AnasayfaÝletiþim
  
English

Son Dönemde Ermeni Meselesi Konusunda Yazılmış Kitapların Karşılaştırmalı Bir Analizi

M. Serdar PALABIYIK*
ERMENÝ ARAÞTIRMALARI, Sayý 22, Yaz 2006

 

Öz: Bu makale Ermeni meselesi konusunda son dönemde Batı literatüründe göze çarpan bazı eserleri inceleyerek Batı akademik toplumunda ortaya çıkan bazı eÄŸilimleri tespit etmek ve bunun sonucunda Batı kamuoyuna Ermeni meselesinin nasıl yansıtıldığını gözler önüne sermek amacıyla kaleme alınmıştır. Bu çerçevede bilimsel olmayan taraflı yazın, kısmen bilimsel taraflı yazın ve bilimsel tarafsız yazın olmak üzere üç temel eÄŸilim tespit edilmiÅŸ ve bu eÄŸilimleri temsil eden yazarların eserleri karşılaÅŸtırmalı ve eleÅŸtirel bir analize tabi tutularak Ermeni meselesinin Batı’daki algılanışı yorumlanmıştır.

 

Anahtar Kelimeler: Ermeni meselesi, Ermeni soykırımı iddiaları, Robert Fisk, G. J. Meyer, Donald Bloxham, Simon Payaslıyan, Merrill Peterson, Guenter Lewy, Edward Erickson

 

Abstract: This article is written to explore how the Armenian question is being projected towards Western public opinion through several trends which has recently emerged in the Western literature on the Armenian genocide allegations. Within this framework, three trends are identified: non-scientific subjective discourse, partially-scientific subjective discourse and scientific objective discourse. In the article, the works of main representatives of these trends are exposed to a comparative and critical analysis in order to comment on the perception of the Armenian question in the West.

 

Key Words: Armenian question, Armenian genocide allegations, Robert Fisk, G. J. Meyer, Donald Bloxham, Simon Payaslıyan, Merrill Peterson, Guenter Lewy, Edward Erickson

 

GÄ°RÄ°Åž

 

Son günlerde Fransız Meclisi’nin sözde Ermeni soykırımının inkârını cezalandıran bir yasa tasarısını kabulüyle yeniden gündeme oturan Ermeni meselesi, yıllardır Türk dış politikasının en temel sorunlarından biri olma vasfını sürdürmektedir. Bu konuda gerek Türkiye’de gerekse Batı’da her geçen gün artan sayıda yeni yayınlar üretilmektedir. Bu yayınlardan bazıları tamamen hamasetten oluÅŸmuÅŸ bilimsel niteliklerden yoksun ve kamuoyunun belli bir kesimini etkilemeye yönelik yayınlardır. Ancak bu taraflı ve bilgi yoksunu yayınların arasında son zamanlarda giderek daha fazla sayıda akademik yayın sıyrılmaya baÅŸlamıştır. DiÄŸer bir deyiÅŸle yayınların yalnızca sayısı deÄŸil akademik deÄŸeri de artmaktadır; dolayısıyla literatürde nitel geliÅŸmeyi nicel geliÅŸme takip etmektedir.

 

Bu çerçevede son dönemde Batı literatüründe Ermeni meselesi hakkında yayımlanan kitaplar arasında üç temel eÄŸilim göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi bilimsel olmayan ve taraflı bir üslubu barındıran kitaplardan oluÅŸmaktadır. Genellikle geçmiÅŸte yayımlanan kitapların büyük bir çoÄŸunluÄŸunda görülen duygusal, bilimsel deÄŸerlerden yoksun ve taraflı yazın biçimi bu literatürü ÅŸekillendirmeye devam etmektedir. Bu makalenin birinci bölümünde de bu eÄŸilimin iki önemli temsilcisi Fisk ve Meyer incelenecektir.

 

Özellikle son beÅŸ yıldır Ermeni meselesi hakkında Batı’da yazılan eserlerin üslubunda bilimselliÄŸin arttığı ancak taraflılığın sürdüÄŸü yeni bir eÄŸilim ortaya çıkmıştır. Giderek daha fazla sayıda akademisyen konuyu bilimsel bir analize tabi tutmuÅŸ, bu çerçevede arÅŸiv belgelerinden ve birincil kaynaklardan faydalanarak eserlerinde bu kaynaklara atıflar yapmış, böylelikle eserlerinin akademik güvenilirliÄŸini arttırmışlardır. Ancak yine de özellikle tek taraflı arÅŸiv belgelerinin yaygın kullanımı ve arÅŸiv belgeleri arasında belli bir tarafın tezlerini savunan belgelerin ayıklanıp diÄŸer belgelerin görmezden gelinmesi ile bu literatüre de son derece taraflı bir hava hâkim olmuÅŸtur. Makalenin ikinci bölümünde bu yeni eÄŸilimin temsilcilerinden Peterson, Payaslıyan ve Bloxham’ın eserleri karşılaÅŸtırmalı bir analize tabi tutulacaktır.

 

Sayıları az olsa da Batı literatüründe yeni ve kayda deÄŸer bir eÄŸilimin etkilediÄŸi eserlerin daha fazla göze çarptığını söylemek mümkündür. Bu eÄŸilim, Ermeni meselesi konusunda “soykırım var mıdır, yok mudur” gibi kısır bir tartışma yerine, 1915-16 yıllarında DoÄŸu Anadolu’da gerçekte neler olduÄŸunu ortaya koymayı amaçlayan, bunu yaparken de hem bilimsellikten hem de tarafsızlıktan taviz vermeyen bir üslubu yansıtmaktadır. Makalenin son bölümünde bu üslubun iki önemli temsilcisi Lewy ve Erickson’un eserleri incelenecektir.

 

Sonuç olarak, karşılaÅŸtırmalı bir literatür analizi Ermeni meselesinin Batı akademik toplumu tarafından nasıl algılandığı konusunda okuyucuya önemli ipuçları saÄŸlayacaktır. Bu çerçevede bu meselenin Batı kamuoyuna nasıl yansıtıldığı da daha iyi anlaşılacaktır. Ermeni meselesinin neden Batı kamuoyunun gündeminde tutulduÄŸu ve neden daha fazla sayıda Batılı ülke parlamentosunun sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar çıkardığı sorularının yanıtları da aslında Ermeni meselesi konusunda yazılan literatürde gizlidir.

 

A. BİRİNCİ EĞİLİM: BİLİMSEL OLMAYAN TARAFLI YAZIN

 

Son yıllarda Batı literatüründe Ermeni meselesi hakkında görülen eÄŸilimlerin ilki, aslında bu literatürün büyük kısmını oluÅŸturan eserlerin ortak yönünün bir devamı niteliÄŸindedir. Buna göre soykırım iddiaları tamamen demagojik bir yaklaşımla, okuyucunun duygularına hitap edecek ÅŸekilde bir ÅŸekilde sunulmaktadır. Önemli olan gerçeklerin açığa çıkarılması deÄŸil, adeta romanvari bir yaklaşımla gerçekle ilgisi olmayan yepyeni bir kurgu yaratılmasıdır. Bu eÄŸilimin temel özellikleri arasında kullanılan üslubun acımasızlığı, bilimsel yöntemlerin kesinlikle yer verilmemesi ve önyargılı, taraflı anlatım tarzı sayılabilir.

 

BilimselliÄŸin göz ardı edildiÄŸi, taraflılığın ise ön plana çıkarıldığı bu yazın türünün en önemli örneklerinden ikisi aÅŸağıda karşılaÅŸtırmalı bir biçimde analiz edilecektir. Bunlardan birincisi G. J. Meyer’in A World Undone: The Story of the Great War, 1914 to 1918 (Bozulan Bir Dünya: Büyük Savaşın Hikayesi, 1914’ten 1918’e) adlı kitabında yer alan ‘The Ground Shifts’ (Zemin DeÄŸiÅŸiyor) baÅŸlıklı on yedinci bölüme zeyl niteliÄŸindeki ‘Genocide’ (Soykırım) baÅŸlıklı bölümdür.[1] Ä°kincisi ise Robert Fisk’in The Great War for Civilisation: The Conquest of the Middle East (Uygarlık Ä°çin Büyük SavaÅŸ: OrtadoÄŸunun Fethi) adlı kitabının onuncu bölümü olan ‘The First Holocaust’ (Ä°lk Holokost) baÅŸlıklı bölümdür.[2]

 

Bu bölümlerin analizine geçmeden önce yazarları hakkında fikir sahibi olmak faydalı olacaktır. Amerikalı yazar G. J. Meyer, ne bir tarihçi ne de bir akademisyendir. Kendisini ‘profesyonel yazar’ olarak tanımlayan Meyer, New York Times, Los Angeles Times, Boston Globe ve Harper’s Magazine gibi ABD’nin önde gelen yazılı basın kuruluÅŸlarında köÅŸe yazarlığı yapmıştır. Birinci Dünya Savaşı gibi dünya tarihini deÄŸiÅŸtiren bir olayı konu edinen kitabında yalnızca ikincil kaynaklar kullanmış olması ve akademik arka planının olmaması Meyer’in bilimselliÄŸi konusunda ciddi ÅŸüpheler uyandırmaktadır. Zaten kitabında kullanılan üslup ve özellikle incelediÄŸimiz zeylinde açıkça göze çarpan tarihsel hatalar bu ÅŸüphelerin sebepsiz olmadığının bir göstergesidir.

 

1946 doÄŸumlu Ä°ngiliz gazeteci Robert Fisk’e gelince, Fisk yaklaşık otuz yıl boyunca Ä°ngiltere’nin önde gelen gazetelerinden Times ve Independent’ın OrtadoÄŸu temsilcisi olarak görev yapmıştır. Meyer’in aksine Dublin Trinity College’da siyaset bilimi doktorası yapmış olan Fisk, 1979 Ä°ran Devrimi, 1980-88 Ä°ran-Irak Savaşı ve 1991 Körfez Savaşı sırasında OrtadoÄŸu’da görev yapan az sayıda Batılı gazeteciden biri olmuÅŸtur.[3] Bu durum Fisk’in OrtadoÄŸu konusunda en tecrübeli isimlerden biri olarak anılmasını saÄŸlamıştır. OrtadoÄŸu konusundaki bilgi ve tecrübelerini çeÅŸitli kitaplarında[4] sergileyen Fisk, aynı zamanda son yıllarda Ermeni soykırım iddialarının savunucularından biri olarak dikkat çekmektedir. Özellikle birkaç ay önce bu konuda Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Akın Alptuna ile girdiÄŸi polemik dikkat çekicidir.[5] Fisk Independent gazetesindeki köÅŸesinde Akın Alptuna’nın sözde soykırım iddiaları konusunda verdiÄŸi demeçleri eleÅŸtirirken son derece alaycı ve iÄŸneleyici bir üslup kullanmış ve tartışmanın seyrini akademik bir boyuttan çıkarıp, magazinel bir boyuta dökmüÅŸtür.

 

1. Kitaplarda Kullanılan Üslup

 

Her ÅŸeyden önce adı geçen bölümlerin, içinde bulundukları kitapların ana fikrini yansıtmadıklarını, bu nedenle de kitaptan bağımsız bölümler olarak görüldüklerini, hatta kitabın bütünlüÄŸünü bozduklarını söylemek mümkündür. Meyer’in kitabı temel olarak Birinci Dünya Savaşı ile ilgilidir. Elbette Ermeni olayları bu dönemde yaÅŸanmıştır, ancak soykırım iddialarını yansıtan kısım Avrupa’daki cephelerin durumunu anlatan bölümün ardına zeyl olarak konmuÅŸtur. Yazar soykırım iddialarını içeren bölümü yalnızca kronolojik sırayı gözettiÄŸi için bu kısma koymuÅŸ, bu da kitabın bütünlüÄŸünü bozmuÅŸtur. Aynı durum Fisk’in kitabı için de geçerlidir. Temelde OrtadoÄŸu’da yaÅŸanan çatışmaların anlatıldığı kitapta birdenbire Ermeni soykırım iddialarına yer verilmesi çok ÅŸaşırtıcı olduÄŸu gibi kitabın ana konusundan sapmaya yol açmıştır. Kısacası her iki yazar da bu bölümleri kitaplarının tarihsel çerçevesi gereÄŸi deÄŸil, kiÅŸisel tercihleri doÄŸrultusunda kitaplarına yerleÅŸtirmiÅŸlerdir.

 

Kitaplarda kullanılan üsluba gelince, üslubun son derece sade, sıradan halkın anlayabileceÄŸi tarzda olduÄŸu söylenebilir. Burada amaç kitabın mümkün olan en fazla sayıda okuyucuyla buluÅŸmasını saÄŸlamak, özellikle de konu ile ilgili fazla bilgisi olmayan okuyucuları anlatılanların doÄŸruluÄŸuna inandırmaktır. Bu nedenle son derece çarpıcı, hatta zaman zaman kanlı ve vahÅŸi bir dil kullanılmış, birtakım kanlı sahneler okuyucuların gözlerinin önünde canlandırılmaya çalışılmıştır. Ermeni sorununun iki temel tarafından, yani Ermeni ve Türk halklarından birincisinin tamamen mazlum, ikincisinin de tamamen suçlu gösterilmeye çalışıldığı bu üslup zaman zaman kitabın okunmasını zorlaÅŸtıracak biçimde sertleÅŸtirilmiÅŸtir.

 

Burada kitaplardan üslubu yansıtan örnekler vermek, bu kitaplarda yapılan bu büyük hatayı tekrarlamak anlamına geleceÄŸinden sadece birkaç kelime ile yetinilecektir. ÖrneÄŸin Meyer Türklerin gayrimüslim nüfusu yönetmesini ‘vahÅŸi’ (brutish) kelimesi ile nitelendirmiÅŸtir.[6] Yine 1909’da Adana’daki Ermeni isyanının bastırılmasını Meyer ‘barbarlık’ (savagery) ve ‘katliam’ (slaughter) kelimelerini kullanarak anlatmış, böylelikle isyandan hiçbir ÅŸekilde bahsetmezken, isyanın bastırılmasını tek taraflı bir kırım olarak yansıtmıştır.[7] Fisk’in üslubu da farklı deÄŸildir. Deyr-i Zor’daki sözde toplu mezarları orada bulunan cesetlerin durumunu ve kemikleri en ince detaylarına kadar anlatmış, daha önce Kamboçya’daki Pol Pot rejiminin katliamları için kullanılan ‘ölüm tarlaları’ (killing fields) tabirini Ermeniler için kullanmıştır.[8]

 

Yukarıda da ifade edildiÄŸi gibi, bu üslubun kullanılmasındaki temel amaç, sıradan okuyucuyu hızla etki altına alarak kitapta yazılanların doÄŸruluÄŸuna sarsılmaz bir inançla baÄŸlamak, konu hakkında biraz bilgisi olanların da dikkatini konunun ‘vehametine’ çekmektir. Büyük bir ihtimalle her iki yazar da ne kadar kanlı ve vahÅŸi bir anlatım kullanırlarsa, kitaplarının o kadar etkileyici olacağını düÅŸünmüÅŸlerdir. Ancak bu anlatımın ÅŸiddeti zaman zaman öyle bir boyuta varmaktadır ki, okuyucunun ilgisi ve dikkati tamamen dağılmakta, kitabın takip edilmesi zorlaÅŸmaktadır.

 

2. Kitapların Bilimselliğinin Sorgulanması

 

Kitapların üslubunun ‘iddialı’ olması maalesef kitapların soykırım iddiaları ile ilgili bölümlerinin bilimselliÄŸine yansımamıştır. Her iki kitapta da bilimsel yöntemin izlerini görmek mümkün deÄŸildir. Kitapların ilgili bölümlerinde kullanılan bilgilerin kaynakları hiçbir ÅŸekilde yansıtılmadığı gibi, kullanılan bilgilerin birçoÄŸunun yanlış olduÄŸu daha ilk okunuÅŸta bile göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra her iki kitap da çeliÅŸkili anlatımlarla doludur. Hem Meyer hem de Fisk hiçbir biçimde dipnot kullanmamışlardır. Son derece sert ve keskin iddiaları bu nedenle havada kalmakta, okuyucuyu üslup dışında ikna edebilecek bir faktör bulunmamaktadır. Meyer’in yaklaşık yedi yüz sayfa hacimli kitabında neredeyse her sayfaya bir dipnot düÅŸerken, Ermeni iddialarının yer aldığı bölümde tek bir dipnota rastlanmamaktadır. Fisk’in makalesinde de bir çok bilgiye ve alıntıya yer verilmiÅŸ, ancak alıntılar için dahi dipnot kullanılmamıştır. Bu nedenle kitapların Ermeni iddialarını yansıtan bölümleri her türlü bilimsellikten uzaktır.

 

Meyer’in zeylinden birkaç alıntı yaparak bu iddiayı örneklendirmek mümkündür. Kitabının 289’uncu sayfasında Meyer ÅŸunları söylemektedir:

 

SavaÅŸtan bir nesil öncesinden itibaren, milliyetçi Türkler ve aşırı Ä°slamcılar, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun, varlığını devam ettirmek için öncelikle saflaÅŸmak ve tüm gayrimüslim unsurlardan temizlenmek zorunda olduÄŸunu söylüyorlardı.[9]

 

Yine bir sonraki sayfada Meyer ÅŸu iddiayı ileri sürmektedir:

 

Balkan SavaÅŸları yerlerinden edilmiÅŸ Müslümanlardan oluÅŸan bir seli Türkiye’ye gönderdiÄŸinde, bunların çoÄŸu (Hıristiyanların hiçbir hukuki hakkının bulunmadığı ve Kürt aÅŸiret reislerinin ayaklarının altında yaÅŸadıkları) Ermenistan’a, istedikleri her ÅŸeyi almalarına ve iÅŸlerine karışan herkesi öldürmelerine müsaade edilerek gönderildiler.[10]

Elbette, her Ermeni soykırım iddialarını dile getiren kitapta olduÄŸu gibi bu kitapta da hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ‘bir buçuk milyon Ermeni’nin soykırıma tabi tutulduÄŸu iddiası’ dile getirilmektedir.

 

Meyer’in yukarıda alıntılanan iddiaları hiçbir kaynakla desteklenememektedir. Dolayısıyla bu iddialar ya kulaktan dolma bilgilerle yazılmış, ya da daha vahimi yazar tarafından bizzat üretilmiÅŸtir. 

 

Fisk’in kitabında ise daha vahim bilimsel hatalar yapılmakta ve bazı alıntılar için bile dipnot kullanılmamaktadır. Bu alıntıların hangi arÅŸiv belgesinden ya da kitaptan yapıldığı belli deÄŸildir. Bir örnek vermek gerekirse yazar dönemin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun Ä°çiÅŸleri Bakanı olan Talat PaÅŸa’nın Halep Valisi’ne gönderdiÄŸi bir telgraftan bahsetmektedir. Bu telgrafta, Talat PaÅŸa ÅŸu emri vermektedir:

 

Hükümetin Türkiye’de yaÅŸayan ilgili kiÅŸilerin tamamen yok edilmesini kararlaÅŸtırdığı konusunda bilgilendirildiniz. Ne kadar trajik önlemler alınırsa alınsın, yaÅŸ ve cinsiyet gözetilmeksizin, hiçbir vicdani mülahaza dikkate alınmadan bu kiÅŸilerin varlığı tamamen yok edilmelidir.[11]

 

Her ne kadar belirtilmese de büyük bir ihtimalle Fisk bu alıntıyı Aram Andonyan’ın Talat PaÅŸa’nın telgrafları içerdiÄŸi söylenen kitabından yapmıştır.[12] Oysa bu telgrafların sahte olduÄŸu Türk bilim adamlarınca tespit edilmiÅŸtir[13]; nitekim artık Batılı pek çok tarihçi de bu telgrafların sahte olduÄŸu konusunda birleÅŸmiÅŸtir.

 

Meyer ve Fisk’in kitaplarının Ermeni soykırımı iddialarını yansıttıkları bölümleri yalnızca kaynak göstermedikleri için deÄŸil, pek çok hatalı bilgiye yer verdikleri için de bilimsellikten son derece uzaktır. Bu yazılardaki tüm hataları yansıtmak bu makalenin amacı deÄŸildir; ancak birkaç örnekle ne tür hatalar yapıldığını göstermek faydalı olacaktır.

 

Meyer, Ermenilerin antik çaÄŸlarda Roma Ä°mparatorluÄŸu’nun doÄŸu sınırındaki en güçlü bağımsız kırallık olduÄŸunu ileri sürmektedir[14]; oysa Ermenistan Büyük Tigran’ın MÖ. 95-55 yıllarındaki yönetimi dışında hiçbir zaman bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmamıştır. Tigran’ın yönetiminden sonra Ermenistan’ın tam bağımsız bir devlet olarak ilk ortaya çıkışı 1919-1920 yıllarında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti ile olmuÅŸtur. Meyer’in tarihsel olarak hatalı olan bir diÄŸer iddiası da Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda Ermenilerin ağır vergilerle ezilen bir zümre olduÄŸu ve Türkler ve Kürtlerin Ermenilerin aleyhine zenginleÅŸtikleri iddiasıdır.[15] Ä°ngiliz arÅŸiv belgeleri bu iddianın tam aksinin doÄŸru olduÄŸunu bizlere kanıtlamaktadır.[16] Buna göre Ermeniler Türkler’in aleyhine olacak ÅŸekilde zenginleÅŸmiÅŸler ve yaÅŸadıkları bölgelerde ekonomik gücü büyük ölçüde ellerinde bulundurmuÅŸlardır. Son bir örnek de Ermeni tehcirinden sonra hiçbir Türk yetkilinin cezalandırılmadığı iddiasıdır ki[17], bu iddiayı ileri sürmek Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Divan-ı Harpleri, bu mahkemelerin yargılamalarını ve verdikleri cezaları ya bilmemek, ya da görmezden gelmek demektir.[18]

 

Robert Fisk’in kitabında da benzer hatalı bilgilere rastlanmaktadır. Fisk yazısının bir yerinde ABD’deki ‘güçlü Türk lobisinin’ Ermeni soykırımının ‘gerçek’ olduÄŸunu söyleyen her akademisyen ve gazeteciye ‘saldırdığını’ ifade etmektedir.[19] Bu iddia yanlış olmaktan çok komik bir iddiadır. Zira ABD’deki Türk lobisinin güçlü olduÄŸunu söylemek maalesef mümkün deÄŸildir; hatta Ermeni lobisinin gücü ve saldırganlığı yanında Türk lobisinin etkisi çok hafif kalmaktadır. Ayrıca, Fisk’in iddiasının tam tersinin geçerli olduÄŸu geçtiÄŸimiz aylarda iki emekli Büyükelçimizin, Gündüz Aktan ile Ömer Engin Lütem’in ABD seyahatinde ortaya çıkmıştır.[20] Büyükelçilerimizin Los Angeles kentindeki Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde Ermeni meselesi üzerine verecekleri konferans, Ermeni lobisinin baskısı üzerine üniversite yönetimi tarafından iptal edilmiÅŸtir. Kısacası Ermeni soykırım iddialarını dile getirmek ABD’de son derece kolay hatta istenen ve beklenen bir tavır iken, bunun aksini söylemek baskı ile sindirilmeye yol açan bir durum yaratmaktadır.

 

Fisk’in hataları bununla da kalmamaktadır. Yazısında Ä°skenderun’u bir Ermeni ÅŸehri olarak nitelendirmektedir ki, bu iddia tamamen yanlıştır[21]. Elbette o dönemde Ä°skenderun’da yaÅŸayan bir Ermeni nüfusu vardır; ancak Ermenilerin, ondokuzuncu yüzyılın hiç bir döneminde en yoÄŸun nüfusa sahip oldukları DoÄŸu Anadolu’daki altı vilayette bile nüfusun çoÄŸunluÄŸunu teÅŸkil edememiÅŸken Ä°skenderun’un bir Ermeni kenti olduÄŸunu iddia etmek her türlü insaf ölçüsünün dışında kalmaktadır.

 

Yine makalesinin bir yerinde Fisk 24 Nisan 2001 tarihinde ABD BaÅŸkanı George W. Bush’un ‘artık soykırım kelimesini kullanmadığını’ onun yerine ‘trajedi’ kelimesini kullandığını dile getirmektedir.[22] Bu ifadeye göre Bush’un 2001’den önceki konuÅŸmalarında ‘soykırım’ kelimesini kullandığı gibi bir anlam çıkmaktadır. Bu da tamamen yanlıştır.

 

Sonuç olarak her iki kitap da gerek orijinal kaynaklara atıfta bulunmadıkları, gerekse hatalı ve birbiriyle çeliÅŸen bilgiler içerdikleri için bilimsel olmaktan son derece uzaktır. Sıradan bir yüksek lisans öÄŸrencisi tarafından yazılsaydı akademik hırsızlık (plagiarism) suçu ile damgalanması neredeyse kesin olan bu bölümlerin dünya kamuoyunun dikkatine sunulması son derece dikkat çekicidir.

 

3. Kitaplardaki Önyargılı Tavır

 

Meyer ve Fisk’in yazdıklarında dikkat çeken bir diÄŸer husus da yazarlarının önyargılı ve tarafsızlıktan son derece uzak tavırlarıdır. Aslında bu önyargı gerek bu yazarların üslubunda, gerekse tarihi bilgileri çarptırarak tarihsel gerçekliÄŸi yeniden kurgulamalarında yoÄŸun bir biçimde hissedilmektedir. Buna göre Türkler ‘vahÅŸi ve kana susamış’ bir millet olarak yansıtılırken, Ermeniler ‘mutlak mazlum’ ve ‘günahsız kurbanlar’dır. Bu çarpık zihniyet öylesine vurgulanmaktadır ki, Ermenilerin Türkleri katletmesi dahi mazur gösterilmiÅŸtir. ÖrneÄŸin, Meyer 1914 Aralığında Ruslar tarafından yönetilen bir Ermeni bölüÄŸünün sınırı geçip yaklaşık 120.000 Türk’ü katlettiÄŸini yazmaktadır.[23] Ancak bu katliam hakkında tek bir yorum dahi yapmamaktadır. Oysa 24 Nisan 1915 tarihinde Ä°stanbul’da devrimci Ermeni Komitelerinin ileri gelenlerinin tutuklanmalarını, ‘Ä°stanbul’da kurulan ölüm timlerinin Ermenileri katletmesi olarak yansıtmaktan çekinmemektedir.[24]

 

Robert Fisk ise önyargısını Ermeni tehcirini Ä°kinci Dünya Savaşı’nda yaÅŸanan Yahudi Soykırımı ile bir tutarak göstermektedir. Bu çok sık baÅŸvurulan aldatmaca, Batı literatüründe Ermeni soykırım iddiaları hakkında yazılan hemen her kitapta yer almaktadır. Fisk’in kitabı da bu aldatmacaya baÅŸvurarak özellikle Batı kamuoyunu Türkiye aleyhine kışkırtmak yolunu seçmiÅŸtir. Yahudi soykırımının gerçekliÄŸi ve acımasızlığı Batı toplumunda öylesine derin bir yer edinmiÅŸtir ki, buna benzer bir soykırımın varlığı o soykırımı organize eden toplumun derhal uluslararası toplum tarafından dışlanması sonucunu doÄŸuracaktır. Bunun bilincinde olan Fisk ısrarla Ermeni tehcirini Yahudi soykırımına benzetmektedir. Fisk’in kitabının ilgili bölümünden birkaç alıntı yaparak bu iddiasını örneklendirmek yerinde olacaktır.

 

Fisk Türkler’in bir grup Ermeni’yi Suriye’deki bir maÄŸaraya doldurup, maÄŸaranın giriÅŸinde bir ateÅŸ yakarak Ermenilerin içeride boÄŸularak ölmesine yol açtığını iddia etmektedir. Yazısının genelinde olduÄŸu gibi bu iddiasını destekleyen tek bir arÅŸiv belgesi yoktur. Ancak Fisk bu kurgu hikayeyi ‘yirminci yüzyılın ilk gaz odası’ olarak yansıtmaktan çekinmemektedir.[25] Fisk’e göre iki ‘soykırım’ arasındaki paralellikler bununla da sınırlı kalmamaktadır: Ermeniler, Yahudiler gibi belirli mahallelerde (pogrom) oturmaya zorlanmış, Ermeni kiliseleri Yahudi sinagogları gibi ateÅŸe verilmiÅŸ, Ermeniler tıpkı Yahudiler gibi yük katarları ile ölüme gönderilmiÅŸtir. Zaten TeÅŸkilat-ı Mahsusa da Hitler’in özel birliÄŸi Einsatzgruppen’in bir öncülü niteliÄŸindedir.[26] Bütün bu iddialar da diÄŸerleri gibi ortaya atılmakla kalmış, tek bir arÅŸiv belgesiyle desteklenememiÅŸtir. Bütün bu benzetmeleri neden yaptığını yazısının bir yerinde Fisk ÅŸöyle aÄŸzından kaçırmaktadır:

 

Türkiye kendi geçmiÅŸinden bu kadar korkmakta mıdır ki, Almanların Yahudiler için yaptıklarını -  kendini vicdan azabı, suçunu kabul, tazminat ve iyi niyet ile temize çıkarmak – yapamamaktadır?[27]

 

Kısacası Fisk’in bu hatalı kurgulamayı yapmasının nedeni Türkiye’nin bir ÅŸekilde sözde soykırım iddialarını kabul ederek Ermenilere tazminat ödemeyi kabul etmesidir. Bunu yaparken aslında büyük bir pot kırarak Almanların tazminat ödeyerek ve yaptıklarını kabul ederek ‘temize çıktıklarını’ (to purge itself) söylemektedir. Oysa soykırım suçu hiçbir biçimde temizlenemeyecek kadar ağır bir suçtur. Para ile bu suçun yıkıcılığının tazmin edilmesi mümkün deÄŸildir. Dolayısıyla Fisk, iÅŸin manevi boyutunu tamamen göz ardı ettiÄŸini ve maddi boyutuna yoÄŸunlaÅŸtığını itiraf etmekten çekinmemektedir.

 

Sonuç olarak, Meyer ve Fisk’in üslubu daha önce özellikle Richard Hovanissian ve Vahakn Dadrian gibi önde gelen Ermeni kökenli Ermeni soykırımı savunuclarının üslubuna benzemektedir. Bu iki yazarı uluslararası toplum nezdinde daha güvenilir kılan etmen ise her ikisinin de Ermeni kökenli olmayışıdır. Batılı iki yazarın Ermeni soykırımı iddialarını bahsi geçen Ermeni yazarlardan bile daha ateÅŸli bir ÅŸekilde savunmaları Batı kamuoyunda soykırım iddialarının doÄŸruluÄŸunun bir kanıtı olarak algılanmaktadır. Yine de bu makalenin üçüncü bölümünde de gösterileceÄŸi üzere, Ermeni iddialarını bilimsel bir eleÅŸtiriye tabi tutan bir baÅŸka eÄŸilim Batı kamuoyunda yeni yeni geliÅŸmeye baÅŸlamıştır.

 

B. İKİNCİ EĞİLİM: KISMEN BİLİMSEL ANCAK TARAFLI YAZIN

 

Son yıllarda Ermeni meselesi konusunda en fazla dikkat çeken ancak belki de en az fark edilen olgulardan birisi Ermeni tezlerinin Batı akademik toplumu tarafından daha fazla kabul edilmesidir. Bu çerçevede Ermeni tezlerinin meÅŸrulaÅŸtırılması ve tarihsel bir ‘gerçek’ olarak yeniden kurgulanması için çok daha fazla sayıda akademisyen ve araÅŸtırmacı, çok daha fazla sayıda akademik yayına imza atmaktadırlar. Batıdaki bu yeni eÄŸilim özellikle dikkat çekmektedir. Yukarıda da belirtildiÄŸi üzere Ermeni meselesi konusundaki literatür genellikle duygusal bir üslupla yazılmış bilimsellikten son derece uzak metinlerden oluÅŸmaktayken, son yıllarda yayınlanan eserler dikkatli ve titiz araÅŸtırmaların ürünü olarak görülebilir. Artık daha fazla Batılı akademisyen arÅŸivlere yönelmekte, bu arÅŸivlerde bulunan materyalleri titizlikle tasnif etmekte ve eserlerinde atıfta bulunmaktadırlar. Bu da eserlerinin güvenilirliÄŸini arttıran bir etmendir.

 

Batı’da Ermeni meselesi konusunda yayınlanan son eserlerin bir diÄŸer özelliÄŸi de bu yayınların artık Ermeniler tarafından finanse edilen yayınevlerinden ziyade, Palgrave, Macmillan ve Oxford gibi bugüne kadar yayınladıkları akademik yayınlar göz önüne alındığında son derece ciddi ve büyük yayınevleri tarafından basılmaya baÅŸlanmış olmasıdır.

 

Bu durumun iki önemli etkisi vardır: Birincisi bu yayınevlerinde basılan akademik eserler diÄŸer yayınevlerine nazaran çok daha fazla sayıda basılır ve satılır. Bu da Ermeni tezlerini destekleyen, hatta desteklemekle kalmayıp ‘tarihsel gerçek’ olarak sunan eserlerin daha geniÅŸ bir akademik çevreye ulaÅŸmasına neden olur. Zincirleme bir reaksiyonu andıran bu süreç sonucunda çok daha fazla akademisyen bu yayınlara ulaşır ve çalışmalarında kullanır. Bu da Ermeni tezlerinin daha kolay savunulmasını saÄŸlar.

 

Büyük ve çok satan yayınevlerinin Ermeni tezlerini destekleyen kitaplar yayınlamasının ikinci etkisi ise daha soyuttur ve akademik güvene dayalıdır. Genellikle bu tür yayınevlerinin yayım koÅŸulları çok sıkıdır; akademik kıstaslara uymayan eserler yayımlamaları neredeyse imkânsızdır. Bu yayınevlerine gönderilen taslaklar birçok editör tarafından incelenir; dolayısıyla yayımlandıklarında akademik toplumun güvenini kazanmaya aday yayınlar olmuÅŸlardır. Bu da daha fazla eserde bu yayınlara atıf yapılmasına ve Ermeni tezlerinin uluslararası akademik ve entelektüel aÄŸlar arasında son derece hızlı yayılması sonucunu doÄŸurur.

 

Bu genel deÄŸerlendirmeden sonra makalenin bu bölümünde temel olarak üç kitap incelenecek ve bu ikinci eÄŸilimin bu üç kitapta nasıl içselleÅŸtirildiÄŸi analiz edilecektir. Bu kitaplardan biri bizzat bir Ermeni yazar tarafından, diÄŸer ikisi de Amerikalı akademisyenler tarafından kaleme alınmıştır. Kitapların detaylı analizine geçmeden önce yazarlar ve eserleri hakkında kısa bir fikir vermek faydalı olacaktır.

 

Ä°nceleyeceÄŸimiz kitapların ilki Simon Payaslıyan’ın United States Policy Toward the Armenian Question and the Armenian Genocide (BirleÅŸik Devletler’in Ermeni Meselesi ve Ermeni Soykırımına Yönelik Siyaseti) adlı kitabıdır[28]. Kitap 2005 yılında ünlü Ä°ngiliz yayınevi Palgrave-Macmillan tarafından basılmıştır. Son derece köklü bir geçmiÅŸi olan bu yayınevinin kuruluÅŸ tarihi on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar gitmektedir. Yayınevinin kurucularından olan Francis Turner Palgrave, bir dönem Ä°ngiltere BaÅŸbakanı olarak görev yapan ve Osmanlı karşıtı politikaları ile tanınan William Gladstone’un özel sekreter yardımcısı olarak görev yapmıştır. Önceleri dilbilim ve sözlükler üzerine çalışan yayınevi, özellikle 2000 yılında ABD merkezli St. Martin’s Press ile birleÅŸmesinin ardından sosyal bilimlerin siyaset bilimi, tarih ve uluslararası iliÅŸkiler gibi branÅŸlarında yayın yapmaya baÅŸlamış ve akademik toplum nezdinde kısa süre içerisinde oldukça saygın bir konuma ulaÅŸmıştır.

 

Payaslıyan’a gelince, yazar ABD’de Clark Üniversitesi’nde Ermeni Soykırımı Çalışmaları ve Modern Ermeni Tarihi kürsüsünün baÅŸkanı olarak görev yapan yardımcı doçent unvanlı bir akademisyendir.[29] 1992 yılında Wayne State Üniversitesi’nden aldığı doktora derecesinin ardından sözde Ermeni soykırımına iliÅŸkin pek çok yayın yapmıştır. Bu yayınların arasında özellikle Amerikan eÄŸitim müfredatına Ermeni soykırımı iddialarını dahil etme çabasının bir ürünü olarak görülebilecek The Armenian Genocide, 1915-1923: A Handbook for Students and Teachers (Ermeni Soykırımı, 1915-1923: ÖÄŸretmenler ve ÖÄŸrenciler için Bir El Kitabı) dikkat çekicidir.[30]

 

Kitaplarını inceleyeceÄŸimiz diÄŸer iki yazar ise Donald Bloxham ve Merrill Peterson olacaktır. Ä°ngiliz akademisyen Donald Bloxham yüksek lisansını Keele, doktorasını ise Southampton Üniversitesi’nden aldıktan sonra Edinburgh Üniversitesi’ne geçmiÅŸtir ve halihazırda bu üniversitenin Tarih bölümünde öÄŸretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Bloxham’ın uzmanlık alanı soykırım çalışmalarıdır ve Holocoust Educational Trust adı verilen bir sivil toplum örgütünün akademik çalışmalardan sorumlu direktörüÄŸünü yapmaktadır. Yayınları arasında özellikle Ä°kinci Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımını anlatan Tony Kushner ile birlikte yazdığı The Holocaust: Critical Historical Approaches (Holokost: EleÅŸtirel Tarihsel Yaklaşımlar)[31] ve Ben Flanagan ile birlikte yazdığı Remembering Belsen: Eye-Witnesses Record the Liberation (Belsen’i Hatırlamak: Görgü Tanıkları ÖzgürlüÄŸü Kaydediyor)[32] dikkat çekicidir.

 

Yazarın, bu makalede incelenecek olan son kitabı The Great Game of Genocide: Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians (Büyük Soykırım Oyunu: Emperyalizm, Ulusçuluk ve Osmanlı Ermenilerinin Yok Edilmesi)[33] baÅŸlığını taşımaktadır. Kitap 2005 yılında akademik toplumun en saygın yayınevlerinden biri olarak kabul edilen Oxford Üniversitesi yayınlarından çıkmıştır. 1096 yılında kurulduÄŸu kabul edilen ve Avrupa’nın en eski ve köklü üniversitelerinden biri olan Oxford Üniversitesi’nde ilk kitap 1478 yılında basılmıştır. Ancak düzenli olarak kitap basan bir yayınevi ilk olarak 1668 yılında kurulmuÅŸtur.[34] Günümüzde yıllık yaklaşık 4500 akademik kitap basma kapasitesi ile dünyanın en büyük üniversite yayınevidir. Elbette bu denli büyük ve köklü bir yayınevinin dağıtım ağı da muazzamdır. Yayınevinde basılan eserler akademik yoplum arasında büyük bir hızla yayılmaktadır. Dolayısıyla bu yayınevinden Ermeni soykırım iddialarını destekleyen bir yayın çıkmış olması büyük bir talihsizlik olarak görülebilir.

 

Ä°nceleyeceÄŸimiz son kitap ise Merrill Peterson’un Starving Armenians: and the Armenian Genocide, 1915-1930 and After (Kıtlıktaki Ermeniler: Amerika ve Ermeni Soykırımı, 1915-1930 ve Sonrası) adlı kitabıdır.[35] Merrill Peterson aslında soykırım veya insanlığa karşı suçlar gibi konular üzerinde çalışmış bir akademisyen deÄŸildir. Uzmanlık alanı Amerikan tarihidir ve Thomas Jefferson’un yazılarının derlendiÄŸi muaazam bir külliyatın editörlüÄŸünü yapmıştır.

 

Yazarın Ermeni meselesine ilgisi ise 1997 yılında Peace Corps adlı bir sivil toplum kuruluÅŸunun düzenlediÄŸi geziye katılarak Ermenistan’a gitmesiyle oluÅŸmuÅŸ ve bu seyahatinden etkilenerek bu kitabı yazmıştır. Halihazırda da Virginia Üniversitesi Tarih bölümünde profesör olarak görev yapan Peterson’un kitabı da bu üniversitenin yayınevi olan Virginia University Press tarafından basılmıştır. 1963 yılında kurulan yayınevi akademik kitapların yanısıra aralarında the Papers of George Washington, the Papers of James Madison, Studies in Early Modern German History ve Studies in Religion and Culture gibi saygın dergilerin de bulunduÄŸu akademik yayınlarıyla da dikkat çekicidir.

 

Bu üç yazarı, eserlerini ve yayınevlerini kısaca tanıttıktan sonra, makalenin bu bölümünde eserleri detaylı bir incelemeye tabi tutarak aralarındaki ortak yönleri ve farklılıkları karşılaÅŸtıracak, böylelikle, Batı literatüründe yükselen bu yeni eÄŸilimin temel noktalarını ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yaparken ilk bölümde yapıldığı gibi yazarların üsluplarını, ele aldıkları konuları ve bu konuları nasıl iÅŸledikler gibi konular üzerinde durarak eleÅŸtirel bir bakış açısıyla eserleri analiz edeceÄŸiz.

 

1. Eserlerin Üslubunun KarşılaÅŸtırılması

 

Ä°nceleyeceÄŸimiz dört kitabın üslup açısından bazı ortak yönleri vardır. Ä°lk olarak kitaplarda verilen bilgilerin taraflılığı ve tek yanlılığı bir tarafa bırakılacak olursa, Fisk ve Meyer’de rastlamadığımız bir bilimsellik görülmektedir. Kitaplarda yazılan her bilgi için titizlikle bir dipnot konulmuÅŸ ve kaynağı belirtilmiÅŸtir. Böylelikle kitaplar konu ile ilgili detaylı bilgiye sahip olmayan okuyucular için ‘güvenilir’ bilimsel kaynaklar gibi görünmektedirler.

 

Kitapların ‘güvenilirliÄŸine’ katkıda bulunan ikinci bir özellikleri de yazarların birtakım arÅŸiv belgelerine yer vermeleridir. Özellikle Payaslıyan ve Peterson Amerikan arÅŸivlerinden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Bloxham da benzer biçimde Alman ve Ä°ngiliz arÅŸivlerinden faydalanmıştır. ArÅŸiv belgelerinin incelemeye tabi tutulması da dipnotlar gibi kitapların bilimselliÄŸini arttıran bir unsur olmuÅŸtur.

 

Kitaplar ÅŸeklen bilimsel ve akademik eserler olarak görülmekle beraber objektif bir üsluptan yoksundur. Her ÅŸeyden önce kitapların bibliyografyası incelendiÄŸinde Türk tezlerini içeren kitaplara ya hiç yer verilmediÄŸi ya da bir iki kitaba yapılan yetersiz atıflarla geçiÅŸtirildiÄŸi görülmektedir. Peter Balakian, Richard Hovanissian, Vahakn Dadrian, Yves Ternon gibi Ermeni tezlerini savunan Ermeni ve Batılı yazarların yanı sıra Taner Akçam gibi Ermeni tezlerinin savunucusu Türk yazarların kitaplarına sıklıkla atıf yapılırken, Türk tezlerinin anlatıldığı eserler görmezden gelinmektedir.

 

Benzer bir biçimde, Osmanlı arÅŸivleri de bu yazarların kitaplarında göz ardı edilmektedir. Bunun nedenleri arasında yazarların Osmanlıca metinleri okuyamadıkları da sayılabilir; ancak özellikle Türk Tarih Kurumunun konu ile ilgili Osmanlıca belgeleri Ä°ngilizce’ye çevirmesinin ardından bu belgelerden faydalanmamak taraflı bir yaklaşımın göstergesidir. Bütün Batı arÅŸivleri incelenirken ve kendi tezlerini savunmak için gereken belgeler titizlikle ayıklanırken, aynı özenin Osmanlı arÅŸivleri için gösterilmemiÅŸ olması bilimsellik açısından kolay kolay mazur görülemez.

 

Bu taraflı yaklaşımın ikinci bir göstergesi de kitaplarda Anadolu’da yüzyıllardır Türk kentleri olan bazı ÅŸehirlerin kasten Ermenice isimlerinin kullanılmasıdır. ÖrneÄŸin Harput yerine Harpert, Merzifon yerine Marzopan gibi isimler kullanılmış, böylelikle bu bölgelerin Ermeni toprağı olduÄŸu, Türklerin ise istilacı bir toplum olduÄŸu vurgulanmaya çalışılmıştır.

 

Üçüncüsü, kitaplarda sıklıkla Mavi Kitap[36], Büyükelçi Morgenthau’nun Anıları[37] ve Talat PaÅŸa’ya atfedilen telgraflar[38] gibi bilimsel geçerlilikleri olmadığı akademisyenler tarafından kanıtlanmış propaganda malzemelerinin muteber kitaplar olarak kabul edilirken General Harbord ve Amiral Bristol’ün Birinci Dünya Savaşı’nın ardından hazırladıkları ve soykırımı reddeden raporları görmezden gelinmekte veya taraflı olmakla eleÅŸtirilmektedir. Bu çeliÅŸkili tutum bu kitapların güvenilirliÄŸini büyük ölçüde sarsmaktadır.

 

Kitapların yazımlarında kullanılan üsluba gelince duygusallık oldukça alt seviyededir. Fisk ve Meyer’in kitaplarında kullanılan kanlı ve vahÅŸi dil bu kitaplarda görülmezken bunun yerine daha gerçekçi, sade ve akıcı bir dil hakimdir. Kitapların takip edilmesini son derece kolaylaÅŸtıran bu üslup akademik eserlerde aranan bir üsluptur.

 

2. Kitaplardaki Taraflı ve Hatalı Bölümler

 

Ä°ncelenen kitaplar her ne kadar bilimsel kriterlere uygun kitaplar olarak kabul edilse de, gerek tek yanlı arÅŸiv belgelerinin kullanılması gerekse kullanılan ikincil kaynakların tarafsızlıktan uzak kaynaklar olması nedeniyle kitaplarda pek çok hata ve taraflı yazımlar göze çarpmaktadır. Makalenin bu bölümünde bu hatalar ve taraflı yazımlar örnekleriyle incelenecektir.

 

Payaslıyan’ın kitabı ile baÅŸlayacak olursak, kitabının hemen baÅŸlarında 1909 yılında Ä°kinci Abdülhamid’in devrilmesinin hemen ardından Adana bölgesinde yaklaşık 20.000 Ermeni’nin katledildiÄŸi bilgisi verilmektedir.[39] Bu bilginin kaynağı olarak da herhangi bir arÅŸiv belgesi deÄŸil iki tane ikincil kaynak gösterilmektedir. Oysa bu bilginin verildiÄŸi sayfalarda 1909 yılında Ermeniler ve Türkler arasındaki iliÅŸkinin en iyi zamanını yaÅŸadığı ve en radikal Ermeni partilerinden bir olan TaÅŸnaksutyun’un yeni yönetimle siyasi bir ittifaka gittiÄŸi yazılmaktadır.[40] Bu oldukça ciddi bir çeliÅŸkidir. Mart 1909’da Ermeniler ve Türkler arasındaki iliÅŸkiler en yüksek seviyededir, Nisan 1909’da 20.000 Ermeni yeni yönetim tarafından katledilmektedir, AÄŸustos 1909’da TaÅŸnaksutyun ve Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti siyasi bir ittifakın içine girmektedirler. EÄŸer bu derece büyük bir Ermeni katliamı yaÅŸandıysa iliÅŸkiler nasıl en üst seviyededir ve TaÅŸnaksutyun nasıl ‘katliamın’ sorumlusu olan yönetimle iÅŸbirliÄŸi içindedir? Kitap bu büyük çeliÅŸkiyi açıklayamamaktadır; dolayısıyla bu iddia en hafif tabiriyle komik bir iddia olarak kalmaktadır.

 

Kitaptaki diÄŸer bir çeliÅŸkili söylem ise Haziran 1915’te Zeytun ve civarında yaÅŸayan Ermenilerin silahlarını devlete teslim etmeleri konusunda verilen emir üzerinedir. Yazara göre Ermeniler bu emre uymamışlardır ve uymamaları için ‘haklı’ bir nedenleri vardır. Payaslıyan eÄŸer Müslümanlar için de silah bırakma emri çıkarılmış olsaydı, Ermeniler de silahlarını bırakırlardı demektedir.[41] Bu son derece çeliÅŸkili bir ifadedir; zira Zeytun Ermenileri isyan etmiÅŸlerdir ve devletin güvenlik güçleri isyanın kansız bir biçimde bastırılması için Zeytun Ermenilerinden silahlarını devlete teslim etmelerini istemiÅŸtir. Müslümanlar için neden silah bırakma emri çıkarılmadığı sorusu ise son derece anlamsız bir soru olarak kitaptaki yerini almaktadır.

 

Ermeni tezlerini destekleyen hemen hemen bütün kitaplarda yapılan diÄŸer bir tarihsel hata ise Ermenilerin DoÄŸu Anadolu’daki altı vilayette (Vilayet-i Sitte) nüfusun çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturdukları için bu toprakların çeÅŸitli vesilelerle bazı Büyük Güçler tarafından Ermenilere vaat edildiÄŸi iddiasıdır. Payaslıyan da bu hatayı tekrarlamaktadır.[42] Oysa Osmanlı tarihinin hiçbir döneminde Ermeniler bu bölgede nüfus çoÄŸunluÄŸuna sahip olamamışlardır.[43]

 

Yine bu tür kitaplarda kasten yapılan bir diÄŸer tarihsel hata da yaklaşık 1,5 milyon Ermeninin soykırıma tabi tutulduÄŸu iddiasıdır. Bu rakamın nasıl ortaya çıktığı ve hangi bilimsel kaynaÄŸa dayandığı tartışmalıdır. Ancak bu rakam bir kez telaffuz edildiÄŸinde birdenbire kabul görmüÅŸ ve sözde Ermeni soykırımının bir simgesi halini almıştır. Oysa, yapılan nüfus istatistik çalışmaları 1,5 milyon rakamının son derece abartılı bir rakam olduÄŸunu ortaya koymaktadır. Bu konu makalenin üçüncü bölümünde daha detaylı bir biçimde incelenecektir.

 

Bu noktada Payaslıyan ilginç bir detay vermektedir. 1926 yılında Ermeni mültecilerin durumuna iliÅŸkin ABD’de hazırlanan bir raporda OrtadoÄŸu’da ‘yüz binlerce Ermeninin’ varlığından söz edilmektedir.[44] EÄŸer bu rapor güvenilir bir raporsa ve bu kadar çok sayıda Ermeni OrtadoÄŸu’da yaÅŸamlarını sürdürüyorlarsa, Deyr-i Zor’da yapıldığı söylenen katliamlar ve kitle kıyımları iddiaları geçerliliÄŸini yitirmektedir. Aynı zamanda 1,5 milyon Ermeninin soykırıma tabi tutulduÄŸu iddiası da son derece tartışmalı bir hale gelmektedir.

 

Bloxham’ın kitabı ise baÅŸlı başına bir çeliÅŸkinin üzerine bina edilmiÅŸtir. Bloxham kitabının yazılış amacını ifade ederken, Ermeni sorununun analizinde uzun süredir ihmal edilen uluslararası iliÅŸkiler boyutunun bu sorunun tam anlamıyla anlaşılması için ne kadar önemli olduÄŸundan bahsetmektedir:

 

Bu kitabı ortaya çıkaran proje ilk olarak Türklerin Ermeni soykırımını inkarı ve bu inkarın Batı tarafından kabul edilmesi üzerinde odaklanmayı amaçlamaktaydı. Fakat kısa süre içerisinde, dış dünyanın Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun Birinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasındaki eylemlerine gösterdiÄŸi tepkinin bilgisi olmaksızın bu inkarın ve onun kabulünün doÄŸru düzgün anlaşılamayacağı ortaya çıkmıştır. Anladım ki, bu iliÅŸki modelini tam anlamıyla açıklamak, soykırıma kadar ve soykırım sonrasında Osmanlı devleti ile ‘Büyük Güçler’in arasındaki ‘Ermeni meselesi’ konusundaki etkileÅŸime atıf yapılmaksızın mümkün deÄŸildir. [45]

 

Uluslararası boyuta bu kadar önem atfeden yazar kitabının daha baÅŸlarında soykırım konusunun uluslararası boyutta ele alınmasının, bu suçun Osmanlı devleti tarafından iÅŸlendiÄŸi ‘gerçeÄŸinin’ görmezden gelinmesine neden olduÄŸunu söylemektedir.[46] Daha kitabının önsöz bölümünde uluslararası boyut anlaşılmadan Ermeni meselesinin anlaşılamayacağını belirtmesine raÄŸmen daha sonra bu yöntemin ‘sakıncalarını’ belirtmesi kitabın bir çeliÅŸki yumağı olduÄŸunun en önemli göstergesidir.

 

Bloxham’ın kitabındaki tek çeliÅŸki bu deÄŸildir. Kitapta çizilen Ermeni imajında da büyük bir ikilem görülmektedir. Bloxham Ermenileri Osmanlı Devleti’nin ‘zulmü’ altında inleyen ‘mazlum kurbanlar’ olarak mı, yoksa Devlete karşı ‘baÅŸarıyla’ mücadele eden ‘devrimci kahramanlar’ olarak mı sunacağına bir türlü karar verememiÅŸ, kitabında her iki kullanıma da yer vermiÅŸ, böylelikle ortaya birbirini tutmayan ifadeler çıkmıştır. Bu arada da Ermenilerin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’na karşı ayaklandıklarını, Ruslarla ve diÄŸer Batılı devletlerle iÅŸbirliÄŸine gittiÄŸini, Müttefiklerin Ermeni meselesini propaganda malzemesi olarak kullandığını, hatta hatta Ermenilerin Türkleri katlettiklerini bile aÄŸzından kaçırmıştır. AÅŸağıdaki alıntılar son derece dikkat çekicidir:

 

ARF’nin [Ermeni Devrimci Federasyonu – Armenian Revolutionary Federation] ilk açılımları “anavatanın kurtarılması için kanlarının son damlasına kadar savaÅŸma” niyetini ilan etmekteydi. Üçüncü açılım ise ARF’nin kendisini “Türkiye Ermenistanı’nda toplu bir ayaklanma için hazırlamasını” ortaya koymaktaydı.[47]

...

[1895 Kumkapı olaylarına katılanlan] göstericilerin çoÄŸu silahlıydı ve bir bela çıkarmak için bekliyorlardı. [48]

...

[Balkan SavaÅŸlarının ardından] Ä°mparatorluk sınırları içinde ve dışında yaÅŸayan Ermeniler kendilerini Büyük Güçlere yaklaÅŸma konusunda özgür hissettiler ve Rusya Osmanlı toprakları üzerinde emperyal etkisini yeniden tesis etmek için bir fırsat ortaya çıktığından çok mutluydu.[49]

...

Uluslararası etmenler, özellikle de Rusya ve Ermeni milliyetçileri arasındaki iliÅŸkiler Birinci Dünya Savaşı sırasında Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikalarını etkilemekte önemli olmayı sürdürmüÅŸtür.[50]

...

Vorontsov-Dashkov’un [Rusların Kafkasya Valisi ve Kafkasya Orduları BaÅŸkomutanı] “Türkiye Ermenileri arasında bir isyan çıkarma planı” ... Rus ordusu ve [Rusya’nın] Hoy KonsolosluÄŸu’nun idaresi altında silahlı Ermeni çeteleri oluÅŸturmayı öngörüyordu...Sonuç olarak Rus ordusunun yanında Tiflis’teki ARF’lilerin etkili olduÄŸu Ermeni Ulusal Bürosu’nun desteÄŸiyle beÅŸ gönüllü alay – daha sonra iki tane daha eklendi – oluÅŸturuldu.[51]

...

Ä°ngiliz kaynaklarında da itiraf edildiÄŸi üzere, 1916 yılı baÅŸlarında Rusların DoÄŸu Anadolu’daki ilerleyiÅŸleri boyunca intikam dolu Ermeni güçleri...pek çok Müslümanı katletmiÅŸlerdir.[52]

...

Müttefiklerin söyleminde Ermenilerin öldürülmesi Yakın DoÄŸu haritasının yeniden çizilmesi için birtakım özel mülahazaların oluÅŸmasına zemin hazırlamıştır. Gerçekte ise bu [ölümler] Ä°tilaf devletleri için savaÅŸ sırasında faydali bir propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır.[53]

 

Bütün bu alıntılar Ermenilerin hiç de kitapta vurgulandığı gibi ‘masum kurbanlar’ olmadığını kanıtlamaktadır. Kısacası Ermeniler Osmanlı Devleti’nden bağımsız bir devlet kurabilmek için isyan etmiÅŸler, Birinci Dünya Savaşı sırasında bu isyanlarını Rusya’yı desteklemeye dönüÅŸtürmüÅŸler, Osmanlı Devleti de bu ihaneti önlemek ve savaÅŸ sırasında düzeni saÄŸlamak için DoÄŸu Anadolu’daki Ermeni nüfusunu tehcire tabi tutmuÅŸtur. Bu basit gerçek o kadar yalın ve doÄŸrudur ki, en taraflı kitaplara bile sızmaktadır.

 

Bloxham’ın ‘mazlum kurban’ söylemi o kadar abartılı boyutlara çıkarılmaktadır ki, Ermenilerin yaptıkları katliamlar ya göz ardı edilmekte veya abartıldıkları ileri sürülmektedir.[54] Bununla beraber Fransız DoÄŸu Lejyonu’nun Çukurova bölgesinde yaptıkları katliamlar[55], hatta hatta 1970’lerde ASALA’nın Türk diplomatlarını öldürmesi bile mazur gösterilmeye çalışılmaktadır.[56]

 

Bloxham’ın hatalı bir diÄŸer iddiası da 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının ardından Kafkaslar ve Balkanlar’dan gelen göçmenlerin kasten DoÄŸu Anadolu’ya yerleÅŸtirilerek Ermenilerin can ve mal güvenliÄŸini tehdit edecek bir önlem almış olunduÄŸu iddiasıdır.[57] Bu iddiayı da Ermeni yazar Astourian’ın kitabına dayandırmaktadır. Buradaki amaç, ‘soykırım’ın 1915 yılında kararlaÅŸtırılmış bir düzenleme olmadığını, bir Ermeni ‘soykırımının’ aslında on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren planlandığını ortaya koymaya çalışmaktır. Yazar bu iddiasını destekleyebilecek herhangi bir otantik doküman ortaya koyamadığı için iddiayı yansıtıp geçiÅŸtirmekle yetinmiÅŸtir.

 

Peterson’un kitabına gelince, Peterson’un Ermeni meselesi konusunda uzman olmadığı ve Ermenistan seyahatinin ardından bu konuyu incelemeye baÅŸladığı gerçeÄŸi kitabında son derece amatörce hatalar yapılmasına neden olmuÅŸtur. Bunların başında da Peterson’un ‘tarihi Ermenistan’ı tarifi gelmektedir. Bu tarife göre neredeyse bugünkü Türkiye’nin yarısı Ermenilerin tarihsel toprakları olarak tarif edilmektedir.[58] Bununla beraber II. Abdülhamid’in annesinin Ermeni kökenli olduÄŸu, padiÅŸahın da bunu öÄŸrendikten sonra kendisine ‘yarı Ermeni’ sıfatını yakıştıramadığı için Ermenilere düÅŸman kesildiÄŸi gibi iddialar kitabın bilimsel ciddiyetinin sorgulanmasını gerektirmektedir.[59]

 

Kitaptaki diÄŸer bir çeliÅŸkili anlatım da 1909 Zeytun isyanının bastırılması ile ilgilidir. Kitapta Ermeni isyanlarından hiçbir ÅŸekilde bahsedilmediÄŸi için bu isyanların bastırılması sırasında öldürülen Ermeni isyancılar durup dururken katliama tabi tutulmuÅŸ masumlar olarak gösterilmektedir. Ancak yazarın kendisi bile Ermeni ölümlerini açıklayamamış olacak ki, ‘Hiç kimse bu katliamı tam olarak kimlerin veya neyin baÅŸlattığını açıklayamamaktadır’ diyerek bu konudaki çeliÅŸkili tavrını ortaya koymaktadır.[60]

 

Kısacası, her ne kadar bilimsel eserler olarak görülse de bu bölümde incelenen üç kitap bilimselliÄŸin en önemli gereklerinden biri olan tarafsızlık ilkesine uymadıkları için sorgulanmalıdırlar. Kitaplardaki taraflı ifadeler büyük çeliÅŸkilere ve hatalara yol açmakta bu da kitapların güvenilirliÄŸini ciddi ölçüde sarsmaktadır.

 

3. Amerikan Misyonerlerin Faaliyetleri

 

Batı literatüründe Ermeni meselesi ile ilgili yazılan kitaplarda son yıllarda görülen en önemli eÄŸilimlerden bir tanesi Amerikan misyonerlerin faaliyetlerinin yeniden deÄŸerlendirilmesidir. BilindiÄŸi üzere on dokuzuncu yüzyılın baÅŸlarından itibaren Amerikalı Protestan misyonerler özellikle DoÄŸu Anadolu bölgesinde ciddi bir misyonerlik faaliyetine giriÅŸmiÅŸler, bölge Ermenilerini hızla ProtestanlaÅŸtırma amacı ile yoÄŸun bir çalışma yürütmüÅŸlerdir. Ermeni meselesine iliÅŸkin Türk literatüründe bu misyonerlik faaliyetleri genel olarak Ermenilerin ayaklanmalarını teÅŸvik eden faaliyetler olarak deÄŸerlendirilmiÅŸtir. Ermeni soykırım iddialarını destekleyenler ise bu misyonerlerin son derece taraflı yazılmış raporlarını sözde soykırımın kanıtları olarak sıkça kullanmışlardır. Bunun en önemli örneklerinden biri de 1913-1916 yılları arasında Ä°stanbul’da Amerika BirleÅŸik Devletleri büyükelçisi olarak görev yapan Henry Morgenthau’nun anılarıdır. Sözde soykırımdan kurtulanların tanıklıklarını içerdiÄŸi söylenen bu kitaptaki hatalar ve taraflı üslup daha sonra Heath Lowry’nin çalışmaları ile eleÅŸtirilmiÅŸtir.[61] Sonuç olarak, gerek Ermeni yazarlar, gerekse Ermeni iddialarını savunan Batılı yazarlar tarafından misyoner faaliyetleri Ermeni soykırımı iddialarını desteklemek için sonuna kadar kullanılmıştır.

 

Ancak son yıllardaki literatürü incelediÄŸimizde, Amerikalı misyonerlere yöneltilen ciddi eleÅŸtiriler göze çarpmaktadır. Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerinin Ermeni sorununun kronik bir sorun haline gelmesindeki rolü soykırım iddialarını destekleyen eserlerde bile dile getirilmektedir. ÖrneÄŸin Peterson kitabında uzun yıllar Türkiye’de yaÅŸamış hukukçu ve gazeteci Sir Edwin Pears’ın anılarına[62] atfen misyonerlerin DoÄŸu Anadolu’da Ermenilerin yoÄŸun olarak yaÅŸadığı bölgelerde ‘siyasi ajitasyonu körükleyen’ faaliyetler yürüttüÄŸünü açıkça dile getirmektedir.[63]

 

Payaslıyan ise Protestan misyonerlerin dini görevlerinde ziyade ABD tarafından ‘ekonomik ajanlar’ olarak kullanıldıklarını yazmaktadır:

 

Ermeni Protestan misyoner topluluÄŸu Amerikan ticari çıkarlarının geniÅŸlemesinde de önemli rol oynamışlardır. On dokuzuncu yüzyılın baÅŸlarından itibaren Ä°sa’nın öÄŸretilerini yaymak konusunda aktif olan misyonerlik çalışanları Amerikan tüccarlar ve Amerikan donanması ile birlikte seyahat ettiler ve bölgede ‘ticari istihbarat’ toplamak ve BirleÅŸik Devletlerin gözü ve kulağı olarak hizmet vermek üzere araÅŸtırmalara giriÅŸtiler. [64]

 

Kısacası Protestan misyonerlerin asıl amaçlarının bölgede Protestanlığı yaymak olmadığı ve bu görevlilerin dini kimliklerini siyasi ve ekonomik istihbarat faaliyetlerini gizlemek için bir paravan olarak kullandıkları bu satırlarda açıkça ifade edilmektedir.

 

Payaslıyan ayrıca misyonerlik faaliyetlerinin yerel ve küçük hareketler olmadığını, sadece Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’ndaki Amerikan Protestan misyonerlik faaliyetlerinin tüm dünyadaki misyonerlik faaliyetlerinin yüzde 25’ine tekabül ettiÄŸini belirtmektedir. Bu karmaşık misyoner ağı 12 istasyon, 270 irtibat bürosu, 145 misyoner, 811 yerel çalışan, yaklaşık 48.000 kiÅŸiye ulaÅŸan cemaatleriyle toplam 114 kilise ve hepsinden önemlisi yaklaşık 60.000 öÄŸrenciye eÄŸitim veren 1266 okuldan müteÅŸekkildir.[65]  Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda böylesi bir karmaşık ağın oluÅŸumuna nasıl izin verildiÄŸi ise ayrı bir araÅŸtırma konusudur.

 

Protestan misyonerlere yöneltilen bir diÄŸer eleÅŸtiri de misyonerlerin Ermenilere tam bir kolonici zihniyeti ile yaklaÅŸtığı gerçeÄŸidir. DiÄŸer bir deyiÅŸle, kendilerini Batı medeniyetinin temsilcisi ve medeni insanlar olarak gören misyonerler, Ermenileri ise geri kalmış, medeniyetten nasibini almamış, barbar bir ırk olarak tanımlamaktan çekinmemiÅŸlerdir. Payaslıyan bu kolonici zihniyeti ÅŸu satırlarla dile getirmektedir:

 

On dokuzuncu yüzyılın büyük bir bölümünde Amerikan misyonerler Ermenilere çok az saygı göstermiÅŸler ve onların ‘acınacak bir cehalet ve alçaklık durumunda’ bulunan ‘sözde Hıristyanlar’ olduklarına... inanmışlardır. [66]

 

Yine Payaslıyan’a göre Kars’tan Erivan’a giden bir Protestan misyoner Ermenileri ayyaÅŸ papazlar tarafından yönetilen, düÅŸük karakterli, dürüst olmayan, ÅŸehvet düÅŸkünü, cahil, paraya tamah eden bir ırk olarak deÄŸerlendirmiÅŸtir.[67]

 

Elbette kendilerine bu ÅŸekilde yaklaÅŸan misyonerlere karşı Ermenilerin büyük bir çoÄŸunluÄŸu tepki göstermiÅŸ ve misyonerleri kendi varlıklarına tehdit olarak algılamışlardır. Misyonerlerin asıl amacının Ermeni Kilisesi’nin otoritesini gasp etmek olarak deÄŸerlendiren bu Ermenilere göre misyonerlerin gerçek hedefi ‘böl ve yönet’ politikasını hayata geçirmektir.[68]

 

Bu arada Peterson misyoner okulları ile ilgili son derece ilginç bir detay vermektedir. Peterson’a göre misyoner okulları aslında dini baskı ve taassubun en üst seviyede yaÅŸandığı okullardır. Buna bir örnek de Amerikan misyoner okullarına kabul edilen Müslüman öÄŸrencilere uygulanan dini baskıdır. ÖrneÄŸin 1917 yılında Ä°zmir Uluslararası Koleji’nde kolej müdürü Alexander MacLachan Müslüman öÄŸrencilere ya kolejin ÅŸapeline düzenli olarak devam etmelerini ya da okulu terk etmelerini emretmiÅŸ, bu emre itaat etmeyen öÄŸrenciler ile okul yönetimi arasında ciddi bir çatışma yaÅŸandığını dile getirmiÅŸtir.[69] Ermeni meselesi ile ilgili bir kitapta böyle bir detayın varlığı da Protestan misyonerlerin nasıl eleÅŸtirildiÄŸi konusunda bir fikir vermektedir.

 

Kısacası, son dönemde Batı literatüründe Ermeni meselesine dair yazılmış kitaplarda misyonerlik faaliyetlerinin sert bir biçimde eleÅŸtirildiÄŸi görülmektedir. Misyonerler önceleri, Ermeni toplumunu Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun baskısından kurtaran kahramanlar olarak gösterilirken, özellikle arÅŸiv belgelerine dayanan ve post-kolonyal yaklaşımdan etkilendiÄŸi gözlemlenebilen bu yeni literatürde misyonerlerin kendilerini medeniyetin temsilcisi olarak görüp, Ermenileri medeni olmayan bir toplum olarak nitelendirmeleri ciddi bir eleÅŸtiri konusu olmuÅŸtur.

 

4. Amerika’nın Ermeni Meselesindeki Rolünün EleÅŸtirilmesi

 

Misyoner faaliyetlerinin eleÅŸtirilmesine baÄŸlı olarak Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin ve onun Ä°stanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun faaliyetlerinin eleÅŸtirilmesi bir diÄŸer genel eÄŸilimdir. Ä°ncelediÄŸimiz yazarlar Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin Ermeni katliamlarına kayıtsız kaldığını, Büyükelçi Morgenthau’nun çabalarının ise samimi olmadığın dile getirmektedirler.

 

Payaslıyan özellikle 1915 yılında Ermeni tehciri yapıldığı sırada Amerika’nın müdahale etmemesini ÅŸiddetle eleÅŸtirmektedir. Yazara göre, 1915 yılının ortalarında ABD’de misyoner raporlarının da etkisi ile Ermeni taraftarı bir hava oluÅŸmuÅŸ ve tehcirin durdurulması için ABD’nin etkin rol oynaması hususunda bir kamuoyu baskısı ortaya çıkmıştır. Ancak DışiÅŸleri Bakanı Robert Lansing Ermeni meselesi için Osmanlı Hükümeti nezdinde giriÅŸimde  bulunmaya karşı çıkmıştır. Payaslıyan Lansing’in bu tutumunun iki nedeni olduÄŸundan bahsetmektedir. Birincisi, Lansing, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda yaÅŸayan Amerikan vatandaÅŸları ve bunların mal varlıkları tehdit altında olmadığı sürece bir müdahaleye karşıdır. Ä°kincisi, ABD’nin ulusal çıkarları ve güvenliÄŸi için böyle bir müdahale faydadan çok zarar getirecektir.[70] Payaslıyan’a göre ABD’nin bu tutumu kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için Ermenilerin hayatını tehlikeye atmaktan baÅŸka bir anlam ifade etmemektedir.

 

ABD’nin eleÅŸtirilmesi ister istemez Ä°stanbul’daki ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun eleÅŸtirisi ile devam etmektedir. Hem Peterson, hem de Payaslıyan Morgenthau’nun faaliyetlerini samimi bulmadıklarını kitaplarının başından beri dile getirmektedirler. Her iki yazara göre Morgenthau aslında ABD BaÅŸkanı Woodrow Wilson’un yakın çalışma arkadaÅŸlarından biri olduÄŸu için BaÅŸkanlık seçimleri sırasında Amerika’da baÅŸkanın yanında olarak kurulacak kabinelerde önemli görevlere getirilmeyi ummaktadır. Zaten bu nedenle Ä°stanbul BüyükelçiliÄŸi gibi onu ABD’den uzaklaÅŸtıracak bir görevi önce reddetmiÅŸ, sonra araya giren hatırlı kiÅŸiler vasıtasıyla kabul etmiÅŸtir.[71]

 

Peterson’a göre ABD BüyükelçiliÄŸi’nin en önemli görevi Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda görev yapan ABD vatandaşı misyonerlerin desteklenmesi ve korunmasıdır. Ancak Büyükelçilik, ABD ile Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu arasındaki ekonomik iliÅŸkilerin geliÅŸmesine paralel olarak özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında demiryolu ve petrol imtiyazlarının korunması ve geliÅŸtirilmesine daha fazla ağırlık vermiÅŸ, bu nedenle Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu ile arasında bir sorun olan misyoner faaliyetlerinin desteklenmesini yeri geldiÄŸinde ikinci plana itebilmiÅŸtir.[72]

 

Peterson, Büyükelçi Morgenthau’nun da böylesi bir ikiyüzlü politika yürüttüÄŸünü dile getirmektedir. Nitekim 1916 yılında BaÅŸkanlık seçimleri yaklaÅŸtığında Morgenthau apar topar istifa etmiÅŸ, Ä°stanbul’dan ayrılarak Amerika’ya dönmüÅŸtür. Peterson bu geliÅŸmeyi ÅŸu sözlerle açıklamaktadır: “[Morgenthau] BaÅŸkan Wilson’un yeniden seçilmesi için çalışmak istiyordu. Uluslararası politikada hiçbir ÅŸeyin bundan daha önemli olamayacağına inanmıştı.”[73] Kısacası Morgenthau’nun Wilson’un yeniden seçilmesinin ardından alacağı bir paye onun için Ermenilerin kaderinden ve geleceÄŸinden çok daha önemlidir.

 

Payaslıyan da Morgenthau’nun önceliÄŸinin Ermeniler deÄŸil ABD’nin ekonomik çıkarları olduÄŸunu dile getirmektedir. Morgenthau’nun Talat PaÅŸa ile 22 Aralık 1913’te yaptığı görüÅŸmeyi de bunun bir kanıtı olarak sunmaktadır. Buna göre Talat PaÅŸa Morgenthau’ya Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nu gezerek Amerikalı yatırımcıları ülkeye nasıl çekebileceÄŸi konusunda tavsiyelerde bulunmaya davet etmiÅŸ, bu iÅŸtah açıcı teklifin ertesi günü Morgenthau Standard Oil ÅŸirketinin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’na 500.000 Osmanlı liralık bir kredi vermesi konusunda teÅŸvik edilmesi için DışiÅŸleri Bakanı Bryan’a bir telgraf yollamıştır.[74] Görülmektedir ki, ortada tehcir kararı yokken bile Ermeni katliamları konusunda sorumlu tutulan Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun Ä°çiÅŸleri Bakanı, çekici bir ekonomik teklif karşısında Büyükelçi Morgenthau’nun takdirini kazanabilmektedir.

 

Payaslıyan Morgenthau’nun bir taraftan ABD’nin ekonomik çıkarları için Osmanlı Hükümeti’ne yakınlaÅŸmasının, diÄŸer taraftan Hıristiyan misyonerlerin ‘medenileÅŸtirici’ faaliyetlerinin sürdürelmesi için Osmanlı Hükümeti ile çatışmasının büyük bir ikilem olduÄŸunu dile getirmektedir.[75] Nitekim Morgenthau bile kendi çeliÅŸkili tavrının farkındadır ve günlüklerinde bunun iki yüzlülük olduÄŸunu dile getirmektedir: “Bu toplumda rol oynayan baÅŸarılı bir ikiyüzlüyüm. Bunu ne kadar devam ettirebilirim bilmiyorum.”[76]

 

Yine de burada bir parantez açıp Payaslıyan ve Peterson’un Amerikan siyasetçiler ve sivil toplum kuruluÅŸları arasında bir ayrım yaptıklarını belirtmek gerekir. Her iki yazar da Amerikan siyasetçilerin ikiyüzlü tavırlarını eleÅŸtirirken özellikle Amerikan Yakın DoÄŸu Yardım KuruluÅŸu’nun (Near East Releif) Ermeniler için yaptıkları faaliyetleri takdir ettiÄŸi gözlemlenmektedir.

 

Sonuç olarak, Ermeni meselesi ile ilgili literatürde misyonerlik faaliyetlerinin eleÅŸtirilmesinin yanı sıra ABD karşıtı bir hava da giderek gözle görülür hale gelmektedir. Özellikle ABD’nin sözde soykırımı tanımamasının bu eleÅŸtirilerin artmasında rolü olduÄŸu iddia edilebilir. Ermeni meselesini savunan yazarlar sözde Ermeni soykırımı konusunda ABD’nin de bir sorumluluÄŸu olduÄŸu imasını daha fazla vurgulamaktadırlar.

 

5. Yahudi Soykırımı ile Ermeni Soykırımının Karşılaştırılması:

 

Tıpkı Fisk ve Meyer de olduÄŸu gibi ancak çok daha düzeyli bir üslupla bu kitaplarda Ermeni tehciri Ä°kinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırımla karşılaÅŸtırılarak bu suçun yalnızca Almanlarla sınırlı kalmaması ve Türkler için de uygulanabilir olması için çaba harcanmaktadır. Özellikle Bloxham’ın kitabı bu tür benzerlikler arama çabası ile doludur.

 

Kitabının 79. sayfasında Bloxham Bahaeddin Åžakir ile Heinrich Himmler’i karşılaÅŸtırmaktadır. Bahaettin Åžakir’in Ermenilerle mücadele etmek için gönüllü toplamasını Himmler’in 1941-42 yıllarında Rusya sınırında yaptığı faaliyetlere benzetmekte, böylelikle satır aralarında Osmanlı idarecilerinin de Nazi yöneticilerine benzer faaliyetlerde bulunduÄŸunu ileri sürerek Ermeni tehcirini Yahudi soykırımı ile eÅŸleÅŸtirmeye çalışmaktadır.[77] Zaten kitabının ilerleyen bölümlerinde de açıkça bu karşılaÅŸtırmanın doÄŸru bir karşılaÅŸtırma olduÄŸunu dile getirmektedir:

 

Holokost ve Ermeni soykırımının popüler karşılaÅŸtırılmasına gelince, bu karşılaÅŸtırma tarihsel zeminde son derece kabul edilebilir bir tartışmadır. Her iki olay da birçok önemli benzerliklere ve aynı derecede önemli farklılıklara sahiptir. Etik açıdan da böyle bir karşılaÅŸtırma tamamen uygundur.

 

Kısacası bu çok yapılan hataya Bloxham da düÅŸmüÅŸ ve Ermeni tehciri ile Yahudi soykırımını aynı kefeye koymuÅŸtur. [78] Oysa bu iki konu gerek uluslararası sistemde konumlandırılışları, gerekse yöntemleri ve süreçleri açısından en ufak bir karşılaÅŸtırmaya mahal vermeyecek kadar ayrı konulardır.

 

6. Nasturi, Süryani, Keldani Soykırımı Ä°ddiaları ve Atatürk’ün Ermeni Soykırımına Devam EttiÄŸi Ä°ddiası

 

Makalenin bu bölümünde incelediÄŸimiz kitapların bir ortak özelliÄŸi de Ermeni soykırım iddialarının yanı sıra Türklerin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda yaÅŸayan diÄŸer Hıristiyan halklara da soykırım uyguladığı iddiasını sıklıkla dile getirmeleridir. Bunun en önemli nedeni Türklerde bir ‘soykırım kültürü’ olduÄŸu tezini iÅŸlemek, böylelikle sözde Ermeni soykırımının bu konudaki tek örnek olmadığını vurgulamaktır. Bu yazarların bir diÄŸer vurguladığı husus ise bu halkların ‘soykırımının’ bizzat Kemalist rejim tarafından yapıldığını ileri sürerek Mustafa Kemal ve yeni Türkiye Cumhuriyetini de ‘soykırım’ ile suçlamaktır.

 

ÖrneÄŸin Peterson kitabında Mustafa Kemal’in emrettiÄŸi bir Pontus soykırımından bahsederek yaklaşık 360.000 Rumun öldürüldüÄŸünü ifade etmektedir; bunun yanı sıra Süryani ve Nesturilerin de nüfuslarının üçte ikisinin soykırıma uÄŸradığını yazmaktadır.[79] Peterson ayrıca Mustafa Kemal’in Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde yükselen bir subay olduÄŸundan bahsederek, yeni rejimin Ä°ttihat ve Terakki zihniyetini, diÄŸer bir deyiÅŸle ‘soykırım kültürünü’ sürdürdüÄŸü izlenimini vermektedir.[80]

 

Peterson’un Mustafa Kemal’i soykırım suçu iÅŸlemekle suçlamak için kullandığı bir diÄŸer yöntem de Türk ordularının Ä°zmir’e girmesinin ardından baÅŸlayan Ä°zmir Yangını’nın bizzat Türkler tarafından tasarlanan bir soykırım olduÄŸu iddiasını ileri sürmesidir. Peterson’a göre bizzat Türk ordusu tarafından çıkarılan bu yangın neticesinde yaklaşık 100.000 Rum ölmüÅŸ veya öldürülmüÅŸtür.[81]

 

Bloxham da benzer bir ÅŸekilde yeni rejimin Rumları ve Kürtleri soykırıma tabi tuttuÄŸundan bahsetmektedir.[82] Peterson gibi Bloxham da Türk ordularının Ä°zmir’e varışlarının ardından büyük bir Rum kıyımı gerçekleÅŸtirdiklerini ileri sürmektedir. [83]

 

Elbette bu iddialar ciddiye alınmayacak kadar hatalı, taraflı ve komik iddialardır. Yine de birkaç cümleyle ne kadar anlamsız iddialar olduÄŸunu dile getirmek faydalı olacaktır. Her ÅŸeyden önce soykırımı iddiası Birinci Dünya Savaşı sırasında isyan eden ve Karadeniz bölgesindeki Türk nüfusu katletmeye baÅŸlayan Pontus Rumları’nın isyanının bastırılmasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Türklerin Batı Anadolu Rumlarına soykırım yaptığı iddiası ise mantıksız olmaktan öte yazarların ne kadar cahil olduklarını ortaya koymaktadır. Zira sıradan bir tarih öÄŸrencisi bile Yunanlıların Batı Anadolu’yu iÅŸgalini ve bunu takip eden savaÅŸlar sonucunda geri çekilen Yunan ordusunun Batı Anadolu’daki Türk nüfusu büyük bir katliama maruz bıraktığını, Ä°zmir Yangını’nın ise bizzat Ä°tilaf Devletleri’nin müdahalesini saÄŸlamak isteyen Rumlar tarafından çıkarıldığını bilir.

 

Rum nüfusun Türk topraklarından kovulduÄŸu iddiası da aynı derecede hatalıdır. Zira Türkiye’de yaÅŸayan Rum nüfus ve Yunanistan’da yaÅŸayan Türk nüfus Lozan AntlaÅŸması uyarıca Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan bir nüfus mübadelesi ile yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸlerdir. Bu olay belki de tarih boyunca yapılan en düzenli nüfus mübadelelerinden biridir. Kısacası ortada ne Rumların kovulması ne de soykırıma tabi tutulması vardır.

 

Sonuç olarak bu üç kitap için baÅŸta yaptığımız vurguyu yineleyerek belli bir ölçüde bilimsellik unsuru taşımalarına raÄŸmen özellikle yoÄŸun tarafgirane üslup nedeniyle okuyucunun kafasında ciddi boÅŸluklar ve soru iÅŸaretleri bırakan, çeliÅŸkilere ve tarihsel hatalara düÅŸen kitaplar olduÄŸunu söylemek gerekir.

 

C. ÜÇÜNCÜ EĞİLÄ°M: BÄ°LÄ°MSEL VE TARAFSIZ YAZIN

 

Son yıllarda Batı literatüründe Ermeni meselesi konusunda yazılan eserler arasında yeni yeni görülmeye baÅŸlayan son eÄŸilim hem bilimsel kriterlere uygun, hem de oldukça tarafsız bir üsluba sahip olan bir yazın biçimidir. Bu yazın biçimi Ermeni soykırım iddialarını bilimsel bir analize tabi tutarak doÄŸruluÄŸunu araÅŸtırmaya ve gerçeÄŸi ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun için de iddialar eleÅŸtirel bir gözle incelenmekte ve arÅŸiv belgelerinin ışığında deÄŸerlendirilerek tarihsel gerçeklik yeniden formüle edilmektedir. Son dönemde bu yeni eÄŸilimin en önemli iki temsilcisi olan Prof. Dr. Guenter Lewy ve Edward Erickson’un eserleri bu bölümün inceleme konusu olacaktır.

 

Yine, önce yazarlardan baÅŸlamak gerekirse, 1923 yılında Almanya’da doÄŸan Prof. Dr. Guenter Lewy henüz on yaşındayken Nazi rejimi iktidara gelmiÅŸ ve büyük bir baskı ve ÅŸiddet dönemi Almanya’yı kasıp kavurmaya baÅŸlamıştır.  Prof. Lewy, Ä°kinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, 1939 yılında, önce Filistin’e oradan da Amerika BirleÅŸik Devletleri’ne göç etmiÅŸ, ancak akrabalarının bir kısmını da Nazi rejiminin gerçekleÅŸtirdiÄŸi soykırımda kaybetmiÅŸtir. Prof Lewy’nin çocukluk ve ilk gençlik döneminde yaÅŸadığı acı deneyimler akademik hayatının nirengi noktasını oluÅŸturması açısından son derece önemlidir.

 

Üniversite eÄŸitimine Amerika’da City College of New York’da baÅŸlamış, daha sonra Columbia Üniversitesi’nden yüksek lisans ve doktora derecelerini almıştır. 1953 yılında Columbia Üniversitesinde baÅŸladığı akademik kariyerini 1964’ten bu yana University of Massachusetts/Amherst’de sürdürmektedir. Uzmanlık alanı soykırım ve diÄŸer insanlığa karşı suçlar konularıdır.

 

Prof. Lewy’nin eserlerine gelince, insanlığa karşı iÅŸlenen suçlarla ilgili eserlerinin en önemlileri arasında yer alan ve The Nazi Persecution of the Gypsies[84] (Nazilerin Çingene Kıyımı) baÅŸlığını taşıyan kitabında, Lewy Nazi rejiminin Çingenelere karşı uyguladığı mezalimi anlatmaktadır.  Eserde, Almanya’da Yahudi toplumu ile karşılaÅŸtırıldığında hemen hemen hiçbir ekonomik ve entelektüel güce sahip olmadıkları halde Çingenelerin Nazi rejimi tarafından nefret edilen bir azınlığa neden ve nasıl dönüÅŸtürüldüÄŸü incelenmektedir. Catholic Church and Nazi Germany[85] (Katolik Kilisesi ve Nazi Almanyası) baÅŸlığını taşıyan ve Avrupa ile Amerika’da büyük ilgi uyandıran kitabında ise Prof. Lewy, Katolik Kilisesinin Nazi soykırımındaki rolünü incelemiÅŸtir. Bu baÄŸlamda eserde, kendisini sevgi dini olarak tanımlayan veya en azından söylemsel olarak öyle olduÄŸu varsayılan Hıristiyanlığın nasıl ‘ötekileÅŸtirme’ ideolojisine destek verdiÄŸi açıklanmaktadır. Kitapta Alman Katolik rahiplerinin Hitler’in ideolojisini ve ‘Ari ırk’ düÅŸüncesini nasıl destekledikleri çarpıcı alıntılar ve örneklerle dile getirilmektedir.

 

Guenter Lewy’nin bu makalede incelenecek olan kitabı ise The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide[86] (Osmanlı Türkiye’sinde Ermeni Katliamları: Tartışmalı Bir Soykırım) baÅŸlığını taşımaktadır. Bu kitabında Lewy birçok Ermeni soykırım iddiasını sorgulamakta ve arÅŸiv belgeleri ışığında doÄŸruları ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. 

 

Makalenin bu bölümünde inceleyeceÄŸimiz diÄŸer bir yazar da Edward J. Erickson’dur. International Research Associates adlı bir Amerikan düÅŸünce kuruluÅŸunun üyesi olan Erickson emekli bir Amerikan ordusu subayıdır. Özellikle Osmanlı askeri tarihi üzerinde uzmanlaÅŸmış olan Erickson’un eserleri arasında Balkan SavaÅŸları’nda Osmanlı ordusunun yenilgilerini incelediÄŸi Defeat in Detail: The Ottoman Army in the Balkans, 1912-1913[87] (Yenilginin Detayları: Balkanlarda Osmanlı Ordusu, 1912-1913) ile Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun savaÅŸlarını incelediÄŸi Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War[88] (Ölmeleri Emredildi: Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun Tarihi) adlı eserleri sayılabilir. Erickson’un bu makalede inceleyeceÄŸimiz eseri ise Middle East Quarterly dergisinde yayımlanan ‘Armenian Massacres: New Records Undercut Old Blame, Reexamining History’[89] (Ermeni Katliamları: Yeni Kayıtlar Eski Suçu Baltalıyor, Tarihi Yeniden Ä°ncelemek) adlı makalesidir.

 

Bu bölümde inceleyeceÄŸimiz her iki eser de gerek metodolojileri gerekse arÅŸiv belgelerine atıfları ile deÄŸerlendirdiklerinde önceki bölümde incelenen kitaplar gibi bilimsel eserler olarak kabul edilebilir. Ancak bu eserlerin bilimselliÄŸi yalnızca metodolojilerinden deÄŸil, tarafsızlıklarından kaynaklanmaktadır. Önceki bölümde incelenen kitaplar neredeyse yalnızca Ermeni soykırım iddialarını destekleyen kitap ve arÅŸiv belgelerine atıfta bulunmaktayken, Lewy ve Erickson, Batılı arÅŸivler ile Osmanlı arÅŸivlerini, Ermeni iddialarını destekleyen kaynaklar ile Türk karşı-iddialarını destekleyen kaynakları aynı anda kullanmışlardır. Bu nedenle oldukça tarafsız yayınlar meydana getirmiÅŸlerdir. Üslup açısından deÄŸerlendirildiÄŸinde de bu tarafsızlık derhal göze çarpmaktadır. Kısacası bu iki eserde hem Türk hem de Ermeni iddiaları eleÅŸtirel bir bakış açısıyla incelenmiÅŸ, ‘soykırım var mıdır, yok mudur’ tartışması gibi kısır bir çekiÅŸme yerine, 1915-16 yıllarında gerçekten ne olduÄŸu ortaya konmaya çalışılmıştır.

 

Lewy, kitabında temel olarak Türk ve Ermeni tezlerini ayrı ayrı analiz etmiÅŸ, sonra da bu tezlerde hatalı veya taraflı bulduÄŸu kısımları incelediÄŸi arÅŸiv belgeleri ışığında eleÅŸtirmiÅŸtir. Lewy’nin temel iddiası Ermeni meselesinin tarihsel perspektiften hızla uzaklaÅŸtırılarak siyasi bir mesele halini aldığı, bunun da bu meselenin iki temel tarafının, yani Ermenilerin ve Türklerin tezlerini radikalleÅŸtirdiÄŸidir.

 

Lewy, Türk tezini eleÅŸtirirken, Ermeni katliamlarının hafife alındığını belirtmekte ve bu büyük trajedinin farklı boyutlarının görmezden gelindiÄŸini ileri sürmektedir. Ermeni tezlerini eleÅŸtirirken ise Ermenilerin yaÅŸananları çok fazla abarttıklarını, kendilerini masum kurbanlar olarak göstermeye çalıştıklarını ve pek çok Ermeni iddiasının tarihsel olarak doÄŸru olmadığını vurgulamaktadır. Bu çerçevede eleÅŸtirel bir analize tabi tuttuÄŸu bazı iddialar ÅŸunlardır:

 

1. Ermenilerin DoÄŸu Anadolu’da, özellikle de Altı Vilayette nüfusun çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturduÄŸu iddiası: Lewy, arÅŸiv belgeleri ışığında bu iddianın doÄŸru olmadığını, Ermeni nüfusunun en yoÄŸun olduÄŸu dönemde bile Anadolu’nun hiç bir bölgesinde çoÄŸunluk oluÅŸturmadıklarını kanıtlamıştır. Bu çerçevede Ermenilerin ‘Tarihi Ermenistan’ iddialarının tutarsızlığına vurgu yapmıştır.[90]

2. Ä°kinci Abdülhamid’in Ermenilere başından beri düÅŸmanlık beslediÄŸi ve 1895-96 Ermeni ‘katliamlarının’ emrini verdiÄŸi iddiası: Lewy bizzat Ermeni dostu olarak bilinen ve Ermeni tezlerinin büyük ölçüde dayandığı Mavi Kitap’ın yazarlarından biri olan James Bryce’tan bir alıntı yaparak Berlin AntlaÅŸması’ndan önce II. Abdülhamid’in Ermenilere karşı hiç bir düÅŸmanlığı olmadığını ortaya koymaktadır.[91] Ancak, Berlin AntlaÅŸması’ndan sonra hız kazanan ayrılıkçı Ermeni faaliyetlerinin bastırılması için padiÅŸah bazı önlemler almak zorunda kalmıştır. Yine de, II. Abdülhamid’in bir Ermeni kırımını emrettiÄŸine dair herhangi bir belge bugüne kadar bulunamamıştır.[92]

3. Yirminci yüzyılın başından itibaren geliÅŸen Türk milliyetçiliÄŸinin Ermeni soykırımında etkili olduÄŸu iddiası: Ermeni tezlerini destekleyen bir çok yazar Ziya Gökalp, Yusuf Akçura vb. yazarlar tarafından geliÅŸtirilen Türk milliyetçiliÄŸinin etnik temizliÄŸe yol açtığı görüÅŸündedir. Lewy, bu görüÅŸün bilimsel temellere dayanmayan zorlama bir yorum sonucunda ortaya çıkarılmış abartılı bir görüÅŸ olduÄŸunu ileri sürmektedir.[93]

4. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayınladığı ‘On Emir’ iddiası: Lewy, özellikle Vahakn Dadrian gibi Ermeni tezinin en baÅŸta gelen savunucularından birinin yayınlarında yer alan ve Ä°ttihat ve Terakki Cemiyet’nin taÅŸradaki temsilcilerine Ermeni milletinin kırımını emrettiÄŸi ileri sürülen bu belgenin otantik bir belge olmadığını Ä°ngiliz arÅŸiv belgeleri ışığında ortaya koymaktadır.[94]

5. Mevlanzade Rıfat’ın Türk Ä°nkılabının Ä°ç Yüzü adlı kitabında Ä°ttihat ve Terakki’nin bir Ermeni soykırımı planladığı iddiası: Yine Ermeni tezini savunan yazarlar tarafından sıklıkla atıfta bulunulan bir diÄŸer kaynak da Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gizli bir toplantısına katılan Mevlanzade Rıfat’ın bu toplantıda Ermeni soykırımının önceden tasarlandığını ileri sürdüÄŸü kitabıdır. Lewy, çeÅŸitli bilimsel araÅŸtırmaları deÄŸerlendirerek Mevlanzade Rıfat’ın hiç bir zaman Ä°ttihat ve Terakki merkez komitelerinde bulunmadığını, dolayısıyla gizli toplantılara iÅŸtirak edemeyeceÄŸini; zaten 1909’dan itibaren Ä°ttihat ve Terakki karşıtı bir tavır içerisine girdiÄŸini, dolayısıyla da yazdıklarının muteber olmadığını vurgulamaktadır.[95]

6. Naim-Andonyan Belgelerinin ve Mavi Kitabın muteber kaynaklar olduÄŸu iddiası: Tehcir döneminin Ä°çiÅŸleri Bakanı Talat PaÅŸa’ya atfedilen ve PaÅŸa’nın Ermenilerin öldürülmesini emrettiÄŸi ileri sürülen telgrafları içeren Naim-Andonyan belgeleri ve soykırım tanıklarının ifadelerine yer verdiÄŸi iddia edilen Mavi Kitabın muteber kaynaklar olmadığı yine arÅŸiv belgeleri ışığında ortaya konmaktadır.[96]

7. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Divan-Harplerde Ä°ttihat ve Terakki mensuplarının soykırımı kabul ettikleri iddiası: Lewy bu mahkemelerin hukuki deÄŸil siyasi mülahazalarla hareket ettiÄŸini, dolayısıyla yapılan yargılamaların saÄŸlıklı yargılamalar olmadığını bizzat Naim-Andonyan belgelerini hazırlayan Aram Andonyan’ın da ifadelerine dayanarak dile getirmektedir.[97]

8. TeÅŸkilat-ı Mahsusa’nın sözde Ermeni soykırımındaki rolü üzerindeki iddialar: Lewy’ye göre Birinci Dünya Savaşı sırasında bazı gizli görevler üstlenmiÅŸ bulunan bu örgüt hakkındaki mevcut bilgiler Ermenileri ortadan kaldırmak amacıyla kurulmamış olduÄŸunu göstermektedir.[98] Lewy bunun aksi yönündeki iddiaların arÅŸiv belgelerine veya diÄŸer bilimsel kaynaklara dayanmayan basit dedikodular olduÄŸuna atıf yapmaktadır.[99]

9. 1,5 milyon Ermeni’nin soykırıma tabi tutulduÄŸu iddiası: Lewy bu iddianın da tarihsel gerçeklere ve arÅŸiv belgelerine uymadığını bilimsel metotlarla ispat etmektedir. Mavi Kitap’ın yazarlarından biri olan Toynbee bile 600.000 rakamını vermektedir. Bu rakam yıllar içerisinde kasten arttırılmıştır. Lewy’nin arÅŸiv belgelerine dayalı kayıp sayısı ise 642.000’de kalmaktadır. Bu rakama hastalık ve açlık gibi doÄŸal nedenlerle ölen Ermeniler de dahildir.[100]

 

Lewy eserinde yalnızca bu iddiaları çürütmekle yetinmemiÅŸ, aynı zamanda Ermeni meselesi konusundaki orijinal belgelerin de eleÅŸtirel bir bakış açısıyla incelenmesi gerektiÄŸini savunmuÅŸtur. Bu çerçevede özellikle misyoner raporlarının ve sözde soykırımdan kurtulanların ifadelerinin dikkatle deÄŸerlendirilmesinin doÄŸru bir yaklaşım olduÄŸunu vurgulamıştır. Örnekleriyle bu raporların ve ifadelerin nasıl abartılı bir üslupla kaleme alındığı ve önyargı ile dolu olduÄŸunu, hatta kimi zaman hiç gerçekleÅŸmemiÅŸ olayların bile gerçekleÅŸmiÅŸ gibi yazıldığını ortaya koymuÅŸtur.[101]

 

Bütün bu verilerin ışığında Lewy, arÅŸivlerde soykırım yapıldığına dair kesin kanıtlar ortaya koyan bir belge bulunmadığı sürece 1915-16 yıllarında yaÅŸananların soykırım olarak deÄŸerlendirilemeyeceÄŸini, Osmanlı Devleti’nin savaÅŸ sırasında aldığı tehcir kararının baÅŸlı başına önceden tasarlanmış bir soykırım olmadığını, yalnızca tehcirin uygulanmasının, savaÅŸ koÅŸulları ve Osmanlı yönetiminin yetersiz ve beceriksiz siyaseti nedeniyle doÄŸru düzgün uygulanamadığını, bu nedenle de trajik Ermeni kayıplarının yaÅŸandığını ileri sürmektedir.

 

Edward Erickson’a gelince, Erickson incelediÄŸimiz makalesinde 1915’te yaÅŸanan olayların soykırım olduÄŸunu iddia edenlerin en fazla üzerinde durdukları konulardan biri olan TeÅŸkilat-ı Mahsusa’nın Ermeni meselesindeki rolü üzerinde durmaktadır.

 

Ermeni diasporasının önde gelen tarihçileri ve yazarları TeÅŸkilat-ı Mahsusa’nın sözde Ermeni soykırımında kilit rol üstlenmiÅŸ bir paramiliter kuruluÅŸ olduÄŸunu iddia ederek Osmanlı Hükümeti ile Ermeni ölümleri arasında bir baÄŸ kurmaya çalışmaktadırlar. ÖrneÄŸin Ermeni tarihçi Vahakn Dadrian, Osmanlı ordusunda görev yapan bir Alman topçu subayı olan Yüzbaşı Stange’in bizzat Ermeni katliamlarını organize ettiÄŸini ileri sürerek Osmanlı Devleti’nin Ermeni katliamlarından doÄŸrudan doÄŸruya sorumlu olduÄŸunu ima etmektedir. Ä°ÅŸte Erickson’un makalesi de bu iddianın tarihsel gerçeklere uymadığını,  hatta arÅŸiv belgelerinin tam aksini kanıtladığını dile getirmektedir.

 

Erickson’un makalesi Birinci Dünya Savaşı’nda DoÄŸu Anadolu’daki Osmanlı askeri teÅŸkilatının yapısını deÄŸerlendirdiÄŸi bir giriÅŸ bölümünün ardından Yüzbaşı Stange’in birliÄŸinin Osmanlı-Rus muharebelerindeki rolü üzerinde duran uzunca bir bölümle devam etmektedir. Yazara göre TeÅŸkilat-ı Mahsusa’nın amacı Ermenileri katletmek deÄŸil, Rus ordularının ilerleyiÅŸini durduracak faaliyetler düzenlemektir. Bu çerçevede Rus ordusunun geri hatlarında kargaÅŸa çıkarmak, Rusya’daki Müslümanları teÅŸkilatlandırarak ayaklanmalar örgütlemek, lojistik hatlarını etkisiz hale getirmek gibi görevler yerine getiren bu örgütün Ermeni ölümleriyle doÄŸrudan ilgisi olduÄŸunu gösterecek herhangi bir otantik kayıt tespit edilememiÅŸtir. Makale, tarihi konuların tartışılmasında detayların önemli olduÄŸunu, detayların da ancak arÅŸiv belgelerinin araÅŸtırılmasıyla gün ışığına çıkarılabileceÄŸini belirten bir sonuç bölümüyle noktalanmaktadır.

 

Sonuç olarak Edward Erickson’un makalesi Ermeni meselesinin tartışmalı bir konusuna ışık tuttuÄŸu için son derece önemlidir. Yazar bu iddialarını birçok Ermeni yazarın yaptığının aksine arÅŸiv belgelerine dayandırarak dile getirdiÄŸi için makalesi son derece tutarlı ve ikna edicidir. Makalede yer alan tablolar da DoÄŸu Anadolu’daki Osmanlı askeri teÅŸkilatının yapısını gözler önüne sererek tarihçilere kaynak saÄŸlamaktadır. Kısacası Erickson’un makalesi özellikle Batıdaki Ermeni meselesi literatüründe sık yapılan bir hatayı düzeltmekle kalmayıp önemli bir eksikliÄŸi de tamamladığı için literatüre ciddi bir katkı olarak kabul edilebilir.

 

SONUÇ

 

Bu makale Ermeni meselesi konusunda son dönemde Batı literatüründe göze çarpan bazı eserleri karşılaÅŸtırmalı bir analize tabi tutarak Batı akademik toplumunda ortaya çıkan eÄŸilimleri incelemek ve bunun sonucunda Batı kamuoyuna Ermeni meselesinin nasıl yansıtıldığını gözler önüne sermek amacıyla kaleme alınmıştır. Bu çerçevede bilimsel olmayan taraflı yazın, kısmen bilimsel taraflı yazın ve bilimsel tarafsız yazın olarak üç eÄŸilim çerçevesinde özetlenebilecek bu literatürde bazı ilginç hususlar göze çarpmaktadır.

 

Her ÅŸeyden önce, Batı akademik toplumu ve Ermeni diasporası Ermeni meselesinin modası geçmiÅŸ duygusal ve bilimsel niteliklerden yoksun bir üslupla incelenmesinin artık Ermeni tezlerine taraftar toplayamadığının farkındadır. Bu nedenle diaspora bu konu hakkında belirli bir bilimsel üslubun kullanıldığı ancak Ermeni tezlerinden de taviz vermeyecek bir literatürün oluÅŸturulması için çaba harcamaktadır. Bu çerçevede arÅŸivler daha fazla kullanılmaya baÅŸlanmış, ancak bu yapılırken belgeler bir ayrıma tabi tutulmuÅŸ ve Ermeni tezlerini destekleyenlere yoÄŸun bir biçimde atıf yapılırken, bu tezin aksi görüÅŸleri savunan belgeler göz ardı edilmiÅŸtir. Bu da son derece taraflı, hatta bu nedenle zaman zaman tarihsel hatalara düÅŸen veya çeliÅŸkili bir anlatım barındıran eserlerin ortaya çıkmasına neden olmuÅŸtur.

 

Ermeni tezlerine akademik güven kazandırmanın bir diÄŸer yöntemi de bu konuda yazılan eserlerin Batı akademik toplumunun en saygın yayınevleri tarafından basılmasıdır. Böylelikle bu eserler yayınevlerinin geniÅŸ dağıtım aÄŸları nedeniyle hem daha fazla sayıda insana ulaÅŸmakta, hem de Batı kamuoyu tarafından daha güvenilir eserler olarak algılanmaktadırlar.

 

Ermeni tezlerini savunan literatürdeki bu nicel ve nitel geliÅŸmenin aksine bu konuda Türkiye’de yazılan eserlerde bir gerileme söz konusudur. Türk tezlerini savunan literatürün sayısı giderek artmakla beraber kalitenin azaldığını söylemek mümkündür. Ermeni meselesinin gözden kaçan yanları araÅŸtırılmamakta, bunun yerine yıllardır tekrarlanan hususlar yeniden dile getirilmektedir. Bu konuda yayımlanan az sayıdaki akademik eser dışında kayda deÄŸer eserler maalesef üretilememektedir.

 

Ancak bundan daha vahimi Türkiye’de yayımlanan ve Türk tezlerini savunan akademik eserlerin Batı’da hemen hemen hiç bilinmemesidir. Batı literatürünün genellikle ihmal ettiÄŸi Osmanlı arÅŸivlerini kullanan bu akademik eserler ya Ä°ngilizce’ye hiç çevrilmemekte, ya da çevrilse bile Batı kamuoyuna ulaÅŸtırılamamaktadır. Bunun çözümü ise Ermeni tezlerini savunan yazarların yaptığı gibi bu eserlerin Avrupa’daki saygın yayınevleri tarafından basılmasını saÄŸlamaktır. Böylelikle Batı kamuoyunun daha büyük bir kesimi bu eserlere ulaÅŸabilecek ve Ermeni meselesi konusunda daha dengeli bir literatür geliÅŸimi saÄŸlanabilecektir.

 


 

[1] G. J. Meyer, A World Undone: The Story of the Great War, 1914 to 1918, New York: Delacorte Press, 2006.

[2] Robert Fisk, The Great War for Civilisation: The Conquest of the Middle East, London: Knopf, 2005.

[3] Robert Fisk hakkında detaylı bilgi için kiÅŸisel web sitesine bakınız, URL: http://www.robert-fisk.com/

[4] Robert Fisk’in OrtadoÄŸu ile ilgili kitaplarının arasında Pity the Nation: The Abduction of Lebanon, New York: Nation Books, 2002 ve In Time of War: , and the Price of Neutrality, 1939-45, Dublin: Gill & MacMillan, 1996 sayılabilir.

[5] Robert Fisk, ‘You Are Talking Nonsense Mr. Ambassador’, Independent, 20 Mayıs 2006.

[6] G. J. Meyer, A World Undone…, s. 290.

[7] G. J. Meyer, A World Undone…, s.290.

[8] Robert Fisk, The Great War…, ss. 316, 318.

[9] G. J. Meyer, A. World Undone…, s. 289.

[10] G. J. Meyer, A. World Undone…, s. 290.

[11] Rober Fisk, The Great War…, s. 318.

[12] Andonian, The Memoirs of Naim Bey, London: Hodder & Stoughton, 1920.

[13] Åžinasi Orel ve Süreyya Yuca, Ermenilerce Talat PaÅŸaya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983.

[14] G. J. Meyer, A World Undone…, s. 289.

[15] G. J. Meyer, A World Undone…, s. 290.

[16] Ä°zmir ve Halep’teki Ä°ngiliz Konsoloslarının 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’ndaki gayrimüslim nüfus hakkında yazdıkları raporlarla ilgili olarak bkz. M. Serdar Palabıyık, ‘Threatened or Threatening?: Two British Consular Reports Regarding the Condition of Non-Muslim Communities in Izmir and Aleppo’ Review of Armenian Studies, Cilt 3, Sayı 9, 2005.

[17] G. J. Meyer, A World Undone…, s. 291.

[18] Nitekim, Divan-ı Harplerde yapılan yargılamalar sonucunda toplam 1397 kiÅŸi idam da dahil olmak üzere çeÅŸitli cezalara çarptırılmışlardır. Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1985, s. 221.

[19] Robert Fisk, The Great War…, s. 340.

[20] Detaylı bilgi için bkz, Ömer Engin Lütem, ‘Ermeni Sorunu ve Ä°fade ÖzgürlüÄŸü’, http://www.iksaren.org/index.php?Page=Makaleler&MakaleNo=233; bu konunun Ermeni basınındaki yansımalarına bir örnek için bkz. http://www.panarmenian.net/news/eng/?nid=17061

[21] Robert Fisk, The Great War…, s. 335.

[22] Robert Fisk, The Great War…, s. 349.

[23] G. J. Meyer, A World Undone…, ss. 290-291.

[24] G. J. Meyer, A World Undone…, s. 291.

[25] Rober Fisk, The Great War…, s. 324.

[26] Rober Fisk, The Great War…, s. 324.

[27] Rober Fisk, The Great War…, s. 339

[28] Simon Payaslian, Policy Toward the Armenian Question and the Armenian Genocide, London: Palgrave Macmillan, 2005.

[29] Detaylı bilgi için bkz. http://www.clarku.edu/departments/government/facultybio.cfm?id=449&progid=16&

[30] Simon Payaslian, The Armenian Genocide, 1915-1923: A Handbook for Students and Teachers, Glendale: Armenian Cultural Foundation, 2001.

[31] Donald Bloxham ve Tony Kushner, The Holocaust: Critical Historical Approaches, Manchester: Manchester University Press, 2005.

[32] Donald Bloxham ve Ben Flanagan, Remembering Belsen: Eye-Witnesses Record the Liberation, London: Vallentine Mitchell and Co., 2005.

[33] Donald Bloxham, The Great Game of Genocide: Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians, Oxford: Oxford University Press, 2005.

[34] Detaylı bilgi için bkz. http://www.oup.com/about/

[35] Merrill Peterson, Starving Armenians: and the Armenian Genocide, 1915-1930 and After, Charlottsville: Virginia University Press, 2004.

[36] Mavi Kitap olarak bilinen bu kitabın asıl künyesi ÅŸu ÅŸekildedir. James Bryce ve Arnold Toynbee, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916, Çev. Ahmet Güner, Ä°stanbul: Pencere Yayınları, 2005.

[37] Henry Morgenthau, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü,çev. Atilla Tuygan, Ä°stanbul: Belge Yayınları, 2005.

[38] Andonian, The Memoirs of Naim Bey, London: Hodder & Stoughton, 1920.

[39] Simon Payaslıyan, Policy…, s.  20.

[40] Simon Payaslıyan, Policy…, ss. 19-21.

[41] Simon Payaslıyan, Policy…, s. 71.

[42] Simon Payaslıyan, Policy…, s. 68.

[43] Justin McCarthy, ‘The Population of the Ottoman Armenians’, The Armenians in the Late Ottoman Period içinde, Ankara: The Turkish Historical Society for the Council Of Culture, Arts and Publicatıons of the Grand  National Assembly of Turkey, 2001.

[44] Justin McCarthy, ‘The Population of…’, s. 187.

[45] Donald Bloxham, The Great Game...., s. 7.

[46] Donald Bloxham, The Great Game...,  ss. 18-19.

[47] Donald Bloxham, The Great Game...,  s. 50.

[48] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 52.

[49] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 64.

[50] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 67.

[51] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 73.

[52] Donald Bloxham, The Great Game...,  s. 100.

[53] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 134.

[54] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 117.

[55] Donald Bloxham, The Great Game...,  s. 141.

[56] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 219.

[57] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 47.

[58] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 17.

[59] Merrill Peterson, Starving Armenians..., ss. 22-23.

[60] Merrill Peterson, Starving Armenians...,  s. 28

[61] Heath Lowry, The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, Ä°stanbul: The Isis Press, 1990.

[62] Sir Edwin Pears, Forty Years in Constantinople: The Recollections of Sir Edwin Pears, 1873-1915, London : H. Jenkins, 1916.

[63] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 20.[64] Simon Payaslıyan, Policy..., s. 10.

[65] Simon Payaslıyan, Policy…, s. 11.[66] Simon Payaslıyan, Policy…,  s. 13.

[67] Simon Payaslıyan, Policy…,  s. 13.

[68] Simon Payaslıyan, Policy…,  s. 13. ss. 13-14.

[69] Merrill Peterson, Starving Armenians...,s. 56.

[70] Simon Payaslıyan, Policy...,  s. 77.

[71] Simon Payaslıyan, Policy…, s. 36; Peterson, Starving Armenians..., s. 1.

[72] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 2.

[73] Merrill Peterson, Starving Armenians…, s. 11.

[74] Simon Payaslıyan, Policy...,s. 38

[75] Simon Payaslıyan, Policy..., s. 42.

[76] Simon Payaslıyan, Policy..., s. 45.

[77] Donald Bloxham, The Great Game..., s. 79.

[78] Donald Bloxhom, The Great Game..., s. 230.

[79] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 124.

[80] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 121.

[81] Merrill Peterson, Starving Armenians..., s. 130.

[82] Donald Bloxham,  The Great Game..., s. 97.

[83] Donald Bloxham,  The Great Game..., s. 165.

[84] Guenter Lewy, The Nazi Persecution of the Gypsies, Oxford: Oxford University Press, 2000.

[85] Guenter Lewy, Catholic Church and Nazi , Cambridge: De Capo Press, 2000.

[86] Guenter Lewy, The Armenian Massacres in Ottoman : A Disputed Genocide, Salt Lake City: University of Utah Press, 2005.

[87] Edward J. Erickson, Defeat in Detail: The Ottoman Army in the Balkans, 1912-1913, Westport: Greenwood Publishers, 2003.

[88] Edward J. Erickson, Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War, London: Praeger Publishers, 2000.

[89] Edward J. Erickson, ‘Armenian Massacres: New Records Undercut Old Blame, Reexamining History’, Middle East Quarterly, Cilt 13, Sayı 3, Yaz 2006.

[90] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., ss. 3-4.

[91] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., s. 9.

[92] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., s. 33.

[93] Guenter Lewy, The Armenian Massacres...,  s. 46.

[94] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., s. 50.

[95] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., ss. 52-53.

[96] Guenter Lewy, The Armenian Massacres...,  ss. 67, 137-139.

[97] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., s. 77.

[98] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., ss. 82-89.

[99] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., s. 88.

[100] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., ss. 240-241.

[101] Guenter Lewy, The Armenian Massacres..., ss. 142-149.

 

 ----------------------
* ODTÜ Uluslararasý Ýliþkiler, Araþtýrma Görevlisi - spalabiyik@gmail.com
- ERMENÝ ARAÞTIRMALARI, Sayý 22, Yaz 2006
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar