(THE ARMENIANS IN THE TURKISH HISTORY)
Azmi SÜSLÜ, Fahrettin KIRZIOĞLU, Refet YİNANÇ ve Yusuf HALLAÇOĞLU
Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, Yayın No. 2, 1995, Birinci Basım / First Edition. 344 s. Kronoloji+ Kaynaklar+Ekler (Resimler). ISBN: 975–7617–13–3.
Özellikle 19. yy.dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun başını bir yüzyıldan fazla ağrıtan ‘Ermeni sorunu’, günümüzde özellikle ‘Ermeni soykırımı’ iddiaları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin de gündeminde en fazla yer tutan sorunlardan birisi durumundadır. ‘Ermeni soykırımı’ iddialarının bazı Batılı ülke parlamentolarınca tanınması ile sorun özellikle son iki yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Halkı’nı en fazla tedirgin eden sorunlardan birisi haline gelmiştir. Türk Ulusu’nun ulusal onuruna ve Türkiye’ye çok ağır bir darbe vurma potansiyeline sahip bu iddiaların hükümet ve halk gündeminde önemli bir yer tutması oldukça doğal karşılanmalıdır. Bu çerçevede ortaya çıkan ve temelde masumiyet hissinden kaynaklanan en belirgin beklenti, bu iddiaların bir şekilde bertaraf edilmesi gereğidir.
Ermeni iddialarının özellikle batılı ülkelerde itibar görmesinin birçok nedeni olmakla beraber[1] ‘bilgisizliğin’ veya ‘yanlış bilgilendirilmenin’ bunlar arasında en önemlilerinden biri olduğunu kabul etmek gerekir. Zira kendi ülkemizde dahi bu konuda hala birincil nitelikteki kaynaklara ve özellikle de arşivlere dayalı bir ‘ciddi bilimsel araştırmalar’ yetersizliğinden söz etmek mümkündür.
Dört tarihçi bilim adamımızın birlikte hazırladıkları yaklaşık altı yıl önce yayınlanmış “Türk Tarihinde Ermeniler” adlı eser özellikle ülkemizde bu konudaki temel bilgi eksikliğinin giderilmesi açısından önemli bir çalışmayı temsil etmekte ve bu çerçevede de hala güncelliğini korumakta.
‘Temel’ olma iddiası ile uyumlu bir biçimde kitap ilk bölümlerinde, Ermenilerin genel tarihine önemli bir yer ayırmakta. Ermenilerin M.Ö.’ki yıllara uzanacak bir biçimde kökleri, Selçuklu Türkleri’nin hakimiyetine girene kadar çoğu kez de bir başka devlet yada imparatorluğun hakimiyeti altında geçirdikleri aşamalar ayrıntılı bir biçimde incelenmekte. Osmanlı hakimiyetine girmeleri ile Ermenilerin özellikle Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de kurulmasına izin verilen Ermeni Patrikhanesi’nin bünyesinde büyük oranda dini ve kültürel özgürlüğe sahip oldukları ve ticari hayatlarına ilişkin önemli kolaylıklar sağlandığı vurgulanmakta.
Bu özgürlüklere, haklara ve kolaylıklara rağmen özellikle 1800’lü yıllarda yoğunluk kazanan bir ‘Ermeni Sorunu’nun sebeplerini açıklımada yazarların üzerinde en çok durduğu nokta, İngiltere ve Fransa gibi bazı Batılı devletlerin ve Rusya’nın, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Ermenileri, özellikle azınlık haklarının sağlanıp hukuksal güvenceye alınması ‘bahanesini’ kullanarak kendi maksatları açısından kışkırtma ve istismarlarıdır. 1800’lü yıllarda Anadolu toprağında birçok yerde baş gösteren Ermeni unsurlu karışıklıklar, isyanlar ve terör eylemlerinin gerisinde çoğunlukla yurtdışında kurulmuş ve bahsi geçen ülkelerce desteklenen Ermeni cemiyet ve komiteleri ile özgürce faaliyetlerini sürdüren Ermeni kilise ve din adamları olduğu vurgulanmakta. O dönemlerde zaman zaman aranan Ermeni kilislerinde bol miktarda silah ve mühimmat bulunmakta hatta bu aramalar esnasında çıkan olaylarda şehit edilen Osmanlı görevlilerinin olduğu belirtilmekte.
Bu çerçevede kitabın anlatımından çıkan ana sonuç, Osmanlı’da ‘Ermeni Sorunu’nun temelde iki unsur etrafında döndüğüdür. Bunlardan birincisi Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Ermenilere azınlık haklarının sağlanması ve bu hakların güvence altına alınmasıdır. Yani, Osmanlı’da ‘Ermeni Sorunu’ dendiği vakit anlaşılması gereken temel etmenlerden birisinin Ermenilerin Osmanlı hakimiyeti altında azınlık halklarından hukuk çerçevesinde yararlanması sorunu olduğudur. İkincisi ise, bu unsurun kullanılarak Ermenilerin, bazı Batılı devletlerce kışkırtılması veya kullanılması gerçeğidir.
Yine de kitabın Ermeni sorununun temelindeki nedenlerden sadece bu etmenler üzerinde durması ve Osmanlı’dan kaynaklanmış olabilecek uygulamalar üzerinde hiç durulmaması objektiflik adına bir eksiklik gibi görülebilir. Osmanlı’nın gerileme ve dağılma dönemlerinde, Ermenilere yönelik uygulamalarının inceleme konusu yapılmasının sonuçta illa da Osmanlı’yı suçlama amacı güdeceği yada Osmanlı’nın da suçlu olduğu sonucunun çıkarılacağı varsayımı yanlıştır. Önemli olan, bu kapsamda bir kitabın, resmin bu yönünü de yansıtması ihtiyacına cevap veriyor olması, yani olayın bu yönünü de sonuç ne olursa olsun inceleme konusu yapıyor olması gereğidir. Ayrıca, Ermeni huzursuzluğunun asıl nedeninin gelişen milliyetçilik akımı olduğu belirtilmekle birlikte yeterince vurgulanmamakta. Aslında bu çerçevede Batı kökenli kışkırtmaların hızlandırıcı bir etmen olduğu da düşünülebilir. Zira kitapta da sıkça belirtildiği gibi bütün Ermeni cemiyet yada komitelerinin amaçlarının ortak yönü Anadolu’nun doğusunda ve hatta Çukurova (Kilikya) bölgesini de kapsayan bağımsız bir Ermeni devleti kurulması maksadıdır.
Kitabın, bu dönemlerde yaşanan Ermeni olay ve isyanlarına yeteri derecede yer verdiği özellikle belirtilmeli. İlgili bölümlerdeki incelemelerde sık sık birincil nitelikte dokümanlara dayanılması, incelemeleri oldukça zenginleştirmekte ve bilimsel niteliğini artırmaktadır. Bir o kadar önemli nokta, bu tür belgelerin aslında Ermeni sorununun gelişmesinde Batının, iddia edildiği gibi masum Ermeni halkını koruma niyeti ile değil, Osmanlı’nın bu unsurunu kendi maksatları için kışkırtma ve üzerinde oyunlar oynama niyeti ile hareket ettiğini açıkça ortaya koyuyor olmasıdır. Zira bir taraftan Ermenilere Doğu Anadolu’da I. Dünya Savaşı sonunda kurulacak bir bağımsız Ermenistan vaat ederlerken diğer taraftan kendi aralarında bölgeyi paylaşıyor olmalarının açıkça ortaya konması, tehcire giden sürecin aslında asla Osmanlılar tarafında değil ama Batılı ülkeler tarafından başlatıldığının açık göstergesi olmalıdır.
Kitap kronolojik olarak ilerlemekte ve I. Dünya Savaşı’nda, bağımsız Ermenistan vaadine dayalı olarak Ermenilerin Osmanlıların savaşta olduğu düşman devletlere ve özellikle de Ruslara nasıl yardım ettikleri, savaşın ilk yıllarında Anadolu’da ki Türk köy ve kasabalarında nasıl bir katliama ve yıldırmaya giriştikleri ve sonuçta Osmanlı’nın 27 Mayıs 1915 de bu bölgelerdeki unsurları ‘Sevk ve İskan’ a (tehcire) nasıl mecbur kaldığı anlatılmakta. Kitap, Kanunun, Ermeniler’den bahsetmediğini ve dolayası ile sadece Ermenilere yönelik değil bölgede Osmanlıya savaş esnasında tehdit oluşturan bütün unsurlara yönelik olduğunu özellikle vurgulamakta ve bunun bir sürgün (deportation) değil bir nakletme olduğuna dikkat çekilmekte.[2] Özellikle Osmanlı belgelerine dayanılarak göç esnasında hayatını kaybetmiş Ermeni nüfusun 1 milyon yada daha yukarı bir miktar olamayacağı gösterilmekte ve bu dönemdeki olaylar sonucu ölen Türk nüfusun is 1 milyon civarında olduğunu gösterir kanıtlar olduğu belirtilmekte.
I. Dünya Savaşı sonunda ve özellikle Lozan’da, Ermeniler’in batılı devletlerce yüzüstü bırakılması ile Osmanlı dönemindeki ‘Ermeni Sorunu’nun gündemden silindiği vurgulanmakta. Lozan Konferansı Azınlıklar Alt Komitesi’nde Osmanlı Ermenileri üzerine yapılan tartışmalar ayrıntısı ile verilmekte ve İngiltere’nin sonuçta vaatlerle kullandığı Ermenileri zamanı gelince fazla zorlanmadan nasıl yüzüstü bıraktığı çarpıcı biçimde ortaya konmakta.[3]
İşte bu noktadan itibaren bu gün Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemine sokulmuş ‘Ermeni Sorunu’nun kökeninde de bunun yattığı vurgulanmakta. O dönemler özellikle azınlık hakları ve bağımsız Ermeni devleti temelinde ortaya çıkan sorunun bu açıdan tıkanması ile, tekrar dünya gündemine sokulması maksadı ile ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarının ayyuka çıkarıldığı vurgulanmakta. Bu iddianın yaygınlaştırılmasının yolunun ise suçlu olduğu iddia edilen Osmanlı yöneticilerine yönelik suikastlar, ve 1965 den itibaren de sözde Ermeni Soykırımı için yıldönümleri düzenlenmesi olduğunun görüldüğü vurgulanmakta. Böylelikle, ta Osmanlı döneminde Batı kamuoyunun gözünde kendilerine acındırmayı başarmış olan Ermenileri, bu konumlarını bu iddialarla çok daha etkili sağlamaya başlamışlar ve dünya kamuoyunun gündemine tekrar bir ‘Ermeni Sorunu’ sokmayı başarmışlardır.
Kitabın, Lozan’dan beri Ermeni meselesinin geçirdiği aşamaları da yeterince yansıtıyor olması temel kitap olma niteliğine uygun bir yaklaşım olmakta. 1970’lerde başlayan ve dışarıdaki Türk temsilci yada yakınlarına yöneltilen Ermeni terörü de inceleme konusu yapılmakta. Vurgulanan bir diğer nokta da Ermeni terör örgütleri ile PKK dahil diğer uluslararası terör örgütleri arasında Türkiye ye yönelik yapılan işbirliğidir.
Sonuç olarak kitap, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti açısından Ermeni meselesinin temel yönlerini yansıtmayı amaç edinmekte ve bu açıdan da yeterli bir içeriği sahip olduğu kolayca görülebilir. Okuyucu, sonuç olarak Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti için Ermeni tarihinin ve Ermeni meselesinin bütün ana unsurlarını kitapta bulabilmekte. Fakat yine de belirtilmesi gerekir ki, kitaba yön veren temel unsur, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti açısından Ermeni tarihinin ana hatlarının anlatılması değil, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik olarak ortaya atılan Ermeni yada yabancı kökenli iddiaların cevaplanması çabasıdır. Bu nedenle kitap, bir yandan Ermenilerce yada destekçilerince ortaya atılan bazı belge ve iddiaların[4] asılsızlığını ispatlamaya çalışırken, diğer yandan da söz konusu olayların yada ilişkilerin aslında nasıl olduğunu bu türden iddialar çerçevesinde açıklamaya çalışmakta. Sonuç itibarıyla Türk tarihinde Ermeni meselesi bütün önemli yanları ile ortaya serilmekte.
[1] Batı’nın Ermenilere yaklaşımında yanlış bilğilendirmeden çok daha ziyade artniyet ve istismar unsurlarının bulunduğu, incelenmekte olan bu kitapta da tarihi bir gerçek olarak yeterince vurgulanmakta.
[2] Bakınız, s. 193 ve devamı.
[3] Nerdeyse 1000 yıllık Ermeni tarihi üzerinde tartışma ortamı sağlayan ve İngiliz temsilci Lord Curzon’un düşündürücü beyanlarına sahne olan Azınlıklar Alt Komitesi’ndeki görüşmeler için, bakınız, s. 276 ve devamı.
[4] Kitap, yüzlerce asılsız Ermeni yada yabancı kaynaklı iddaları inceleme konusu yapmakta. Bunlar arasında oldukça çarpıcı olanları da bulunuyor. Örneğin, Fransız yazar Paul du Veou’nun Atatürk’ün 28 Ocak 1920’de Divan-ı Harb’e, Osmanlıların Ermenilere çok zulüm yaptığı yönünde ifadeler verdiğini iddia etmesi karşısında kitap, bunun aslında ‘Mustafa Kemal’ isimlerinin karıştırılmasıyla ortaya çıktının vurgulanmasıdır. Bakınız, s. 245-246. |