Anasayfaİletişim
  
English

Dr. Erdal İlter İle Ermeni Meselesi ve Bu Konudaki Bazı İddialar Üzerine Bir Röportaj

Oya EREN*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, 29, 2008

 


PORTRE/Dr. ERDAL İLTER
Dr. Erdal İlter, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Kürsüsü mezunudur (1967-1968 öğretim yılı). Ermenilik konusundaki Yüksek lisansını ve doktorasını Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlamıştır. 1989-1992 yılları arasında, Bulgaristan’da Türkiye’nin Filibe Baş Konsolosluğu’nda Ataşe olarak görev yapmıştır. Bir dönem (2003’de), ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün Başkanlığını yapmış olup, halen “Ermeni Araştırmaları Dergisi” ile “Review of Armenian Studies”nin yazı kurullarında faaliyet yürütmektedir. Ermeni faaliyetleriyle ilgili çalışmalarıyla tanınmış olup, bu konuda, basılı birçok bilimsel kitabın ve makalenin sahibidir. Bu sebeple, Kâmuran Gürün ve Dr. Bilâl N. Şimşir ile birlikte, 2002 yılında “Ermeni Araştırmaları Onur Ödülü”ne lâyık görülmüştür. Basılı kitapları arasında, “İçel’de Ermeni Faaliyetleri” (Ankara: Güven Matbaası, 1974); “Ermeni Propagandasının Kaynakları” (Ankara: Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı, 1994);  “Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1915)” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Genişletilmiş 2. Baskı, 1995); “Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silâhlanma Faaliyetleri (1890-1923)” (Ankara: Turhan Kitabevi, 2. Baskı, 2005); “Büyük İhânet: Ermeni Kilisesi ve Terör-Tarihî Seyir-” (Ankara: Turhan Kitabevi, Genişletilmiş 3. Baskı, 2007); “Armenian Church and Terrorism” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 1999); “Ermeni ve Rus Mezâlimi (1914-1916) (Tanık İfadeleri)” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 2. Baskı, 1999) ve “Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası/Bibliography of Turco-Armenian Relations” (Ankara: Türk Tarih Kurumu, Genişletilmiş 3. Baskı, 2004) sayılabilir. Dr. Erdal İlter’in, Halil Kemal Türközü müstear adıyla hazırladığı kitapları ve makaleleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezâlimi” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 3. Baskı, 1995); “Armenian Atrocity According to Ottoman and Russian Documents” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1986); “Türkmen Ülkesi (=Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1985). Türk İstihbarat Tarihi ile ilgili çalışmaları da bulunan Dr. Erdal İlter’in bu konudaki en önemli çalışması, “Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 2002) adlı kitabıdır.

Oya Eren: Sayın Hocam, “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkışına ve dayandığı temelle-re değinebilir misiniz?


Erdal İlter: Konu çok detaylıdır. Bu sebeple, özet olarak değineceğim. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, bir “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkışı, sömürgeci büyük devletlerin (İngil-tere, Rusya, Fransa) Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek için yarattıkları meselelerin uzantısından başka bir şey değildir. Yani bu sunî meselenin sebepleri geniş ölçüde “Emperyalizm (Sömürgecilik)” ve onun getirdiği “Şark Meselesi”nde aranmalıdır. “Emperyalizm (Sömürgecilik)”, bir devletin, diğer bir devlet üzerinde, maddî-manevî kontrol ve nüfûz kurması veya üstünlük sağlaması demektir. İşte, Türkiye’nin jeopolitiğini, başka bir ifade ile, Ortadoğu’daki önemini bilen emperyalist güçler denilen büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki diğer azınlıklar gibi, Ermenilerin de koruyucusu olarak ortaya çıkıp, bunlar hakkında plânlar, projeler hazırlayarak, Şark (Doğu) politikalarını düzenlemeye başlamışlardı. “Ermeni Meselesi”nin çıkış sebeplerinin, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler’in sosyal, kültürel, ekonomik, idarî ve siyasî statülerinden doğmadığı, fakat bu meselenin büyük devletlerin meselesi olarak sunî yaratıldığı ve “Şark (Doğu) Meselesi” adı ile anılan milletlerarası meseleler dizisinin bir parçası olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur. “Şark (Doğu) Meselesi”, siyaset adamları ve tarihçiler tarafından muhtelif şekillerde tarif edilmiştir. “Şark (Doğu) Meselesi”nin son yüzyıl anlayışı içinde geniş kapsamlı bir tarifinde, “Avrupa büyük devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iktisadî ve siyasî nüfûz ve hükmü altına almak veya sebepler ihdâs ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin bağımsızlıklarını temin etmek istemelerinden doğan tarihî meselelerin tümüne birden “Şark (Doğu) Meselesi” diyoruz.” denilmektedir. Bu cümleden olarak, “Ermeni Meselesi”; “Şark (Doğu) Meselesi”nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya toprakları üzerindeki uzantısıdır. Yani, Anadolu’daki Hıristiyanları kurtarma gayretlerinin veya kısaca “Haçlı Zihniyeti”nin XIX. yüzyılın son çeyreğinde Doğu Anadolu’da tezahürüdür. Bu bakımdan “Ermeni Meselesi”nin temelinde, Avrupa’nın dinî şuurla beslenen siyasî ve millî tahrikleri yatmaktadır.

Oya Eren: Ermeni lobileri,  Ermeni yazarları, Ermeni kuruluşları, Ermenistan devleti ve diaspora Ermenileri Türkiye’den ne istemektedirler?

Erdal İlter: Ermeniler, Türklerin Ermenilere 1896 yıllarından başlayarak 1923 yılına kadar eza-cefa çektirip, sistemli bir soykırım uyguladıklarını iddia etmekte ve bu sebeple “Ermeni Soykırımı” adı ile dünya kamuoyuna yutturdukları fiili Türkiye’nin tanımasını istemektedirler. Bunun için “Dört T” adını verilen bir plânı uygulamaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu plânı 4 başlık altında özetlemek mümkün olabilir:
1. Tanıtım: Ermeni sorunu bütün dünyaya terör yoluyla tanıtılacak. Bu ilk aşamada başarılı olmuşlardır.
2. Tanınma: Sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip, Türkiye tarafından da tanınacak,
3. Tazminat: Sözde Soykırım sebebiyle Türkiye’den tazminat alınacak,
4. Toprak: Büyük Ermenistan sınırları içinde yer aldığı iddia edilen toprak parçası Türkiye’den koparılacak.
“Dört T” plânına dayanarak oluşturulan Ermeni iddialarından bazıları ise şunlardır:
- Türkler, Ermenistan’ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır!
- Türkler, 93 Harbi de denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan itibaren ve 1915-1923 yılları arasında Ermenileri sistemli olarak soykırımına tabi tutmuşlardır!
- Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur!
Dün olduğu gibi bugün de, Ermeni lobilerinin etkilerini kırmak zor görünmektedir. Çünkü önce bu sunî mesele, Batılı büyük devletlerin reyleriyle Ermeniler için millî bir mesele haline getirilmiştir. Aslında, ne Osmanlı İmparatorluğu ve ne de Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir Ermeni Meselesi olmamıştır. Bu suni mesele, Batılı devletlerin meselesi olarak yaratılmıştır ve bugün de Türkiye’nin istikrarsızlığa sürüklenmesi için koz olarak kullanılmaktadır. İkinci olarak, artık bugün, dinî temaların yerini ağırlıklı olarak eskiden olduğu gibi siyasî temalar almıştır. Üçüncü olarak, “Ermeni Soykırımı” tabiri bütün dünya literatürüne geçirtilmiştir. Bir de buna, “Soykırım” iddialarını daha gerçekçi, daha kabul edilebilir bir duruma getirmek amacı ile ikinci bir tema daha ortaya atılmıştır. Bu da, “sözde Soykırım sonucu öldürülen (!) Ermeniler”in sayılarıdır. Böylece bu her iki tema birbirini bütünleyerek, yıllarca kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedir.

Oya Eren: Bazı akademisyenler, “Ermeni Meselesi” konusunun bugün, siyasî bir hüviyete dönüştürüldüğünü, bu sebeple Türkiye’de yazılan veya yayınlanan ilmî kitaplara artık Batılı devletlerin bile itibar etmediklerini beyan etmektedirler. Ayrıca, gerçeğin salt arşiv belgelerine dayanılarak ortaya çıkarılması için, Türk ve Ermeni tarihçilerinden mürekkep ortak bir komisyonun kurulması teklifleri de gündeme taşınmıştır. Ancak Türkiye’nin bu teklifi, Ermeniler tarafından reddedilmektedir. Sizin bu konulardaki düşünce ve kanaatiniz nedir?


Erdal İlter: Konuya uzak bazı tarihçilerin, “Ermeni Meselesi, bugün artık siyasî hüviyeti dönüştürülmüştür.” ifadeleri, sathî ve indî ifadelerdir. Güdümlü olarak söylenmektedir. Çünkü, bu sunî mesele, 1877-1878 (93) Osmanlı-Rus Harbi sonrasında imzalanan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları ile zaten daha o tarihlerde siyasî hale getirilmiştir. 2/3 Aralık 1920’de Ermenistan ile yapılan Gümrü (Alexandropol) ve 16 Mart 1921 tarihli Kars ile 24 Temmuz 1923’de yapılan Lozan Antlaşmaları ise bu siyasiliğin son halkalarını teşkil etmektedir. “Ermeni Meselesi” konusunun, 1920’de Gümrü, 1921’de Kars ve 1923’de Lozan Antlaşmaları’nda, başka bir ifade ile, milletlerarası antlaşmalar ile tarihin derinliklerine gömüldüğü biliniyorken, şimdi, “Ermeniler ile masaya oturalım, konuyu tarihçiler tartışsın” demek, Gümrü, Kars ve Lozan Antlaşmaları’nı tanımamak ve tartışmaya açmak demektir. Yani, tarihçiler ve hükümetler (devletler) aslında, Gümrü, Kars ve Lozan’da milletlerarası alanda siyasî olarak kapatılmış olan bu meseleyi, bilerek veya bilmeyerek, günümüzde tekrardan milletlararası plâtforma taşımaktadırlar!
Ermeni iddialarının daha 1920’lerde çöktüğünü söyleyebiliriz. Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1919-1922 yılları arasında Osmanlı resmi görevlilerine karşı yürütülen yasal sürecin bir parçası olarak Ermeni iddiaları araştırılmıştır. Yenik Osmanlı İmparatorluğu’na zorla kabul ettirilmiş olan Sevr Antlaşması’na göre Osmanlı Hükümeti’nin “katliâmlarla” suçlanan kişileri Müttefik Kuvvetlere teslim etmesi gerekiyordu. Bunu müteakip, 144 üst düzey Osmanlı yetkilisi tutuklandı ve sınır dışı edilerek İngiltere tarafından Malta adasına sürgüne yollandı. Tutuklamalara yol açan bilgiler çoğunlukla yerel Ermeniler ve Ermeni Patrikliği tarafından sağlanmıştı. Sürgündekiler Malta’da göz altında tutulurken, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da bulunan ve burada mutlak yetkiye ve güce sahip İngiliz işgal kuvvetleri de sürgündekiler hakkında suçlamada bulunmak üzere her yerde kanıt aramaktaydı. İngiliz ve Osmanlı arşivlerindeki dokümanter kanıtların incelenmesini İngilizlerce göreve atanmış bir Ermeni bilim adamı olan Haig Khazaryan yürüttü. Ne var ki Osmanlı Hükümeti’nin ve Malta’ya sürülen Osmanlı görevlilerinin Ermenilerin öldürülmesi yönünde emir verdiklerini veya teşvik ettiklerini gösteren herhangi bir kanıt bulamadı. Bunun üzerine, İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Amerikan Hükümeti’nin mutlaka “katliâmlar” zamanında derlenmiş çok sayıda dokümanter kanıta sahip olduğunu düşündü. Doğrusu, eğer iddia edilen katliâmlar 1915-1917 yılları arasında meydana geldiyse, Amerikalıların çok sayıda dokümana sahip olmaları gerekiyordu. Zira, o dönemde Amerikan diplomatik ve konsolosluk görevlileri Türkiye’de serbestçe görevlerini yerine getirmekteydiler. Dahası, aynı zamanda birçok yerde faaliyet gösteren ve misyonerlerden oluşan Nearest Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşuna Osmanlı Hükümeti’nce tehcir esnasında yardım faaliyetlerini yerine getirme müsaadesi verilmişti. Dolayısıyla işlenen suçlara tanıklık etmiş ve Osmanlı resmî görevlilerine karşı kullanılabilecek mahiyette birçok kanıt toplamış olmaları gerekirdi. Böylece, İngiliz Dışişleri Bakanlığı ümitsizlik içerisinde dikkatini Washington’da bulunan Amerikan arşivlerine çevirdi. 31 Mart 1921 tarihinde Lord Curzon İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A.Geddes’e aşağıdaki telgrafı gönderdi: “Malta’da, Majestelerinin Hükümeti’nin elinde, Ermeni katliâmlarına suç ortaklığı ettikleri iddiasıyla tutuklu Türkler bulunmaktadır. Suç kanıtı saptamakta önemli ölçüde güçlük var.. Lütfen Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde soruşturma amaçlı olarak bir değeri olabilecek herhangi bir kanıt bulunup bulunmadığını araştırıp belirleyiniz.”
Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu telgrafa 13 Temmuz 1921 tarihli aşağıdaki yanıtı gönderdi: “Sayın Lordum, ekibimin bir mensubunun Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaret etmiş olduğunu size bildirmek onuruna sahip oldum. Bu katliâmlar hususunda Birleşik Devletler Konsoloslarının vermiş olduğu raporları görmesine izin verilmiş... Saygılarımla bildiriyorum ki Lordum, bu raporlar içerisinde Türklere karşı kanıt olarak kullanılabilecek mahiyette hiçbir husus bulunmamaktaymış...” Soruşturmaların sonucunda Ermeni iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt bulunamadı. Malta’daki iki yıl dört ay süren tutukluluk döneminin ardından sürgün olan tüm Osmanlı yetkilileri yargılanmadan serbest bırakıldılar ve göz altında tutulan bu kişilere tazminat ödenmedi.
Yukarıdaki sebeplerle, milletlerarası antlaşmalarla bundan hemen 90 yıl önce halledilmiş bir konuyu tekrardan nasıl tartışacaksınız? Ayrıca, Ermenistan, Gümrü, Kars ve Lozan Antlaşmaları’nı tanımamakta, Sevr paranoyası anlayışıyla, Türkiye’den toprak taleplerinde ısrar etmektedir. Aslında mesele, Türkiye’nin meselesi değildir. Mesele, batılı devletlerinin meselesi haline getirilmiştir ve bu sebeple o ülke parlamentolarında gündeme getirilmekte ve Türkiye aleyhine kararlar alınmaktadır. Başta Taşnak Partisi olmak üzere bütün Ermeni kuruluşları ve Ermeni halkı, Kiliselerinin önderliğinde sözde soykırıma inandırılmışlardır. Onun için, masaya oturmazlar.

Oya Eren: Ermenilerin, “Ermeni Meselesi” konusunda aleyhlerine yazılmış olan kitapları dünya ve ülke kütüphânelerinden yok ettikleri veya piyasadan toplattıkları söyleniyor. Bu konuda bu tür toplatılan veya yok edilen kitaplara ait örnekler var mıdır?


Erdal İlter: Gerek Osmanlı Devleti ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından arşiv belgelerine dayalı olarak Osmanlıca, Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak hazırlanıp basılmış ve yurtdışına dağıtıma tabi tutulmuş birçok kitap ve broşür, Ermeni basın militanları tarafından kütüphânelerden alınmış ve geri getirilmemiştir. Diğer taraftan, bu kitaplar kitapçılardan toplu olarak satın alınıp imha edilmiştir. Bu faaliyet, bugün de devam etmektedir. Fakat Ermeniler, sadece Türkler tarafından değil, diğer milletler ile Ermeni yazarları tarafından yazılan kitapları da imha etmişlerdir veya kaynak olarak kullanmazlar. Onların bu faaliyetlerine üç kitabı örnek olarak gösterebiliriz. Bunlardan birisi, Türk dostu olması sebebiyle Fransızlar tarafından da sevilmeyen, Fransız yazar Pierre Loti’nin kaleme aldığı ve 1918’de Fransa’da basılan “Les Massacres d’Arménie” (Ermenistan Katliâmları) adlı 40 sayfalık broşürdür. Broşürün 27-28. sayfaları Ermeniler’in aleyhine ifadeler bulunması sebebiyle basım sırasında sansüre tabi tutulmuştur. Pierre Loti, sansüre uğrayan anılan broşürünü, 1919’da Paris’de bastırdığı ve Türkiye’yi övücü çeşitli makale ve mektuplardan oluşan “Les Alliés Qu’il Nous Faudrait” (Bize Gerekli Müttefikler Onlardı) adlı kitabına da koymuştur. Ancak bu defa anılan kitaptaki sansürlü kısımlar bastırılmıştır. Ancak, Ermenileri aşağılayıcı ifadeler bulunan bu bölümü vermeyeceğim. Ermeniler tarafından birçok kütüphâneden toplatılan ve Ermeni yazarları tarafından kaynak olarak kullanılmayan “Ermenistan Katliâmları” adını taşıyan anılan broşür, coğrafî adından dolayı Ermeniler’e uygulandığı iddia edilen katliâmları akla getiriyor. Pierre Loti, bu ifadeyi kasıtlı kullanarak, aslında Doğu Anadolu’da Türklerin Ermeniler tarafından katledildiklerini anlatmaktadır. Bu sebeple, Ermeniler aleyhlerine yazılmış olan bu broşürü nasıl tersyüz edip, kendi lehlerine kullanacaklardır? Onlara göre en geçerli yol, broşürlerin imha edilmesidir.
İkinci örnek yayın ise, “A Qui la Faute? Aux Partis Rév. Arménien” (Hata Kimde? İhtilâlci Ermeni Partilerinde) adlı 70 sayfalık kitaptır. Ermeni piskoposu Gevond Turyan tarafından kaleme alınan ve 1917’de İstanbul’da basılan kitap, Ermeni kilisesinin bir itirafnâmesi niteliğindedir. O dönem itibariyle kitap, Ermeni Komiteleri’nin, Patrikhâne’nin ve Ermeni Cemiyetleri’nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, daha sonra göçettiği New York’da Ermeni Kilisesi’nde bir âyini idare etmek için geldiğinde, sözde davaya ihanet ettiği gerekçesi ile Taşnak teröristleri tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Kitabı ise, birçok kütüphâneden ya toplatılmış, ya da imha edilmiştir. Ermeni tarihçi ve yazarları da bu kitabı kaynak olarak kullanmazlar.
Ermeni Taşnak basın militanları tarafından kütüphânelerden toplatılan diğer bir eser de, 1918-1920 yılları arasında bağımsız olarak kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olan Hovhannes Kachaznuni tarafından kaleme alındığı iddia edilen ve 1923’de Bükreş’de Taşnak Partisi’nin konferansında metin olarak okunan ve bilâhare aynı yıl başlarında Viyana’da Ermenice olarak bastırılan “Taşnak Partisi’nin Artık Yapacağı Bir şey Kalmamıştır” (Dashnaktsutiun Ailyevs Anelik Chuni) adlı 108 sayfalık kitaptır. Önce, bu kitabın hangi şartlarda ve neden yayınlandığını bilmek gerekmektedir. Mühendis olan Başbakan H. Kachaznuni, bir Taşnak ideologudur. Ermenistan’ın Sovyet işgaline uğraması ile ölüm listesinin başında yer almış ve diğer Taşnak yöneticileri gibi 1921 yılında yurtdışına kaçarak, 1921-1923 yılları arasında Budapeşte ve Bükreş’de ikamet etmiştir. 1923 yılında birşeyler olmuştur! Sovyet Rusya tarafından ele alınarak Sovyet casusu olarak kullanılan H. Kachaznuni’nin, 1923 sonrası Ermenistan’a dönmesine izin verilmiştir. Bu karanlık durum, neyin karşılığında gerçekleşmiştir? Ülkesi Ruslar tarafından kanlı bir şekilde işgal edilmiş bir Taşnak Başbakanı ve ideologu, durup dururken 1923 yılında Bükreş’de düzenlenen Parti Konferansı’nda Taşnakları aşağılayan rapor okuyacak? Şaşırtıcı bir durum? Taşnakların Ermenistan üzerindeki etkilerini ve isteklerini etkisiz kılabilmek için, anılan rapor, Sovyet gizli servisi ÇEKA (Casusluk ve Karşı Devrimle Savaşmak İçin Rus Olağanüstü Komitesi) tarafından hazırlatılmış ve H. Kachaznuni’nin okuması sağlanmış, bilâhare rapor kitap halinde aynı tarihte Ermenice olarak Sovyet parası ile Viyana’da bastırılmıştır! Böylece, Ermenistan Cumhuriyeti’nin kurucusu Taşnak Partisi ve yöneticileri, inandırıcı olsun anlayışıyla, bizzat onun Başbakanı tarafından mahkûm edilmişlerdir. H. Kachaznuni’nin yazdığı kitap (rapor) incelendiğinde, kitabın çok az bir kısmının Türk tarihi ile ilgili olduğu görülecektir (en fazla 7 sayfa kadar). Kitabın geri kalan kısmı ise tamamen Sovyet Rusya’ya övgü düzen cümlelerle doldurulmuştur. Kitapta, devamlı olarak Çarlık Rusyası suçlanmakta, Komünist Rusya ise övülmektedir. H. Kachaznuni şöyle demektedir: “Bolşevikler Ermenistan’a lâzımdı ve bugün de aynı biçimde lâzımdır… Yurtdışında oturarak, bu tehlikesiz ve uzak yer-den yumrukları sallamak gibi bir eylem, Taşnak Partisi’ne yakışmaz…Taşnak Partisi’nin Artık Yapacağı Bir şey Kalmamıştır…Taşnak Partisi tarihin elinde bir âletti. Onun yeri artık millî müzedir, sahneden çekilmelidir.”.
Ancak, Sovyet güdümlü anılan raporun (kitabın) Bükreş’de okunmasından bir ay sonra (Mayıs 1923’de), bu defa, Taşnak Merkez Komitesi, H. Kachaznuni’nin raporunun tamamen tersi olan resmî bir rapor (1915-1923 arası) yayınlamıştır (H. Kachaznuni’nin ve Taşnak Merkez Komitesi’nin bu raporları, tarafımdan tenkitli olarak bir monografi halinde yayına hazırlanmaktadır). Taşnak Merkez Komitesi’nin Batı dünyasına hitaben yayınladığı bu resmî raporda, Taşnak parti yönetiminin ve lejyonerlerin faaliyetleri sayesinde, tahminen 300.000 civarında Ermeni’nin 1914 yılında, Van, Erzurum ve Bitlis’den Kafkasya’ya nakledildikleri de belirtilmektedir. Bu durum, kayıp Ermeni nüfusu konusunda Taşnak Partisi’nin resmî bir itirafıdır. Ayrıca, Sovyetler tarafından Taşnaklar’a karşı bir “Sürek Avı”nın başlatıldığı ve kimlerin nasıl yok edildikleri isim verilerek geniş şekilde anlatılmaktadır. Taşnak Merkez Komitesi bu raporunda, H. Kachaznuni’nin raporundaki ifadelerin tam tersini beyan ederek, “Taşnak Partisi bütün bu korkunç olaylara rağmen, yok edilemeden, dimdik faal ve nüfuz sahibi olarak varlığını sürdürmektedir ve çekiç ile örs arasında kalan Ermeni demokrasisinin kaderini yönlendirmeye çalışacaktır.” demektedir. İşte, Taşnak Merkez Komitesi’nin bu resmî karşı raporu (Mayıs 1923 tarihli) da, Bükreş’de okunan konferans metninin H. Kachaznuni’nin kaleminden çıkmadığının en önemli delilidir. Yani, H. Kachaznuni’nin kitabı, aslında bir Sovyet kara propaganda kitabıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalardan çıkan tek sonuç; H. Kachaznuni’nin yazdığı iddia edilen kitabının, diaspora Taşnak basın militanları tarafından kütüphânelerden toplatılması veya imha edilmesinin asıl nedeni, Komünist Sovyet düşmanlığı ile Taşnak Partisi’nin aşağılan-ması ve görevinin sona erdiği iddiası idi. Yani Taşnaklar, bu kitabın kendi kamuoyları tarafından okunmasını önlemek istemişlerdi.

Oya Eren: Ermenilerin eskiden beri, dünya kamuoyunu etkilemek için yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttükleri bilinmektedir. Onların bu propaganda çalışmalarını örneklendirebilir misiniz?

Erdal İlter: Ermenistan dışındaki ülkelerde ve Ermenistan’da bu sözde meselenin Ermeni çocuklarına nasıl anlatıldığı ve yıllarca beyinlerin nasıl yıkandığı hususu buna örnektir ve çok büyük bir önem arzetmektedir. Türkiye’deki tarih kitaplarından sözde “Ermeni Meselesi” konusundaki bilgilerin temizlenmesini isteyenler, “Ders Plânları” ve “Çalışma Haritaları” başlıklı, iki kısımdan oluşan ve okullarda okutulan; ABD’de Virginia’da bulunan St. James Armenian Church’deki “The Education Center” (Eğitim Merkezi) tarafından İnternette bütün dünya Ermeniliğine ilân edilen, ayrıca videoları da bulunan “The Armenian Genocide” başlıklı ders notları için neler söyleyeceklerdir, merak etmekteyim? Bu ders notlarının, tam anlamıyla Türk düşmanlığını genç Ermeni çocuklarına aşılamak amacıyla hazırladığına şüphe yoktur. Dikkat edilirse, konuyu Ermeni Kilisesi gündemde tutmaya devam etmektedir.
Burada, Ermeni kuruluşlarının kısa (taktik), orta ve uzun (stratejik) vadeli plânlarla nasıl çalıştıklarına da işaret etmekte yarar görmekteyim. Bu hususun Türk halkı ve yönetimi tarafından iyi değerlendirilmesi gerektiği inancındayım. Bu cümleden olarak, “Sözde Ermeni Meselesi”ni güncelleştirerek faaliyetlerini yürüten Taşnak, Hınçak ve Ramgavar partileri ve bunlara bağlı kuruluşlar, aşağıdaki hususlar çerçevesinde “Ermeni Davası” (Hai Tahd)’nın zafere ulaştırılacağına inanmaktadırlar.
a. Avrupa Konseyi ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT) nezdinde Türkiye’nin çalışmalarını engellemek ve sözde “Ermeni Soykırımı”nı en iyi şekilde anlatarak, kanıtlamak,
b. Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde Türkiye’de insan haklarının çiğnendiği yolunda faaliyet göstermek, BM ve onun bünyesinde yer alan UNESCO’da bu çalışmaları yönlendirmek ve tanıtımını yapmak,
c. Türkiye’deki Ermeni sanat eserleri ile ibadethânelerinin korunması ve bunların Ermeniler tarafından muhafaza edilmesinin sağlanması için ortam yaratmak,
ç. Elden alındığı ve işgal edildiği iddia edilen toprakları ve bu topraklar üzerindeki kültür ve sanat eserlerinin iadesini istemek, manevî değerlerin ön plânda istek olarak belirtilerek, Ermeni Davası’nı akademik ve siyasî bir polemik haline getirmek,
d. Türkiye aleyhine yapılacak her türlü propagandanın plânlı ve kitlesel olmasına ve dağıtım gücünün fazlalığına itina göstermek,
e. Türkiye’de insan haklarına saygı gösterilmediğini ve tarihi saptırıp yapmacık tarihler meydana getirildiğini açıklamak (yurtiçindeki lobileriyle birlikte),
f. Türkiye’deki Ermeni toplumunun şu andaki durumunu değerlendirmek ve bunu siyasî propagandada delil olarak kullanmak (Meselâ, Prof. Dr. Tessa Hofmann’ın “Armenians in Turkey Today” adlı çalışması vb.),
g. Türkiye’de zorla Müslümanlaştırılmış Ermenilerin bulunduğunu devamlı olarak vurgulamak,
h. Türkiye’nin yapmakta olduğu propagandaları ve basın yoluyla yaptığı menfi neşriyatı dikkatle takip etmek ve tekzibi yoluna gitmek,
ı. Türkiye’de, Ermeni yazarlarının ve Türk düşmanı yabancı yazarların Türkleri kötüleyen kitaplarını ve makalelerini süratle Türkçe’ye çevirip halkın istifadesine sunmak (Meselâ, Ermeni yandaşı Taner Akçam ve Ermeni tarihçi Vahakn N. Dadrian’ın yayınlanan kitapları ve makaleleri vb.),
i. Türkiye’nin, Lozan Antlaşması’nı ihlâl ettiğini ve Osmanlı Devleti’nin devamı olduğunu işlemek,
j. Verilecek mücadelenin zamanının uzatılarak, tanıtım işinin yayılmasını kolaylaştırmak,
k. Dâva (Hai Tahd)’nın, mazlum bir toplumun dâvası olduğunu anlatmak,
l. Her ülkenin ahlâk, terbiye ve âdetleri gözönüne alınarak, Ermeni Dâvası’nın ön plâna çıkarılması yolunda çalışmalar yürütmek,
m. Ermeni gençlerinin, özellikle bu faaliyetlere taze kan olarak katılımlarını sağlamak.
Bütün bu nedenlerle, Ermeni lobilerinin etkilerini kırmak zor görünmektedir.

Oya Eren: Fransa ile Ermeniler arasında güçlü bir bağ olduğunu biliyoruz. Fransa’nın bu Ermeni aşkı nereden kaynaklanmaktadır?

Erdal İlter: İlk ve Orta Çağlarda, Adana, Tarsus, Kozan (Sis), Silifke, Mersin, İskenderun, Ayas gibi şehir ve kasabaların bulundukları yerlere idarî bölge ismi olarak Kilikya deniliyordu. Ortaçağ’da 1095-1374 tarihleri arasında bu bölgede kurulan “Kilikya Ermeni Baronluğu” Bizans, Anadolu Selçuklu Devleti ve Moğollara vergi vererek mevcudiyetini muhafaza etmiştir. Fransızlar, İngilizler, Almanlar, İsviçreliler hemen herkes bu Baronluğu, Kırallık olarak niteleyerek, bu kırallığın kültürü ve politik kurumlarıyla bu bölgenin varisleri olduklarını dünyaya ilân etmişlerdir. Tabiî ki tarihte böyle, rütbe verilerek yaşayan bir kırallık aslında mevcut değildir. Kırallık tacı da, Papa II. Innocentus tarafından verilmiştir.
Bakınız Papa, Ermeni Baron’u II. Levon’a 1187-1219) bu konuda neler söylemektedir:
“Sana bu tacı Haçlı Seferleri’ne yardımcı olman, mülkünü ordularımıza askerî üs olarak vermen için yolladık, sana Haçlılar’a yardım etmen için bu tacı yolladık. Kırallık titri soyuna geçmeyecek. Sen Haçlıların emrindesin bunu iyi anla, ortada kırallık adıyla bir konu yok, Haçlıların emrinde bizim seçtiğimiz bir Baron var…” (Bkz., Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kilikya Tâbi Ermeni Baronluğu Tarihi, KÖK Yayınları, Ankara 1990, s.XII).
Bu ifadeler, Ermenilerin ve Batılı bazı devletlerin Kırallık olarak adlandırdıkları kuruluşun gerçek mahiyetini de açıkça sergilemektedir.
Bu baronluğun prenslerinden bazıları Fransız Lusignan hanedanına mensup olduklarından Fransızlar, Ermenileri kardeşleri olarak görmekte idiler. Nitekim 1920’lerde yapılan Ermeni propagandalarında Ermenistan için “Doğunun küçük Fransası” adı kullanılıyordu (Zikr., Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, 1919-1922, Ankara 1975, s.85).
Türkiye’nin Millî Mücadele yıllarında (1919-1922), güney cephesinde, Fransız işgal ordularında Ermeni lejyon askerleri de bulunmakta idi. Bunların binlerce silâhsız masum Türkü nasıl katlettikleri bilinmektedir. Bugün de Fransa, iç siyaset yönünden ve Orta-Doğu’da iflas etmiş görünen tarihî menfaatlarını koruyabilmek için yine Ermeni konusunu ele almış görünmektedir. Ayrıca, geçmişte de, ASALA terörüne karşı etkisiz ve tepkisiz kalması da boşuna değildir.
Millî Mücadele döneminde, Fransa ile 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara Antlaşması’nın yapılması, işgal boyunca yaptıkları akıl ve hayale sığmayan zulümleri sebebi ile Ermenileri telâş içinde bırakmıştı. Çünkü güney’de bir Ermeni Devleti kurma düşünceleri yok olmuş, bölgenin Türklere ait olduğu tasdik edilmişti. Ancak maksatlı ve yanlış haber yayıcılar tekrar sahneye çıkmışlardı. Meselâ, Ekim 1921’de “Kilikya Problemi ve Fransa’nın Doğu’da Geleceği” başlıklı kitabını yayınlayan E. Altiar adında bir kadın yazar, Ankara ile dostça bir barış yapmanın imkânsızlığını, aslında Ermenilerin çoğunluk teşkil ettikleri Kilikya’yı Fransa’nın Türklere vermemesi gerektiğini savunuyordu (Yahya Akyüz, a.g.e., s. 153). İtilâf Devletleri, “Büyük Ermenistan” davasından ümitlerini kesmişler, fakat eski müttefiklerini Kilikya’da kurulacak ve 500-600 bin Ermeni yerleştirilecek olan “Ocak” veya “Ermeni Yurdu” gibi boş lâflar ile avutmak ve Ermeni hâmiliğinden sıyrılmanın çarelerini aramak istemişlerdir. Lozan’da da bu yolda gayret göstermişler, ancak netice alamamışlardır. Böylece Fransızların, Ermenilerin sırtından gerçekleştirmeye uğraştıkları sömürgeci çabaları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile suya düşmüştü.
Özet olarak, işte Fransa’nın Ermeni aşkı, yukarıda yazdığımız açıklamalardan kaynaklan-maktadır.

Oya Eren: Sayın Hocam, Ermenistan’da ve çeşitli ülkelerde, sözde “Ermeni Soykırımı” adına dikilmiş pekçok anıt var. Bu anıtlar dikilmeye devam edilirken, ayrıca Azerbaycan’ın önemli bir kısmı Ermeni işgali altındayken, Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi mümkün mü?

Erdal İlter: Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde (2003 yılı itibariyle 26 ülkede) 143 adet “Sözde Ermeni Soykırım Anıtı” bulunmaktadır. Bugün bu rakam, 150 ‘ye yaklaşmıştır. Bu ülkelerde kaç adet anıt bulunduğunu şu şekilde belirtebiliriz.
Arjantin’de: 4 adet, Bulgaristan’da: 2 adet, Kanada’da: 3 adet, Ermenistan’da: 28 adet, ABD’de: 27 adet, Fransa’da: 35 adet, İran’da: 6 adet,  Suriye’de: 6 adet, Lübnan’da: 5 adet, Avusturya’da: 2 adet, Avustralya’da: 2 adet, İngiltere’de: 1 adet, Belçika’da: 1 adet, Brezilya’da: 2 adet, Uruguay’da: 2 adet, Kıbrıs’da: 2 adet, Almanya’da: 1 adet, Yunanistan’da: 2 adet, Mısır’da: 1 adet, Şili’de: 2 adet, İsrail’de: 1 adet, Hollanda’da: 1 adet, İtalya’da: 2 adet, Polonya’da: 1 adet, Ukrayna’da: 3 adet, İsviçre’de: 1 adet, anıt bulunmaktadır. 
Bu anıtlar aşağıda belirtilen anlayışlarla dikilmişlerdir.
1. Bu anıtların bir kısmı, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda öldürüldüğü iddia edilen 1.500.000 Ermeni’nin adına dikilmiştir.
2. Bir kısmı, 1915 yılında Van’da öldürüldüğü iddia edilen Ermeniler adına dikilmiştir.
3. Bir kısmı, 1915 yılında Musa Dağı’nda ve 1917 yılında Ermeni Lejyonu’nda iken öldürüldüğü iddia edilen Ermeniler adına dikilmiştir.
4. Bir kısmı, 1921 yılında Gaziantep’de öldürüldüğü iddia edilen Ermeniler adına dikilmiştir.
Türk-Ermeni ilişkilerinin düzeltilebilmesi için, bu anıtların da ortadan kaldırılması veya üzerindeki kin kusan ifadelerin silinmesi gerekmiyor mu?
Türkiye’de, Ermeni çeteleri tarafından toplu katliâma uğramış Türklere ait mezarlar açılmakta ve buralara anıtlar dikilmektedir. Yani, olayların geçtiği yerlerde anıtlarımız vardır. Ermeniler ise, yukarıda verdiğimiz gibi hiç ilgisi olmadığı halde iddia ettikleri soykırıma ait anıtları yurtdışında açmaktadırlar. Bundan da, sözde meselenin nasıl siyasî olarak devam ettirildiği ve o ülkelerin menfaatlarına uygun bir duruma çekildiği anlaşılmaktadır.
Bugün, Türkiye’de İstanbul’da Ermeni diasporasının da gayretleri ve destekleriyle düzenlenen toplantılarda, “1919 yılında Taksim’e Ermeniler için ‘soykırım anıtı’ dikildiği, anıtın Divan Oteli’nin bulunduğu yerde olduğu, ancak bu anıtı bir daha görenin olmadığı” iddia edilmektedir. Bu çeşit iddialar, Ermenilerin ve yandaşlarının eski bir oyunudur. Aslında bu iddia, öldürüldüğünü iddia ettikleri 1.5000.000 Ermeni adına, İstanbul’da anıt dikilmesi projesine hazırlık çalışmasıdır. Ermeni odakları, geçmiş yıllarda da, anıt dikilemeyeceğini bildiklerinden, “Türkler’den de 1915 olaylarında ölenler vardır. Bu sebeple, bir yüzü Ermenilere, diğer yüzü Türklere ait olmak üzere ortak bir anıt dikilmelidir” anlayışını gündeme getirmişlerdi. Bu sebeple dikkatli olunması gerekmektedir.
Bu anıtların dikilmeye devam edilmesi ve Azerbaycan’ın önemli bir kısmının Ermeni işgali altında bulunması, Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelmeyeceği anlamına gelebilir. Ermenilerin Dağlık Karabağ politikalarının, Azerbaycan’dan toprak kazanıp, sorunu sürüncemede bırakma taktiği olduğu anlaşılmaktadır. Ermenilerin, Karabağ’da başlattıkları eritme politikalarına paralel olarak Türkiye’yi de devamlı gündemde tutmaları sebepsiz değildir. Onların amacı, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda büyük devletlerin desteği ile gerçekleştirmeye çalıştıkları “Büyük Ermenistan”ı, yeniden gündeme getirmektir. Dağlık Karabağ üzerindeki Ermeni iddiaları ve istekleri, bu amacın ilk basamağını teşkil etmektedir.
Kafkasya’da oluşturulacak barış ortamının Türkiye-Ermenistan dostluk ilişkileri yanında diğer bölge devletleri için de bir istikrar ortamı yaratacağı şüphesizdir. Bu sebeple, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorununun, taraflar arasında âdil bir çözüme kavuşturulması önem arzetmektedir. Bu noktada, Ermenistan Cumhuriyeti’ne tarihî bir görev düşmektedir. Bu sorunun çözülmesini müteakip, Türkiye-Ermenistan sınır kapılarının açılması, Türkiye açısından değerlendirilebilecek bir husus olarak görülmektedir.

Oya Eren: Ermenistan Cumhuriyeti’nin teröre bulaştığı doğru mudur? Ermenistan, bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi terörist bir devlet midir?

Erdal İlter: Ermenistan’ın, bugün işgalci ve saldırgan bir devlet olduğu Batı tarafından da tescillenmiştir. Terörist bir devlet görüntüsü de vermektedir. Türkiye’nin çok dikkat etmesi gerekmektedir. Türkiye AB sevdası uğruna Batılı devletler tarafından, terörist bir devlete sınır kapılarını açmaya zorlanmaktadır. Acaba, Türk Büyükelçiliklerine, Büyükelçilerimize ve Başkonsoloslarımıza silâhlı eylem yapan ve fakat birçoğu bulunamayan ASALA (Ermenistanın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ve JACG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) adlı Ermeni terör örgütlerine bağlı teröristler Ermenistanda mı ikâmet etmektedirler? Ermenistan devleti, Ermeni teröristlere hamilik mi yapmaktadır? Bu teröristlerin Türkiye’ye teslim edilmeleri ve yargılanmaları gerekmiyor mu? Bu bağlamda:
1. 09 Mart 1983 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar’a suikast düzenleyerek ölümüne sebep olan Harutyun Kirkor Levonyan ve Raffi Aleksandr Elbekyan, yakalanarak yargılanıp, haklarında 20’şer yıl hapis cezası verilmişti. Ancak, Harutyun Kirkor Levonyan 4 yıl, 2 ay kadar hapis yattıktan sonra hastalığı ileri sürülerek serbest bırakıldı. Diğer terörist Raffi Aleksandr Elbekyan da, 03 Aralık 1990 tarihinde Yugoslavya Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç tarafından affedilerek hapisten kurtuldu. Her iki terörist de Ermenistan’a gittiler.
2. 15 Temmuz 1983 tarihinde, Fransa’da Orly Uluslararası Havaalanı’ndaki Türk Havayolları Bürosu’na bomba yerleştiren, 8 kişinin ölümüne ve 60 kişinin de yaralanmasına sebep olan ve Fransa mahkemesince tutuklanarak hakkında ömür boyu hapis cezası verilen terörist Varujyan Garbiçyan, Fransa ile Ermenistan arasında yapılan bir anlaşma sonucunda, Nisan 2001’de serbest bırakıldı. Şu anda, Ermenistan’da bulunmaktadır.
3. ASALA-RM (ASALA-Devrimci Hareketi)’nin lideri Monte Melkonyan, Fransa’daki faaliyetleri sonunda (1980-1985), yandaşları ile birlikte Ermenistan’a gitti. Onların düşüncelerine göre, sıra Batı Ermenistan’ı (Doğu Anadolu’yu) kurtarmaya gelmişti. Burada, Dağlık Karabağ savaşlarında adamlarıyla birlikte Azerilere karşı savaştı. 1993 yılındaki bir çatışmada öldü. Cenazesi, Erivan’da devlet töreniyle kaldırıldı, Ermeni kahramanları seviyesine (!) çıkarılarak, devasa bir heykeli dikildi.
4. Ayrıca, ASALA terör örgütünün, arşivini Ermenistan Hükümeti’ne bağışladığı dünya basın-yayın organlarında yazılmıştır. Bu arşiv, Ermenistan’da müzeye konulmuştur.
Bütün bunlar, Ermenistan Cumhuriyeti’nin teröre ne kadar bulaştığını ve terörün ortasında bulunduğunu göstermiyor mu? Şimdi vefat etmiş olan Amerikalı yargıç Samuel A. Weems, 2002 yılında yazmış olduğu “Armenia: Secrets of a Christian Terrorist State” (Ermenistan: Bir Hıristiyan Terörist Devletin Sırları) adlı kitabında, çok doğru bir mütalâa olarak,  “Ermenistan, küçük, terörist, kinci, saldırgan bir ülkedir.”, “Ermenistan, terörizm ihraç etmektedir.”, “Ermenistan, arşivlerini açmamakla neyi saklamaktadır?” demektedir.

Oya Eren: Ermeni terörü denince aklımıza, ASALA (Ermenistanın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ve JCAG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları)’ın 1970’li ve 1980’li yıllarda Türk ve yabancı hedeflere karşı yaptıkları saldırılar mı gelmelidir? ASALA ve diğer Ermeni terör örgütlerin Batı’da daha çok eylem gerçekleştirmelerinin nedenleri nelerdir? 

Erdal İlter: Şimdi Ermeni terörü deyince 1970’leri, 1980’leri düşünmeyeceğiz. Ermeni terörünün bir evveliyatı var. Bunu anlayabilmek için, Osmanlı İmparatorluğu’na gitmemiz gerekiyor. XIX. yüzyılın ikinci yarısına gitmemiz gerekiyor. XIX. yüzyılın başlarında Ermeniler’e “Millet-i Sâdıka” adı verilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nda rahat bir hayat tarzı içinde bulunuyorlardı. Hatta bunlar, 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra, elçilik rütbesiyle mükafatlandırılmışlardı. Diğer bakanlıklarda görevli olarak bulunuyorlardı. Birdenbire XIX. yüzyılın ikinci yarısında bir şeyler olmaya başladı, isyan hareketleri ortaya çıktı. 1860’lı yıllar Osmanlı İmparatoruluğu’nda yaşayan Ermeniler için dönüm noktası olmuştur. Çünkü 1860 yılından itibaren, fesat yuvaları olacak cemiyetlerini kurmaya başlamışlardı. Tabii 1860’lardan önce bir takım ayaklanmalar var ama bunlar aslında devlete vergi vermeme anlayışından, yani devletin vergi alsın, almasın itirazlarından dolayı bir takım ayaklanmalar var. Fakat 1860’dan sonraki ayaklanmalar, Osmanlı Devleti’nde bağımsızlık amacıyla yapılan ayaklanmalardır. Terör onun için yapılmıştır. Meselâ, ilk ayaklanma ve terörün orada Müslüman halka karşı kullanılması, 1862 tarihinde Zeytûn’da olmuştur.
Hani bize bazı şeyler şöyle anlatılır, yazılır. “1878’den sonra bu isyanlar başladı” denir. Hayır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin ilk bağımsızlık yolundaki isyanları, Zeytûn İsyanı’dır. 1862’de başlıyor. Zeytûn, bugünkü Kahramanmaraş’a bağlı Süleymanlı nahiyesinin o zamanki adı. Leo Babakhanyan adında bir Ermeni tarihçisi var. Bu tanınmış bir tarihçidir. “ Türkiye’de Ermeni İhtilâli’nin İdeolojisi” adlı iki ciltlik kitabı var. Orada ne diyor biliyor musunuz? “Bu Zeytûn İsyanı’nı çıkaran veyahut bu yolda komite kurmak için İstanbul’a Rusya’dan gelen kişi, Mikael Nalbandyan adlı birisidir” diyor. 
Diğer yandan Fransa’nın da bu bölgede bir takım faaliyetleri var. Yani biz 1862’deki Zeytûn’da bulunan Ermenilerin isyanı ve etrafa terör uygulamalarının arkasında Rusya ile Fransa’yı görüyoruz. Zaten Fransa’nın Ermenilere karşı bir sempatisi vardır, Ortaçağlardan gelen bir şeydir bu. Bu konuya yukarıda değinmiştik. Lusignan soyu vardır, Fransız. Onlarla bir akrabalık var. Onun için meselâ, Maraş, Zeytûn, Adana, Mersin, o bölgede kurulan, “Kilikya Ermeni Krallığı” vardır. Krallık derler. Krallık değil, baronluğu. Ermeni Kilikya Baronluğu. Onlarla bir haşır neşir olmuşlardır.
Yani, Leo Babakhanyan’ın söylediği gibi, o tarihte Fransa ve Rusya tarafından desteklenen bir harekettir bu. Tabii bunun diğer sebepleri arasında şunları da söylememiz gerekiyor. Meselâ Amerika’dan Osmanlı İmparatorluğu’na gelen bazı Ermenilerin fesatçı girişimleri var. O tarihlerde gelen misyonerler var. Yine Rusya’nın Kafkasya’daki politikaları var. Meselâ Rus ordusunda, Çar’ın ordusunda bulunan bazı Ermeni subaylarının Kafkasya’da Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerle temasa geçmeleri ve onları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaları meselesi var. Tabii bu arada, Avrupa devletlerinin de, 1878’den sonra yaratılan sunî “Ermeni Meselesi”ni kışkırtmaları var, bunları söyleyebiliriz. Ancak 1862’den sonra çıkan isyanlar (terör), 1890’lara kadar başarılı olamamış. Bu sefer ne yapmışlar? Yurtdışında faaliyete geçmişler. Meselâ, Taşnak dediğimiz örgütü kurduruyorlar Tiflis’te, 1890’da. Ondan önce, 1887’de İsviçre’nin Cenevre şehrinde yine Rus Ermenilerinden, öğrenciler tarafından ihtilâlci Hınçak örgütü kuruluyor. Bunlar sonradan partileşme sürecine geçip, parti durumuna geleceklerdir.
Ermeni terörü çift yönlüdür. Yani bir devlete karşı, bir de Ermeni vatandaşlara, namuslu Ermeni vatandaşları yoldan çıkarıp kendisine muti kılmak amacıyla yapılan terör. Bunu ben söylemiyorum, bunu Ermeni yazarlar söylüyor. Kitaplarında var. Öldürülen Ermenilerin isimleri, hangi amaçla öldürüldükleri, böyle bir durum var. 1862 yıllarından 1927 yılına kadar değişik yoğunlukta yani 65 yıl devam eden devlete yönelik Ermeni terör eylemlerinin listesi çok uzun tabii. Çok kısa olarak, meselâ Erzurum Olayı (Haziran-1890); Kumkapı Gösterisi (15 Temmuz 1890, Hınçaklar); Merzifon-Kayseri-Yozgat Olayları (1892-1893, Hınçaklar); Sasun Hareketi (1894, Hınçaklar); Bab-ı âli Gösterisi (30 Eylül 1895, Hınçaklar); Zeytûn İsyanı (Temmuz 1895, Hınçaklar); Van İsyanı (Haziran 1896, Taşnaklar); Osmanlı Bankası Baskını (26 Ağustos 1896, Taşnaklar); Yıldız Suikastı-Abdülhamit’e bombalı suikast (21 Temmuz 1905, Taşnaklar); Berlin Suikastı-Sadrazam Talât Paşa’nın Katledilmesi (15 Mart 1921, Katil: Soghomon Tehliryan); Roma’da eski Sadrazam Sait Halim Paşa’nın Katledilmesi (6 Aralık 1921, Katil: Arşavir Şirakyan); Berlin’de yine İttihat Terakki yöneticilerinden Dr. Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi’nin katledilmeleri (17 Nisan 1922); Tiflis’te Bahriye Nazırı Büyük Cemal Paşa ile iki yaverinin, Teğmen Süreyya ve Binbaşı Nusret beyin katledilmeleri (25 Temmuz 1922, Katiller: Karekin Lalayan ve Sergo Vartanyan); Lozan’da İsmet Paşa’ya suikast tehditleri (1022-1923); Atatürk’e Ermeni teröristlerce 1924-1927 yılları arasında altı suikast hazırlanmış, fakat başarıya ulaşmamış. Bab-ı âli gösterisi, bunun içinde terör var. Teröristlerin bir kısmı yakalanıyor. Ama bakın neler oldu.
Sadrazam Talât Paşa’yı katleden Soghomon Tehliryan serbest bırakıldı. Roma’da Sait Halim Paşa’ya suikast yapan Arşavir Şirakyan aynı. Dr. Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi’yi katledenler bulunamadı bile. Bahriye Nazırı Cemal Paşa’yı Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan şehit ettiler. Ne oldu? Hepsi serbest bırakıldı bu teröristlerin. Yani yukarıda söylediğimiz banka olayı ve diğer olaylarda teröristler yakalanıyor, fakat büyük devletlerin baskısıyla serbest bırakılıyorlar. Bakınız çok enteresan burası. Şimdi, bu teröristlerin bir kısmı yakalandı diyoruz ya. Bir İngiliz veya Rus büyükelçisi gidiyor saraya, “Bunları serbest bırakacaksınız” diyor. İşi araştırıyorsunuz, bu ayaklanma ve banka basma olayları veyahut diğer olayların arkasında İngilizleri, Rusları veyahut diğer Fransız gibi, İtalyan gibi büyükelçilikleri görüyorsunuz. Bunlar belgelidir.
Diğer bir şey, bakınız çok önemli bu. Taşnak ve Hınçakların terör ve suikast metotları, günümüzdeki terör olaylarını yaratan Ermeni gruplar tarafından da aynen yapılmıştır. Hatta PKK tarafından da yapılmıştır. Bakınız çok özel bir şey bu. Meselâ, 1915’te Muş mutasarrıfı Servet Bey, Ermeniler tarafından kahve ile zehirlenmiştir. Bugün düşünürseniz, bundan 6-7 yıl evvel bizim Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Paşa ve diğer bazı paşaların kahve ile zehirlenecekleri meselesi vardı. Bunu nereden öğreniyoruz biz? Bakınız bunu da yine bir Osmanlı kaynağından öğreniyoruz. Osmanlı kaynağı diyor ki: 1915 yılının Ocak ayıydı. Ermeniler tarafından kutlanan bir bayram dolayısıyla, Muş mutasarrıfı Servet Bey, Ermeni piskoposuna nezaket ziyareti yaptı. Her türlü cinayeti işlemekten kaçınmayan Ermeniler, bu defa da Servet Bey’i kendisine zehirli kahve takdim ederek öldürmeyi karalaştırdılar. Servet Bey şüphe etmeden kendisine verilen kahveyi içti ve bu ölümüne sebep oldu, diye uzun uzun burada bunu anlatıyor. Metotlar aynı, yani değişmiyor.
ASALA veya diğer Ermeni terör örgütlerin Batı’da daha çok eylem gerçekleştirmelerinin bazı nedenleri var. Bu ikinci safha tabii. Gourgen (Karekin) Mıgırdıç Yanikyan’ın Amerika’da iki mümtaz diplomatımızı öldürmesiyle başladı (27 Ocak 1973) ve böylece genişledi bu eylemler. İşte ASALA (Ermenistanın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu), daha sonra TAŞNAK’a bağlı olan bir takım örgütler çıktı. JCAG/ARA (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) gibi. Şimdi niçin bu örgütler, Batı ülkelerinde Türk hedeflerine yapılandan daha çok eylem yapmışlardır? Bunun sebebleri var. Hani Türk hedeflerine, büyükelçilerine, diplomatlara, şuraya, buraya yapıyorlar da, Batı ülkelerine neden daha çok eylem yapmışlar. Bunun sebebi nedir? Bir kere örgütün silâhlı propagandasını yapmak. Her türlü silâhlı ve bombalı eylem. Örgütün adını duyuracaklar ki etrafına bol adam toplayabilsin. Şimdi bunlar terör yaptığı için, Avrupa ülkelerinde yakalanıp, içeri atılıyorlar, yakalananlar var tabii. Avrupa ülkelerinde, terör nedeniyle tutuklu bulunan örgüt mensuplarının serbest bırakılmalarını sağlamak için terör uyguluyorlar. Meselâ, Fransa’da tutuklanmış değil mi? Fransız hedefine eylem yapıyor. “Ya bırakacaksınız, ya bombalayacağım” diyor. İsviçre’de yakalanıyor adam, mahkeme sürüyor. Hayır. Bombalıyor, serbest bırakacaksınız diyor. Batı’da olmasının nedenlerinden biri, Avrupa devletlerini Türkiye’ye karşı tutumlarından dolayı onları uyarmak. “Türkiye’ye iyi davranmayın veyahut işte şöyle yapın, böyle yapın” diye bombalı eylem yapıyorlar. Lübnan’dan Ermeni göçünü durdurmak için, Avrupa devletlerini uyarı olarak bombalama eylemleri yapıyorlar. Çünkü Lübnan’dan göç varmış, bu göçü durdurmak için. Batı’ya yüklüyorlar bunu siz yapıyorsunuz diye. Göçü durdurmak için Batılı ülkeleri, meselâ İtalya’yı bombalıyor, eylem yapıyorlar. Avrupa devletlerine, ülkelerinde bulunan Ermeniler’e karşı baskıcı tutumlarından dolayı bombalı eylem yapıyorlar. Meselâ, Fransa’da bu eylemler olduğu zaman, Fransız hükümeti bu Ermeniler üzerinde bir baskı kurdu. Göz açtırmıyor ya, sen misin göz açtırmayan? Fransız hedeflerini bombalama eylemi yapıyorlardı. Mahkemelerde hüküm giyen Ermeni teröristlerin mahkûmiyetlerini protesto etmek için bombalama eylemi gerçekleştiriyorlardı. Yani Batı’da Ermeni terörünün yoğunluk kazanmasının sebepleri bunlardır.
Orly uluslararası havaalanında, Türk Hava Yolları bürosunda zamansız patlayan bomba, 8 kişinin ölümüne, 60 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Tabii bu ASALA’nın parçalanması açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Ama ASALA’nın parçalanması daha evvel var, hareketler var da bu artık son nokta oluyor. Nasıl oluyor bu iş? Bu dönüm noktasını nasıl söyleyebiliriz? Meselâ, ASALA liderlerinden, Monte Melkonyan var. Bu çıkıyor, diyor ki: “Bu bir kör terörizmdir. Ben bunu kınıyorum ve ayrılıyorum ASALA’dan” diyor. Ve kendi adamlarını topluyor, Ağustos 1983 tarihinde “ASALA-Devrimci Hareketi” diye bir grup kuruyor ve böylece örgüt ikiye ayrılıyor. Tabii o arada ASALA’nın durumu biraz sarsılıyor. Çünkü Fransa’da yasal olarak kurulmuş, Ermeni Ulusal Hareketi var, MNA. Bunun lideri, Ara Toronyan idi. O da bu yapılan hareketi kınıyor, o da ASALA’dan desteğini çekiyor. Yani çok önemli şey bunlar. Bakınız şimdi ne var biliyor musunuz? Meselâ Hagob Hagobyan’dan bahsedilir, ASALA lideri. Bu adam Fransa’ya girip çıkıyor, Fransa hiçbir şey yapmıyor. Fransız terör uzmanı Claude Moniquet’in yazdığına göre (La guerre sans visage, Paris 2002, s. 121), ASALA ile Fransız yetkilileri arasında mutat olan bir anlaşma yapılmıştı. ASALA Fransa’da herhangi bir harekette bulunmayacak olursa, Fransız polisi onların Fransa’yı bir üs olarak kullanmasına göz yumacaktı (1982 itibariyle).
“Orly saldırısından sonra Ermeni terörü büyük ölçüde azalmıştır” görüşüne de ben katılmıyorum. Niye katılmıyorum? Çünkü bu olay 15 Temmuz 1983’te oldu. 1983’ten 1991’e kadar bu Ermeni terör örgütlerinin faaliyetleri devam etti. Türk hedeflerine, dışişleri mensuplarına karşı eylemlere devam edildi. Türk hedeflerine 13, yabancı hedeflere 5 adet eylem var. Bunlar ufak şeyler değil. Ben tabii hepsini burada söylemiyorum. Meselâ, 27 Temmuz 1983 tarihinde, Portekiz Lizbon büyükelçilik binasına JCAG/ARA’nın 5 tane teröristi girdi. Ve çıkan çatışmada Lizbon büyükelçiliği mensuplarından, Yurtsev Mıhçıoğlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, bir Portekizli polis ve 5 Ermeni terörist öldü. Arkadan 27 Mart 1984 tarihinde, Tahran büyükelçiliğinde askeri ateşe yardımcısı astsubay İsmail Pamukçu evinin önünde ASALA’nın silâhlı saldırısına uğradı. 27 Mart 1984’te, 28 Mart 1984, 28 Nisan 1984, 20 Haziran 1984, yani İran’da üç tane, 20 Haziran 1984’te de Viyana büyükelçiliği çalışma müşaviri vekili Erdoğan Özen, arabasına yerleştirilen uzaktan kumandalı bombanın patlatılması sonucu hayatını kaybetti. JCAG/ARA üstlendi bunu. Evner Ergun var yine öldürülen. Ali Coşkun Kırca, Allah rahmet eylesin, büyükelçi, Ottowa büyükelçiliğinde idi. 12 Mart 1985’de JCAG/ARA teröristleri burayı bastılar, büyükelçimiz ikinci kattan atladı, hatta ayaklarından yaralandı, hastaneye kaldırıldı. Bir Kanadalı güvenlik görevlisi öldü. Yani, Orly olayı Ermeni terörünü azaltmıştır diye bir şey söylenemez.

Oya Eren: Hocam, 1877-1878 yıllarından 2008 yılına kadar geçen 130 senelik sürede, “Ermeni Meselesi”ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdal İlter: 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası imzalanan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları’na sıkıştırılan maddeler ile sunî olarak tarih sahnesine çıkarılan “Ermeni Meselesi”nin büyük devletlerin çıkarları ile ilgili politik yönü, bugün Türkiye’de ilköğretimden yükseköğretime kadar pek az kişi tarafından bilinir. Neden? Çünkü yıllarca, sanki olayların müsebbibi Türklermiş gibi, konuyu Ermeniler çarpıtarak işlerlerken, bizler gerçekleri unutturmaya, Ermeniler tarafından öldürülen yüzbinlerce masum Türk’ün kanını görmezlikten gelmeye çalışmışızdır. Lozan Antlaşması’ndan sonra konunun kapanmış olduğunu zannederek, “Türkiye Devleti’nin bir Ermeni Meselesi yoktur.” demiş, “Su uyur, düşman uyumaz” atasözünü de bir tarafa koyarak, bu sunî meseleye tabu olarak bakmışızdır. Böylece, “geçmişi karıştırıp yaraları tazelemeyelim” anlayışından hareket edilerek gerçekler unutturulmuş ve 2000’li yıllara ulaşılmıştır. Türk Hükümetleri’nin bu tutumu şüphesiz Türk milletinin karakterinden kaynaklanmaktadır. Tarihi boyunca, düşmanına elini önce uzatan Türk milleti bu asaletinin karşılığını maalesef daima acı sonlarla kapamıştır.
Yıllar önce (1976’da) bir lisede, ikinci sınıfta, Tarih öğretmeni Selçuklu Türkleri ile Moğollar arasında cereyan eden 1243 Kösedağ Savaşı’nı öğrencilerine anlatırken, Türklerin Ermenilere gerek yönetim, gerekse dinî alanda müsamahakâr davrandıklarını, Ermenilerin ise bu iyi niyete karşılık, Selçuklu Sultanı’nın kendilerine sığınan annesi ile kızkardeşini Moğollara teslim ettiklerini, Hıristiyanlar hakkında daima iyi sözler yazmış olan Süryani tarihçisi Ebûl Farac’ın bu olayı kınadığını ve Ermenilerin bu hareketinin hükümdarlar nazarında haklı sayılamayacağını söylediğini, Ermenilerin son yıllarda da dış güçlerin tahrikleriyle yurtdışı temsilciliklerimize saldırılarda bulunduklarını ifade etmiştir. Teftiş için derste bulunan Ortaöğretim müfettişi, dersin bitiminden sonra öğretmene: “Aman hocam, siyasî ortamı düşünelim, Ermeni konusunu bu şekilde işlemeyelim.” diyebilmiştir.
İşte Türkiye’deki durum böyle gelişmiş ve zamanın iktidarının anlayışına göre, “Ermeni Meselesi” denilen sunî konuya okullarda bu şekilde yön verilmeye çalışılmıştır. Devletin değil, hükümetlerin politikaları takip edilmiştir. Hatta bu yolda kitap yazanlar, o çalkantı içerisinde “tutucu” olarak gösterilmişlerdir.
Türkiye’de 1970’lerden itibaren yazılan Ermeni konusuna ve Türk-Ermeni ilişkilerine temas eden kitaplar daha çok günlük ihtiyaçlara cevap verir, diğer bir deyimle cevap yetiştirir nitelikte olduğundan, meselelere derinlemesine nüfuz etmek imkânı vermemiş, hatta yanlış anlamalara sebep olabilmiştir. Meseleler, bu kitapların pek azında analize ve senteze tâbi tutulmuştur. Kaynaklarda Ermenilerin tıynetlerine ve yabancı güçler tarafından nasıl tahrik edildiklerine dair bilgiler bulunmakla beraber, şimdiye kadar, “Ermenileri kırarız, komşularımızı ve dostlarımızı gücendiririz.” anlayışı, bizi haklı davamızda bugün zor durumda bırakmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nu çeşitli yönleriyle tenkit edenlerin, devletin parçalanmasını önleme hususunda “entrikacı” olarak nitelenen II. Abdülhamid’e, onun iyi ve kötü yönlerini aynı potaya koyarak Ermeni ağzıyla “Kızıl Sultan” diyenlerin kaç tanesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü devirde bile, “Ermeni Meselesi”ne nasıl ve ne şekilde yaklaşımda bulunduğunu; bunun için Ermenilerin Türklere yaptıkları mezâlimi ve büyük devletlerin bu meseledeki rollerini “Millî Kongre Yayınları” adı altında çeşitli dillerde yayınlattırdığını, Türk’ün haklılığını savunmaya çalıştığını bilmektedir?
1900’lerden 2008’lara kadar uzanan 108 yılda Ermeni ve Ermeni sempatizanı yazarlar tarafından kaleme alınan ve propaganda kokan Ermeni tarihlerinde Türkler kötülenmiş ve gerçekler tersyüz edilmiş, sözde “Ermeni Katliâmı”ndan ve adaletten söz edilmiştir. Onlar herhalde Türkler’in bu konuyu bilmediklerini düşünmüş olmalıdırlar. Bu sebeple artık, tersyüz edilmiş gerçekler, bizzat Türk ilim adamları tarafından çeşitli dillerde vaktiyle çok büyük imkânsızlıklara rağmen yapılabildiği gibi, günümüzde de yeni yayınlanacak detaylı ilmî eserlerle ortaya konulmalıdır. Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere, Almanya vb. ülkelerin üniversitelerinin XIX. yüzyıl ortalarından itibaren Ermeniler ile ilgili kitaplar yayınladıkları bilinmektedir. Ermeni vakıfları ve kiliseleri tarafından propaganda amacıyla yeniden basılarak dünyaya sunulmakta olan bu kitaplar, tek tek elden geçirilerek en ufak noktalar dahi cevapsız bırakılmamalıdır.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde sözde “Ermeni Katliâmı” adına 150’ye yakın anıtın dikildiği biliniyorken, Anadolu’da Ermeni çeteleri ve istilâcı güçler, Rusya, İngiltere, Fransa ve Yunanistan tarafından vahşice katledilen masum Türkler adına güçlü anıtların dikilmemiş olması da düşündürücüdür. Şehit kanlarıyla sulanan bu topraklarda, câni Ermeni çeteleri tarafından öldürülerek çukurlara gömülen Türkler’in toplu mezarları halâ bulunmakta ve “Gerçek Anıtlar”ın dikilmesini beklemektedir.
Ermeni kuruluşlarının (Ermenistan, Taşnak, Hınçak, Ramgavar, Gregoryen kiliseler, Ermeni yayın organları vb.) Türkiye’yi uluslararası alanda güç durumda bırakmak amacıyla yoğun bir yayın faaliyetine girişmeleri gerektiği her zaman kendi yayın organlarında telâffuz edilirken, öte yandan, belgeyebilmek için türlü tahrifata giriştikleri “soykırım” ile ilgili olarak yeni tertipler peşinde koştukları ve işledikleri cinayetlerine suçlu arama gayreti içinde bulundukları görülmektedir. Bugüne kadar, dünya devletlerinin arşivlerinde Ermenilerin Türkler tarafından plânlanmış bir soykırımına uğradıklarını gösteren bir tek belge bulabilmek mümkün olmamıştır. Fakat aksine bütün belgeler ve hatıralar, Ermenilerin Türkleri topluca katlettiklerini göstermektedir. Türkiye aleyhine kullanılabilecek belgeler yoktur ama, Batılı bazı oy avcıları Ermenilere hoş görünmek için Türkiye’yi jenositle suçlamaktan geri kalmamaktadırlar. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkede Ermeni terör örgütlerinin kontrolü altında bulunan dernekler, kuruluşlar, kiliseler ve şahıslar vasıtasıyla yürütülen Türkiye aleyhtarı propaganda bütün yoğunluğu ile devam etmekte ve birçok ilim adamı teröristlerin tehdidi altında soykırım tarihleri yazmaya zorlanmakta, Ermeni iddialarını haklı gösterme çabası içerisine sokulmaktadırlar.
Son otuz sekiz senede (1970-2008) Türkiye’de, Ermeni konusu ile ilgili Osmanlı arşiv belgelerinin ve hatıraların yayınlanması, Ermeni iddialarının ne derece yüzeysel, tutarsız olduğunu ispatlamakta ve iflâs ettiğini göstermektedir. Bu dürüst yayın faaliyeti, Ermeni kuruluşlarının işine gelmemekte, onların daha hırçın hale gelmelerine sebep olmakta ve yıllarca Türk düşmanlığı ile beyinlerini yıkadıkları Ermeni gençliğinin uyanmasından ve gerçekleri görmesinden korkmaktadırlar. 7 Ağustos 1982 tarihinde Ankara Esenboğa Havaalanı baskınında yaralı olarak ele geçirilen ASALA militanı Levon Ekmekçiyan’ın bu yoldaki ifadeleri gerçekten anlamlıdır. O mahkemede verdiği ifadesinde, “1915 olayları hakkında bizim büyüklerimiz ve tarihi yazanlar, idarecilerimiz bize o şekilde öğretmişlerdir ki, Türk milleti bizim kanımızı emmiştir ve şimdi de halen Türk milleti Türkiye’deki Ermeniler ve yurt dışındaki Ermeniler’in sonunu getirecek bir yol tutmuştur. 24 yaşında olan ben bu fikirlerle beyni yıkanmış olduğu halde, bu yanlış fikirleri bize empoze edenlerin sadece kendi keyifleri ve menfaatları için bu işe tevessül ettiklerini anlıyorum ve şimdi anlıyorum ki, Türk milleti, Türk hükümeti bizim düşmanımız değildir. Bizim düşmanımız, bizim sahiplerimiz ve tarihimizi yazanlardır.” demektedir.
Aklı selim sahibi Ermeniler tarafından lânetlenen ASALA, Taşnak, Hınçak, Ramgavar ve diğer kuruluşlar, gerçeklerden o kadar korkmaktadırlar ki, bu sebeple, dünyanın çeşitli ülkelerinde müsait buldukları kütüphânelerde bulunan ve tarihî gerçekleri anlatan kitapları usulünce imha etme yoluna dahi başvurmaktadırlar.
Ermeni kuruluşlarının sözde davalarını güncel tutabilmek için her türlü taktiğe başvurdukları bilinmektedir. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un daha 11 Mart 1920 tarihinde Avam Kamarası’nda söylediği “Ermeniler masum kuzu değillerdir.” sözü hatırlardan silinememiştir. “Masum kuzu” olmadıkları Türkler tarafından çok iyi bilinen Ermeni terör örgütleri, Taşnak, Hınçak ve Ramgavar vb. kuruluşlar, şimdi de insanlık ölçülerine sığmayan bir yolu seçerek, uluslararası platformlarda (UNESCO; Avrupa Birliği) faaliyetlerini insafsızca sürdürmektedirler.
1973’den beri Ermenilik konusunda, emperyalizmin Türkiye’ye uyguladığı taktik değişmiştir. Başka bir ifadeyle, ortaya bir zoka atılmış ve Türkiye’nin bu zokayı yutması sağlanılmış, Türk devleti, Türk halkı sabah akşam Ermeni konusuyla meşgul edilmeye başlanılmıştır. Buna, aynen Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi günümüzde de karışmayan devlet kalmamış, bu devlet parlamentoları Türkiye hakkında araştırmadan yine siyasî kararlar alarak, tıpkı 100 yıl öncesindeki politikalarını uygulamaya koyarak, bu defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni suçlamaya başlamışlardır. Aslında mesele, Hıristiyanlık meselesi haline getirilmek istenilmektedir!

Oya Eren: Türkiye’de zaman zaman, Ermeni iddialarına cevap verilmediği ve bu konuda yayın yapılmadığı iddia ediliyor. Gerçekten Türkiye’de, Ermeni iddialarına cevap veren yayınlar yapılmıyor mu?

Erdal İlter: Türkiye’de Ermeni iddialarına karşı, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından çeşitli dillerde yayınlar (Kitap, broşür, dergi, makale) yapılarak cevaplar verilmiş, ancak muhatab meseleye siyasî bir veche verip, peşin hükümlü davranmış ve davranmaktadır.
Osmanlı Devleti, Batılı büyük devletler tarafından kışkırtılan Ermeni hareketlerine karşı, haklılığını göstermek için “Kırmızı Kitap” serisi olarak Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca bir dizi yayın yapmıştır. Ancak bu yayınlar, yukarıda da belirttiğim gibi, Ermeniler tarafından veya hasım devletler tarafından kütüphânelerden toplatılarak imha edilmiş veya kütüphânelere koydurulmamıştır. Başka bir ifadeyle, konu hakkında Türk’ün haklılığı dünya kamuoyundan gizlenilmiştir.
Günümüzde de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından veya özel şahıslar ve kuruluşlar tarafından da bu sunî meseleyi anlatan, Ermeni iddialarına cevap veren eserler yayınlanmaktadır (Türk Tarih Kurumu, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Üniversiteler, ve diğer Araştırma Merkezleri vb.). Tabii, bu yayınların yabancı dillerde yayınlanarak dünya kamuoyuna iletilmesi önem arzetmektedir. Diğer taraftan, devletin bu işten elini çekmesi gerektiği ifade edilerek, resmî görüş dışında eserler verilmesi gerektiği hep söylenilmiştir, hem nalına hem mıhına görüşü ile kitap yazmış olan yabancı yazarlar bu ülkede baş tacı edilmişlerdir. Bu anlayışlardan artık vazgeçilmelidir. Yani Ermeni yazarları Batı üniversitelerinde üniversite yayını olarak kitap yazıp, basacaklar, Türkiye’de resmi yayındır diye araştırma yapılıp basılamayacaktır. Bu da, Ermeniler tarafından ortaya atılmış başka bir taktiktir. Zaten, YÖK’ün internet sitesini incelediğiniz zaman bu konuda Türk üniversitelerinde ne kadar az, yüksek lisans ve doktora tezi yaptırıldığını göreceksiniz. Bu tezlerin bir kısmının da, bilimsellikten uzak ve birbirinin kopyası olduğu görülecektir. Burada, yaptırılan bu tezlerin büyük kısmının danışmanlar veya imtihan heyetleri tarafından yeterli şekilde gözden geçirilmediği tarafımdan da bizzat tespit edilmiştir. Bu tam bir vurdum duymazlıktır. Bu sunî mesele, Türkiye’de millî mesele olarak algılanmamaktadır. Eğer öyle olsaydı, şimdiye kadar okul kitaplarında okutulması gerekirdi. Yeni yeni kitaplara konulmaya başlanılmıştır.
Türkiye’de yeteri kadar yayın yapılmadığı iddiasına gelince; bugün gelinen noktada, bu konularda Türkiye’de yapılan yayın sayısı hiç de az değildir. Ancak, bu konuya akademisyenlerin eğilmesinde yarar görülmektedir. Bilim adamı, maaşını cebine koyarak, yurtiçi ve yurtdışı arşivlere artık gitmemektedir. Ekonomik koşullar malûmdur. Bu nedenlerle, devlet tarafından bu bilim adamlarına yardım yapılması önem arzetmektedir. Ermeni kuruluşları böyle yapmaktadırlar. Biz de ise, önüne beş-on kitap alan, hemen kitap yazımına başlamaktadır. Benim, Türk Tarih Kurumu yayınları arasında 2004 yılında yayınlanan “Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası”nda, Türkiye’de kaç kişinin (bilim adamları dahil) bu yolda eser verdiğini veya makale kaleme aldığını açık olarak göreceksiniz ve üzüleceksiniz. Bu bibliyografyanın ikinci cildi de tarafından hazırlanmış olup, tashihleri yapılmaktadır.
Türkiye’de gazete haberi olarak çıkan veya bazı kitaplarda, gerçekmiş gibi yansıtılan yayınlarla ilgili bilgilere rastlanmaktadır. “Dünyada, Ermeni iddialarını destekleyen 26.000 esere karşılık; Türkiye’de yalnızca yerli olarak, 35 kitap ve broşür bulunmaktadır.” denilmektedir. Bu ifadeler, külliyen yalan ve yanlıştır. Bu hesabı, kimler, neye dayanaraktan yapmaktadırlar? Bu da tartışılması gereken bir konudur.
Türkiye’de bazı araştırmacılar da, konuya tam mânâsıyla vakıf olmadıklarından, Osmanlı İmparatorluğu döneminde basılmış olan, daha sonra da Lâtin harflerine çevrilerek yakın tarihte yeniden yayınlanmış eserleri, mahiyetini bilmediklerinden, yeni bir eser bulmuş gibi ortaya çıkarıp propaganda yaparak gülünç duruma düşmektedirler. Bu anlayıştan vazgeçilmelidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilik konusunda Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca basılmış olan bütün eserler bugün, yani 30 yıllık zaman diliminde günümüz Türkçesine çevrilmiş ve basılmıştır. Bu nedenle, “yeni bir eser buldum” diye ortaya çıkılmamalıdır.  

Oya Eren: Türkiye, Ermenilik konusunda şimdiye kadar neleri ihmal etmiştir?

Erdal İlter: a. Türkiye’de, 1923 Lozan Antlaşması’ndan beri, Ermeni devletinin ve diasporasının Türkiye aleyhindeki faaliyetleri bilinmesine rağmen, Ermenilik konusunda ihmalkâr bir tutum içerisine girilmiştir. Tabii ki devletin bu siyasî tutumunda, Cumhuriyet rejiminin eski defterlerle ilişkisinin kesilmesi gerektiği ve yeni rejimin yerleştirilmesi anlayışının rol oynadığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, Osmanlı Devleti’nden miras kaldığı ifade edilen birçok konu unutulmaya mahkûm edildi. 1965 yılından itibaren ise, başta Erivan ve Beyrut olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, Türkiye’yi hedef alan sözde “Ermeni Soykırımı” törenleri düzenlenmeye başladı. Ancak Türkiye, 1973’de ABD’de iki Türk diplomatının öldürülmesine kadar yine uyanamamıştı. Eğer Türkiye, Osmanlı Devleti’nin Ermeni Masası Şefi ve Cumhuriyet döneminin milletvekili olan Esat Uras’ın “Ermeniler yurtdışında rahat durmuyorlar.” mealindeki ikazlarını dinlemiş olsaydı, belki de bugünkü duruma gelinmeyecekti. O, bu amaçla, unutulanları hatırlatmak amacıyla, ünlü kitabı olan “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi”ni kendi imkânları ile 1950 yılında Ankara’da bastırmıştı. Esat Uras bu kitabında, Ermeni kaynaklarına dayanarak, Lozan’dan sonra bu konunun uluslararası platformlarda gündeme getirilmesi için Ermeniler tarafından derhal çalışmaların başlatılması gerektiğini Ermeni tarihçilerin ağzından vermekte ve 1950’lerde Türkiye’nin dikkatini çekmekte idi. O zamanlar çeşitli önlemler alınabilirdi. Bütün bu olumsuz davranış ve tutumlara karşı, ne devlet çapında ne de üniversitelerimizde ciddi kararlar almak, ciddi çalışmalar yapmak maalesef bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Bu konuları araştırmak, birkaç tarihçinin insafına terkedilmiştir.
b. Türkiye, konuyla ilgili Osmanlı arşiv belgelerinin yabancı dillerde yayınını sağlayarak, uluslararası alanda kulis faaliyetini yürütememiştir,
c. Türkiye, yurtdışında, çeşitli ülkelerde yaşayan vatandaşlarını bu konuda örgütleyememiştir,
d. Türkiye, bu konuda üniversitelerinde yeterince yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırıp, bunları Türkçe ve yabancı dillerde bastıramamış, taktik ve stratejik yayınlara öncelik verememiştir,
e. Türkiye’de bu konu, günümüze kadar, millî mesele olarak görülüp okullarda doğru dürüst okutulmamıştır,
f. Türkiye, gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında, Ermeniler tarafından katledilen binlerce Türk evlâdı için her sene anma törenleri düzenlememiştir (Artık bu törenler yapılmalıdır. Devlet, aynen Ermeniler’in yaptığı gibi -24 Nisan-, belirli bir günü kabul edip, her sene anma törenleri düzenlemelidir).
İşte yukarıda belirttiğimiz hususlar gerçekleştirildiği zaman, haklı davamızın savunulmasının daha da kolaylaşacağı değerlendirilmektedir.

Oya Eren: Bir taraftan Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi, diğer taraftan sözde yıldönümleri ve iddialar. Sizce Türkiye bu süreçten nasıl başarıyla çıkabilir? Neler yapılmalıdır?

Erdal İlter: Ben Türkiye’nin, önümüzdeki 10-15 yıl sürecek olan AB’ye tam üyelik müzakerelerini, Lozan Barış Antlaşması Müzakereleri’ne benzetmekteyim. Bir defa, bu müzakerelere katılacak olan Türk delegasyonunun çok iyi çalışması ve sağlam bilgilerle mücehhez kılınması gerekmektedir. Türkiye bu süreçte, çok kuvvetli bir dış politika izlemelidir.
Burada önemli olan bir konu, Avrupa Birliği tarafından,  kendilerine hiçbir şekilde dokunulmayan, devamlı taviz verilen Ermenistan’ın ve Ermeni Lobisi’nin, Türkiye ile olan problemlerini halletmesi de ifade edilmelidir. Zaten bu hususta, Türkiye’nin de Ermenistan’dan beklentileri bulunmaktadır. Bunlar şunlardır:
a. Ermenistan ve dünya Ermeniliği, hiçbir zaman olmamış “soykırım” iddialarından, Türkiye’den tazminat ve toprak isteklerinden vazgeçmelidir,
b. Ermenistan Parlamentosu, 23 Ağustos 1990 tarihinde kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde yer alan, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için yazılan “Batı Ermenistan” ifadesini Bildirge’den çıkarmalıdır ve bu yoldaki çalışmalarından vazgeçmelidir,
c. Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıt altına alınmıştır. Bu hükmün Anayasa metninden çıkartılması gerekmektedir. Ermenistan, bu boş hayalden vazgeçmelidir,
d. Ermenistan yönetimi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 2/3 Aralık 1920 tarihli Gümrü ve 16 Mart 1921 tarihli Kars Antlaşmaları’nın yürürlükte olmadığı iddiasından vazgeçmelidir,
e. Ermenistan, yaklaşık % 20’ini işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarından çekilmeli, Azerbaycan-Nahçivan koridorunu açmalı, sayı olarak 1 milyonun üzerinde olan Azerbaycanlı Türk göçmenlerin (Kaçgın) yurtlarına dönmesini sağlamalıdır. Başka bir ifadeyle, Ermenistan yönetimi, işgalci politikalardan vazgeçmelidir.
Yukarıda sıraladığımız maddelerdeki hususlara Ermenistan yönetimi, “bunlar bizim vazgeçmezlerimizdir” diyorsa ve Ermenistan’ın söz konusu bakışına rağmen Ankara, sırf Batı (Avrupa Birliği) böyle istiyor diye sınır kapılarını Ermenistan’a açarsa, Türkiye’nin dış politika çizgilerinde başka sürprizlerin de ortaya çıkacağı şüphesizdir. Bu sebeple, yukarıdaki hususlar düzeltilmedikçe Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmeyeceğini düşünüyorum.
Bir diğer konu da, sorunlu yapısıyla Ermeni diasporasının, ulusal Ermeni çıkarları için önemli bir tehdit oluşturmasıdır. Dışarıda yaşayan Ermeniler, tabu ve inanç haline getirdikleri yaklaşımlarını bağımsız Ermenistan’a da empoze etmeye çalışmakta, Ermenistan’ın dış politikasında gerçekçi yaklaşımları engellemektedirler. Hiçbir dayanağı bulunmayan “sözde soykırımı”, Türkiye’ye kabul ettirmek hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Türkiye, uzun vadede politikasını değiştirmeden ve de meseleyi AB üye ülkelerine doyurucu bir şekilde anlatarak ve yoğun bir politik-kültürel propaganda faaliyeti sürdürerek, bu süreçten taviz vermeden çıkabilir.

Oya Eren: Sayın Hocam, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.


 

 ----------------------
* ERAREN Uzman - oeren@eraren.org
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, 29, 2008
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar