Anasayfaİletişim
  
English

Olaylar ve Yorumlar

Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEM*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 20-21, Kış 2005 - İlkbahar 2006

 

Özet: Bu makalede 15 Şubat – 15 Haziran 2006 tarihleri arasında Türkiye ile Ermenistan arasındaki ikili ilişkiler ile Ermeni soykırımı iddiaları hakkında Arjantin, Kanada, Fransa, Belçika, Hollanda, Bulgaristan, Amerika Birleşik Devletleri, Çekoslovakya ve Polonya’daki bazı gelişmeler ele alınacaktır. Üçüncü bahis olarak da Ermeni sorunu bağlamında Amerika Birleşik Devletlerinde bazı ifade özgürlüğünün ihlâli girişimlerinden bahsedilecektir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye Ermenistan, Arjantin, Kanada, Fransa, Belçika, Hollanda, Bulgaristan, Amerika Birleşik Devletleri, Çekoslovakya,  Polonya, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Robert Koçaryan Vartan Oskanyan, Başkan George W. Bush, Başkan Chirac, François Hollande, Douste-Blazy ve Soykırım

Abstract: This article will assess the bilateral relations between Turkey and Armenia encompassing the period from 15 Febuary to June 2006. Furthermore, some developments pertaining to Armenian genocide allegations which took place in Argentina, Canada, France, Belgium, the Netherlands, Bulgaria, the United States,  the Czech Republic and Poland will be examined. Thirdly, certain attempted infringements on the freedom of expression in the United States regarding the Armenian Question will be discussed.

Key Words: Turkey, Armenia, Argentina, Canada, France, Belgium, the Netherlands, Bulgaria, the United States of America, the Czech Republic, Poland, Recep Tayip Erdogan, Abdullah Gul, Robert Kocharian, Vartan Oskanian, President Geoerge W. Bush, President  Chirac, Francois Hollande, Douste-Blazy, Genocide.

I. TÜRKİYE-ERMENİSTAN İKİLİ İLİŞKİLERİ

İncelediğimiz dört aylık dönem (15 Şubat- 15 Haziran 2006) içinde iki ülkenin dışişleri bakanları arasında bir toplantı yapılmamıştır. İki bakan son olarak 2004 yılı Eylül ayında New York’ta bir araya gelmiş olduklarına göre Haziran 2006 sonu itibariyle 22 aydır temas etmemişlerdir. Bir  önceki sayımızda da değinmiş olduğumuz gibi[1] Ermeniler, bu tür toplantıların Türkiye ile Ermenistan’ın müzakere ettiğine dünyayı inandırmayı amaçladığını, bu toplantılardan bir sonuç alınmadığını, Türkiye’nin Azerbaycan’ın çıkarlarıyla bağlı olduğunu ileri sürerek, iki ülke dışişleri bakanlarının görüşmesinden kaçınmaktadırlar. Ancak aslında, Türkiye’den talep ettikleri sınırların açılması ve diplomatik ilişkiler kurulması gibi hususların AB tarafından da istendiği, o nedenle AB müzakere süreci içinde Türkiye’nin nasılsa bunları yerine getireceğini düşündükleri anlaşılmaktadır. Nitekim Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan bu konularda AB’nin Türkiye’ye baskı yapmasını beklediklerini açıkça söylemektedir. Bu hususu Nisan ayı başlarında Vaşington’da yaptığı bir basın toplantısında da tekrarlamıştır[2].

Resmi temaslarda bu durgunluğa mukabil iki ülke dışişleri bakanlığı temsilcilerinin zaman zaman bir araya geldikleri bazı haberlerden anlaşılmaktadır[3].  Bu temasları Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan da ayrıntıya girmeden teyit etmiştir[4] . Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan haftalık basın toplantısında, bir soru üzerine,  Koçaryan’ın Başbakan gönderdiği cevabi mektuptan sonra[5], ikili ilişkiler bakımından üzerinde ilerlenebilecek ortak bir zemin bulunup bulunmadığını araştırmak için iki ülke Dışişleri Müsteşar Yardımcıları düzeyinde bir görüşme süreci başlatıldığını ve şimdiye kadar üç tur görüşme gerçekleştirildiğini, bir sonraki görüşme için hazırlıkların sürdüğünü söylemiş ve Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek yönündeki çabalarını sürdürmeye niyetli olunduğunu belirtmiştir. Tan, bu çabalardan sonuç alınmasının Ermenistan’ın mevcut ikili ve bölgesel sorunların aşılmasında daha esnek ve yapıcı bir yaklaşım benimsemesine ve uluslararası hukuka uygun şekilde hareket etmesine bağlı olacağını da vurgulamıştır[6]. Şimdiye kadar yapılan toplantılarda başlıca anlaşmazlığın “soykırım” sorunundan çıktığı, Ermeni tarafının bu sorunu resmi makamlar tarafından değil, konferanslarda tarihçiler arasında görüşülmesini istediği Türkiye’nin de bunu kabul etmediği basın haberlerinden anlaşılmaktadır[7].

Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün ifadelerine tepki gösteren Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Gegam Garipcanyan, şu anda bu konularla uğraşmadıklarını, geçen yıl taraflar arasında toplantılar yapıldığını bu yıl toplantı olmadığını, kendi tutumlarının herkes tarafından bilindiğini bunların da sınırın herhangi bir koşula bağlanmadan açılması, diplomatik ilişkiler kurulması ve Ermeni “soykırımın”ın tanınması olduğunu söylemiştir.

Ermenilerin Avrupa Birliğinde olabilecek çıkarlarını korumak görevini üstlenmiş bir Taşnak kuruluşu olan Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Bayan Hilda Çobanyan verdiği bir beyanatta bu tür temasların hiçbir somut ilerleme sağlamadığını, zira Türkiye’nin komşusuyla olan ilişkilerini iyileştirmek için hiçbir ciddi çaba içinde olmadığını, Türkiye’nin uyguladığı abluka ile Ermenistan’ı boğduğunu, uluslararası alanda izole etmeye çalıştığını ve “soykırımın” inkârı konusunda saldırgan girişimlerde bulunduğunu (Fransız kanun tasarısına karşı Türk girişimleri kastedilmektedir), Türkiye’nin küçük Ermenistan Cumhuriyetini rehin durumunu sokmak istediğini bildirmiş ve bu tür davranışlara müsamaha gösterilmemesi için Avrupa Birliği makamlarına çağrıda bulunmuştur. Bayan Çobanyan ayrıca Türkiye Avrupalı olmak istiyorsa Ermeni soykırımında devletin sorumluluğunu tanıması ve Ermenistan’a uyguladığı ablukayı kaldırması gerektiğini söylemiştir[8].

Dışişleri Bakanı Oskanyan da bu konuda devreye girerek toplantıların gizli olmadığını[9],  bunların Başbakan Erdoğan’ın Başkan Koçaryan’a mektup göndermesinden sonra başlamadığını, eskiden beri toplantılar yapıldığını[10] söyleyerek bu son temasların önemli olmadığı izlenimini yaratmaya çalışmıştır.  Oskanyan’ı bu şekilde davranmaya iten neden, Türkiye’ye karşı sert ve tavizden uzak bir politika izlendiği kanısını vermiş olan Ermeni hükümetinin Türkiye ile kamu oyundan gizlenen müzakereler yürütmesinin bir çelişki teşkil etmesidir.

Diğer yandan gerek Dışişleri Bakanı ve Yardımcısının gerek Diasporayı temsil eden Bayan Hilda Çobanyan’ın iki ülke arasında görüşmeler yapılmış olduğunun açıklanmasına gösterdikleri tepkilerin diğer bir nedeni de Avrupa Birliği organlarının iki ülke arasında görüşmeler yapılmasını olumlu bir gelişme olarak kabul ederek sınırların açılması ile  “soykırımın” tanınması konularında Türkiye’ye yapılmakta olan baskıları durdurması veya  kaldırması, hiç olmazsa hafifletmesi olasılığının yarattığı korkudur. 

İncelediğimiz dönem içinde iki ülke ilgilileri mevcut sorunlar hakkındaki bazı beyanlarda bulunmuşlardır.

Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül daha ziyade soykırım iddiaları üzerinde durmuştur. Gül, İspanyol El Pais gazetesine verdiği bir demeçte[11] soykırım iddiaları konusunda Türkiye’nin tutumunu bir kez da açıklamıştır.  Dışişleri Bakanı Türkiye’de  “Ermeni soykırımı” deyimini kullanmanın suç olmadığını, ancak bunun yalan olduğunu, böyle bir soykırım bulunmadığını, bunun bir propaganda olduğunu ifadeden sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin isyan ettiğini ve hükümetin önlemler almak durumunda kaldığını, kayıplardan üzüntü duyulduğunu, yüz yıla yakın bir zaman sonra soykırımdan bahsetmenin doğru olmadığını ancak geçmiş olayların incelenebileceğini ve Türk arşivlerinin açık olduğunu söylemiştir.

Türkiye Dışişleri Bakanı bir milletvekilinin sorusuna cevaben TBMM yaptığı bir konuşmada[12] şimdiye kadar 11 AB üyesi ülkenin (Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, İsveç, Polonya, Belçika, Slovakya, Yunanistan, Litvanya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) Ermenilerin soykırım iddialarını tanıyan kararlar almış olduklarını, bu kararların tamamen siyasi mahiyette olduğunu ve hukuki bakımdan bağlayıcı bulunmadıklarını belirtmiş, Avrupa Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımı hakkındaki 1987 tarihli kararının da aynı niteliği taşıdığını, nitekim bir Ermeni derneğinin bu kararı temel alarak Türkiye’nin adaylık statüsü aleyhine Avrupa Adalet Divanında açtığı bir davanın, Divanın Avrupa Parlamentosu kararlarının hukuk değil siyasi olduğunu belirterek reddettiğini söylemiştir.

Ermenistan siyaset adamları ise Türkiye ile mevcut sorunlar hakkında hayli sık konuşmuşlardır. Bu konuşmaların en önemlilerini aşağıda özetliyoruz.

Başkan Koçaryan Ermenistan-AB Parlamentolar arası İşbirliği Toplantısında Türkiye ile önkoşulsuz olarak ilişkiler kurmaya hazır olduklarını tekrarlamıştır[13]. Konunun ayrıntılarını bilmeyenler için kulağa hayli hoş gelen “önkoşulsuz ilişki kurmak” formülü, aslında ciddi sakıncalar içermektedir. Zira hiçbir önkoşul ileri sürmeden Ermenistan ile ilişki kurulur ve sınırlar açılırsa, Türkiye ile bu sorunlarını hiçbir taviz vermeden halletmiş olacak olan Ermenistan, Türkiye’nin sınırlarını tanımamaya ve soykırım iddialarını ileri sürmeye devam etmekte hiçbir sakınca görmeyecektir. Ayrıca, artık Türkiye’den çekinmesine gerek kalmadığı için de Karabağ sorununda da daha uzlaşmaz davranacaktır.

Koçaryan “Ermeni Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü” münasebetiyle 24 Nisan’da yayınladığı bir mesajda “Osmanlı Türkiyesi ve onun halefinin bu suçun (Ermeni “soykırımının”)  tüm sorumluluğunu taşıdığını söylemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun halefi Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre Ermenistan Cumhurbaşkanı Türkiye’yi suçlamıştır. 

Ermenilerin tehciri 1915 yılında başlamış 1916’da son bulmuştur. Buna göre bu olayın tek sorumlusu o dönemin Osmanlı hükümetleridir. Osmanlı İmparatorluğu hukuken 1923’te Cumhuriyetin ilânıyla ortadan kalkmıştır. Türkiye hukuki alanda bu İmparatorluğun varisidir. Siyasi alanda değildir. Zira bizzat Ankara Hükümeti, birçok politikasını şiddetle yerdikten sonra Osmanlı İmparatorluğu’na son vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti tehcir sırasında mevcut olmadığı ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tüm sorunlar Lozan Antlaşmasıyla çözümlendiği için, tehcir nedeniyle Türkiye Cumhuriyetini suçlamak hukuken mümkün değildir.

Bu durum Ermeniler için bir çıkmaz yaratmaktadır. Zira halen herhangi bir kişiyi Ermeni tehcirinden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu kararı alanlar da uygulayanlar da çoktan ölmüşlerdir. Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu ortadan kalktığı için sorumluluğu taşıyacak, yani soykırım iddialarını tanıyacak, tazminat ödeyecek ve Ermenistan’a toprak verecek bir devlet de ortada yoktur.

Ermeniler bu çıkmazdan kurtulabilmek için Türkiye Cumhuriyeti tehcir olayından sorumlu tutmaya çalışmışlardır. Tarihlerin uymamasının yarattığı sorunu aşabilmek için de tehcirin sonuçlarının birçok yıla yayıldığını ileri sürerek, tehcir dönemini 1915–1916 olarak değil, 1915–1923 olarak takdim etmeye çalışmışlardır.  Ancak bu görüş Türkiye Cumhuriyeti tehcir kararını vermemiş ve uygulamamış olduğu için tutarsızdır. Daha sonraları yeni argüman arayışına girişilmiş ve inkâr edenler mevcut olduğu sürece soykırımın sürdüğü gibi bir iddia ortaya atılmıştır. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, soykırımı inkâr ettiği için, soykırımdan sorumludur; o nedenle Türkiye’nin önce soykırımı tanıması, sonra tazminat ödemesi, sonra da Ermenistan’a toprak vermesi gerekmektedir.

Bu garip mantığın daha doğrusu mantıksızlığın kaynağı diasporadaki hayali geniş bazı Ermeni yazarlardır. Buna karşın Ermenistan hükümeti, Türkiye ile yeni bir anlaşmazlık konusu yaratmamak için,  Türkiye’nin tehcirden sorumlu tutulması konusunda sessiz kalmış,  bazen de Türkiye’nin bundan sorumlu olmayacağı hususunda şifahi beyanlarda bulunulmuştur.  Nitekim Dışişleri Bakanı Oskanyan ve Yardımcısı Kirakosyan, bu yıl 24 Nisan münasebetiyle yaptıkları beyanlarda, Ermenistan Cumhurbaşkanın aksine, Türkiye Cumhuriyetini sorumlu tutmayan ifadeler kullanmışlardır. 

Zaman gazetesine bir mülakat veren Kirakosyan “Bizce 1915 olaylarının sorumlusu Türk halkı değildir. O zamanki Türk yönetimi suçlu” demiştir[14]. Dışişleri Bakanı Oskanyan ise Ermenistan televizyonuna verdiği bir demeçte “Birçok kez söyledim: Ermeniler bu suçları işleyenlerle bu günün Türkiyesini ayırabiliyorlar “ şeklinde konuşmuştur [15]. Kısaca Bakan ve yardımcısı Türkiye Cumhuriyeti’nin tehcir olayı için bir sorumluluk taşımadığını ifade etmişlerdir. Devlet başkanı ile ters düşmeleriyse her halde bir koordinasyon eksikliğidir ve sonuç olarak Devlet Başkanın sözleri geçerlidir.

Koçaryan’ın ilk defa Türkiye’yi sözde soykırımdan sorumlu tutmak istemesi ise Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü politikanın daha sertleşeceğinin, özellikle soykırım ithamlarının artacağının işareti olarak görülebilir. Nitekim başka beyanlarda da bu niyetin izlerine rastlanmaktadır.

Mesela Koçaryan, Litvanya Devlet Başkanı Valdas Adamkus’un Ermenistan’ı ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı bir beyanatta, Litvanya Parlamentosuna sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararı[16] için teşekkür ettikten sonra, Ermeni “soykırımın“ tanımasının Ermenistan için esas sorun olduğunu ifade etmiştir. Koçaryan vaktiyle (Sovyetler Birliği dönemini kastediyor) bu sorunun ideolojik engellerin tutsağı olduğunu, şimdi ise Ermenistan’ın bağımsız olduğunu ve politikalarını güçlü bir şekilde savunabileceğini söylemiştir [17]. 

Dışişleri Bakanı Vardan Oskanyan’a gelince adıgeçen bir Türk gazetesine[18] verdiği bir mülakatta Ermeni görüşlerini dile getirmek imkânını bulmuştur.  Bu mülakattan bazı kısımları olduğu gibi alıyoruz:

“….. Eğer 1915’te yaşananlar olmasaydı, "diaspora" diye bir şey de olmayacaktı. Ermenistan ve diaspora, 1915’te yaşanan olayların kabul edilmesini ve kınanmasını istiyor. Öte yandan, sınırların kapalı olması, iki ülke arasında ilişki bulunmaması da insanları öfkelendiriyor ve sadece iki ülke arasındaki uçurumu derinleştiriyor..”

“….  Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, Başbakan Erdoğan’ın "tarih komisyonu" kurulması önerisine verdiği cevapta, böyle bir komisyonun ancak diplomatik ilişkisi bulunan ve sınırları açık olan iki ülke arasında kurulabileceğini ve geniş bir hükümetler arası diyalogun parçası olabileceğini söyledi. Türkiye bu öneriye cevap vermedi. Avrupa Birliği de, aralarında anlaşmazlık olsa bile, Türkiye’nin bütün komşularıyla iyi ilişkiler kurması gerektiğini söyledi. Türkiye, bazıları ciddi olmak üzere, komşularıyla sorunları olan bir ülke; ama Ermenistan hariç bütün komşularıyla diplomatik ilişki içinde. Türkiye ve Ermenistan’ın uluslararası toplumda bugünkü sınırlarıyla var olduğu siyasi bir gerçektir. Bir başka siyasi gerçek de bizim komşu olduğumuz ve yan yana yaşayacağımızdır. Ermenistan’ın Türkiye’nin güvenliği için bir tehdit olmadığı da siyasi bir gerçektir.” 

Ermenistan Dışişleri Bakanının bu sözlerine daha yakından bakalım.

Önce “…..Eğer 1915’te yaşananlar olmasaydı, "diaspora" diye bir şey de olmayacaktı.” görüşü doğru değildir. Osmanlı Ermenileri, genellikle ekonomik nedenle, XIX. asrın ikinci yarısından itibaren yabancı ülkelere göç etmeye başlamışlardır. O nedenle 1915’ten önce de bir Ermeni diasporası mevcuttu. Ancak bu diaspora tehcirden sonra çok büyümüştür.

Ermenistan ve diasporanın 1915 olaylarının kabul edilmesini ve kınanmasını istediği doğrudur. Ancak, gerçek anlamda bir kanıtlama yapılmadan bu olayların soykırım olarak nitelendirilmesi ve özellikle günümüz Türkiyesinin de bu uydurma soykırımla suçlanması iki ülke arasında önemli bir sorun olmuştur.

Sınırların kapalı olmasının, ilişki bulunmamasının iki ülke arasındaki uçurumu derinleştirdiği sözlerine katılmak mümkün değildir. İki ülke arasındaki sınır, Ermenistan’ın Sovyetlerin elinde olduğu 1920 yılından 1992 yılına kadar, nominal olarak açık, fiilen kapalı olmuştur. Ermenistan’ın bağımsızlığından sonra iki yıl kadar açık olan bu sınırın iki halk arasında yakınlaşmaya hizmet ettiği söylenemez. İki ülke arasında normal ilişkiler kurulamamasının nedeni sınırın kapalı olması değil, Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımaması, soykırım suçlamalarında bulunması, Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgal etmesidir.

Koçaryan’ın Başbakan Erdoğan’ın mektubuna verdiği cevaba gelince Türkiye, iki ülke arasındaki başlıca sorunun soykırım iddiaları olduğu noktasından hareketle, bu sorunun çözümünü, hiç olmazsa tehcir olayı hakkında ortak bir anlayışa varılabilmesi için bir tarihçiler komisyonu kurulmasını önermişti. Başkan Koçaryan’ın ise askıda kalan tüm sorunları çözmek için bir hükümetler arası komisyon kurulmasını önermiştir. Koçaryan’ın cevap mektubundan[19] bu komisyonun öncelikle iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulması ve sınırların açılmasını sağlamak amacıyla önerildiği sonucu çıkmaktadır. Oysa Türkiye’nin, soykırım iddiaları konusunda bir mutabakata vardıktan sonra, ikili ilişkileri ele almak istediği görülmektedir. Koçaryan’ın teklifiyse bunun tersidir. Önce ikili ilişkilerin normal hale getirilmesini amaçlamakta buna karşın “soykırım” konusunda ne yapılacağını belirtmemektedir. Normal olarak Ermenistan’ın, diplomatik ilişki kurduktan ve sınırlar açıldıktan sonra soykırım suçlamalarına davam etmeleri ve Karabağ konusunda da hiçbir taviz vermemesi beklenir.  

Bir ülkenin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olunması Kopenhag kriterlerinden biridir. O nedenle Avrupa Birliğinin de Türkiye’den tüm komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmasını istemesi normaldir. Ancak bu kriterin yerine getirilmesinin ön şartı Türkiye’nin komşularında da aynı isteğin bulunmasıdır. Diğer bir deyimle iyi komşuluk istemeyen bir ülke ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak imkânsızdır. Ermenistan ise Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamakla ve soykırım suçlamalarında bulunmakla iyi komşuluk ilkesine öteden beri uymayan bir ülkedir.

Ermenistan Dışişleri Bakanı Türkiye’nin, Ermenistan hariç, bütün komşularıyla diplomatik ilişki içinde olduğunu söylemiştir. Sayın Bakanın Türkiye’nin AB üyesi olan Güney Kıbrıs’la da diplomatik ilişkisi olmadığını unuttuğu görülmektedir.

Bu vesileyle Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine çok önem verdiğini ve bu Birlikten gelecek baskılarla sınırların açılacağını ve Türkiye’nin “soykırımını” tanıyacağını ümit ettiğini tekrarlayalım. Oysa Türkiye’nin AB’den gelecek her talebi kabul etmesi sözkonusu değildir. Yeni göreve başlayan AB Genel Sekreteri Oğuz Demiralp taviz verilemeyecek sorunlar arasında, Kıbrıs sorunun yanında Ermeni soykırım iddialarını da zikretmiştir[20].

Ermenistan Dışişleri Bakanı kısa süre önce Türkiye’yi dar etnik çıkarlarının üstesinden gelmekten aciz olmakla ve bölgesel sorunlara geniş açıdan yaklaşmamakla suçlamıştır[21].  Buradaki etnik çıkarlar deyimiyle Türkiye’nin Azerbaycan ile olan yakın ilişkileri ifade edilmek istenmektedir. Bölgesel sorunlara geniş açıdan bakmak ise herhalde Ermenistan’ın yanında Rus Federasyonu’nun da bu bölgedeki politikalarının dikkate alınması anlamına gelmektedir.  Ermenistan öteden beri Türkiye’nin Azerbaycan ile olan yakın ilişkilerinden şikâyet etmekte ve Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerine Azerbaycan’ın karıştırılmaması gerektiğini savunmaktadır. Oysa Türkiye’nin Azerbaycan’la olan yakın ilişkileri sadece “etnik yakınlıktan” ileri gelmemektedir. Başta Ermenistan’ın saldırgan tutumu olmak üzere stratejik nedenlerle de Azerbaycan ile yakın ilişkiler içinde olmak Türkiye’nin yararınadır.

Vartan Oskanyan 24 Nisan‘da “Ermeni Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü” münasebetiyle Ermenistan televizyonuna bir mülakat vermiştir. Genelde bilinen Ermeni görüşlerini tekrarlayan ve yer yer Türkiye’yi şiddetle yeren bu konuşmada özellikle şu hususlar dikkat çekmektedir:

Ermenistan Dışişleri Bakanı Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin Ermeni sorununu su yüzüne çıkardığını söylemiş, Ermeni soykırımının tanınmasının uluslararası bir sorun haline geldiğini, artık sadece Ermenistan’ın bu soykırımın tanınması talebinde bulunmadığını, soykırımın bilim ve medya dünyasının ve gazetecilerin çoğunluğu tarafından da tanınan bir tarihi gerçek olduğunu söylemiştir.

Ermeni sorununun Türkiye’de gitgide daha fazla tartışılmasının nedeni Türkiye’nin demokratikleşme süreci değil, beş yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede, içlerinde Almanya, Fransa, İtalya gibi büyük Avrupa ülkelerinin bulunduğu on ülke parlamentosunun Ermeni soykırımı iddialarını tanıyan kararlar almasıdır. Diğer yandan Ermeni propagandasının yoğunluğu ile Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olan çevre ve kişiler ve Avrupa’da Müslümanlar ve Müslüman ülkeler hakkındaki olumsuz kanılar bir araya gelince Ermeni soykırım iddiaları geniş kabul görmeye başlamıştır.

Ermeni Bakanın ilginç bir beyanı da Ermeni hükümeti ve temsilcilerinin “soykırımın” tanınmasına aktif bir şekilde katılmalarının da tanıma konusunda rol oynadığını belirtmesi olmuştur. Eskiden ve özellikle Ter Petrosyan’ın başkanlığı döneminde, Ermenistan’ın sözde soykırımın başka ülkeler tarafından tanınması için bir gayreti olmadığı, bu konunun daha ziyade Diaspora tarafından takip edildiği belirtilirdi. Artık Ermenistan’ın bu alandaki çabalarından adeta övgü ile bahsedilmesi Türkiye’ye karşı izlenmeye başladığı görülen sert politikanın bir diğer işaretidir.

Ermenistan Dışişleri Bakanı Türkiye’nin, normal ilişkiler kurulması için, Ermenistan’ın soykırım iddialarını bir kenara bırakmasını telkin ettiğini, oysa Ermenistan’ın bunu yapmasının mümkün olmadığını da belirtmiştir. Bu ifadeler Ermenistan’ın Türkiye ile hiç olmazsa bu safhada, bir anlaşmaya varmaya niyeti olmadığını göstermektedir.

Oskanyan ayrıca Türk devletinin Osmanlılar döneminde insanlığa karşı işlenmiş suçların inkâr edilmesi, çarpıtılması veya yok edilmesi için parasını ve inanırlığını boşuna harcadığını söylemiştir.

Eskiden beri Türkiye’de genel kanaat hükümetlerin Ermeni iddialarına karşı koymak için yeterli kaynağı ayırmadığı merkezindedir. Oysa Ermeni bakan aksi görüştedir. Bu arada asıl merak konusu Diasporanın soykırım iddiaların tanınması ve Türkiye aleyhindeki diğer faaliyetlere ne kadar harcama yaptığıdır. Sadece Amerika’da ve sadece 2002 yılında Ermenilerin temsilciler Meclisi üyelerine ve senatörlere yaptıkları açık bağışlar 14 milyon dolar olduğu ve aynı yıl Ararat filmi için 15 milyon dolar sarf edildiği dikkate alınırsa ve diasporanın bulunduğu diğer ülkelerde bu tür faaliyetler için yapılan harcama yaptığı düşünülürse ortaya yüz milyonlara ulaşan bir meblağ çıkabilir.

Oskanyan’ın en ilginç iddialarından biri de Türk toplumunun  (yazarlar, tarihçiler, gazeteciler ) gerçekte ne olduğunu aramaya çalışırken devletin “soykırım” ile ilgili soruları reddettiğini söylemesidir. Herhalde Oskanyan, Ermeni görüşlerini paylaşan az sayıda Türk bilim adamının Türk toplumunu temsil ettiğine inanmaktadır. Diğer yandan gerek Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün gerek Türk Tarih Kurumunun son yıllarda Ermeni sorunu hakkındaki yoğun çalışmaları Türk devletinin Ermeni sorununu reddetmek değil gerçekleri ortaya çıkarmak için ciddi bir caba içinde olduğunun kanıtıdır.

Dışişleri Bakanı Oskanyan, Ermenistan’ın Avrupa Konseyi üyesi olmasının beşinci yıldönümü münasebetiyle bu kuruluşun Bakanlar Komitesinde yaptığı konuşmasında da Türkiye’yi eleştirmiştir. Bakanın bu konudaki sözlerinin çevirisi şöyledir:

“Türk Hükümeti yabancı ülkelerde soykırım gerçeğini inkâr etmekle ve kendi topraklarında da bu sorun hakkında bütün tartışmaları engellemekle gitgide daha saldırgan olmaktadır. Üyemiz olan bazı ülkelerde inkârcı tüm ifadelerin yasaklanmasını öngören mevzuatı kabul çabaları bu redde (soykırım iddialarının reddi) verilmiş doğal bir yanıt olmuştur. Türkiye’nin böyle bir hareketi ifade özgürlüğünün ihlâli olarak telakki ettiğini gözlemlemek, Ermeni soykırımını tanıyan vatandaşlarını cezalandırmak hakkını kendisinde gördüğü düşünüldüğünde, ironik olmaktadır.”

Türkiye’de Ermeni sorunu hakkındaki tartışmaların engellendiği iddiası, bu konuda tam bir serbestlik içinde yayın yapıldığı, hatta bu sorun üzerinde uzmanlaşmış bir gazete (AGOS) bile bulunduğu, ayrıca tamamen bu soruna hasredilmiş konferanslar düzenlendiği, bu konferanslardan bir tanesinin (Geçen Eylül ayında Bilgi Üniversitesinde düzenlenen konferans) sadece Ermeni görüşlerini yansıttığı dikkate alındığında, yanlış olmanın yanında bir iftira niteliği taşımaktadır. Türkiye’nin Ermeni sorunun tanıyan vatandaşlarını cezalandırdığı da doğru değildir. Türkiye’de “Ermeni sorunu olmuştur” dediği için hapse giren veya para cezası alan bir kişi mevcut değildir.  

Ermeni Bakanın bunları bilmemesine imkân yoktur. Bu tür gerçek dışı beyanlarda bulunmasının başka bir nedeni olsa gerektir. Oskanyan’ın konuşması Ermeni soykırımı olmadığını ileri süren kişilerin cezalandırılmasını ön gören kanun tasarısının Fransız Millet Meclisinde görüşülmesinden ve ertelenmesinden bir gün sonra yapılmıştır. O itibarla konuşması bu ertelemeden duyduğu düş kırıklığını yansıtmaktadır.

Yaklaşık bir buçuk yıldan beri Ermenistan’da Türkiye’ye karşı bir değişiklik hissedilmektedir. Bunun en bariz işareti dışişleri bakanları arasında toplantılar yapılmasına son vermeleridir. Bunun yanında Türkiye’nin git gide daha sert bir dille eleştirildiği görülmektedir. Bunun da örneği, yukarıda değindiğimiz gibi, Koçaryan’ın Türkiye’yi “soykırım” ile suçlamaya çalışmasıdır. Bu saldırgan denebilecek davranıştan ne beklendiğine gelince, Ermenilerin Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına taraftar olmayan kişi, grup ve ülkeleri, sınırların bir an önce açılması ve sözde soykırımın tanınmasının Türkiye’nin AB üyeliğinin ön koşulu haline getirilmesi için, daha fazla gayret sarf etmeye çağırdığı düşünülmektedir.

Dışişleri bakanı Oskanyan son olarak bir televizyon kanalına verdiği bir mülakatta[22] bazı Türk şahsiyetlerinin, Ermenistan’ın, Anayasası nedeniyle, Türkiye sınırlarını tanımadığını ifade ettiklerine değinerek Ermenistan Anayasasında böyle bir husus olmadığını, Anayasa’da, tarihi geçmiş ve değerler hakkında Bağımsızlık Bildirgesine atıf yapıldığını ve Türkiye için tehlikeli olan hükümler bulunmadığını söylemiştir. Ermenistan Dışişleri Bakanı ayrıca, Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmaya hazır olmadığını ve bunun için sınırın bir bahane olarak ileri sürüldüğünü iddia etmiştir. Oskanyan, diplomatik ilişkileri kuracak protokolün sınır sorununu da çözeceğini, ancak Türkiye’nin Ermenistan’da Türkiye sınırlarını tanıdığına dair bir beyanda bulunmasını istediğini, bu beyan yapılsa bile Türkiye’nin diplomatik ilişki kurup kurmayacağını bilemediklerini bildirmiştir.

Ermenistan Dışişleri Bakanının bu sözlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için bazı açıklamalar yapmamız gerekmektedir.

Ermenistan’da 23 Ağustos 1990 tarihinde kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesinin 11. maddesi şöyledir:” Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’de ve Batı Ermenistan’da vuku bulmuş olan 1915 soykırımının uluslararasında tanınmasını sağlamak görevini destekler.” Sözkonusu madde, Türkiye’nin kesinlikle karşı çıktığı soykırım iddiasını benimsedikten başka, bu iddianın uluslararasında kabul görmesi için çalışılacağını belirtmekte, diğer yandan da Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan olarak adlandırarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünün tanınmadığını dolaylı bir şekilde dile getirmektedir.  Ermenistan Anayasası ise Bağımsızlık Bildirgesindeki milli hedefleri temel almaktadır.

Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımak için gösterdiği direncin temelinde Bağımsızlık Bildirgesi ve Anayasası bulunmaktadır. Bu hükümler mevcut olduğu sürece Ermeni hükümetlerin resmen Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanıması zordur.  Ermenistan’ın, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı tespit eden ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tarafından da imzalanmış olan 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmasını tanıdığını da resmen bildirmemesinin nedeni de budur.

Yukarıda değindiğimiz gibi, Ermenistan Dışişleri Bakanı diplomatik ilişkileri kuracak protokolün sınır sorununu da çözeceğini söylemiştir. Bu protokolde tarafların aynı zamanda birbirlerinin toprak bütünlüğünü tanıdıklarını beyan edecekleri de anlaşılmaktadır. Ancak protokolün bu hükmü Bağımsızlık Bildirgesine ve dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olduğu her zaman iddia edilebilecektir.

Koçaryan idaresi Türkiye ile hemen normal ilişkiler kurmak, toprak ve tazminat taleplerini ise gelecek hükümetlere bırakmak gibi bir politika geliştirmeye çalıştığı bilinmektedir. Buna göre şimdi Türkiye'nin toprak bütünlüğü tanınabilir. İleride Ermenistan güçlendiğinde sözkonusu protokol, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesine ve Anayasasına aykırı olduğu belirtilerek, iptal edilebilir ve sonra da Türkiye'den toprak ve tazminat istenebilir.  Bu hiç de gerçekçi görülmeyen senaryonun bir yandan Türkiye ile ilişki kurmak diğer yandan da Taşnaklar gibi aşırı çevreleri, toprak ve tazminat taleplerinden vazgeçilmediği bunların şimdilik ertelendiği gibi bir savla, avutmak amacıyla hazırlandığı anlaşılmaktadır.

Bu arada geçen Kasım ayında Ermenistan Anayasasında bir çok değişiklik yapıldığı ve fakat Bağımsızlık Bildirgesiyle ilgili hükümlere dokunulmadığını, diğer bir deyimle Doğu Anadolu'nun Batı Ermenistan olarak adlandırılmasına devam edildiğini de belirtelim.

Görüldüğü gibi Ermenistan devlet adamları Türkiye’ye karşı gittikçe artan olumsuz bir tutum içindedir. Bu tutumun Ermenistan kamuoyunda etki yapmaya başladığı ve Türkiye’nin geçmiş yıllara göre daha fazla bir şekilde ve bazen en beklenmeyen alanlarda eleştirilmeye başladığı görülmektedir. Mesela Ermenistan Tüketiciler Birliği Türk mallarını boykot edilmesi için 2001 yılından beri[23] sürdürdüğü kampanyayı son zamanlarda arttırmıştır. Bu Birliğin başkanı Armen Pogosyan “Ermenistan pazarlarındaki Türk mallarını boykot etmeye başlamalıyız. Bu, her şeyden önce ulusal saygınlığımızla ilgili bir sorundur, sonra ekonomik bir sorundur.” demiştir Pogosyan ayrıca tüketici standartlarını karşıladığı için Türk mallarının Ermenistan pazarından tamamen uzak tutmanın mümkün olmadığını belirtmiş sonra da  “Vatandaşlarımız ucuz olmasına rağmen bazı malları satın almamaları gerektiğini anlamalıdırlar, zira bu, halkının tarihini hatırlayan her Ermeninin saygınlığını ilgilendirmektedir” demiştir[24]. Görüldüğü gibi Ermenistan Tüketiciler Birliği’nin Türk mallarını boykot çağrısı bir ekonomik mülahazaya değil, maalesef ırkçı nefrete dayanmaktadır.

Diğer bir örnek 4 Nisan 2006 tarihinde yapılan bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarıdır. Bu yoklamaya katılan 1000 gencin %90’ı Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin soykırım iddialarını tanıması ve Ermenilere ait toprakları geri vermesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu koşullar olmadan Türkiye ile normal ilişkiler kurulmasını isteyen gençler sadece % 4’tür. Katılanların %6’sı bu konuda kararsız kalmıştır[25]. Oysa Ermenistan hükümeti Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurulması ve sınırların açılması için ön koşul ileri sürmemektedir. Gençlerin bu çok aşırı tutumunun Ermenistan’da Türkiye aleyhindeki yoğun propagandanın sonucu olduğundan şüphe yoktur. Bu günün gençleri yarının idarecileri olduğundan, yarının idarecileri de bu fikirleri taşırsa Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geleceği de sorunlu olacak demektir.

II. SOYKIRIM İDDİALARINA İLİŞKİN GELİŞMELER 

İncelediğimiz dönemde Ermenilerin soykırım iddialarını kabul eden bir devlet olmamıştır.

Buna karşın Arjantin senatosu sözde soykırımı tanıyan kararını yinelemiştir.

Ermenilerin soykırım iddiaları Kanadada hem Senato hem de Avam Kamarasınca tanınmıştı. Buna karşın zamanın hükümeti bu kararı kendisi için bağlayıcı bulmamıştı. Parlamento seçimlerinden sonra iktidara gelen Başbakan Stephen Harper Ermeni  “soykırımını” tanıdığını beyan etmiştir.

Daha önce Ermeni iddiaları doğrultusunda bir kanun kabul etmiş olan Fransa ile bu konuda kararlar almış olan Belçika ve Hollanda parlamentolarına Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifleri verilmiştir.

Bulgaristan Parlamentosu Ermeni “soykırımının” tanınmasını öngören bir kanun tasarısını reddetmiştir.

Başkan Bush bu yılki 24 Nisan mesajında da “soykırım” sözcüğünü kullanmamış ancak bu anlamı çağrıştıracak bazı başka sözcüklerden yararlanmıştır.

Çekoslovakya’ya Ermeni soykırım iddialarının tanımasının ilk adımını oluşturmak üzere bir konferans düzenlenmiştir.

Polonya’nın eski Dışişleri Bakanı “soykırım” konusun iki ülke tarihçileri tarafından ele alınması için bir girişim başlatmak istemiş ancak görevinden ayrılmıştır.

1.Arjantin

İncelediğimiz dönemde Ermeni soykırım iddialarını tanıyan tek meclis Arjantin Senatosu olmuştur. Senato 19 Nisan 2006 tarihinde bir açıklama yaparak, Ermenilere karşı yapılan “soykırımı” kınamış, bu olayın kurbanlarının aileleriyle dayanışma içinde olunduğu belirtilmiş, soykırımın sistemli bir şekilde inkâr edilmesinden üzüntü duyulduğu ifade edilmiş ve uluslararası kuruluşlardan insan haklarının savunulması ve insanlığa karşı suçların önlenmesi için faaliyetlerini gözden geçirmeleri istenmiştir[26].

Böylelikle Arjantin Ermeni soykırımı iddiaları hakkında en fazla karar alan ülke olmuştur. Arjantin Senatosunun bu konudaki ilk kararı 1993 yılındadır. On yıllık bir suskunluktan sonra Senato 2003’ten itibaren her yıl Ermeni “soykırımı” hakkında bir karar almıştır. Bu arada 2004 yılında Ermeni “soykırımının” okullarda ve üniversitelerde okutulmasını ve 24 Nisan’ın da Ermeni “soykırımı” günü olarak kutlanmasını öngören bir kanun çıkarılmıştır. 

Arjantin Senatosunun bu konuya gösterdiği ilgiyi açıklamak güçtür. Ülkelerinde hatırı sayılır bir Ermeni azınlığı bulunan Rusya Federasyonu, Fransa ve Lübnan gibi ülkelerde bile Ermeni iddiaları hakkında alınan kararların sayısı Arjantin’dekilerin yarısından azdır. Kanımızca Arjantin Senatosun kararları konuya duyulan ilgiden değil sorumsuz davranışın bir sonucudur. Her yerde olduğu gibi burada da birkaç zengin Ermeni, aksini iddia eden de çıkmadığı için, Senatörleri kolaylıkla nüfuzları altına almaktadır.

2. Kanada

Stephen Harper 2004 yılı Mart ayında Kanada’ya yeni kurulan Muhafazakâr Partisinin başkanlığına seçildi. Genel Seçimlerden sonra ise 6 Şubat 2006 tarihinde Kanada Başbakanı oldu.  İki ay kadar sonra bazı sözler nedeniyle Kanada ile Türkiye arasında bir kriz doğurdu.

Kanada’da yaklaşık 70.000 kişiden oluşan Ermeni diasporası yıllar süren gayretlerden sonra 2002 yılında Kanada Senatosuna, 2004 yılında da Avam Kamarasına[27] Ermeni “soykırımını” tanıyan kararlar kabul ettirmişti. Ancak Kanada Hükümetleri, Türkiye ile ilişkileri dikkate alarak, bu kararların bağlayıcı saymamışlardı. Esasen kararlar tanımanın ötesinde bir hüküm içermiyordu. Kanada Ermenileri bu kararların Hükümet tarafından da tanınmasını istemişler ancak başarı sağlayamamışlardı.

Geçen Şubat ayında yeni Kanada Hükümeti kurulur kurulmaz Ermenilerin tanıma için baskılarını arttırdıkları anlaşılmaktadır. Başbakan Harper 20 Nisan 2006 tarihinde bir gazetecinin bu konudaki sorusuna “Hatırlayacağınız gibi geçen parlamento Ermeni soykırımını tanıyan bir karar kabul etmişti. Partimiz bu kararı desteklemiştir. Biz de bu kararı tanımaya devam ediyoruz.” cevabını vermiştir[28].

Başbakan 24 Nisan münasebetiyle, bir Taşnak kuruluşu olan Kanada Ermeni Milli Komitesine gönderdiği bir mesajda, Medz Yeghern (Ermenice büyük felâket demektir. Soykırım anlamında kullanılmaktadır.) münasebetiyle Ermenilere selamlarını gönderdikten ve doksan bir yıl önce Ermeni halkının korkunç acılara ve yaşam kaybına uğradığını, geçen yıllarda Kanada Senatosunun yirminci yüzyılın ilk soykırımını tanıyan bir karar aldığını; Avam Kamarasının ise  “1915 Ermeni soykırımını tanıyan ve bu hareketi insanlığa karşı bir suç olarak kınayan” bir karar kabul ettiğini bildirdikten sonra “Partim ve ben bu kararları destekledik ve bugün de bu kararları tanımaya devam ediyoruz” demiştir. Kanada Başbakanı devamla “tarihin bize verdiği dersleri hiç bir zaman unutmamamız, tarihten gelen düşmanlıkların bizi bölmesine izin vermememiz gerekmektedir. Tüm Kanadalıların sahip olduğu özgürlük, demokrasi ve insan haklarının temelinde birbirimize olan karşılıklı saygı bulunmaktadır” ifadelerinde bulunmuştur[29].

Kanada Ermeni Milli Komitesi Başkanı Vagarç Ehramciyan Başbakanın bu mesajının gerçek ve adaletin kısa vadeli ekonomik çıkarlara ve siyasi mülahazalara galip geldiğini ve Kanada’nın ve özgür dünyanın soykırım ve etnik temizliğe müsaade etmeyeceğini gösterdiğini söylemiştir [30].  

24 Nisan günü Ermeni “soykırımı” Kanada Avam Kamarasında anılmıştır. Bu vesileyle çeşitli parti mensupları soykırım iddialarını destekleyen konuşmalar yapmışlar, Dışişleri Bakanı Peter MacKay’de Başbakanın Ermenilere 24 Nisan münasebetiyle gönderdiği mesajı teyit eden bir konuşma yapmıştır. Sonra mecliste saygı duruşunda bulunulmuştur[31] .

Kanada Başbakanın nispeten yeni göreve başlaması nedeniyle Ermeni sorunun tüm yönlerini bilmediği, ülkesindeki Ermenilerin aşırı ısrarları etkisinde kalarak, sonuçlarını tam olarak hesaplamadan, onların istekleri doğrultusunda hareket ettiği düşünülebilir. Oysa Başbakan Erdoğan’ın bu olaylardan yaklaşık bir hafta kadar önce kendisine bir mektup göndererek Ermeni sorunu hakkındaki tartışmalara katılmaması için dikkatini çektiği sonradan açıklanmıştır[32]. Buna göre Kanada Başbakanı bilerek ve isteyerek hareket etmiştir. Diğer bir deyimle Türkiye ile ilişkilerin bozulmasına önem vermemiş (veya bozulacağına inanmamış) ve sayıları yaklaşık Ermeniler kadar olan Kanadalı Türkleri de dikkate almamıştır.

Kanada Başbakanın tutumu böylece açıklık kazandıktan sonra Türkiye Dışişleri Bakanlığı 25 Nisan 2006 tarihinde “Kanada Başbakanı Stephen Harper´in Asılsız Ermeni İddialarını Sözde "Soykırım" Olarak Niteleyen ve Bu İddialara Destek Beyan Eden Açıklaması” başlığı altınsa şu açıklamayı yapmıştır:  

“Kanada Başbakanı Stephen Harper’in, asılsız Ermeni iddialarını sözde “soykırım” olarak niteleyen ve bu iddialara destek beyan eden açıklamasını esefle karşılıyoruz.

Saygın tarihçilerin objektif araştırmalarına göre kesinlikle temelsiz olduğu kanıtlanmış olan “Ermeni soykırım” iddialarının, siyasi bir hüviyeti olan Başbakan Harper tarafından sanki tarihi gerçekmiş gibi takdim edilmesi vahim bir önyargılı tutumdur.

Konunun özüne ilişkin objektif değerlendirmelere dayanması mümkün olmayan bu tür açıklamalar, Türkiye ile Ermenistan arasında gelişmesini arzu ettiğimiz diyalog ortamına katkı yapmadığı gibi, Türkiye-Kanada ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Kanada Parlamentosu’nun iki yıl önce Ermeni iddialarına destek veren kararından sonra iki ülke ilişkilerinde gözlenen durgunluk bunun en açık örneğidir.

Müttefikimiz Kanada’nın, Türkiye karşıtı lobilerin tarihten husumet ve nefret üretmeye yönelik girişimlerine destek vermeye devam etmesi, bu ülkenin bu nefret ve husumetin geçmişte kendi topraklarında Askeri Ataşemizin, bir Kanadalı güvenlik görevlisinin Ermeni suikastçılarca öldürülmesine, Büyükelçimizin ve Ticaret Ataşemizin yaralanmasına yol açtığı acı olaylardan hiçbir ders almadığını da göstermektedir.

Tartışmalı tarihi olaylar hakkında neredeyse bir asır sonra yabancı parlamentolar veya hükümetler tarafından yapılan açıklamalar gerçekte yaşananların niteliğini değiştirmeyecektir. Türkiye, uzun yılların propagandasına ve siyasi hesaplarına dayalı tek yanlı tarih yaratma ve yalanları gerçekmiş gibi kabul ettirme teşebbüslerini reddeder ve kınar.

Soykırım insanlığa karşı suçların en ağırıdır. Tarihteki trajik olayları tek yanlı çarpıtarak siyasi kazanç hedeflemek, insanlık için barış ve işbirliğine dayalı ortak bir gelecek yaratma amacına da kuşkusuz hizmet etmemektedir.

Ermeni iddialarının inanç temelinde değil, bilgi temelinde değerlendirilmesi beklenir. Türkiye, 1915 olaylarına ilişkin tarihi gerçeklerin etraflıca, ilgili tüm ülke ve tarafların arşiv belgelerine dayanarak, tarafsız ve saplantısız biçimde Türk, Ermeni ve diğer tarihçilerce ortak bir komisyonda araştırılması ve ulaşılacak sonuçların herkes tarafından kabul edilmesi önerisini bu vesileyle tekrarlar ve ikili ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla Ermenistan’a resmen iletilen bu önerinin hayata geçirilmesini, tarihle yüzleşmekten çekinmeyen sağduyulu ülkelerin destekleyeceğine olan inancını vurgular.

Bu bağlamda, özellikle sorumluluk mevkiinde bulunan kişilerin sübjektif temellere dayalı önyargılarından arınıp bilgi esasına dayalı objektif temellere göre aklıselimle tavır alması içten dileğimizdir.”[33]

Bu açıklama, haklı şikayetleri dile getirmekle beraber, Kanada’ya karşı, eğer uygulanacaksa, yaptırımlar hakkında bir bilgi içermemektedir. Ancak Kanada Başbakanının açıklamasının Türkiye-Kanada ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği bildirilmektedir: Aynı gün yayınlanmış olan bir gazete Dışişleri Bakanlığında yapılan bir toplantıda “Kanada Hükümetinin bu tutumu nedeniyle bu ülke firmalarının (Sinop’taki) nükleer santral ihalesine katılmayacakları” kararının alındığını yazmıştır[34] .

Türkiye’nin Kanada’ya karşı ekonomik alanda bazı önlemler alabileceğine dair tepki Ermeni Kanada Milli Komitesi İcra Direktörü Babikyan’dan gelmiştir. Adıgeçen bu hususta şunları söylemiştir: “202 yılında Senato karar aldığı zaman Türkler ilişkileri keseceklerini ve Kanada şirketlerini boykot edeceklerini belirterek Kanada’yı tehdit ettiler ve şantaj yaptılar. Ancak bir şey olmadı. Aynı şeyi 2004 yılında Avam Kamarası karar alınca da yaptılar. Şimdi de aynı taktiği kullanıyorlar [35].  Ermenilerin,   yakın ilişkiler içinde olduğu Kanada Hükümet çevrelerine Türklerin karşı önlemler almayacağı veya alamayacağı fikrini kabul ettirmiş bunun da Başbakan Harper’in Türkiye’ye karşı fütursuzca davranışının nedeni olması mümkündür.

Ottowa Büyükelçimiz Aydemir Erman’ın istişarelerde bulunmak üzere kısa bir süre için Ankara’ya çağrılması ve arkasından Türkiye’nin Kanada’da yapılmakta olan Mapple Flag hava kuvvetleri egzersizlerinden çekilmesi Ermeni sorununu yeniden, bir süre için Kanada basının dikkatine getirmiştir. Ancak bu konu, şu sırada kapanmış gibidir.

Ermeniler Kanada’nın iki meclisine de soykırım iddialarını tanıttırdıktan sonra Hükümetin de bu tanımayı yapmasını sağlamışlardır. Bundan sonraki adımları, Fransa, Belçika ve Hollanda’da olduğu gibi “soykırımın” inkârını cezalandıracak bir kanunun çıkarılmasına çalışmak olabilir. 

Kanada Hükümetinin Ermeni soykırım iddialarını tanımakla gerek iç gerek dış siyasette bir kazanç sağladığını söylemek zordur. 

İç siyasette Kanadalı Ermenilerin gelecek seçimlerde Muhafazakâr Partiye oy verecekleri düşünülebilirse de seçimlere üç yıldan daha fazla zaman vardır. Diğer yandan gelecek seçimlerde Kanadalı Türklerin Muhafazakârlara oy vermemesini beklemek gerekir. Kısaca kazanılan bazı oylara karşın kaybedilen oylar da olacaktır.

Diş siyasette ise Türkiye ile olan ilişkilerde bir gerileme yaşanması normaldir. Bu gerilemenin etkileri ekonomik alanda da kendini hissettirdiği taktirde Kanada için ciddi kayıplar söz konusu olabilecektir.

Bu konudaki son gelişme Başbakan Erdoğan’ın müşavirlerinden milletvekili Egemen Barış’ın bir toplantı için gittiği Kanada’da Dışişleri Bakanı Mackey ile görüşmesidir. Basın haberlerine göre [36] Barış, Kanada Başbakanının sözlerinden duyulan endişeyi dile getirmiş, bu olayın iki ülke ilişkilerine gölge düşürdüğünü, Kanada’dan bu duruma çare bulmasını beklediklerini, Harper’in ifadelerinin Türkiye – Ermenistan ilişkilerine bir katkıda bulunmadığını söylemiştir. Bağış ayrıca Türkiye’nin Kanada ile olan ticaretini arttırmak istediğini de belirtmiştir.

Kanada Dışişleri Bakanı ise Başbakan Erdoğan’ın Ermenistan ile tarihçilerden oluşacak bir ortak komite kurulması önerisini taktirle karşıladığını ve bu önerinin kabulü için Ermenistan makamlarına başvuracağını söylemiştir. Kanada’nın iki meclisi ile ayrıca hükümeti Ermeni soykırım iddialarını kabul ettikten sonra, amacı soykırım olup olmadığı araştıracak bir tarihçiler komisyonunu desteklemeleri pek mantığa sığmamaktadır. Kanada Dışişleri Bakanının, inandığı için değil,  Türkiye’deki duyarlılığı dikkate alarak havayı yumuşatmak amacıyla hareket ettiği anlaşılmaktadır.

3. Fransa

Dergimizin geçen sayısında “Tarihi Düzenleyen Fransız Kanunları” hakkında ayrıntılı bilgi verilmişti[37]. “Tarihi düzenleyen” deyiminin anlamı tarihi olaylar hakkında değer hükümleri veren kanunlardır.  Oysa kanun bildiri veya demeç değildir; değere değil işleme yöneliktir. Bir kanunda mutlaka bir fikir beyan etmek gerekiyorsa bu gerekçesinde yer alabilir.

Dünyanın her yanında bu kurallara uyulurken Fransa’da, iç siyasetin içinde bulunduğu demagoji ortamının etkisiyle, tarihi olaylar hakkında yargı içeren dört kanun çıkarılmıştı.  Tanınmış on dokuz Fransız tarihçisinin 13 Aralık 2005 tarihinde “Tarih İçin Özgürlük” başlığı altında bu tür kanunları yeren ve ilga edilmelerini isteyen bir bildiri yayınlamalarından sonra bu kanunlardan birindeki sömürgelerde Fransa’nın olumlu rolüne değinen ifadeler iptal edilmiş, sözde Ermeni soykırımını tanıyan 2001 tarihli kanun da dâhil diğer kanunlar için bir işlem yapılmamıştı. Buna karşın bu konudaki yoğun tartışmalar bundan böyle Fransa’da tarihi yargılayan yeni kanunların çıkarılmayacağı kanısını oluşturmuştu. Fransız Sosyalist Partisinin 2001 tarihli kanuna Ermeni “soykırımını” sorgulayanların cezalandırılmasını öngören bir madde eklenmesini isteyeceğini açıklaması bu kanının doğru olmadığını göstermiştir.

Fransız Polisi kayıtlarına göre 3.200 Türk 18 Mart 2006 tarihinde Lyon’da dikilmek istenen bir Ermeni “soykırım” anıtı aleyhine yürüyüş yapmıştır.[38] Aynı saatte başka amaçlarla gösteri yapan Fransız öğrencilerle Türkler arasında arbede çıkmış ancak polis müdahale etmiştir. Bu yürüyüşe izin verdiği için Bölge Valisi Ermeniler tarafından eleştirilmiştir[39].  18 Nisan’da bu anıtın üzerine bazı yazılar yazılmıştır. Ermenilerin bu iki olaydan sonra “soykırımı” inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören bir kanun çıkarılması için baskılarını arttırdıkları anlaşılmaktadır.

Fransız Sosyalist Partisi Başkanı François Holland’da bu konuda yaptığı bir açıklamada son zamanlarda Ermeni “soykırımını”n inkârına yönelik hareketlerin arttığını, bu nedenle Ermeni soykırımı reddedenlerin cezalandırmasını gerektiğini söylemiştir[40]. Bu amaçla Sosyalist Partisi 2001 tarihli kanuna eklenmek üzere 27 Nisan 2006 tarihinde şu kanun teklifini hazırlamıştır: “Madde 2: 1915 tarihli Ermeni soykırımının varlığını, 29 Temmuz 1881 tarihli Basın Özgürlüğü Yasasının 23. maddesinde gösterilen yöntemlerden biriyle ihlal edenler, aynı yasanın 24 mükerrer maddesi gereğince cezalandırılacaklardır”.  Buna göre Ermeni soykırımını kamuoyu önünde reddedenler ( bir konuşma yaparak, bir yazı yayınlayarak) 5 yıla kadar hapse ve 45.000 Avro para cezasına çarptırılabileceklerdir.

Fransız Sosyalist Partisinin Ermeni görüşlerini çekincesiz desteklemesi nispeten yenidir. 3 Haziran 2004 tarihinde Sosyalist Partisi Başkanı François Hollande ile Taşnak Partisinin Fransız kolu Başkanı Mourad Papazian bir bildiri yayınlayarak, Türkiye ile müzakerelere başlanmasının Kopenhag kriterleri yanında Avrupa Parlamentosunun 1987 yılı kararına saygı gösterilmesine bağlı olduğunu ifade etmişlerdi. Bilindiği üzere Avrupa Parlamentosunun bu kararında Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üye olmasını Ermeni “soykırımını” kabul etmesine bağlıyordu Sosyalist Parti bu vesileyle Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören bir kanun teklifinde bulunacağını da bildirmişti[41].  Bu tebliğden birkaç gün sonra, 8 Haziran 2004 tarihinde, Sosyalist milletvekili Didier Migaud Partisinin Meclis Grubunun tamamı tarafından desteklenen bir yasa teklifini Millet Meclisine vermiştir.

Diğer partilerden de benzer yasa teklifleri gelmiştir. Ancak bu konuda bir kanun çıkmamasının nedeni Meclis üyelerinin çoğunluğunun, ifade özgürlüğünü kısıtlayacak olması nedeniyle,  böyle bir yasaya taraflar olmamasıdır. Söz konusu yasa teklifleri hakkında dipnotta kısa bilgi verilmektedir[42].

Fransız Sosyalist Partisinin bu konu üzerinde bu kadar durmasının nedeni iktidar partisinin içinde bulunduğu güç durumdur. Fransız hükümeti ekonomik alanda olduğu kadar sosyal alanda da başarılı olamamıştır. Başkan Chirac sahip olduğu prestiji önemli ölçüde yitirmiştir. İktidar partisi UMP’de bu başarısızlıkların getirdiği bir çalkantı, bir istikrarsızlık vardır. Sosyalistler bu durumdan yararlanarak hükümeti düşürmek, hiç olmazsa yıpratmak istemektedir. Sosyalistler bu kanun tasarısının görüşülmesinden iki gün önce Hükümet için güvenoyu istemişler ancak oylamayı kaybetmişlerdir[43]. Söz konusu tasarının amacı Ermenileri tatmin etmek kadar hükümete bir darbe indirmek arzusudur. Hükümet ise, ister istemez, Fransa’nın Türkiye ile ilişkilerini dikkate almak durumundadır. Bu ise kendisini, böyle bir sorumluluğu olmayan Sosyalistlere karşı, savunmada bırakmaktadır.

Sosyalistlerin bu manevrasına iktidardaki UMP’nin [44] bazı üyelerinden tepki gelmiştir. Gelecek seçimlerde Cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyacağı anlaşılan Nikolas Sarkozy’in başkanlığını yaptığı bu partiden Eric Raoult Ermeni “soykırımını” inkâr edenler için bir yıl hapis ve 45.000 Avro para cezasını öngören bir kanun teklifi yapmıştır. Aynı partiden Richard Mallie ve Rolands Blum ise sosyalistlerin kanun teklifinin aynı olan bir tasarıyı Millet Meclisine sunmuşlardır[45]. UMP ise bu konuda bir tutum belirlememiş ve yapılacak oylamada üyelerini serbest bırakma eğilimi öne çıkmıştır [46].

Siyasi alanda durum bu merkezde iken Tarih İçin Özgürlük Derneği[47] bir bildiri yayınlayarak, geçen Aralık ayında Fransız Millet Meclisindeki parti grupları yetkilileri ile yaptıkları görüşmeler sırasında kendilerine, tarih ile ilgili kanunlar konusunu daha vahim hale getiren girişimlerde bulunulmayacağının imâ edildiğini, bu nedenle Sosyalist Parti tarafından yapılan kanun önerisinin kendilerinde şok etkisi yaptığını, resmi gerçekler ilân etmeninin demokratik bir rejim ile bağdaşmayacağı hususunda vaktiyle uyarıda bulunmuş olduklarını, kanun tasarısında öngörülen cezaların fikir özgürlüğünü zedeleyeceğini ve özellikle öğretmenleri rehin alacağını ifade edilmiştir[48]. Söz konusu Dernek üyelerinden tanınmış tarihçi Pierre Nora’nin “Parlamentomuz Ermeni baskı gruplarının tutsağı haline geldi. Ermeni sorununu İstanbul’da tartışmak Paris’ten daha kolay”[49] sözleri Fransa’daki durumu veciz bir şekilde açıklamıştır.  Bu bildiriden sonra Fransa’da pek çok aydın ve tarihçi aynı paralelde görüş beyan etmişlerdir. Aksini söyleyenlerin sayısı çok az olmuştur.

Aynı eğilim Fransız siyaset adamlarında da görülmüştür. Millet Meclisi Başkanı Louis Debré[50], Dışişleri Komisyonu Başkanı Hervé de la Charette[51], Sosyalist Parti Grubu Başkanı Jean Marc Ayrault[52] gibi şahsiyetler tasarının aleyhinde tutum alırken Sosyalist Partiden az kişi tasarı lehinde konuşmuştur.

Türk kamuoyu bu tasarıya karşı büyük tepki göstermiştir.  Ermenilere soykırım uygulandığı suçlaması yeterince ağır değilmiş gibi bir de “soykırım olmamıştır” diyenlerin hapse ve ağır para cezasına mahkûm edilmek istenmesi hiçbir şekilde kabul edilebilir görülmemiştir. Tepkiler arasında Fransız mallarına boykot uygulanması, Fransız Büyükelçiliğinin bulunduğu sokağa anıt dikilmesi gibi, hiç bir yarar sağlamayacak derecede aşırı olanlar vardır. Basında da aynı eğilim görülmüş ve  “Fransa Türkiye’den Silinmeli” düşüncesinde olanlar çıkmıştır[53]. İlginç olan husus Türkiye’de kimsenin, dolaylı bir şekilde bile olsa,  Fransa’daki kanun tasarısını desteklememiş olmasıdır.

Bu arada Ermeni soykırım iddialarını benimsemiş olan bazı Türk aydınlarının da Fransız tasarısını eleştirmesi şaşkınlık yaratmıştır. Zira bu kişilerin görüşlerini paylaştıkları diaspora Ermenileri gibi bu tasarıya sahip çıkmaları daha mantıklı görülmüştür.

Hepsi geçen yıl Eylül ayında Bilgi Üniversitesinde yapılan ve sadece Ermeni görüşlerinin savunulduğu, karşıt görüşlerin ifade edilmesine izin verilmediği konferansın düzenleyicisi veya katılımcısı olan dokuz Türk bilim adamı[54] bir bildiri yayınlayarak “insanlık dışı felâketin (yani tehcirin) tüm ağırlığını üzerlerinde hissettiklerini, Ermenilerin acısının onların acısı olduğunu, vatan haini ilan edilseler dahi Türkiye’de demokrasi mücadelesini (?) sürdüreceklerini bildirdikten sonra Fransız Parlamentosundaki yasa taslağından kaygı duyduklarını ifade ettiler. Bunun nedeni olarak da bu yasanın  “tarih ve ortak belleği sorgulama sürecine”  zarar vereceğini, yasanın Fransa’da özgür tartışmayı engelleyeceğini, bunun yanı sıra Türkiye’de de benzer ve daha güçlü bir etki yapacağını belirttiler[55]. Bu hayli muğlâk sözlerden söz konusu aydınların bu yasayı çıktığı taktirde benzer önlemlerin Türkiye’de da alınacağından ve bunun da 1915 tehcirinin aslında bir soykırım olduğu şeklindeki kendilerinin de katıldığı propagandaya zarar vereceğinden endişe ettikleri anlaşılmaktadır.  Bu düşünce bildiriyi imzalayanlardan Halil Berktay’ın Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta doğrulanmıştır. Berktay söz konusu tasarı kanunlaştığı takdirde Türkiye parlamentosunun karşı bir kanun kabul ederek soykırımın tanınmasını cezalandırabileceğini söylemiştir[56].

Bu bildiri Ermenilerin tepkisini çekmekte gecikmemiştir. ABD Ermenileri tarafından çok okunan California Courier Online’in yayımcısı Harout Sassounian aydınların bu bildiriyi imzalamakla Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerle aynı cepheye yer aldıklarını, ayrıca Türkiye’de tekrar itibar kazanmaya çalıştıklarını yazmıştır[57].

Asıl amacı ne olursa olsun, bu bildirinin olumlu yönü Fransız yasa tasarısına karşı Türkiye’de, soykırıma inananlar da dâhil, herkesin birleşmiş olduğunu göstermesidir.

Söz konusu tasarı hakkındaki tartışmalara Türk veya Fransız olmayan bilim adamları da katılmıştır [58].

“Armenian Massacres in Otoman Turkey:A Disputed Genocide” başlıklı kitabın yazarı Guenther Lewy  parlamentoların tarihi değil kanunları görüşmesi gerektiğini, nerede olursa olsun bu tür kanunlara karşı olduğunu,  bu kanunların İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya’da uygulanabileceğini ancak artık bunlara ihtiyaç bulunmadığını söylemiştir.  

“Atatürk”  kitabının yazarı Andrew Mango ise ifade özgürlüğü üzerinde durarak, böyle bir kanunun kendi ülkesinde uygulanmasının mümkün olmadığını, İngiltere’de Yahudi soykırımının inkârına bile izin verildiğini zira ifade özgürlüğünün büyük değer, olduğunu söylemiştir.

Tanınmış Hollandalı tarihçi Prof. Eric Zürcher ise tasarının iki önemli açıdan mahzurlu olduğunu, öncelikle siyasetçilerin tarih yazmaktan uzak durması gerektiğini, ayrıca “soykırım” ifadesinin fazlasıyla vurgulanmasının, 1915’te olanların yeterince araştırılmasına engel olduğunu söylemiştir.  Zürcher konunun Türkiye’nin AB üyeliği için şart haline getirilemeyeceğini, “Fransa’nın Cezayir’de, Belçika’nın Kongo’da, Hollanda’nın Uzakdoğu’da yaptıklarından AB’de hiç söz konusu edilmediğini, o nedenle de Türkiye’den söz edilmesinin anlamı olmadığını belirtmiştir. 

Ermeni asıllı İngiliz tarihçi Ara Sarafian’da tasarının kanunlaşması halinde Türkiye-AB ilişkilerinin bozulacağını, Türkiye’de milliyetçiliğin yükseleceğini, Türkiye’de Ermeni sorunu üzerindeki tartışmaların durabileceğini söylemiştir. Sarafian ayrıca Fransa’nın kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini, Fransa’nın tarihinde Cezayir ve Ruanda olaylarının bulunduğunu eklemiştir[59].

İsrail’li tarihçi ve diplomat Elie Brnavi’de bu tasarıya karşı çıkarak, tarihi gerçeklerin yasalarla dayatılmasının kabul edilemeyeceğini, bu yasa çıktığı taktirde Ermenilerin buna çok sevineceğini buna karşın Türkiye-Fransa ilişkilerinin darbe alacağı ve ayrıca Fransa’da Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olanların bu yasayı kullanacaklarını belirtmiştir [60] .

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Sofya’da NATO toplantısı sırasında görüştüğü Fransız meslektaşı Douste-Blazy’e “Böyle fikir özgürlüğü olur mu? Cumhurbaşkanı, Başbakan gelip görüşlerini ifade etse onları tutuklayacak mısınız?” diyerek tepkisini dile getirmiştir. Blazy tasarının Fransız hükümetinin tutumunu yansıtmadığını söylemekle yetinmiştir[61]. Gül daha sonra İzmir’de yaptığı bir beyanda herkesin bu konuda sorumlu bir şekilde davranması, küçük iç siyaset çıkarları nedeniyle iki ülke ilişkilerini tehlikeye atmanın yanlış olacağını bildirmiştir[62].

Yazılı basına paralel olarak Türk televizyonları bu konuya geniş yer vererek bir çok yorum programı yayınladılar. Bu arada TRT bir ilke imza artarak bazı Türk yazar ve diplomatlarının katıldığı ve Fransızca konuşanlara hitap etmek üzere sadece bu dilin konuşulduğu bir program yayınlamıştır [63].

İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin “Milletlerarası İddia ve Saptırmalara Karşı ve Çeşitli Ülkelerin Gerçekleştirdikleri Mezalimler ve Soykırımların Tanınması ve Anma Günlerinin Tesisi” hakkında bir kanun teklifini TBMM Başkanlığına sunmuştur[64]. Bu tasarı Ermeni soykırım iddialarının ileri sürülmesini düşmanca bir davranış olarak kabul ediyor. Bazı ülkelerde yapılan mezalim ve soykırımların Türkiye tarafından kabul edilmesini öngörüyordu.

AKP Kahramanmaraş milletvekili Mevlüt Akgün ise hazırladığı bir yasa tasarısında Fransa’nın Cezayir’de ve Ruanda’da soykırım yapmış olduğunu inkâr edenlere 10.000 YTL para cezası verilmesi öngörülmüştür[65]. Anavatan Partisi Milletvekili İbrahim Özdoğan da Türkiye’de Ermeni soykırımı olduğunu söyleyenlerin bir yıldan üç yıla kadar hapsini öngören bir kanun teklifi vermiştir[66]. AKP Milletvekili Mahmut Koçak da Fransız askeri güçlerinin Cezayir’de yaptıklarının soykırım olarak kabul edilmesini, 8 Mayıs gününüm “Cezayir soykırımını anma günü “ olarak ilan edilmesini, Cezayir soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören bir kanun teklifinin Fransız Parlamentosunda görüşmelerinin başlayacağı gün olan 18 Mayıs’ta Millet Meclisine sunmuştur[67].

Ermeni soykırımının Fransa tarafından tanınması hakkındaki 2001 yılı kanun kabulü sırasında Fransa’daki Türklerin ve Türk derneklerinin bu kanun aleyhinde bir faaliyeti pek görülmemişti. Beş yıl sonra ise bu derneklerin bir kısmının ciddi bir çalışma içine girdiği gözlemlendi.  İmza toplama kampanyaları düzenlendi. Sosyalist Parti ileri gelenleriyle görüşmeler yapıldı. Fransız Millet Meclisi etrafında gösterilerde bulunuldu. Çok kişinin yer aldığı bu faaliyetlerde Sosyalist Partisin Strasbourg-Neuhof ilçe başkanlığını yapan Şaban Kiper, Partisinin tutumun aksine söz konusu kanun tasarısını protesto etmekle dikkatleri çekti. Ayrıca Çok Kültürlü Kültür Gençlik Konseyi Başkanı (COJEP) Ali Gedikoğlu, aynı kuruluştan Veysel Filiz, Anadolu Kültür Merkezi Başkanı Dr. Demir Önger ve Paris Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Ali Riza Taşdelen öne çıkan isimler oldular. Buna karşın bir kaynak[68] Fransa’da çok sayıda Türk derneği ve kuruluşunun bu olay karşısında sessiz kaldığını yazdı.

TİSK, TESK, TÜKONFED, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, IKV ve TESEV gibi bazı Türk kuruluşları “Apel A Nos Amis Français” (Fransız Dostlarımıza Çağrı) başlığıyla Le Monde, Le Figaro gibi bazı Fransız gazetelerinde bir ilan yayınlatarak Sosyalistlerin önerdiği kanunun sakıncalarını dile getirdiler ve tasarının geri çekilmesini istediler[69].

DISK Genel Sekreteri tasarı kanunlaştığı takdirde bundan ikili ilişkilerin zarar göreceğini söyledi[70]. Memur-Sen Başkanı ise Fransa’nın sözde Ermeni soykırımını tanımak yerine Cezayir’den af dilemesi, gerektiğini belirtti[71]. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Fransa'da Ermeni soykırımını inkâr edenlere hapis cezası öngören yasa tasarısının Fransız Parlamentosu'ndan geçmesi durumunda özel radyo ve televizyonlar ile TRT'ye "Fransız sanat eserlerini boykot etme" çağrısı yapma kararı aldı[72]. Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş tasarı kanunlaştığı taktirde 350.000 üyeleriyle tavırlarını göstereceklerini bildirdi[73].

Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç Fransa Millet Meclisi Başkanı Louis Debré’ye Galatasaray Lisesi ve Üniversitesinde okumuş herkes adına tarihin keyfi ve taraflı bir biçimde siyasi düşüncelere alet edilmesinin geçmişe zarar vereceğini günümüzde ise yeni öfkelere neden olacağını ve gelecekte daha derin çatışmalara yol açacağını belirterek bu adımı atmadan önce  (bu tasarı kanunlaşmadan önce) çok iyi düşünülmesini rica etti[74]. Fransa Dışişleri Bakanının bu konuda 18 Mayıs günü Mecliste yaptığı konuşmada Galatasaray Üniversitesine de değinmesi Kıraç’ın bu girişiminin etkili olduğunu gösterdi.

Türk resmi makamlarının da Fransız yasa tasarısına büyük tepki gösterdiği görüldü.

Sayın Cumhurbaşkanının Başkan Chirac’a bir mektup göndererek tarihle ilgili konuların siyasilerin değil tarihçilerin işi olduğunu ifade ettiği, tasarının Fransa’nın da büyük önem verdiği ifade ve düşünce özgürlüğüne ters olduğunu belirttiği ve tarihi gerçeklerle bağdaşmayan bu durum nedeniyle mevcut dostluğun bozulmasının iki ülke çıkarlarına aykırı olacağını vurguladığı basında yer aldı[75].

TBMM Başkanı Bülent Arınç Fransız Millet Maclisi Başkanı Jean-Louis Debré’ye bir mektup göndererek temel insan haklarının uluslar arası seviyede uygulanmasında Fransa’nın oynamış olduğu önder role değinerek söz konusu kanun tasarısının ifade özgürlüğünün aleyhinde olduğunu belirtti[76].

Başbakan Recep Tayip Erdoğan 9 Mayıs 2006 tarihinde Türkiye’de iş yapan belli başlı Fransız şirketleri temsilcilerini davet ederek söz konusu kanun tasarısının düşünce ve ifade özgürlüğüne darbe vurduğunu belirtti ve tasarının kabul edilmemesi için gayret göstermelerini aksi halde iki ülke ilişkilerinin bozulacağını ifade etti. Başbakan ayrıca Türkiye’nin arşivlerini açtığını, ancak olumlu yaklaşımlarının Ermenistan’dan karşılık bulmadığını söyledi. İş adamları ise ellerinden geleni yapacaklarını ifade ettiler[77]. Nitekim Türk-Fransız Ticaret Odası Başkanının bu amaçla Başkan Chirac’a bir mektup göndermiş olduğu açıklandı[78] .

Başbakan ayrıca AB-Latin Amerika zirvesine katılmak üzere gittiği Viyana’da Başkan Chirac ile görüşerek bu kanun tasarısının Türkiye’de yarattığı rahatsızlığı dile getirdi[79]. Chirac’ın Türkiye’nin kaygılarına gerekli hassasiyetin gösterileceğini söylediği, hatta Fransız Meclisinin 18 Mayıs oturumunda bu konunun gündeme gelmemesi olasılığından bahsettiği ileri sürüldü[80]. Aşağıda anlatacağımız gibi bu tasarı 18 Mayıs’ta Fransız Meclisinde görüşüldü. Ancak Başkan Chirac’ın yakını Meclis Başkanı Debré’nin usta manevralarıyla oylanamadı.

Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Osman Korutürk, kısa bir süre için olduğu belirtilerek, istişareler için, Ankara’ya çağrıldı.

Fransa’daki resmi tepkilere gelince Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Denis Simonneau Türk yetkililerinin bu konu hakkındaki tepkileri hakkında çok dikkatli olduklarını söylemekle yetindi[81]. Bu sözler Fransız Dışişlerinin gelişmelerden rahatsızlık duyduğunu, ancak konu bir iç siyaset sorunu haline geldiğinden fazla konuşulmak istenmediğini göstermektedir.

Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vladimir Karabetyan ise Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun tasarısının Ermenistan tarafından taktir edildiğini, ayrıca Ermenistan’ın Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilere karışmayacağını esasen buna da hakkının olmadığını bu çerçevede Paris’teki Büyükelçisini geri çekmesinin Türkiye’nin bir iç işi olarak gördüklerini ifade etti[82].

TBMM’den dört kişilik bir heyet 9 Mayıs’ta Fransa’ya giderek söz konusu kanun tasarısı hakkında başta Fransız Millet Meclisi Başkanı Debré olmak üzere üst düzeyde bazı temaslarda bulundu. Heyette Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger, bu komisyonun üyesi İstanbul Milletvekili Onur Öymen, AKP Kastamonu milletvekili Musa Sıvacıoğlu ile CHP Ankara milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan yer aldı[83] . Mehmet Dülger’in Fransız mallarının boykot edilmesi ve resmi ihalelere Fransız firmaların çağrılmaması olasılığından bahseden sözleri Fransız basınında da yankı buldu[84].

Türkiye’de çeşitli gruplar tasarıya karşı tepkilerini ifade etmek için gösteriler düzenlediler. Bu çerçevede İstanbul’da Fransız Başkonsolosluğu önünde İşçi Partisi yandaşları gösteri yaptı[85]. Ankara’da ise İşçi Partisi, CHP, Türk-İş, Atatürkçü Düşüncü Derneği Fransız Büyükelçiliği önünde gösteri düzenlediler[86].

Bazı kişiler bu kanun çıktığı takdirde Fransa’ya gidip kendilerini hapsettireceklerini söylediler. Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Mehmet Y. Yılmaz bu yasa çıktığı hafta Paris’e gidip elinde bir “Ermeni soykırımı yoktur” yazılı bir pankartla bir polis merkezi önünde gösteri yapacağını mahkum edildikten sonra İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak tazminat isteyeceğini söyledi[87]. CHP Ankara milletvekili, İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan ise bu yasa çıktığı takdirde önce kendisinin hapsedilmesi gerekeceğini bildirdi[88]. Kendisi hapsettirmek isteyen sadece Türkler değildi. RFI ve RTL’nin Türkiye Muhabiri Jerome Bastion da bir televizyon programında “eğer bu yasa geçerse Fransa’ya gidip ilk ihlâl eden ben olacağım; buyursun yargılasınlar, hapse atsınlar” demek suretiyle tepkisini dile getirdi[89]. Bu kanun kabul edildikten sonra çok sayıda kişinin Fransa’da kanunu kasten ihlal etmesi sonucunda tutuklanması Fransız Hükümeti için içinden çıkılmaz bir sorun oluşturacaktı.

Bu konuda Türk basınında Türkiye-Fransa arasındaki sıkı ekonomik bağlar da sık sık dile getirildi. İki ülke arasındaki yıllık ticaret hacminin 10 milyar Avro kadar olduğu, bunun 6,3 milyarının Fransa’nın Türkiye’ye ihracatı, 3,7 milyarlık bölümünün ise Türkiye’nin Fransa’ya ihracatı olduğu, özellikle otomotiv sanayide çok yakın ilişkiler bulunduğu belirtildi[90] . Bu arada tasarı kanunlaştığı taktirde Fransız mallarının boykot edilmesi çağrıları da yapıldı[91].

Fransa’ya dönelim. Başkan Chirac bu konudaki tutumunu Meclis görüşmelerinden bir gün önce dolaylı bir yolla açıkladı. Reuters Haber Ajansı başkana yakın çevrelere dayanarak başkanın “Türkiye’nin Avrupa değerlerini benimsemesi çerçevesinde bir hafıza çalışması yapmasının önemine bir çok kez değindiğini, Ermeni sorununun, sorumluluk zihniyeti içinde sakin bir düşünceyi gerektiren hassas bir sorun olduğunu söyledi[92].  Fransa Cumhurbaşkanı böylelikle Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılma süreci içinde Ermeni “soykırımını” tanıması gerektiğini ima ederken, soykırım iddialarını tanımayanların cezalandırılmasını öngören yasa tasarısına hiç değinmemesi ve üstelik Ermeni sorununun sorumluluk zihniyeti ve sükûnet içinde ele alınmasından bahsetmesi, yasa tasarısına karşı olduğu şeklinde yorumlandı.

Sosyalistlerin kanun teklifi Meclisin Kanunlar Komisyonunda 11 Mayıs 2006 tarihinde görüşüldü. Konunun esası hakkında fikirler beyan edilmekle beraber kanun maddesi ele alınamadı. Böylelikle kanun tasarısı Komisyon tarafından fiilen reddedilmiş oldu[93].  Ancak bu ret tasarının Meclis Genel Kurulunda görüşülmesini engellemedi. Meclisin bu konudaki genel eğilimini gösterdi.

“Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerin cezalandırılmasına dair Sosyalist Partisinin kanun teklifi 18 Mayıs 2006 tarihinde Fransız Millet Meclisinde görüşülmeye başlandı. Sosyalist Partisi bu teklifi “niche parlementaire” denen bir usulden yararlanarak müzakereye açtı. Bu usul her partiye istediği kanun teklifini, yasa komisyonu hariç, diğer komisyonlara götürmeden Meclis Genel Kuruluna getirmek hakkını veriyor, böylelikle bazı kanunların çok çabuk çıkması sağlanıyordu. Ancak sınırlı bir şekilde başvurabildiğinden bu usulün en ivedi ve önemli konular için kullanılması gerekiyordu. Bu arada Ermeni “soykırımını” tanıyan 2001 yılı kanununun da bu usule başvurularak görüşülmüş ve kabul edilmiş olduğunu da belirtelim.

Sosyalist Partisi bu kez “niche parlementaire”i üç kanun tasarısı için kullandı. İlk iki tasarı üzerindeki müzakereler bittiğinde saat 12.15’i bulmuş ve Ermeni “soykırımı” kanun tasarısı için yaklaşık 45 dakika kalmıştı. Bu süre içinde raportör, Dışişleri Bakanı ve altı milletvekili konuştu. Saat 13.05 olduğunda Başkan Debré bu kanun teklifinin Grup Başkanları toplantısı tarafından saptanacak bir tarihe ertelendiğini bildirerek oturuma son verdi. Böylelikle kanun tasarısı oylamaya da konamadı. Bu tasarının tekrar gündeme alınmasının ancak sonbaharda, olasılıkla Kasım ayında, mümkün olabileceği anlaşılmaktadır.

Bu vesileyle tasarının oya konmamasının Meclis tribünlerindeki Ermeniler tarafından şiddetle protesto edildiğini, bu kişilerin uzun süre binadan çıkmamak için direndiklerini de belirtelim[94]. Ayrıca kanun tasarısının görüşülmesi sırasında da Meclis binası önünde Ermenilerin gösteri yaptıklarını[95] COJEP mensubu bazı Türklere ise daha uzak bir yerde gösteri izni verildiğini[96] de vurgulayalım. Oturum bittikten sonra da bina dışındaki Ermenilerin ellerinde bir Ermenistan bayrağı olduğu halde Meclis binasına girmeye çalıştıklarını ancak güvenlik güçleri tarafından engellendiklerini de bildirelim[97].

Sözkonusu kanun tasarısı üzerindeki müzakerelerde söz alan altı milletvekilinden beşi ve ayrıca raportör tasarının lehinde konuştular. Bir kişi (Marc Laffineur) kanunların tarih yazmaması gerektiği noktasından hareketle tasarının aleyhinde konuştu; ancak Ermeni soykırımının bir buçuk milyon kurban verdiğini kimsenin inkâr edemeyeceğini söylemeyi de ihmâl etmedi.

Bu tasarı hakkındaki görüşmelerin tamamını vermemiz mümkün değildir. Burada en önemli gördüğümüz raportörün ve dışişleri bakanın konuşmalarını özetleyeceğiz, ayrıca bu konuşmalardaki bazı noktalar hakkında açıklayıcı bilgiler vereceğiz[98].

Raportör Christophe Masse, Lyon’da 24 Nisan 2006 tarihinde açılışı yapılan Ermeni anıtının neden olduğu “inkârcı” gösterilerden sonra bu kanun tasarısını ele aldıklarını belirterek sözlerine başladı. Lyon’da ne olmuştu? Bu şehirde tarihi Antonin-Poncet meydanında Ermeni soykırımını konu alan bir anıt dikilmek istenmiş, ancak civarda oturanlar anıtın meydana uymadığını belirterek inşasının önlenmesi için dava açmışlar, fakat anıta Lyon Belediyesi izin verdiğinden, davayı kaybetmişlerdi. 17 Nisan akşamı bu anıt üzerine bazı yazılar yazılmıştı. Bunlar arasında “Ne mutlu Türküm Diyene” deyimi de bulunuyordu. Yukarıda değindiğimiz gibi, Daha önce 18 Mart’ta yine Lyon’da Türkler tarafından düzenlenen bir gösteride Ermeni “soykırımı” aleyhinde pankartlar taşınmış, sloganlar atılmıştı. Fransa’daki Ermeniler bu iki olaya, inkârcılığın kanıtı olduğunu ileri sürerek, büyük tepki gösterdiler. Aslında ilk defa Türklerin örgütlenmiş bir şekilde kendilerine karşı çıkmış olmalarından endişe ettikleri ve bir kanuni yol bulunarak bu tür faaliyetlerin yasaklamaya çalıştıkları anlaşılıyordu.

Bu konuda belirtilmesi gereken bir diğer husus Fransa’da hemen her gün birçok yerde gösteri düzenlendiği ve duvar yazılarına da sıkça rastlandığıdır. Bunlar sakıncalı görülmezken bir Ermeni anıtına yazı yazılması ve bir gösteride soykırım iddiaları aleyhine sloganlar atılması veya pankartlar taşınmasının beş yıla kadar hapis ve 45.000 Euro para cezası ile cezalandırılmak istenmesi normal olmayıp Türklere karşı bir ayırımcılık yapılmak istendiğini göstermektedir.

Fransız Millet Meclisine dönelim. Raportör Masse 2001 yılı kanununun, Ermeni soruna ilişkin tarih ve bellek tartışmalarına son noktayı koyduğunu söylemiştir. Bununla 2001 kanunu Ermeni “soykırımını” tanıdığı cihetle artık bu konuda yapılacak bir şey kalmadığını belirtmek istemiştir. Oysa Fransız tarihçileri tarih hakkında değer hükmü içeren tüm kanunların ve bu arada 2001 tarihli kanunun da ilgasını istemişlerdir.

Bilindiği üzere bu tasarının en zayıf yönü ifade özgürlüğünü çiğnemesidir. İfade özgürlüğü ise ancak bir kanunsal dayanak olduğunda sınırlanabilir. Raportör Masse Ermeni “soykırımı” konusunda uluslararası bir mahkeme kararının olmamasının ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını engellemeyeceğini, zaten bir asır önce ne uluslararası adalet ne de soykırım kavramlarının olmadığını söylemiştir. Günümüzde ise Ermenistan’ın, Türkiye’nin de mutabakatı gerektiği için, Uluslararası Adalet Divanına başvuramadığını iddia etmiştir. Son olarak İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özürlüğüne bazı kısıtlamalar getirdiğini de, kendi tasarılarındaki kısıtlamayı haklı göstermek üzere, ileri sürmüştür.

Bu konuda ilk olarak belirtilmesi gereken husus Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni katliamı iddialarını incelemek üzere tarafsız devlet temsilcilerinden bir komisyon kurulmasını 1919 yılında istediğidir. Bu komisyon gerçekleşse ve bazı kişileri Ermeni katliamı ile suçlasaydı, herhalde o kişileri yargılamak üzere bir mahkeme kurulurdu. İngilizler tarafsız devlet temsilcilerinden oluşan bir soruşturma komisyonu kurulmasını engellemişlerdir. Ayrıca kendileri Osmanlı yetkililerini yargılamak istemişler, ancak İngiliz başsavcısı bu konuda yeterli kanıt bulamamıştır. Kısaca bir asır kadar önce uluslararası bir mahkeme olmadığını söylemek bir mazeret değildir. İstenseydi bu mahkeme kolaylıkla kurulabilirdi.

Günümüzde Ermenistan’ın, Türkiye muvafakat etmeyeceği için, Uluslararası Adalet Divanına başvurmadığı iddiasına gelince Raportör Masse’ın yeterli bilgi sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 9. maddesi şöyledir: “Sözleşmeye taraf Devletler arasında, bu Sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin her hangi birinden bir Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür.” Buna göre Ermenistan, Türkiye’nin rızasına gerek olmadan, Türkiye’nin “soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin her hangi birinden” sorumlu olduğunu belirterek Uluslararası Adalet Divanına gidebilir. Raportörün bahsetmediği husus 1915 tehciri Soykırım Sözleşmesinin imzalanmasından önce olduğu için, Sözleşmenin bu olaylara uygulanmayacağıdır. Dolayısıyla Ermenistan’ın talebi yerine getirilmeyecektir. Ancak Türkiye Sözleşmenin 1915 olayları için uygulanmasını kabul ettiği takdirde Divan bu davaya bakmayı kabul edebilir, fakat buna mecbur değildir. Hukuki durum budur. Gerçekte ise Ermenistan Uluslararası Adalet Divanına gideceği veya gidebileceğine dair hiçbir bir açıklamada bulunmamıştır. Genel olarak Ermenistan’ın hukuk yolundan özenle kaçındığı kanısı mevcuttur.  

Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy’nin konuşmasına gelince, Bakan Sosyalist milletvekilleri tarafından sık sık itirazlarla kesilen bu konuşmasına 1915 katliamının anılarının etkisi altında bulunan Ermeni kökenli vatandaşlarına karşı büyük sempatisi olduğunu belirtmekle başladı ve Fransa’nın Ermenin anılarını devam ettirmek ve onlarla dayanışmasını belirtmek için 2001 yılında kanun çıkarttığını söyleyerek alkış topladı.

Dışişleri Bakanının üzerinde durduğu birinci konu parlamentonun tarih hakkında karar veren kanunlar çıkarmaması oldu. Bakan kısa süre öce Mecliste bu konuda mutabakat meydana geldiğini (kanunlardan birindeki sömürgelerde Fransa’nın olumlu rolüne değinen ifadeler iptal edilmiş olması) vurguladı.

Boust-Blazy sonra Türk ve Ermeni tarihçilerin, ortak bir bellek oluşturabileceklerini ve bu belleğin taraflar arasında normal ilişkiler sürdürülebilmesinin en iyi garantisi olduğunu belirtti. (Fransız Bakanın ortak bellek deyiminden Ermeni ve Türk tarihçilerin olayları aynı şekilde yorumlamalarını kastettiği anlaşılmaktadır) Bakan ayrıca bu çalışmanın Ermenistan’da ve Türkiye’de başladığını, bundan memnun olmak ve destek vermek gerektiğini, oysa kanun tasarısının bu tür gayretlere sekte vurabileceğini söyledi. Fransız Bakan bu kanun tasarısının kabulünün, sadece Türkler ve Ermeniler arasında bir barışma için değil, Fransa’nın çıkarları bakımından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini belirtti. Douste-Blazy her ülkenin tarihinde karanlık sayfalar olduğunu, bunun için geçmişle hesaplaşmak ve bir bellek çalışması yapmak gerektiğini, bunun güç bir iş olduğunu, Türkiye’nin geçmişin acılı dönemlerini kabul etmek durumunda bulunduğunu, ancak günümüz Türkiye’sinin Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerindeki olaylardan sorumlu olmadığını ifade etti.

Douste-Blazy Türkiye’de arşivlerin incelenmesinin kolaylaştırıldığını, Eylül ayında çeşitli görüşlere sahip tarihçi ve aydınları bir araya getiren ve 1915-1916’nın korkunç olaylarının objektif bir incelemeye tabi tutulmasının temellerini atmaya çalışan bir konferans yapıldığını, Ankara hükümeti tarafından desteklenen bu konferansın, Türk halkının tarihin bu trajik dönemini benimsemesi bakımından bir dönüm noktası olduğuna inanıldığını, diğer yandan Türkiye’de Ermenistan’la diyalog kurmak için yeni bir dinamik belirdiğini, anlaşmazlıkların çözümlenmesi için iki ülke arasındaki temasların özendirilmesinde yarar olduğunu, Türk makamlarının geçen yıl Ermenistan’a tarih konusunda ortak bir çalışma yapılmasını teklif ettikleri ve Fransa’nın bu tür gayretleri desteklediğini söyledi.

Douste-Blazy Fransa’nın Ermenistan’ın sadık dostu olduğunu, Türkiye’nin de dostu olduğunu, Türkiye Cumhuriyetin kurulması sırasında Fransa’dan ilham alındığını (?),  Fransa’nın Türkiye ile uzun zamandan beri güçlü, yakın ve devamlı ilişkileri olduğunu, uluslararası ilişkilerde Türkiye ile birçok konuda aynı görüşleri paylaştığını, Türkiye ile yıllar boyunca geliştirilmiş olan ekonomik, kültürel ve bilimsel ilişkilerin ve ayrıca Fransa’ya 300.000 kadar Türkü ülkesine kabul etmiş olduğu için, insani düzeyde de mevcut ilişkilerin iki ülke arasında devamlı bir ortaklık kurmuş bulunduğunu, Türkiye’nin modernizasyon ve diyalog çabalarının desteklenmesi, Türkiye’nin içine kapanmamasının ve otoriter milliyetçiğin gelişmesinin teşvik edilmemesinin gerektiği söylemiş ve Türkiye’deki Ermeni toplumunun bunu gayet iyi anladığını belirtmiştir.

Fransız Bakan tasarı kanunlaştığı takdirde bunun Türk halkının çoğunluğu tarafından dostane olmayan bir jest gibi algılanacağını ve Fransa’nın sadece Türkiye’de değil bu bölgenin tamamında etkisinin zayıflayacağı belirtilmiştir. Bakan, ayrıca, 2005 yılında %7 bir büyüme sağlamış olan Türkiye’nin Fransa için birinci derecede önemli bir ortak olduğunu, Türkiye’de bir çok Fransız şirketinin iş yaptığını,  diğer yandan kültürel, bilimsel ve sanatsal yakınlığın da söz konusu olduğunu, Türk üniversitelerinde, özellikle Galatasaray Üniversitesinde,  Fransız sever bir gelenek bulunduğunu söylemiş ve sorumluluk ruhuna temasla milletvekillerinden kanun teklifini reddetmelerini istemiştir.

Özetlenecek olursa Fransa Dışişleri Bakanı Meclislerin tarihi konularda kanun kabul etmemelerini hatırlatarak, Türkiye’de başlamış olduğunu iddia ettiği tarihi sorgulama sürecine zarar verilmemesini ileri sürerek, kabul edildiği takdirde bu kanunun Türkiye’de dostane olmayan bir hareket olarak algılanacağını belirterek ayrıca Fransa’nın ekonomik çıkarlarının zarar göreceğini bildirerek tasarının kabul edilmemesini istemiştir. Zaman yokluğu nedeniyle oylama yapılmadığından Bakanın ifadelerinin milletvekillerini ne derecede etkilediğini bilmek mümkün değildir.  

Bu arada Douste-Balzy’nin konuşmasında bazı yanlışlıklar olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Geçen Eylül ayında İstanbul’da Bilgi Üniversitesinde yapılan konferansa çeşitli görüşlere sahip tarihçi ve aydınlar değil, tek görüşe, Ermeni görüşlerine, sahip bazı Türk bilim adamları katılmıştır. Türk hükümeti ifade özgürlüğünün sağlanması amacıyla konferansın yapılmasını desteklemiş ancak içeriğini tasvip etmemiştir. Bu konferansın Türk halkının tarihinin trajik bir dönemini benimsemesi, diğer bir deyimle soykırım iddialarını kabul etmesi için bir dönüm noktası olduğu doğru değildir. Aksine bu konferans 1915 olaylarının soykırım olmadığına inanan bilim adamlarının daha kararlı bir şekilde çalışmalarına neden olmuştur. Nitekim İstanbul konferansına tepki olarak en az beş konferans düzenlenmiş olması bunun kanıtını oluşturmaktadır[99].

Diğer yandan Türkiye’nin Ermenistan’a tarihi konularda bir ortak komisyon kurulmasını önerdiği doğru olmakla beraber Fransız Bakan bu teklifin Ermenistan tarafından kabul edilmediğini belirtmeyi ihmal etmiştir.

Kanımızca Douste-Blazy’nin konuşmasının takdire değer tek yönü tasarı kanunlaştığı taktirde bunun Türkiye tarafından dostane olmayan bir hareket olarak algılanacağını açıkça söylemesi ve bunun da Fransız çıkarlarına zarar vereceğini imâ etmesidir ki gerçek de budur. Bu tasarının bir süre ertelenmesi Türk-Fransız ilişkilerinde büyük bir krizin çıkmasını, şimdilik olsun, engellemiştir.

Sonbaharda tasarı tekrar gündeme geldiğinde ne olacaktır? Bu, büyük ölçüde, Fransız Hükümetinin Millet Meclisinde o zaman sahip olacağı güçle ilgilidir. Fransız Hükümetinin şimdiki zayıf durumu devam ederse tasarının kabulü muhakkak gibidir. Ancak tasarının kanun haline gelmesi Senato tarafından da tasdik edilmesine bağlıdır. Bunun ise kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. Senato bir virgülünü değiştirse tasarının Millet Meclisince yeniden ele alınması gerekecektir. O taktirde, 1998–2001 arasında olduğu gibi, tasarının Senato ve Millet Meclisi arasında gidip gelmesi ve beklenmedik bir anda kanunlaşması mümkündür. O zaman Türkiye’nin ikili ilişkiler alanında bazı kısıtlayıcı önlemler alacağı anlaşılmaktadır. Ancak Fransa’nın kabul ettiği bir kanunu kısa zamanda değiştirmesi söz konusu olmayacaktır. Büyük olasılıkla Fransa Türkiye’nin kısıtlayıcı önlemlerine Avrupa Birliği çerçevesinde cevap vermeyi deneyerek Türkiye’nin Birliğe katılımını yavaşlatacak veya durduracaktır. Böylelikle iki ülke ilişkilerinde olumsuz bir tırmanma yaşanacaktır.

Fransız kanun tasarısı Ermeni soykırım iddialarına karşı fikir beyanını cezalandırmayı amaçladığından esası itibariyle ifade özgürlüğünü ihlal eden bir nitelik taşımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ana ilkelerinden biri ifade özgürlüğüdür.  Sözleşmenin 10. maddesi herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğunu, bu hakkın kanaat özgürlüğü ile haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü içerdiğini belirtmektedir. “Ermeni soykırımı olmamıştır” demek bir kanaat özgürlüğüdür.

Aynı madde ifade özgürlüğüne sınırlama getirilecek halleri de saptamaktadır. Bunlar, özetle, ulusal güvenlik, toprak bütünlüğünün ve kamu güvenliğinin korunması, kamu düzenin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi,  düzeninin korunması ve bazı kişisel haklar ve diğer bazı hususlardır. Bu sınırlamalardan hiç biri Ermeni soykırım iddialarını kapsamamaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 33. maddesi Sözleşmeye taraf bir ülkenin, Sözleşme hükümlerini ihlal eden diğer bir taraf ülke hakkında İnsan Hakları Mahkemesine başvurabileceğini belirtmektedir.

Buna göre tasarı kanunlaşırsa Türkiye İnsan Hakları Mahkemesine başvurabilecektir. Ayrıca bu kanun nedeniyle hapis ve/veya para cezası almış kişiler de Sözleşmenin 34. maddesi gereğince Fransa aleyhine dava açabileceklerdir.

Siyasi yönden önemli olan husus Türkiye’nin böyle bir dava açtığı taktirde ikili ilişkiler alanında önlemler alması, diğer yandan konu uluslararası adalete intikal ettiğine göre Fransa’nın da Türkiye ile normal ilişkiler sürdürmesi gerektiği hususudur.

Türkiye’nin gerekli hazırlığı yaptığı takdirde bu davayı kazanma şansının yüksek olduğunu belirtelim. Fransa’da ifade özgürlüğüne çok önem verildiğinden böyle bir davada bazı Fransız avukatlar ve tanıkların görev almak istemeleri de olasıdır.

Diğer yandan bu davanın kazanılması soykırım iddialarını da geriletmesi ve bazı ülke parlamentolarında bu konuda kararlar alınmasından vazgeçilmesi sonucunu vermesi de olasıdır.

4- Belçika

Belçika’da Yahudi Soykırımın inkâr eden, küçük düşüren veya haklı çıkarmaya çalışanları sekiz günden bir yıla kadar hapis ve beş bin Avroya kadar para cezasına çarptıran 1995 tarihli bir kanun vardır. Sözde Ermeni soykırımının bu kanun kapsamına alınması için Belçika’daki Ermeni çevreleri ve onları destekleyenler geçmişte büyük çaba göstermişler ancak başarı sağlayamamışlardır [100].

Fransa’da aynı konuda bir kanun teklifi hazırlanması bu konunun Belçika’da da gündeme gelmesine neden olmuş ve hükümet ortağı Valon Liberal Partisinden senatör olan ve öteden beri Ermeni çıkarlarını gözeten François Roelands du Vivier ile Bayan Christine Defraigne Belçika Senatosuna bu konuda bir kanun teklifi sunmuşlardır.[101]

Tasarı 1995 yılı kanununun kapsamına üç “soykırımı” almaktadır. Tasarı bunları şu şekilde tanımlamaktadır:  “Osmanlı Genç Türk rejimi tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılmış olan soykırım, Alman Nasyonal Sosyalist rejimi tarafından İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılmış soykırım ve Hutu rejimi tarafından 1994’de Rwanda’da yapılmış olan soykırım. Diğer “soykırım veya insanlığa karşı suçların bu kanun kapsamına alınabilmesi için bu suçların uluslararası bir mahkeme tarafından tanınması koşulu getirilmiştir. Ayrıca soykırım inkârın ayrımcılık, kine teşvik ile bir kişinin veya kişilerin milliyeti, ırkı, etnik aidiyeti veya dini nedeniyle yerilmesi amacıyla yapılması esası konmuştur. Tasarıda görülen ceza kanundakinin aynıdır: Sekiz günden bir yıla kadar hapis ve 26 ila 5.000 Avro Para cezası [102].

Daha önce bu konuda sunulan tasarıların Ermeni soykırımı iddialarını kapsamasında güçlük yaşanmıştı. Zira, soykırımın kabul edilmesi için bir uluslararası mahkeme kararı bulunması gerekli görülüyordu ve Ermeni iddialarını doğrulayan bir mahkeme kararı da bulunmuyordu. Bu yeni tasarı Ermeni “soykırımını” anlatan bir tanımlama (Osmanlı Genç Türk rejimi tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılmış olan soykırım) yapmak suretiyle bu güçlüğü gidermiştir.

Tasarıda dikkati çeken bir diğer nokta “soykırımların” kimler tarafından yapıldığının bildirilmesi ancak kime karşı yapıldığının belirtilmemesidir.  Geçekten de tasarıda Ermeni,  Yahudi veya Tutsi kelimeleri yoktur. Bunun amacı ilerde bu “soykırımların” başkalarına karşı da yapıldığının iddia edilmesini sağlamak olsa gerektir. Mesela böylece Osmanlıların sadece Ermenilere değil, Süryanilere, Keldanilere ve Pontus’lulara da soykırım yaptığı söylenebilecektir. Almanlar için ise Yahudilerin dışında Çingenelerin de soykırıma uğratıldığı da  iddia edilebilecektir.

Geçmişe bakılırsa bu tasarının kabul edilme şansının fazla olmadığı söylenebilir. Ancak Fransız Parlamentosundaki benzer tasarı kanunlaşırsa Belçika Senatosundaki tasarının da şansı artacaktır.

5- Hollanda

150 üyesi olan Hollanda Parlamentosunda 3 sandalyesi bulunan Hıristiyan Birliği (ChrtistenUnie) Partisi 1 Haziran 2006 tarihinde, bir soykırımı veya insanlığa karşı suçu, hakaret etmek veya nefrete teşvik etmek amacıyla, kasten inkâr eden kişilerin azami bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını öngören bir kanun tasarısı sunmuştur. Tasarı sahibi Bayan Tineke Huizinga yaptığı konuşmada tasarının kapsamına giren olaylar arasında Ermeni “soykırımını” da saymıştır[103].

Hollanda Parlamentosunda Türk Kökenli milletvekili Fadime Örgü, tasarının komisyonlarda takılacağını, geçmesi halinde ise Parlamentoda kabulünün zor olduğunu, Hollandalı Türkler olarak tasarının kanunlaşmasına asla müsaade etmeyeceklerini söylemiştir[104]. Bu arada Hollanda’daki Türkleri tasarıya büyük tepki gösterdikleri ve Parlamento üyelerini mektup ve e-mail yağmuruna tuttukları haberleri basında yer almıştır[105].

Hollanda Parlamentosu 21 Aralık 2004 tarihinde, Avrupa Birliğine üyeliği için “Türkiye ile yapılacak görüşmelerde, Ermeni soykırımı konusunun devamlı olarak ve açıklıkla ele alınmasını” isteyen bir karar kabul etmiş ve böylelikle Ermeni soykırımı iddialarımı tanımıştı[106]. Şimdi sözkonusu olan soykırımı inkâr edenlerin cezalandırılmasıdır. Bu konuda Fransa’da Millet Meclisine sunulan tasarının Hıristiyan Birliğine ilham vermiş olduğu anlaşılmaktadır.

Bu tasarının kabul olasılığına gelince, normal koşullarda ifade özgürlüğünü kısıtlayan bu tasarıya Hollanda’da itibar edilmemesi gerekir. Ancak Ermenilerin kendilerini acındırma yeteneğini hesaba katmakta yarar vardır. Diğer yandan Fransa’daki tasarı kanunlaştığı taktirde bu tasarının da önü açılmış olacaktır.

6- Bulgaristan

Bulgaristan’ın ATAKA Partisi Başkanı Volen Siderov, 12 milletvekiliyle birlikte, Ermeni “soykırımını” tanıyan ve 24 Nisan’ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak kabul eden bir karar tasarısı sunmuştur. Tasarının gerekçesinde Osmanlı İmparatorluğunun Bulgarlara da soykırım uyguladığı için Ermeni “soykırımının Bulgaristan için büyük anlam ifade ettiği bildirilmiş ve Bulgaristan’ın bu soykırımı tanımakta geç kaldığı belirtilmiştir[107].

ATAKA Partisi 1930’lı yıllarda Orta Avrupa’da geçerli ırkçı ideolojileri günümüz Bulgaristan’ına taşımış ve Bulgar seçmenlerinden bir kısmının güvenini kazanarak Meclise de girmiş aşırı sağ görüşlü bir partidir. Tahmin edileceği üzere ATAKA, başta Türkler olmak üzere, ülkede Bulgar soyundan gelmeyen tüm toplumlara cephe almıştır. Bu partinin, ırkçı nefret alanında aynı görüşleri paylaştığı için militan Ermenilerle ve bu arada Taşnaklarla işbirliği yapması normaldir.

Hükümet Koalisyonunda yer alan ve çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi bu tasarıya karşı cephe almıştır. Bu partiden milletvekili Remzi Osman Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı bir açıklamada tasarının gündeme alınmasını dahi kabul edemeyeceklerini, genel kurula gelmeden komisyonda reddedilmesine çalışacaklarını söylemişse de[108] tasarı gündeme alınmış;  ancak yapılan oylamada 55’e karşı 81 ve 33 çekimser oyla reddedilmiştir[109].

Bulgar halkının önemli bir bölümünde köklü bir Türk karşıtlığı vardır. Bulgarların çabalarıyla değil Rusya’nın bazı stratejik hesaplarıyla Bulgaristan’a 1878’de fiilen bağımsızlık verilmesinden sonra Bulgarların bir ulus haline getirilmesi gerekmiş bunun için de iki öğe kullanılmıştır. Birincisi tarihte çok büyük bir Bulgar devleti olduğu ve modern Bulgaristan’ın bu devletin sınırlarına erişmesi gerektiğidir. İkincisi ise Osmanlı idaresi döneminde Bulgarların geri bırakıldığı, çok eziyet çektikleri ve nüfuslarının azaldığıdır. Bulgaristan, Büyük Bulgaristan hayallerini gerçekleştirmek üzere Balkan Savaşlarına, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına katılmış ve hepsinde de mağlup olmuştur. Böylelikle Büyük Bulgaristan hayali sona ermiş, ancak Osmanlı karşıtlığı, Bulgaristan’daki Türk azınlığı karşıtlığına dönüşerek yaşamıştır.

Türk azınlığına uygulanan ayırımcılık ve baskılar Cumhuriyet Türkiyesi ile Bulgaristan arasındaki başlıca sorun olmuştur. Diğer yandan baskılar nedeniyle Türkler Türkiye’ye göç etmek durumunda kalmışlar ve bu göçler 1950–1951 ve 1968–1978 yıllarında büyük rakamlara ulaşmıştır. Başkan Jivkov, kendi durumunu güçlendirmek amacıyla ve Türkiye’nin müdahale edemeyeceğine inandığı bir sırada, 1984 yılı sonunda Türklere kuvvet kullanılarak asimilasyon politikası izlenmeye başlamış ve bu çerçevede Türklerin isimleri Bulgar isimleriyle değiştirilmiş, Türkçe konuşmak, Türk müziği dinlemek, geleneksel Türk kıyafetleri giymek yasaklanmış,  bölgesel televizyon ve radyolardaki az sayıda Türkçe yayın kaldırılmış ve kısmen Türkçe olarak çıkan bir gazete ve dergi de kapatılmıştır.  Başkan Jivkov’un düşündüğünün aksine Turgut Özel Hükümetleri bu politikaya kesinlikle karşı çıkmıştır. Türkiye Bulgaristan’ın bu tutumunu ilgili tüm uluslararası kuruluşlarda dile getirmiş ayrıca ikili ilişkileri asgari düzeye indirmiştir. Türkiye’nin bu tutumu Jivkov idaresini zora sokmuş,  diğer yandan Türklerin asimilasyon girişimlerine direnmeleri Bulgaristan’ın sınır kapılarını açarak Türklerin Türkiye’ye göç etmelerine izin vermeleri sonucunu doğurmuştur.  Aynı dönemde Jivkov idaresinin Sovyetler Birliğiyle iyi ilişkiler sürdürememesi ve ülkedeki insan haklarcı ve çevreci akımların protestolarını önleyememesi Jivkov’un 1989 yılı Kasım ayında devrilmesine yol açmıştır.

Jivkov’dan sonra gelen Komünist Hükümet Türklere karşı uygulanan zorla asimilasyon önlemlerini kaldırmıştır. Türkler ise kısa sürede toparlanarak, Bulgar asıllı olanlara da açık bir parti kurmuşlar. Hak ve Özgürlükler (HÖH) adını alan bu parti % 10 civarındaki oylarını akıllıca kullanarak, şimdi olduğu gibi, zaman zaman hükümette yer almıştır.

Bulgaristan’da büyük ölçüde demokrasi yerleşmiş olmasına rağmen Komünist Partisi ile ordu ve polisin eski mensuplarında ve sağ düşüncedeki bazı aydınlarda, ırkçılık temeline dayalı Türk azınlığı karşıtlığı hâlâ vardır. Komünist Partisinin mirasçısı olan Sosyalist Parti de bu karşıtlığı ılımlı bir şekilde de olsa bir süre götürmüş, Avrupa Birliğine taraftar olunca ve özellikle hükümet kurabilmek için HÖH’e ihtiyaç duyunca tutum değiştirmiştir. Şimdi bu karşıtlığın Bulgaristan’daki başlıca temsilcisi ATAKA’dır. Ancak Hükümetin devam etmesi için HÖH’ün koalisyonda olması gerektiğinden HÖH’e karşı olan hareketlerin başarı şansı yok gibidir. Bu nedenle HÖH’e karşı doğrudan değil dolaylı bir hücumun düşünüldüğü ve bu amaçla Ermeni “soykırımını” tanıyan bir karar tasarısının ortaya atıldığı anlaşılmaktadır.  Aralarında Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük ülkelerinde bulunduğu on AB üyesi ülkesinin parlamentosunda Ermeni “soykırımını” kabul eden kararlar almış olması ARTAKA’nın sözkonusu tasarıyı sunmasını kolaylaştırmış, hedef olarak Bulgaristan Türklerinin değil Türkiye’nin gösterilmesinin tasarının kabulüne yardım edeceği düşünülmüştür. Nitekim bu tasarının 55 oy alması, 22 milletvekili olan ATAKA’dan başka parti mensupları tarafından de desteklendiğini göstermektedir.

Bu tasarının bir süre sonra yeniden ortaya atılması mümkündür. Zira mevcut 55 oyun artması olasılığı vardır. Nitekim çekimser oy kullanmış 33 milletvekilinden bazıları ileride tasarıya oy verebilir. Oylamaya katılmamış 71 milletvekili arasından da ikinci bir oylamada tasarıyı uygun görenler çıkabilir. Bulgaristan beklendiği şekilde 2007 yılı içinde AB üyesi olursa kendisini Türkiye’ye karşı daha serbest hissedebilir. O nedenle, şimdi olduğu gibi, ileride de bu tür tasarılara karşı HÖH’ün tutumu belirleyici olacaktır. HÖH kesin olarak karşı çıkmaya devam ettiği takdirde, bugünkü Bulgar Hükümeti iktidarda kaldığı sürece, bu tür tasarıların kabul edilme şansı olmayacaktır. Buna karşın HÖH’ün herhangi bir nedenle tereddütlü davranması veya ilerde hükümete katılmaması gibi hallerde tasarının kabul edilme olasılığı artacaktır.

7- Amerika Birleşik Devletleri

ABD Başkanı George W. Bush 24 Nisan 2006 tarihinde  “Ermeni Anma Günü “ münasebetiyle geleneksel mesajını yayınlamıştır.

Başkan’ın bu yıl da Ermeni tehciri için “soykırım” deyimini kullanmaması Amerika’daki Ermenilerin eleştirilerine hedef olmuştur. Daha ziyade varlıklı Ermenileri temsil eden ve hükümetle iyi geçinmeyi yeğleyen Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America,  AAA) yayınladığı bir bildiride başkanı ılımlı bir dille eleştirmiş ve 2000 yılı seçim kampanyası sırasında “soykırımını” tanımak hususunda verdiği sözü tutmadığını vurgulamıştır[110].  Taşnak Partisinin bir örgütü olan Amerika Ermeni Milli Komitesi (Armenian National Committee of America,  ANCA)  ise 200’den fazla Kongre üyesi tarafından talep edilmiş olmasına rağmen, Başkanın soykırım sözcüğünü kullanmadığını belirtmiş ve George W. Bush’un Başkan adayı olduğu dönemde soykırım sözcüğünü kullanacağını belirtmesine rağmen bunu yapmadığı ve ayrıca Bush yönetimin Kongreye gönderilen soykırım tasarılarına karşı çıktığı bildirilmiştir[111].

ABD Kongresinden 31 senatör ve 178 Temsilciler Meclisi üyesi, Ermenilerin talebi üzerine Başkan Bush’a bir mektup göndererek yıllık mesajında soykırım sözcüğünü kullanmasını istemişlerdi. Bunlar arasında geçen başkanlık seçimlerinde Başkan Bush’un rakibi John Kerry ile Bush’un önceli (selefi) Bill Clinton’un Senatör Eşi Hillary Clinton da bulunmaktadır[112]. Başkan’ın Florida Valisi olan kardeşi John Ellis Bush bir bildiri yayınlayarak Ermenilerin soykırım kurbanı olduğunu belirtmiştir[113].

Başkan’ın bu yılki mesajı 2005 yılı mesajına çok benzemektedir[114]. Soykırım deyimiyle adeta eşanlamlı olan “annihilation” (tamamen yok etmek) sözcüğü geçen yıl gibi bu yıl da kullanılmamıştır.  ABD Başkanı bu yıl kitle halinde öldürme (mass killings), dehşetli trajedi (horrible tragedy), tarihin korkunç bir bölümü (a terrible chapter of history) tüm insanlık için trajedi (tragedy for all humanity) ve zorunlu göç (forced exile) deyimlerini kullanmıştır. Sonuncusu hariç bu deyimlerin Ermeni tehcirine uygun olduğunu söylemek zordur.

Başkan Bush geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da 1,5 milyon kadar Ermeninin kitle halinde öldürüldüğü veya zorunlu göçe tabi tutulduğunu ileri sürmüştür. Eski mesajlarında da mevcut olan bu rakam tehcir sırasında 1,5 milyon kişinin öldüğünü iddia eden Ermeni propagandasına uygundur. Ancak Osmanlı İmparatorluğundaki Ermenilerin nüfusu azami 1,5 milyon kadar olduğundan bu kadar kişinin ölmesi mümkün değildir. Ancak ABD Başkanın mesajının bilimsel değil siyasi bir nitelik taşıdığını hesaba katmak gerekmektedir. 1,5 milyon rakamı Ermenileri tatmin ettiğine Türk bilim adamlarından da bir itiraz gelmediğine göre bu rakamın kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir.

Mesajın ilginç bir kısmı “ o zamanın tarihsel olaylarını Ermenistan'da ve Türkiye'de dürüstlükle ve duyarlılıkla incelemeye çalışan kişileri övüyoruz” ifadeleridir. Bu sözlerle kastedilen, Ermeni tehcirinin soykırım olmadığına inanan ve bunu bilimsel olarak kanıtlamaya çalışan yüzlerce Türk bilim adamı ve yazarı değil, geçen Eylül ayında Bilgi Üniversitesinde bir araya gelen Ermeni görüşlerini seslendiren otuz kadar, çoğu vakıf üniversitesi mensubu kişilerdir.

Mesajda dikkati çeken bir diğer husus, geçen yıl olduğu gibi,  Geçici Adalet Uluslar arası Merkezi’nin  (International  Center for Transitional Justice, ICTJ )yaptığı tahlilin, bu konuda son sözü söylemese bile, tehcir olayının derinlemesine anlaşılmasında önemli katlıda bulunduğu hakkındaki   ifadelerdir. Bu sözleri anlayabilmek için biraz geri gitmemiz gerekmektedir. ICTJ Amerika’da bile pek tanınmayan özel bir hukuk kuruluşudur. Feshedilmiş olan Türk- Ermeni Uzlaşma Komisyonu bu kuruluşa BM Soykırım Sözleşmesinin 1915 olaylarına uygulanıp uygulanmayacağını sormuştu. ICTJ hazırladığı raporda Sözleşmenin geriye dönük uygulanamayacağını, bu nedenle de Türkiye’den tazminat ve toprak talep edilemeyeceğini bildirmişti. Ancak ICTJ, kendisine sorulmamış olmakla beraber,  BM Sözleşmesi geriye dönük uygulansaydı 1915 olaylarını soykırım sayacağı kehanetinde bulunmuştu.  Kısaca ICTJ’nin, Türkiye’nin “soykırımı” tanımasını buna karşılık da Ermenistan’ın Türkiye’den tazminat ve toprak talep etmemesi gibi bir formül geliştirmekte olduğu anlaşılıyordu.

Amerikan Başkanının iki yıl üst üste bu önemsiz kuruluşa atıfta bulunması bu formülün Amerikan Dışişlerince benimsendiğini göstermektedir. Türkiye’den toprak ve tazminat alacak gücü olmayan Ermenistan hükümeti, koalisyon ortağı Taşnakları susturabildiği taktirde,  böyle bir çözüme taraftar olabilir. Buna karşın, Türk kamuoyunda soykırım ithamlarına karşı büyük duyarlılık bulunduğu ve gelmiş geçmiş tüm Türk Hükümetleri soykırım iddiasını kesinlikle reddetmiş olduğu dikkate alınırsa, üstelik tarihi verilere de uymayan bu formülün Türkiye bakımından geçerli olması mümkün değildir.

Mesajın belki en önemli bölümü “Bu trajik olayların aynı şekilde anlaşılması ve Ermenistan ile Türkiye arasında normal ilişkilerin sağlanması yönünde, ortak komisyonlar kurulması dahil, her türlü diyalogu teşvik ediyoruz” ifadeleridir.  Başbakan Erdoğan geçen yıl 14 Mayıs’ta Başkan Koçaryan’a gönderdiği bir mektupta “tarihin tartışmalı bir bölümüne ışık tutmak üzere” tarihçi ve diğer uzmanlardan bir grup oluşturulmasını teklif etmişti.  Başkan Koçaryan ise sadece tarihi konuları değil,  iki ülke arasında askıda kalan tüm sorunları görüşmek üzere hükümetler arası bir komisyon toplanması cevabını vermişti[115].  Ermenistan Başkanının sınırların açılması gibi sorunlara öncelik verip tarihi araştırmaları geri plana itmeye çalıştığı anlaşıldığından bu girişimden bir sonuç alınamamıştı.  Başkan Bush geçen yılki mesajında bu konuya değinerek “Başbakan Erdoğan’ın bir Türk-Ermeni Ortak Komisyonu kurulması hakkındaki yeni önerisinden”  bahsetmişti. Bu yılki mesajda da bu konuya değinilerek ortak komisyonlar yolu dâhil ABD’nin iki ülke arasındaki diyalogu desteklediği belirtilmiştir. Ancak bu kez söz konusu önerinin Türkiye Başbakanına ait olduğundan söz edilmemesini Hamas liderlerinden Meşal’in geçen Şubat ayında Ankara’ya yaptığı ziyaretin ABD’de yarattığı olumsuz havaya bağlamak mümkündür. 

Kısaca bu yılki mesaj geçen yılkinden pek farklı değildir. Soykırım iddiaları ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkında, her yıl başka deyimler veya konular bulmak da kolay değildir.  Türkiye için esas, Amerikan Hükümetinin soykırım iddiaları konusunda kimseyi gücendirmeyecek bir tutum almaya gayret etmesidir.

8- Çekoslovakya

4 Nisan 2006 tarihinde Çek Cumhuriyeti Parlamentosunda Prag’daki Ermeni Kulübü ile Çek Senatosu üyesi Yeşiller Partisinden Jaromir Stetina tarafından Ermeni “soykırımı” konusunda bir konferans düzenlenmiştir.

Konferansa Ermeni soykırımı iddiasının hararetli savunucularından Vahank Dadrian, Bayan Tesa Hofman,  Bayan Hilda Çobanyan ile ayrıca  “Almanya’da yaşayan Türk Tarihçisi” olarak takdim edilen Bayan Yelda Özcan “Türk görüşünü anlatmak” üzere katılmıştır[116]. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan’da konferansta hazır bulunmuştur[117].  Slovakya’nin eski Başbakanı Jan Carnogursky’de konferansa katılmış ve Slovakya Parlamentosunun Ermeni “soykırımı”nın tanınması konusundaki deneyimlerinden bahsetmiştir.

Konferansta bilinen Ermeni iddiaları ileri sürülmüştür. Bu arada Ermenistan Bakan Yardımcısı Kirakosyan’ın “Ermenistan Türkiye ile önkoşulsuz olarak müzakere etmeye ve işbirliğinde bulunmaya hazırdır; ancak hiçbir zaman soykırımın uluslararasında tanınmasına yönelik politikadan vazgeçmeyecektir” sözleri, iki ülke ilişkileri düzelse de Ermenistan’ın soykırım iddialarını ileri sürmeye devam edeceğini göstermesi bakımından ilginçtir.

Konferansı düzenleyen Senatör Jaromir Stetina ise Slovakya Parlamentosunu izleyerek Ermeni “soykırımının” tanınmasını öngören bir belge hazırlayacaklarını ve bunu Çek Parlamentosuna sunacaklarını söylemiştir[118].

Bu konferans Çek Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’in himayesinde yapılmış ancak adı geçen konferansa katılmamıştır[119]. Havel konferanstan kısa bir süre sonra Avrupa Konseyi Eğitim Bakanlarının bir toplantısında yaptığı konuşmada Ermeni “soykırımını” Yahudi Holokostu ile aynı düzeyde mütalaa etmesiyle dikkatleri çekmiştir[120]. Buna karşın Çek Cumhuriyetinin bu günkü Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus daha önce, Mart ayının son haftasında kendisiyle yapılan bir röportajda geçmiş olayların tekrar uluslararası gündeme getirilmesinin yersiz olduğunu, Türkiye’nin Ermeni “soykırımını” tanımasının kimseye yararı olacağını düşünmediğini, Türkiye’nin tarihi bir olaydan dolayı sorumlu tutulmasının hiç bir anlam taşımadığını söylemiştir[121].

Cumhurbaşkanları arasındaki bu fikir ayrılığı Çek siyaset adamları arasında da bulunduğundan,  Jaromir Statina Çek Parlamentosuna Ermeni “soykırımının” tanınmasını öngören bir tasarı sunduğunda, ne gibi bir karar alınacağını şimdiden bilmek mümkün değildir.

9- Polonya

Polonya Millet Meclisin 19 Nisan 2005 tarihinde Ermeni soykırımını tanıyan bir kararı oy birliğiyle aldığını daha önce anlatmıştık[122]. 

Türkiye’de bazı tarihi mitoslar nedeniyle Polonya’ya karşı ciddi bir sempati olduğundan Polonya Millet Meclisinin bu kararı duyguların karşılıklı olmadığını göstermiş ve bu nedenle de Türk kamuoyunda ciddi bir düş kırıklığı yaratmıştı.

Polonya Dışişleri Bakanı Stefan Meller’ın Nisan ayında Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında bu konuda gündeme gelmiştir. Dışişleri Bakanı Gül Polonyalı Bakan ile yaptığı basın toplantısında Türkiye’nin endişelerini dile getirerek, konunun siyaset adamlarınca değil tarihçiler tarafından ele alınması gerektiğini belirtmiş,  Türkiye’nin bu hususta Ermenistan’a öneride bulunduğunu[123] ancak olumlu cevap alamadığını söylemiştir[124].

Polonya Dışişleri Bakanı, Meclis Başkan Yardımcısı Sadık Yakut’u ziyareti sırasında Polonya Parlamentosunun kararının ülkelerindeki Ermenilerin talebi üzerine alındığını, ancak kararın bağlayıcı olmadığını, Polonya Hükümetinin görüşünü yansıtmadığını ve Türkiye’ye karşı olmadığını söylemiştir. Meller  ayrıca bu konuda Türk, Ermeni ve Polonyalı tarihçileri bir araya  getirmek üzere  bir iyi niyet misyonu üstlenmeye hazır olduğunu Dışişleri Bakanı Gül’e teklif ettiğini belirtmiş[125]  ve bir gazeteciyle yaptığı söyleşide ise  bu öneriyi Haziran ayında ziyaret edeceği Erivan’a götüreceğini ifade etmiştir.

Stefan Meller Mayıs ayı ortalarında  Dışişleri Bakanlığı görevinden ayrılmış ve yerine Bayan Anna Fortyga atanmıştır. Yeni Bakanın bu konudaki tutumu hakkında henüz bir bilgi alınmamıştır.

III. ABD’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İHLÂL GİRİŞİMLERİ   

İncelediğimiz dönem içinde Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeni sorunuyla ilgili olarak iki kez ifade özgürlüğünü ihlâl etme girişimi olmuştur. Bunların birincisi PBS şirketinin Ermeni “soykırımı” için hazırlattığı bir belgeselin gösterilmesinden sonra bu konuda karşıt fikirlerin de ifade edilmesine olanak sağlayan bir panelin yapılmaması için Ermenilerin ve yandaşlarının giriştiği büyük kampanyadır. İkincisi ise Ermeni sorunu hakkında konferans vermek üzere ABD’de giden iki Türk emekli büyükelçinin konferanslarına engel olmak girişimleridir.

1. PBS Televizyonun “Ermeni Soykırımı” Belgeseli ve bu konudaki panel 

PBS (Public Broadcasting Service= Kamu Yayın Hizmeti), adından da anlaşılacağı üzere ABD’de kamu yararına çalışan, bir deyimle kâr amacı gütmeyen, fakat resmi de olmayan bir televizyon kuruluşudur.  Bu kuruluş 348 adet mahalli televizyon kanalı ile anlaşmalıdır. Bu haliyle PBS’in yayınları ABD çok büyük bir kitle tarafından seyredilmektedir.

Belgesel film alanında tanınmış ve hatta Emmy ödülünü almış[126] olan Andrew Goldberg adında bir yapımcı ve rejisör tarafından geçen yıl “Ermeni Soykırımı” adını taşıyan bir belgesel film hazırlamıştır. Bir saat kadar süren bu belgeselin soykırım iddiaları konusundaki Ermeni propagandasının tüm unsurlarını içerdiği anlaşılmaktadır. Mesela belgeselde Vahank Dadrian, Samantha Powers, Peter Balakian, Ron Suny, Israel Charny ve Elisabeth Frierson gibi soykırım iddialarını benimseyen ve bunların kabul edilmesi için aktif gayret gösteren kişilere mülakat yapılmıştır. Türk asıllı olmakla beraber Ermenilerin görüşlerini tamamen benimseyen ve savunan Taner Akçam, Halil Berktay, Müge Göcek ve Fikret Adanır ile de mülakat yapılmıştır[127].  Herhalde dengeli davranıldığı kanısını vermek için de Gündüz Aktan ve Yusuf Halaçoğlu’nun daha önce yayınlanmış olduğu anlaşılan konuşmalarından da alıntılar yapılmıştır.

Diğer yandan bizzat yapımcısı Andrew Goldberg’in söylediğine göre belgeselin 650.000 dolar tutan masraflarının yüzde doksanı Ermeni kaynakları kalan yüzde onu da ABD’deki Yahudi kuruluşları tarafından karşılanmıştır[128]. Bu arada Andrew Goldberg’in Ermenilere ilk defa hizmet etmediğini, 2001 yılında da “     Ermeniler: Hayatta Kalmanın Öyküsü” başlığını (Armenians: A History of Survival) taşıyan bir belgesel daha yaptığını da belirtelim[129]. 

PBS bu belgeseli almakta tereddüt göstermemiştir. Sözcüsü Lea Sloan’ın ifadesine göre PBS, Ermeni soykırımı olduğunu teslim ve kabul (ackowledges and accepts) eden bir kuruluştur[130]. Ancak PBS, herhalde bu belgeselin tek yanlı niteliğini dengelemek amacıyla, gösterilmesinden sonra Türk ve Ermeni görüşlerinin tartışılacağı yarım saat süren bir panel yapılmasını istemiştir.

Bu belgesel için danışmanlık yaptığı anlaşılan Ermeni asıllı yazar Peter Balakyan 28 Kasım 2005 tarihinde PBS’e bir mektup göndererek panelin yapılmasına itiraz etmiştir[131]. Balakyan’a göre bu tür paneller dengeli olmayan programlar için yapılabilir. Oysa “Ermeni Soykırımı” belgesini tarafların görüşlerini dengeli bir biçimde yansıtmıştır. Balakyan’nın değindiği ikinci nokta Ermeni “soykırımın” tartışmalı bir konu olmadığı ve dünyada bu konuda bir konsensüs mevcut olduğudur. Balakyan üçüncü olarak soykırımı inkâr edenlerin görüşlerine eşit ağırlık vermenin etik olarak yanlış olduğunu öne sürmüştür. Balakyan son olarak, demagojiye başvurarak, burasının Amerika olduğunu yabancı bir ülkenin protestolarından korkmamak Türk hükümetinin tehditleri karşısında gerilememek gerektiğini ifade etmiştir. Balakyan’ın bu panelin soykırım iddialarını zayıflatmasından korktuğu ve saçma denebilecek bazı argümanlarla panelin yapılmasını önlemeye çalıştığı görülmektedir.

PBS, aşağıda ayrıca değineceğimiz Ermeni baskılarına rağmen, bu panelin yapılmasında ısrar etmiştir. PBS’te Ermeni soykırımına inanıldığına göre bu ısrarın önemli bir nedeni olması gerekmektedir. Bu çerçevede akla gelen, Goldberg’in belgesindeki büyük dengesizlik veya Ermeni yanlılığı karşısında, ABD’deki Türk kuruluşlarının bir hakaret veya aşağılama davası açma olasılığıdır. PBS, bu panel aracılığıyla belgeselde ileri sürülen fikirleri dengelemek ve böylelikle de kendi tarafsızlığını kanıtlamak istemiştir.

PBS’nin karar değiştirmesi karşısında Balakyan, daha önce reddettiği bu panele katılmak istemiş ve bunun da ötesinde Ermeni görüşlerini savunmak üzere ikinci bir kişi bulmak hakkını da PBS’den alarak bu iş için Taner Akçam’ı saptamıştır. Burada önemli husus, Ermeni görüşlerini savunacak o kadar Ermeni yazar ve gazeteci varken bu işin Taner Akçam’a verilmesidir.  Bunun nedeni ise bir Türkün böyle alışılmamış bir işi üstlenmesinin kamu oyunda Ermeni iddiaları doğrultusunda olumlu bir etki yapacağı düşüncesidir. Böylelikle paneli seyredenlere artık Türklerin bile Ermenileri savunduğu mesajı verilmek istenmiştir.

Söz konu panel 6 Şubat 2006 tarihinde yapılmış ve 17 Nisan’da “Ermeni Soykırımı” belgeselinden sonra gösterilmek üzere banda alınmıştır. Panele Taner Akçam ve Peter Balakyan’dan başka, aksi görüşü ifade etmek üzere, Prof.Dr. Justin McCarthy ile Doç.Dr. Ömer Turan katılmıştır.

Panele Balakyan’ın saldırganlığı damgasını vurmuştur. Adıgeçen McCarthy’nin kişiliğini ve Türkiye’yi de ağır ifadelerle yermiştir. Türkiye’de soykırımı tanıdığı için hapse giren insanlar olduğunu (bu doğru değildir), zaten düşüncelerinden dolayı çok insanın cezalandırıldığını, çocuklara işkence konusunda Türkiye’nin bir numara olduğunu, Türkiye’de Ermeni soykırımın bir tabu olduğunu ancak Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini, Türkiye’nin propaganda yaparak gerçeği saklamaya çalıştığını, Taner Akçam, Halil Berktay ve Müge Göçek gibi (Ermeni görüşlerini benimseyen) kişilerin “muhteşem” insanlar olduğunu söylemiştir.

Taner Akçam ise, özetle, Türkiye’de bazı mitosların sona erdiğini, son mitos olan Ermeni soykırımı olmadığı iddialarının da yakında sona ereceğini, zira Ermeni soykırımının kanıtlandığını iddia etmiş sonra da, savaş içinde bazı Müslümanların (Ermeniler tarafından öldürülen Müslümanlar) öldürülmüş olmasının soykırım konusuyla bir ilgisi bulunmadığını, ayrıca Ermenilerin Müslümanları katlettiği iddiasının bir efsane olduğunu, 1917–1918 yılları arasında Ermenilerin öç aldığını, olayların soykırım olup olmadığı konusunun önemli olmadığını, sorunun Türkiye’nin tarihiyle yüzleşip yüzleşmemesi olduğunu söylemiştir.

Ömer Turan ve Justin McCarthy ise bu gibi genel sözler ve suçlamalar yerine belgeselin eksiklerinden ve belgeseldeki maddi yanlışlıklarından bahsetmişlerdir. McCarthy Türkiye’de soykırım olduğunu iddia edenleri cezalandıran bir kanun olmadığını, ancak Fransa ve İsviçre’de olabileceğini belirtmiş, belgeselin (abartılı bir şekilde) Ermeni kayıplarından bahsettiğini buna karşın Müslümanların kayıplarından hiç söz etmediğini, diğer yandan bu olaylara soykırım denirse o zaman Amerikan iç savaşı sırasında Kuzeylilerin Güneylilere soykırım uyguladığından bahsedilebileceğini, Türk Hükümetinin bu konunun aydınlanması için tarihçilerden bir komisyon kurulması önerisinin Ermenistan tarafından, ortada siyasi bir konu olduğu belirtilerek, reddedildiğini ifade etmiştir. 

ABD’deki Ermeni çevreleri panelin yayınlanmaması için bir kampanya başlatmışlardır.  Bu çerçevede Amerikan Kongresinin Ermeni çıkarlarını koruyan üyelerinden en önde gelen dördü[132]  devreye sokulmuştur. Bu kişiler Kongre üyelerine bir mektup göndererek PBS’in paneli durdurmasını sağlamak üzere PBS Başkanı Wayne Godwin’e bir mektup göndermelerini istemişler ve gönderilecek mektubun örneğini de eklemişlerdir. Bu mektupta, özetle, Türk Hükümetinin tarihi bulandırmak ve değiştirmek için iyi finanse edilmiş gayretlerine rağmen Ermeni soykırımı konusunda akademik çevrelerde ciddi bir tartışma bulunmadığı bildirilmekte ve soykırım inkârcılarının (yani Justin McCarthy ve Ömer Turan) katılacağı bir panele müsaade edilmemesi istenmektedir[133].

Bu mektup, teklifi yapan dört kişi hariç, Temsilciler üyesi diğer yirmi altı kişi tarafından imzalanmıştır. İki senatör de (Boxer ve Ensign) aynı mealde mektuplar göndermişlerdir[134] . Amerikan Temsilciler Meclisinin 550 üyesi olduğu ayrıca 100 senatör bulunduğunu ayrıca Amerikan Kongresindeki Ermeni Menfaatlerini Kollama Grubunun ( Congrational Armenian Caucus) 150’nin üzerinde üyesi bulunduğu hatırlatalım.

Bu mektubun gönderilmesini öneren kişilerden biri olan Temsilciler Meclis üyesi Frank Pallone 29 Mart tarihinde Mecliste gündem dışı bir konuşma yaparak PBS’in paneli yayınlamamasını ve ve Darfur, Rwanda ve Yahudi Holokostuna benzeterek, Ermeni soykırımı inkâr edenlere söz hakkı verilmemesini istemiştir[135].

Mektubun gönderilmesini öneren diğer bir kişi olan Temsilciler Meclisi üyesi Adam Schiff ise Kongre binasında bir toplantı düzenleyerek Goldberg’in belgeselini göstermiştir. Bu vesileyle kendisi ve diğer kongre üyeleri konuşmalar yapmışlar ve Goldberg de soruları cevaplamıştır[136].

Diğer yandan ABD’deki bazı Ermeni kuruluşları Ermenileri paneli yayına sokmaması için PBS’ye mektup veya e-mail göndermeye çağırmıştır. Amerika’daki Türkler de PBS’e çok sayıda mektup veya e-mail göndermişlerdir.

PBS’in bu konudaki tutumu ise çabuk belli olmuştur. Bu kuruluşun programlardan sorumlu Başkan Yardımcımsı Jacoba Atlas, bir Taşnak örgütü olan Amerika Ermeni Milli Komitesi (ANCA) Batı Bölgesi Başkanı Steven Dadaian’a gönderdiği bir cevap mektubunda[137] panelin yayınlanmaması için bunun, Yahudi soykırımını inkâr edenlerle bir panel yapmaya benzediğinin ileri sürüldüğünü; oysa böyle bir karşılaştırma yapmanın tam doğru olmadığını, Almanya’nın Yahudi soykırımının tüm sorumluluğunu kabul ettiğini, tazminat ödediğini, af dilediğini, kurtulan Yahudilerle ilgilendiğini,  bu konuyu okullarında okuttuğunu, ancak bu durumun Ermeni soykırımı için sözkonusu olmadığını bildirmiştir. Bayan Jacoba Türkiye’nin tarihin bu bölümü hakkındaki tutumunun belgeselde olduğu kadar panelde de inceleneceğini söylemiş ve panel’in yayınlanacağını bildirmiştir. Bundan sonra da PBS idaresi Kongre üyelerinden, basından veya kişilerden gelen baskılara rağmen tutum değiştirmemiştir.

17 Nisan günü PBS ile anlaşmalı 348 televizyon programından %93 gibi büyük bir bölümü Andrew Goldberg’in “Ermeni Soykırımı” başlıklı belgeselini gece saat 10 civarında yayınlamıştır. İzleme oranı bu saat ortalamasının üstündedir. Buna karşın sözkonusu 348 istasyondan %60’ı panele, belgeselden sonra saat 23 sularında, yer vermişlerdir. İzleme oranı bu saat ortalamasının yarısı kadardır. New York, Los Angeles, Boston ve Washington gibi bazı büyük şehirlerdeki TV istasyonları paneli yayınlamamıştır. Buna karşın panel Chicago ve Houston gibi büyük şehirlerde gösterilmiştir[138]. 

Sözkonusu belgesel ve panelin yayınlanması konusundaki tartışmalara ABD hükümeti karışmamıştır. Esasen ABD’deki siyasi rejim buna izin vermemektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Adam Ereli “Bu bir televizyon programıdır. Görmek isterseniz, görürsünüz” yorumunda bulunmuştur [139].

Türkiye ise görüşünü, Vaşington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un 18 Nisan 2006 tarihinde yaptığı bir beyanla açıklamıştır. Sözkonusu belgesel ile genel olarak Ermeni sorunu hakkındaki Türk görüşlerini veciz bir şekilde açıklayan ve aslı İngilizce olan bu beyanın Türkçe çevirisini Dergimizin “Belgeler” bölümüne koyuyoruz.

Konuya analitik bir bakış acısıyla yaklaşıldığında şunlar saptanmaktadır: Önce “Ermeni Soykırımı” belgeselinin amacının, konuyu ele alış şekli, yapımcı ve rejisörünün geçmişi, Ermeniler tarafından finanse edilmiş olması, Ermeni soykırım iddialarının doruğa çıktığı Nisan ayı içinde yayınlanmış olması gibi nedenlerle, propaganda olduğu görülmektedir.

PBS, propaganda niteliğinde olmasına rağmen bu filmi reddedememiştir. Bu, PBS idaresinin Ermeni “soykırımına” inanması yanında Ermenilerden çekinmesiyle izah edilebilir. Ancak PBS, belgeselin propaganda niteliği nedeniyle de ve büyük bir olasılıkla yargı önünde kendini savunabilmek üzere, bir panel düzenleyerek bu programa denge getirmeye çalışmıştır.

Sözkonusu panel Ermenilerin çok tepkisini çekmiş ve yayınlanmaması için büyük bir kampanya başlatılmıştır. Burada dikkati çeken panele katılanların yarısının Ermeni görüşlerini desteklemesidir. Diğer bir deyimle panelin yasaklanmasını isteyenler, kendi görüşlerini hararetle savunan Balakyan ve Akçam’a da sansür uygulamaya kalkmışlardır.

Bu konunun takibinde Taşnakların bir kuruluşu olan ANCA ön plana çıkmış, diğer büyük Ermeni kuruluşu olan AAA (Armenian Assembly of America) gölgede kalmayı tercih etmiştir.

Bu ABD’deki bir kısım Ermenilerden varlıklı olanlarının bu tartışmadan uzak kalmak isteğinin bir göstergesidir. Aynı eğilim Amerikan siyaset adamlarında da görülmektedir. PBS’e bir mektup gönderilmesi için başlatılan kampanyaya sadece iki senatör ve otuz Temsilciler Meclisi üyesi katılmıştır. Bu küçük bir rakamdır ve Ermeni girişiminin Kongrenin büyük bir çoğunluk tarafından tasvip edilmediğini göstermektedir.

Bu olayın en önemli yönü ortada bir ifade özgürlünü ihlâl girişimi olmasıdır. Karşıt görüş sahibi kişilerin eşit sayıda temsil edildiği bir panel, görüşlerden biri “inkârcı” olduğu belirtilerek susturulmak istenmiştir. Durum böyle olmakla beraber, eleştirilerin hedefi olan PBS bile paneli iptal etmemek için ifade özgürlüğüne açıkça temas etmemiş ve başka argümanlar ileri sürmüştür. Bu taktiğe, her halde, ABD’deki gayet saldırgan Ermeni lobisinin tahrik etmemek için başvurulmuştur. Ancak bu tür kaçamak davranışlar özgürlüklerin korunması için yeterli değildir. Zira, evrensel bir değeri ihlal ettiklerinin bilincinde olmayan Ermeniler, gelecekte de böyle aşırı davranışlarda bulunmakta bir sakınca görmeyeceklerdir.

2. Büyükelçilerin Amerika Konferansları

ABD’de Güney Kaliforniya Üniversitesinde verilecek bir konferansın engellenmesi ABD’de Ermenilerin ifade özgürlüğünün ihlâlinin diğer bir örneğini oluşturdu.

ASAM Başkanı E. Büyükelçi Gündüz Aktan ile birlikte 19 Mart-2 Nisan 2006 tarihlerinde New York, Vaşington, Los Angeles ve Şikago’da Ermeni sorunu konusunda konferanslar vermek üzere ABD’ye gittik.  ABD’deki Türklerle yaptığımız bilgilendirme toplantıları yanında New York’ta Columbia Vaşington’da ise Georgetown üniversitelerinden sonra, programa göre 28 Mart’ta Los Angeles’te Güney Kaliforniya Üniversitesinde de bir konferans verecektik. Konferans ilan edilmiş davetiyeler gönderilmişti.  Bu şehre gitmeden önce konferansın iptal edildiği haberini aldık. Ancak Los Angeles’e giderek programımızdaki diğer etkinlikleri gerçekleştirdik. Bu çerçevede Türklerle bir bilgilendirme toplantısı yaptık. Ayrıca World Affairs Council’in bizim için düzenlediği ve bazı Ermenilerin de katıldığı bir yemekte konuştuk; özellikle Ermenilerin sorularını cevaplandırdık.

Tahmin edileceği üzere Güney Kaliforniya Üniversitesindeki konferansı Ermeniler iptal ettirmişti. Taşnak Partisinin bir kuruluşu olan Amerika Ermeni Milli Komitesi’nin (ANCA) Batı Bölgesi Başkanı Steven J. Dadaian, Üniversite’nin bu konferansı düzenleyen Kamu Diplomasisi Merkezine 22 Martta bir mektup göndererek[140]  Aktan ve Lütem’in çok bilinen iki inkârcı olduğunu, Ermeni soykırımının kurbanlarını suçlu gibi takdim edeceklerini, Türk hükümetinin resmi tutumunu ortaya atarak Ermenilerin katledilemediklerini,  eğer katliam olmuşsa BİLE Ermenilerin bunu hak ettiklerini ve bir soykırım mevcut olmadığını söyleyeceklerini ifade etmiştir.

Mektupta ayrıca Ermeni soykırımının tartışmalı olmadığı, bu soykırımın Birleşmiş Milletler, Amerikan Hükümeti ve Osmanlı Mahkemeleri tarafından tanınmış olduğu ileri sürülerek iki yabancı Türk ajanına yanlış beyanlar yapma hakkının verilmesinin Üniversitenin etik kuralların ihlali olacağı, Üniversitenin soykırımın inkârına müsamaha etmemesi gerektiği, diğer yandan bu konferansın üniversitenin akademik çevresine zarar verdiği, zira soykırımı tarihi yönden tartışmalı gibi takdim ettiği belirtilmiştir.

Dadaian Güney Kaliforniya Üniversitesinde binden fazla Ermeni aslı öğrenci olduğunu, bunların ailelerinin Türkler tarafından yapılan ve şimdi de Türk Hükümeti tarafından resmen inkâr edilen soykırıma uygulanan kişilerin soyundan geldiğini, bu konferansın yalnız Üniversite öğrencilerin değil Ermeni soykırımına maruz kalmış kişilerin ve onların hayatta kalan yüz binlerce çocuğunun haklarına ve omuruna saygı göstermeyen,  son derecede yakışıksız bir hakaret olarak algılanacağını bildirmiştir.

Mektup, Üniversite konferansı gerçekleştirmekte ısrar ederse kendilerinin Üniversiteyi protesto etmek için ayrıca eyleme başvuracakları belirtilerek son bulmaktadır.

Bu mektup üzerinde durmamızın nedeni Taşnakların ne kadar saldırgan ve bağnaz olabildiklerini okuyucularımıza göstermek içindir.

Bu davranışın diğer bir örneğini Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Los Angeles’te World Affairs Council tarafından bir otelde düzenlenen konferansta yaptığı konuşmanın,  otel dışında ANCA tarafından organize edilen ve yaklaşık 2000 kişinin katıldığı bir gösteriyle protesto edilmesi oluşturmaktadır[141]. Bu arada Sayın Bakanın konuşmasının Ermeni sorunu üzerinde değil güvenlik ve Türkiye’nin Avrasya’daki stratejik rolü ve ilişkileri konusunda olduğunu belirtelim. Diğer bir deyimle bir Türk siyaset adamının, ele aldığı konu ne olursa olsun, Kaliforniya’ya gelmesi protesto gösterileri için yeterli bir neden olmaktadır. Bu temelde ırkçı bir davranıştır.

Konumuza dönelim. ANCA’nın Üniversiteye gönderdiği mektup yanlışlıklar ve haksız ithamlarla doludur. Sayın Aktan ve bendeniz hiçbir zaman hiçbir yerde tehcir sırasında ölen Ermenilerin suçlu olduğu, tehcirde Ermeni katliamı olmadığı, katledilenlerin bunu hak ettiği gibi ifadelerde bulunmadık. Esas tutumumuz, Ermenilerin iddia ettiklerinden çok daha az bile olsa, tehcir sırasında, maalesef, bazı ölümlerin olduğu, ancak bu olayların, BM’in 1948 tarihli Soykırım Suçun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine göre soykırım olmadığıdır.

Son zamanlarda gerek diasporada gerek de Ermenistan’da Ermeni soykırımının, Yahudi soykırımı gibi, tartışmasız bir gerçek olduğu ifadelerine hayli sık rastlanmaya başlanmıştır. Yahudi Holokostu, başta bu fiili işleyen Almanya tarafından tanınmak, bilim adamlarının neredeyse hepsi tarafından kabul edilmiş olmak ve temerküz kampı gibi maddi kanıtları bulunmak nedenleriyle tartışma götürmez bir gerçektir. Ermeni soykırım iddiaları ise sadece Türkiye tarafından değil Azerbaycan tarafından da kesinlikle reddedilmektedir. Gerektiği takdirde İslam ülkelerinin büyük çoğunluğunun bu alanda Türkiye’ye destek vermesi mümkündür. Bilimsel alanda bazı dünyaca tanınmış bilim adamları, yer yer katliamların varlığına işaret etmekle beraber, soykırım olmadığı görüşündedir. Son olarak bir Ermeni soykırımı olduğunu gösteren toplu mezarlar, öldürme tesisleri gibi maddi kanıtlar da mevcut değildir.

Ermeni militanlar hemen her yerde Birleşmiş Milletlerin Ermeni soykırımını kabul ettiğini söylemektedirler. Bu doğru değildir. 1985 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakların bir alt komisyonuna sunulan bir raporda, yapılmış olan soykırımlar arasında Ermeni “soykırımın” da bulunduğuna dair bir ifade vardı. Türkiye’nin müdahalesi sonucunda bu rapor not edilmekte yetinilmiştir. Oysa raporun kabul edilerek esas organ olan İnsan Hakları Komisyonuna gönderilmesi ve orada uygun görüldüğü takdirde, olasılıkla Ekonomik ve Sosyal aracılığıyla, Genel Kurula kadar gelmesi gerekirdi. Raporun alt komisyonca not edilmekle yetinilmesi aslında Ermeniler için başarısızlıktır.  Ancak bir müddet sonra Ermeniler bu rapora atıfla BM’in Ermeni “soykırımını” kabul ettiğini ileri sürmeye başlamışlar, aksi kanıtlandığında bir süre susmuşlar, sonra yeniden aynı iddiayı ortaya atmışlardır.

Amerikan hükümetleri Ermeni “soykırımını” tanıyan bir karar almamışlardır. Başkan Bush’un yıllık mesajında soykırım sözcüğünü kullanmaktan itina ile kaçındığı bir sırada böyle bir iddiada bulunmak ancak fütursuzluk olarak nitelendirilebilir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, müttefiklerin talebi üzerine savaş suçlularını yargılamak üzere kurulan Osmanlı mahkemelerinin, o dönemde soykırım kavramı mevcut olmadığı için, Ermeni “soykırımını” kabul eden karar alması mümkün değildir.  Divan-ı Harb-i Örfi adını taşıyan bu mahkemeler pek çok kişiyi yargılamışlar ve bu arada bazı kişileri de Ermenilere kötü muamele yaptığı gerekçesiyle mahkûm etmişlerdir. Ancak bu mahkemeler genelde hukuk kurallarına uymadıkları ve siyasi etkiler altında, özellikle İttihatçıları temizlemek amacıyla hareket ettikleri için kısa zamanda saygınlıklarını kaybetmişler ve sonunda da lağvedilmişlerdir.

Dadarian’ın konferansın iptal edilmesi için ileri sürdüğü hususlara gelince adıgeçenin bu konferansın yüz binlerce Ermeni asıllı diğer kişileri tarafından hakaret olarak algılanacağını bildirmesi anlamsızdır. Kimseyi suçlamayan ve bilimsel verileri esas alan konuşmaların hakaret sayılması mümkün değildir. Ancak Dadairan’ın amacın başka olduğu ve Kaliforniya’da yüz binlerce Ermeni yaşadığına değinmek suretiyle Üniversite idarecilerinin korkutulmak istendiği anlaşılmaktadır. Nitekim mektubun sonunda, konferansı gerçekleştirmekte ısrar ederse Üniversiteyi protesto etmek için ayrıca eyleme başvuracakları belirtilmesi bir tehdit niteliğindedir.

Sorunun esasına inildiğinde Türkiye’den gelen ve bir konuda görüşlerini belirtmek isteyen iki kişinin konuşmasın engellendiği görülmektedir. Bu ise ABD gibi ifade özgürlüğüne çok değer verilen bir ülkede bu özgürlüğünü ihlâlidir.

Üniversitenin Kamu Diplomasisi Merkezi mektubu alır almaz konferansı iptal etmiştir. Bu kararda Üniversitenin Taşnak kuruluşunun tehditlerini ciddiye almasının başlıca etken olduğu anlaşılmaktadır. Zira Kaliforniya’daki militan Ermeniler sadece saldırgan değildir. Geçmişte şiddete başvurarak cinayet işlemiş oldukları hatırlardadır. Los Angeles’teki Türk Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Yardımcısı Bahadır Demir 27 Ocak 1973 tarihinde bu şehirde bir Ermeni tarafından katledilmiştir. Dokuz yıl sonra, 28 Ocak 1982 tarihinde, bu şehirdeki Türk Başkonsolosu Kemal Arıkan da Ermeniler tarafından vurulmuştur. Tanınmış tarihçi Stanford Shaw Ermeni soykırımı olmadığına dair görüşleri nedeniyle seksenli yılların başında, Los Angeles Kaliforniya Üniversitesinde Ermenilerin tacizine uğramış, evine bomba atılmış ve güvenliğini sağlamak için Türkiye’ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır. Halen bu eyaletteki, özellikle yeni göç etmiş Ermeniler arasında, suç oranın yüksek olduğu bilinmektedir.

Sonuç olarak bu eyaletteki Ermenilerin şiddeti veya güç kullanma tehdidini politik bir araç olarak kullandıkları görülmektedir. Nitekim bizim vermek istediğimiz konferans da bu yolla iptal ettirilmiştir.

Son durağımız olan Şikago’da da Ermeniler bu şehrin üniversitesinde vereceğimiz konferansın iptali için uğraşmışlar ancak bunu başaramamışlardır. Bu konferansa katılan yirmi kadar Ermeni, çoğu anlamsız, bazıları tahrik edici sorular yöneltmişler, Konferansı verenler kadar hazır bulunan Türklerden de gerekli cevapları almışlardır.



[1] Ermeni Araştırmaları, Sayı 19, s.8
[2] Abhaber, 2 Nisan 2006
[3] Noyan Tapan, 7 Mart 2006
[4] Arminfo, 20 Nisan 2006
[5] Ermeni Araştırmaları, sayı 16-17, s.33
[6]
www.mfa.gov.tr. Basın- Enformasyon, Haftalık Basın Toplantıları, 31 Mayıs 2006
[7] Milliyet, 30 Mayıs 2006
[8]  Fédération Euro-Arménienne, Communiqué de Presse, 1 Haziran 2006
[9]  PanArmenian, 8 Haziran 2006
[10] Regnum, 8 Haziran 2006
[11] 4 Mart 2006 tarihli El Pais’e atfen  Armenews, 6 Mart 2006 l
[12] Hürriyet, 1 Mart 2006
[13] ARKA News Agency, 19 Nisan 2006
[14] Zaman, 25 Nisan 2006
[15]  Armenia TV, 24 Nisan 2006
[16] Ermeni Araştırmaları, Sayı 19,  s.15-17
[17] Regnum, 25 Nisan 2006 
[18] Hürriyet, 27 Mart 2006.  
[19] Ermeni Araştırmakları,  Sayı 16-17, s.33
[20] Armenews, 21 Şubat 2006
[21] PanArmenian.Net, 19 Nisan 2006 ve ntv. 21 Mayıs 2006 net
[22] Arminfo, 9 Haziran 2006
[23] Azg, 27 Nisan 2006
[24] ArmRadio.am, 25.Nisan 2006
[24] Milliyet, 12 Nisan 2006 ve NoyanTapan 11 Nisan 2006
[26] Azg, 23 Nisan 2006
[27] Ermeni Araştırmaları, Sayı 12-13, s.14-17
[28] PanArmenian, 20 Nisan 2006
[29] Armenian National Committee of Canada, Press Release, 21 Nisan 2006
[30] Aynı kaynak
[31] Armenian National Committee of Canada, Press Release, 24 Nisan 2006 Avam Kamerasında bu konudaki konuşmalar arasında Yunan asıllı milletvekili Karygiannis  Dışişleri Bakanı Mackay’e, dünyanın bu bölgesinde (Türkiye’nin olduğu bölgede) Kürtlere ve Kıbrıslılara karşı insan hakları ihlâllerinin devam ettiğini bildirdikten sonra Pontus “soykırımının” ne zaman tanınacağını sormuştur. Bakan kendisine cevap vermemiştir.
[32] Anadolu Ajansı, 9 Haziran 2006
[33]
www.mfa.gov.tr. Açıklamalar, 2006 No. 63,  25 Nisan 2006
[34] Hürriyet, 25 Nisan 2006
[35] Ottawa Citizen, 6 Mayıs 2006
[36] Anadolu Ajansı, 9 Haziran 2006
[37] Ermeni Araştırmaları, Sayı 19, s. 23-28
[38] Agence France Presse, 18 Mart 2005
[39] Armenews, 20 Mart 2006
[40] Le Monde, 29 Nisan 2006
[41] Ermeni Araştırmaları, Sayı 12-13, s. 22,23
[42] UMP Milletvekili François Rochebloine’ın 18 Aralık 2002 tarihli teklifi UMP Milletvekili Philippe Pemezec’in 15 Ocak 2004 tarihli teklifi Sosyalist Parti Milletvekili Didier Migaud’un 8 Haziran 2004 tarihli teklifi UMP Milletvekili Thierrey Mariani’nin 24 Şubat 2005 tarihli teklifi Komünist, Cumhuriyetçi ve Yurttaş Gurubun 19 Eylül 2005 tarihli teklifi Sosyalist Partisinin 16 Nisan 2006 tarihli teklifi UMP’den Eric Raoul’un 27 Nisan 2006 tarihli teklifi UMP’den Richard Mallie ve Roland Blum’un 28 Nisan 2006 tarihli teklifleri
[43] Le Monde, 16 Mayıs 2006
[44] UMP, Union Pour Un Mouvement Populaire  ( Bir Halk Hareketi İçin Birlik)
[45] Nouvelles d’Arménie en ligne, 28 Nisan 2006
[46] Le Figaro, 10 Mayıs 2006
[47] “Tarih İçin Özgürlük” Bildirisini imzalayan Fransız tarihçileri “Tarih için Özgürlük Derneği” (L’Association Liberté pour l’histoire) kurmuşlardır. 
[48] Armenews, 8 Mayıs 2006
[49] Zaman, 12 Mayıs 2005
[50] Zaman 11 Mayıs 2005
[51] Hürriyet, 11 Mayıs 2006
[52] PanArmenian, 12 Mayıs 2006
[53] Vatan, 11.05.2006. Necati Doğru “Fransız’ın Yaptığı”
[54] Söz konusu bilim adamları şunlardır: Ahmet İnsel, Baskın Oran, Elif Şafak, Etyen Mahcupyan, Halil Berktay, Hrant Dink, Murat Belge, Müge Göçek, Ragıp Zarakolu
[55] Radikal, 10 Mayıs 2006. Bu bildirin Fransızcası aynı gün La Libération gazetesinde yayımlanmıştır.
[56] Le Monde, 18 Mayıs 2006
[57] California Courier Online, 18 Mayıs 2006
[58] Zaman, 10 Mayıs 2006
[59] Zaman, 10 Mayıs 2006
[60] Cumhuriyet, 17 Mayıs 2006
[61] Milliyet, 3 Mayıs 2006
[62] New Anatolian, 12 Mayıs 2006
[63] TRT/İnt Arayış Programı. 9 Mayıs 2006.  Yöneten E. Büyükelçi Ömer Lütem. Katılanlar Dışişleri Eski Bakanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Türkiye’nin Paris Eski Büyükelçisi Uluç Özülker. Telefonla katılanlar E. Büyükelçi Pulat Tacar. Doç Dr. Hasan Dilan ve Paris’te Anadolu Kültür Merkezi Başkanı Dr. Demir Önger
[64] Yeni Çağ 17 Mayıs 2006
[65] Hürriyet, 3 Mayıs 2006
[66] Vatan, 13.Mayıs 2006
[67] Anadolu Ajansı, 18 Mayıs 2006
[68] Zaman, 16 Mayıs 2006
[69].Hürriyet, Le Monde, 6 Mayıs 2006
[70] Turkish Daily News, 13 Mayıs 2006
[71] Aynı kaynak
[72] Milliyet, 12 Mayıs 2006
[73] Türkiye, 13 Mayıs 2006
[74] Vatan,13 Mayıs 2006
[75] Hürriyet, 11 Mayıs 2006
[76] The New Anatolian, 2 Mayıs 2006
[77] Milliyet, 10 Mayıs 2006
[78] Le Monde 10 Mayıs 2006
[79] Hürriyet, 12 Mayıs 2006
[80] Hürriyet, 13 Mayıs 2006
[81] Zaman,  10.Mayıs 2006
[82] PanArmenian.net ,11 Mayıs 2006
[83] Anadolu Ajansı, / Mayıs 2006
[84] Le Monde, 10 Mayıs 2006
[85] Armenews, 12 Mayıs 2006
[86] Hürriyet, 16 Mayıs 2006
[87] Hürriyet, 12 Mayıs 2006
[88] Aynı kaynak
[89] Vatan 17 Mayıs, Mine Kırıkkant: İhlâl ve ilga)
[90] Hürriyet, 13 Mayıs 2006
[91] Sabah, 9 Mayıs 2006, Türkiye, 13 Mayıs 2006
[92] La Libération ve armenews, 18 Mayıs 2006)
[93] Armenews, 11 Mayıs 2006)
[94] Sabah, 19 Mayıs 2006
[95] Zaman, 19 Mayıs 2006
[96] Radikal, 19 Mayıs 2006
[97] Hürriyet, 19 Mayıs2006
[98] Bu müzakerelerle ilgili bilgiler 18 Mayıs 2006 tarihinde Les Nouvelles d’Arménie en Ligne web sitesinde (
www.armenews.com ) yayınlanan  Fransız Millet Meclisinin resmi tutanaklarından alınmıştır.
[99] Dergimizin bu sayısındaki  “Konferanslar” bölümüne bakılması
[100] Ermeni Araştırmaları, Sayı 16-17, s. 64,65
[101] Hürriyet, 11 Haziran 2006
[102] Armenews, 15 Mayıs 2006
[103] Anp (Dutch Press Agency), 1 Haziran 2006
[104] Zaman, 4 Haziran 2006
[105] Anp (Dutch Pres Agency) 1 Haziran 2006
[106] Ermeni Araştırmaları, Sayı 16-7, s. 39.40
[107] Milliyet 24 Şubat 2006
[108] Aynı kaynak
[109] Zaman, 10 Mayıs 2006
[110] Armenian Assembly of America, Press Release, 24 Nisan 2006
[111] Armenian National Committee of America, Press Realese,  24 Nisan 2006
[112] ntv, 23 Nisan 2006
[113] ARMENPAC- The Armenian-American Political Action Committee, 7 Nisan 2006
[114] Ermeni Araştırmaları, Sayı16-17,
[115] Ermeni Araştırmaları, Sayı 16-17, s.27-34
[116] Araştırmalarımıza göre Yelda Özcan tarihçi değil, gazetecidir. Almanya’da oturmakta ve daha ziyade Kürt sorunu konusunda yazmaktadır. Son zamanlarda Ermenilerle beraber bazı toplantılara katıldığı ve onların görüşlerini savunduğu gözlenen adıgeçenin Ermeni sorununa dair düşünceleri hakkında bilgi,   Dergimizin geçen sayısında yer alan (s. 130–133) Prof. Dr Kemal Çiçek’in 15 Kasım 2005 tarihli Stokholm Konferansına dair yazısında mevcuttur. 
[117] Noyan Tapan, 6 Nisan 2006
[118] Armenews, 7 Nisan 2006
[119] Noyan Tapan, 5 Nisan 2006
[120] RFE/RL, 25 Nisan 2006 ve Jewish Telegraphic AGENCY, 26 Nisan 2006
[121]
www.soykırımgercegi.com, 13 Nisan 2006
[122] Ermeni Araştırmaları Sayı 16-17, s. 40-43
[123] Dünya online,  14 Nisan 2996
[124] Başbakan Erdoğan’ın Başkan Koçaryan’a yaptığı öneri kastedilmektedir Bkz. Ermeni Araştırmaları, Sayı 16-17, s. 27-28
[125] Anadolu Ajansı 13 Nisan 2006
[126] Canada NewsWire, 10 Nisan 2006
[127] Taner Akçam, “Yine Bir Andıç Örneği” AGOS, 17 Mart 2006
[128] Mirror On line, 12 Nisan 2006
[129]
http://www.imdb.com/name/nm1279480/ 
[130] New York Times, 25 Şubat 2006
[131] Califirnia Courier Online, 9 Şubat 2006
[132]  Bu kişiler şunlardır:  Adam B. Schiff, Frank Pallone, George Radanovich, Joe Knollenberg
[133]  Armenian National Committee of America, Pres Realese, 23 Şubat 2006
[134] Asbarez, 6 Nisan 2006 
[135] USA Armenian Life Magazine, 7 Nisan 2006
[136] Asbarez, 6 Nisan 2006
[137] Armenian National Committe of America, Pres Release, 29 Şubat 2006
[138] Documenting and Debating ‘Genocide’, Michel Gatler, PBS Ombududsman, PBS.org, 23 Nisan 2006
[139] PanArmenian.Net, 27 Şubat 2006
[140] Armenian  National Committee of America, Western Region, Pres Realese, 23 Mart 2006
[141] ANCA Pres Release, 24 Mart 2006

 ----------------------
* Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı - oelutem@avim.org.tr
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 20-21, Kış 2005 - İlkbahar 2006
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar