1019727841.

 ----------------------
* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi -
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 5, Bahar 2002
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar