| Öz: Ermeni meselesinin ortaya çıkmasında ve zamanla dallanıp budaklanmasında birçok etkenin rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Ancak Ermeni tercümanların tarihi süreç içerisinde
gerek çeşitli siyasi sorunlara gerekse Ermeni meselesine etkileri kanaatimizce ciddi olarak incelenmesi gereken bir husustur. Bu çalışmada söz konusu çerçeveden hareketle, Osmanlı
Devleti’nin dışişleri teşkilatında görev yapan Ermenilerden bazı örnekler verildikten sonra özellikle de Osmanlı aleyhine faaliyet gösteren Ermeni tercümanlar üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Ermeni Tercümanlar, Tercümanlık.
Abstract: It is a known fact that many factors have an influence on the emergence of Armenian question and its ramifications it time. But, in our opinion, the role of Armenian translators in various political problems or Armenian question in general is a matter which should be analysed seriously. In this study, after citing some examples from the Armenians who have served the Ottoman State’s foreign affairs organization, we will condense our research especially on the Armenian translators who took action against the Ottoman State.
Key Words: Ottoman State, Armenian Translators, Profession of a Translator.
Giriş
Ermeni meselesi ya da mesele olan Ermeniler; günümüzde uluslararası arenada hemen her fırsatta Türkiye’nin karşısına çıkarılmakta, konu tam anlamıyla siyasallaştırılmakta ve Türkiye gereksiz yere bu sorunla uğraşmak zorunda kalmaktadır. Kanaatimizce söz konusu meselede Türk tarafının en önemli eksiklerinden birisi belki de birincisi, konuya her yönüyle hâkim ve aynı zamanda yabancı dil bilen eleman eksikliğidir. Türk tarafı için gerek çeşitli Batı dillerinin gerekse Ermenice’nin öğrenilmesi, arşiv araştırmalarında kullanılması, yazılı eserler verilmesi ve konuşulması, sorunun dünya kamuoyu tarafından tüm açıklığıyla öğrenilmesi için vazgeçilmez bir ihtiyaç değil bir zorunluluktur. Tabi ki bu ihtiyacı öncelikli sorun olarak görmek de kanaatimizce son derece önemlidir.
Tarihi süreç içerisinde gerek Türklerin gerekse Avrupalıların karşılıklı tanışmalarında en büyük engel yabancı dil bilmeme olmuştur. Bu bağlamda Türkiye’de başta Fransızca olmak üzere çeşitli Batı dillerinin öğretimi ile ilgili çalışmaların Tanzimat döneminde yoğunlaşmaya başladığı görülmektedir[1]. Yabancı dil konusunda Tanzimat’la başlayan bu çabaların günümüzde hâlâ istenilen boyutta olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu noktada Türkiye’nin ikili ilişkilerinde ve Ermeni araştırmalarında elini güçlendirecek olan Ermenice öğretimi ile ilgili çalışmaların son zamanlarda gündeme gelmesi, geç kalmış ancak sevindirici gelişmelerdendir[2]. Türkiye’de çeşitli yabancı dillerin öğretimi ile ilgili bir takım adımların vaktiyle atılmış olmasının, uzun vadede son derece önemli gelişmelerin zeminini oluşturacağı muhakkaktır. Bir yabancının Türkçe bilmesi ne kadar önemli bir kazanç ise bir Türk’ün farklı dilleri bilmesi de o kadar önemli bir avantajdır.
Yabancı dil bilen eleman ihtiyacı günümüz dünyasında ne kadar önemli bir zorunluluk ise takdir edileceği üzere çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir devlet olan Osmanlı için de aynı gereklilik söz konusuydu. Bu ihtiyaç hem iç hem de dış siyasetin bir gereğidir. Burada özellikle belirtilmesi gereken bir husus ise; II. Mehmet gibi istisnaları bulunmakla birlikte genel olarak Osmanlı hükümdarlarının, vezirlerinin ve önemli memuriyetlerde bulunan devlet adamlarının, bir Avrupa dilini öğrenmeyi ihtiyaç olarak görmedikleridir. Sadece yüksek rütbeli devlet adamları değil sıradan devlet memurlarının da böyle bir çaba içerisinde olmadıkları söylenebilir. Tabiri caizse Müslüman Osmanlı memurları bir Batı dili öğrenme işine “tenezzül etmemişlerdir”. XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde yabancı dil bilen Türklerin sayısı bir elin parmaklarını ancak bulmaktaydı[3].
Osmanlı’nın güçlü olduğu dönemler için bu durumu ve psikolojiyi doğal karşılamak ve anlamak mümkündür. Ancak bu hâl, zamanla olumsuz gelişmeler için bir zemin oluşturacaktır. İlerleyen dönemlerde bu eksiklik yoğunlukla hissedilecektir. Peki Osmanlı Devleti yöneticileri, yabancı dil ve tercümanlar meselesine nasıl bakmakta ve bu ihtiyaç nasıl karşılanmaktaydı? Bunu anlamak için öncelikle Osmanlı açısından tercümanlık hizmetlerinin nasıl yürütüldüğü meselesinin ana hatlarını değerlendirmek yerinde olacaktır.
I) XIX. Yüzyıla Kadar Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık
Yabancı dil yani Osmanlı açısından bir Batı dili bilmek, geçmişten beri devlet yöneticilerinin ilgilenmek durumunda oldukları bir ihtiyaç olmuştur. Devletlerarası ilişkilerde son derece önemli bir işleve sahip olan tercümanlık kurumunun Osmanlı Devleti’nde XIV. yüzyıldan beri mevcut olduğu ile ilgili bilgiler bulunmaktadır[4]. Ancak malum olduğu üzere Osmanlı’da, Batıdaki gibi yabancı dil öğretimi yapılan veya diplomasi öğretilen “Diplomat Akademisi” denebilecek bir kurum maalesef bulunmamaktaydı. Gerçi Enderun Mekteplerinde yönetici yetiştirmeye yönelik bir öğretim tarzı mevcuttu. Ancak profesyonel anlamda dil eğitimi verilmesi veya elçi yetiştirilme usulü söz konusu değildi. Bu sebepten Osmanlı Devleti’nde uzun süre meslekten yetişmiş diplomat ve tercüman görülmemiştir[5].
Buna karşılık henüz 1753 yılında Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Maria Theresia tarafından, Osmanlı İmparatorluğuna dil bilen diplomat ve tercümanlar gönderebilmek için “Viyana Diplomasi Akademisi” kurulduğu bilinmektedir. Bu anlamda 1792 yılında Viyana’da iken adı geçen akademiye şeref misafiri olarak davet edilen Osmanlı elçisi Ebubekir Ratip Efendi, akademide kendisine Türkçe hitap edildiğini, buradaki gençlerin kısa zamanda Arapça, Farsça ve Türkçe’yi öğrendiklerini, kendisinin de bu gençleri sınadığını ve öğrenciler tarafından büyük bir anlayış ve dostlukla karşılandığını bildirmektedir[6].
Osmanlı Devleti’nde tercümanlık görevinin XVI ve XVII. yüzyıllarda tamamen Müslümanlar tarafından yerine getirildiği görülmektedir[7]. Ancak bu kişilerin köken olarak Batılı olduklarını kaydetmek gerekmektedir. Yani Osmanlı Devleti’nde tercümanlık görevinin ilk zamanlarda Batı dillerini iyi bilmelerinden ötürü mühtedi yani aslen batılı olan ancak daha sonra din değiştirerek Osmanlı hizmetine giren kişiler tarafından yerine getirildiği görülmektedir[8]. Osmanlı’da tercümanlar görev alanları itibariyle Divân-ı Hümayûn, Eyalet, Yabancı Elçi ve Konsolosluk ve Eğitim Kurumları ve Askerî tercümanlar olmak üzere dört çeşide ayrılmaktaydı[9]. Ancak bu gruplardan statü olarak en dikkate değer grubun yabancı elçi ve konsolosluklarda görev yapan tercümanların olduğunu ifade etmek gerekmektedir[10].
İlk dönemlerde Osmanlı yöneticileri, yabancı ülkelerle hem haberleşmeyi hem de konuşmaları Bâb-ı Âlî veya Divân-ı Hümâyun tercümanları vasıtasıyla sağlardı. Yabancı devlet temsilcileriyle temaslar ise İstanbul’daki elçilikler aracılığıyla sağlanır ve konuşmalar yukarıda da ifade ettiğimiz şekilde din değiştirenler veya yerli Hıristiyan tercümanlar aracılığıyla tercüme edilirdi. Görev icabı Osmanlı ülkesine gelen yabancı devletlerin elçilerinin yanlarında ise tercümanları bulunmaktaydı. Ancak bu tercümanların da genellikle yerli Hıristiyan gruplardan olduğu görülür. Araştırmalar göstermektedir ki İngiltere, Fransa, Rusya, İsveç, Avusturya, Danimarka, Hollanda gibi devletler, konsolosluklarında belirli aileleri istihdam etmiştir. Mesela Fransızlar tercüman olarak Galata’nın Latin kökenli ailelerini tercih etmekteydi[11]. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Avrupalı devletler XVII. yüzyılın sonlarından itibaren tercümanlık hizmetlerini kendi ülkesinin vatandaşları ile yürütmenin önemini fark etmişlerdir.
Bazı tercümanların hırsları, suistimalleri, ellerindeki bilgilerin ve sırların karşı tarafa satılması gibi ihanetler, casusluk[12], yapılan yanlış tercümeler, güvensizlik, hatta tercümanların bir konsolostan diğerine transferi veya ikili çıkar ilişkisi içine girmeleri, Batılı devletlerin kendilerince tedbirler almasının yolunu açmıştır. Bu nedenle, 1699 yılında tercüman yetiştirmek üzere Fransa Kralı Louis tarafından Fransa’da “Diloğlanları Okulu” ve 1795 yılında “Yaşayan Doğu Dilleri Okulları”nın kuruluşu kayda değer gelişmelerdendir[13].
Yerli tercümanlara güvenmemekten dolayı tercüman görevlendirme usulü değiştirilmiş, böylece Osmanlı tebaasından tercüman seçme usulü Fransa için sona ermiştir. Bu endişelerin bir göstergesi olarak mesela İngilizlerin de XVII. yüzyılın sonlarında bazı Rumları, Levant Company hesabına yabancı dil öğretmek için İngiltere’ye götürmüş olmaları ifade edilebilir. Ancak bu çalışmadan bir sonuç alınamayınca uygulamaya son verilmiştir[14]. Elbette bu durumun yansımalarını Ermeni sorununda da görmek mümkündür.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya gönderdiği geçici veya sürekli elçilerin yanlarında görev yapan tercümanların da genellikle Rum ve kısmen de Ermeni toplumundan oldukları ifade edilmelidir. Üç yüzyıldan fazla bir zamandan beri devam eden tercümanlık makamında, Hıristiyan azınlıkların önemli görevlerinin uzunca süre devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu memuriyet XVIII. yüzyılda artık neredeyse tamamen Fenerli Rum ailelerin tekeline girmiştir[15]. Özellikle Fenerli Rumlardan yabancı devletlerle olan ilişkileri yürütmede sadece tercüman olarak yararlanılmamış, bu kişilere Osmanlı dışişleri teşkilatı içerisinde sürekli elçilik kurullarında maiyet memurluğu, elçilik müsteşarlığı ve hatta elçilik gibi önemli görevler de verilmiştir[16].
Kanaatimizce Osmanlılar ile Avrupalılar arasında tercümanlığın azınlıklara bırakılmış olması zamanla ciddi sorunlar doğurmuştur. Kaynaklardan anlaşıldığına göre zaten Osmanlı dışişlerinde önemli etkileri bulunan Rum, Ermeni ve Yahudiler ne Türkçe’yi ne de Avrupa dillerini tam olarak bilmektedirler[17]. Aynı zamanda ilgi alanları itibariyle de tarih, edebiyat, felsefe veya diğer alanlardan da pek anlamamaktadırlar[18]. Tercümanlarla ilgili benzer izlenimler çeşitli yabancılar tarafından da dile getirilmiştir. Mesela XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı ülkesinde bulunan Sir Adolphus Slade, Rum tercümanların Osmanlı tarihindeki “çirkin ve kuvvetli” rollerine değinirken tercümanların tek kelime Türkçe bilmeyen elçilere anlamsız uzun raporlar verdiklerini, hatta Türkçe önemli eserlerin tercümesidir diye uydurma kitaplar sunduklarını, aslında bu kişilerden bazılarının Türkçeyi de pek iyi bilmediklerini ifade etmektedir[19].
XIX. yüzyılın ortalarına doğru özellikle Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminden sonra yabancı dil, diplomatlarda aranan zorunlu bir nitelik olmaya başlamıştır. Hatta yabancı dil bilgisi özellikle de Fransızca bilgisinin bulunması, devlet kademelerinde yükselmenin “tılsımı” haline gelmiştir[20]. Özellikle 1821 yılında Yunan isyanının başlamasından sonra Osmanlı Devleti hizmetindeki Rum tercümanların konumlarının ciddi şekilde sarsıldığı[21], hatta var olan tereddütlerin genel bir tepkiye dönüştüğü anlaşılmaktadır. Devlet yöneticileri tarafından Rumlara duyulan bu tepkinin sebepsiz olmadığını hemen ifade etmek gerekmektedir. Bu süreçte eski Rum tercümanların bir çok ihaneti ortaya çıkmıştır.
Rum tercümanların devlet hizmetinden izole edilmesi, bu alandaki ihtiyacın farklı çözümlerle karşılanmasına neden olmuştur. Rumların tercümanlık işinden el çektirilmesinden sonra 1821 yılında temelleri atılan Bâb-ı Âlî Tercüme Odasına, Müslüman Osmanlı memurları arasından tercüman seçilmesi çabaları başlamıştır[22]. Ancak eskiden beri Müslümanlar arasında Rumca veya diğer Avrupa dillerini öğrenmek pek iyi değerlendirilmemiş hatta yabancı dilleri öğrenenlere “dinsiz” gözü ile bakılmıştır[23]. Dolayısıyla bu gayretlerin sonuçlarını özellikle kısa vadede görmek pek mümkün olmamıştır[24].
Rum tercümanlar, 1821 yılında Osmanlı Devleti hizmetinden el çektirilmişlerdir. Ancak Rumların tercüman olarak gerek tüccar ve yabancı gezginlerin gerekse yabancı devlet görevlilerinin hizmetinde çalışmaya devam ettikleri belirtilmelidir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da tercümanlık hizmetinin gerek Yunan isyanının çıktığı dönemde gerekse araştırmamızın odak noktasını oluşturan Ermeni sorununun ortaya çıktığı dönemlerde maalesef tam olarak Müslüman Osmanlı memurların kontrolünde olmadığını ifade etmek gerekmektedir.
II) XIX. Yüzyılın Ortalarına Kadar Osmanlı Devleti Hizmetinde Ermeni Tercümanlar
Rumların tercümanlık işinden el çektirilmesinden sonra Müslüman memurlarla yürütülmeye çalışılan tercümanlık görevi, özellikle Tanzimat Fermanı ile birlikte Ermenilerin de yoğun olarak vazife almaya başladıkları bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmenin temelini, Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslimlerin ve özellikle de Ermenilerin, Avrupalılarla Haçlı Seferleri ile başlayan ilişkilerinde aramak yerinde olacaktır. Ermenilerin, Haçlı Seferleri sırasında ve sonrasında Batılılarla karşılaşmaları ve onlarla belirli düzeyde de olsa münasebetlerini geliştirmeleri, sonraki dönemlerde kanaatimizce hem kendileri hem Avrupalılar hem de Osmanlı Devleti açısından çok önemli gelişmelerin zeminini oluşturmuştur. Bu şekilde başlayan ilişkiler süreç içerisinde temellenmiştir.
İki kültürün karşılaşması ve uzun vadede Ermenilerin Batı kültürünün etkisinde kalması, her iki taraf için de sosyal, siyasi önemli gelişmelerin yolunu açmıştır[25]. Bu anlamda Ermenilerin, henüz 1391 yılında değişik bölgelerden İstanbul civarına, özellikle de Galata’ya göç etmeye başladıkları ve burada kurulan en eski Ermeni kilisesinin, Cenevizlilerin himayesinde olduğu ifade edilmelidir[26]. İşte Ermenilerin Selçuklular döneminden başlayan ancak esas olarak Osmanlı döneminde, Batı etkisine girmeleri, Avrupa kültürüne açık olmaları ve bu ülkelerin dillerini bilmelerinde, tarihten gelen bu ilişkilerin ve ticaretin önemli etkisi olmuştur.
Bu ilişkileri, zamanla kendi ekonomik gelişimleri için fırsat olarak gören Ermeniler, özellikle Avrupalı devletlere verilen kapitülasyonları da kendi çıkarları için iyi bir avantaj olarak kullanmışlardır. Elbette bu etkileşimde Avrupalı devletlerin kendi çıkarları da belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Böylece başta Ermeniler olmak üzere diğer gayrimüslim Osmanlı tebaası da hem Batılıların imtiyazlarından hem de Osmanlı tebaası olmanın getirdiği nimetlerden faydalanmayı ihmal etmemiş, iki yönlü bir kazanç elde etme imkanı sağlamışlardır. Ermenilerin Avrupa ile ilişkileri zamanla daha da ilerlemiş, karşılıklı çıkarlar, Avrupa’yı Ermenilere, Ermenileri de Avrupa’ya yaklaştırmıştır. Bu durum Ermeniler açısından Batı kültürünün bilinmesi, Batıya açıklıkta önemli katkılar sağlamıştır[27]. Tüm bu gelişmeler Ermenilerin, özellikle de Rum isyanından sonra Osmanlı dışişlerindeki konumlarını sağlamlaştırmalarının tarihsel arka planını oluşturmuştur.
Osmanlı Devleti döneminde Ermenilerin, Batılı devletlerle çeşitli alanlarda işbirliği içerisinde oldukları görülmektedir. Bu anlamda İstanbul’daki yabancı devlet elçiliklerinde tercümanlık yapan Ermenilerle ilgili bilgiler XVII. yüzyıla kadar gitmektedir. Mesela Fransız elçiliğinde görev yapan Ermeni tercümanlardan birisi Bağdasar adını taşımaktadır ki 1630’lu yıllarda bu görevi yerine getirdiği ifade edilmektedir. Katolik mezhebine mensup Frenklerin tercümanı olan Bağdasar, asılarak idam edilmiştir. 1656 yılında ise Sarkis ve Yağup adında iki Ermeni tercümanın isimleri kaynaklarda geçmektedir. XVIII. yüzyılın başlarında Sarkis Sahatçi isimli bir Ermeni tercümanın Fransız elçiliğinde görev yaptığı[28], yine Ermeni Camcioğlu veya Camcizade ailesinin İsveç elçiliğinin tercümanlığını yürüttüğü görülmektedir[29].
Burada belirtilmesi gereken bir başka husus ise XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde Osmanlı hesabına eğitim görmek üzere Batı’ya gönderilen öğrenciler arasında yaklaşık % 16.1 gibi azımsanmayacak oranda gayrimüslime rastlanmasıdır. Yurtdışında öğrenim görmek üzere gönderilen gayrimüslimler içerisinde özellikle Ermenilerin çoğunlukta oldukları anlaşılmaktadır[30]. Bu durum yurtdışındaki öğrenciler üzerinde Osmanlı yönetiminin denetim sorunu yaşamaya başlamasıyla birlikte Ermenilerin, Osmanlı dış politikasındaki yerlerini Müslümanlar aleyhine fakat Batılı devletler ve kendi lehlerine sağlamlaştırmalarının zeminini oluşturmuştur.
XIX. yüzyıl başlarında Avrupa devletlerine yaklaşmak her yönden avantaj olarak görülmektedir. Bu anlamda hem Osmanlı tebaası gayrimüslim gruplar hem de Avrupa, birbirinden asla vazgeçememiştir. Mesela Osmanlı tebaasından Rum, Ermeni ve Yahudi milletlerine mensup zengin kimseler tercümanlık, yasakçılık veya hizmetkarlık gibi çeşitli vesileler ile Avrupalıların himayesi altına girerek bazı imtiyazlar elde etmeye ve bazı sorumluluklardan kurtulmaya çalışmışlardır. Ancak bu kişilerin yerine getirmesi gereken sorumlulukların diğer gayrimüslim vatandaşlara pay edilmesi, bir süre sonra bu topluluklar içinde sıkıntı yaratmaya başlamıştır. Bu sebeple gerek Müslim gerekse gayrimüslim ahali, sorunun çözülmesini dilekçelerle yöneticilerden talep etmiştir[31].
Kaynaklardan anlaşıldığı üzere özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti dışişleri hizmetinde çalışan pek çok Ermeni memur ve tercüman bulunmaktadır. Mesela Tanzimat döneminin önemli simalarından Reşid Paşa, Fransa’ya Osmanlı elçisi olarak görevlendirildiği zaman, yanına Agop Gırcikyan (1806-1865) isimli bir Ermeni yardımcı almıştır. Bir çok yabancı dil bilen A. Gırcikyan adlı kişi, elçiliğin maslahatgüzar veya işgüderi sıfatını taşımaktaydı. Bu kişi Paris’te hem tercümanlık, hem müşavirlik yapmış hem de Reşid Paşa’nın çocuklarına özel ders vermiş, ayrıca Sorbonne’de siyasi derslere de devam etmiştir.
Reşid Paşa’nın 1837 yılında Londra elçiliğine tayin edilmesi ile Paris elçiliğinde maslahatgüzar olarak vazifesine devam eden Gırcıkyan, elçiliğin birinci tercümanı sıfatıyla Paşaya refakat etmiş, ardından Reşid Paşa, Sadrazam Pertev Paşa tarafından Bâb- ı Âlî’ye Dışişleri Bakanı olarak tayin edilince Agop Efendi de müşavir olarak Reşid Paşa’yı takip etmiştir. 1856 yılında Reşid Paşa’nın oğlu Mehmet Cemil Bey, Paris elçisi olduğunda A. Gırcikyan müşavir olarak tekrar Paris’e gönderilmiş ve 1859 yılına kadar bu görevde kalmıştır. Hatta Mehmet Cemil Bey’in İstanbul’a çağrılması ve ardından Saffet Paşa’nın bu göreve atanmasına kadar geçen süre zarfında Agop Efendi, elçiliğin Umumi Maslahatgüzarı olarak işleri yürütmüştür[32]. A. Gırcikyan’ın dışında 1841 yılında Reşid Paşa’nın Paris’teki elçilik görevi sırasında tercüman olarak Kevork Stimaracıyan (1821-1895) görev yapmıştır[33].
Bu dönemlerde Osmanlı dışişlerinde görev yapan bir başka Ermeni tercüman Abro Çelebi ailesinden Sahak Abro (1823-?)’dur. Bu kişi İzmir’den İstanbul’a gelerek 1852 yılında dışişleri tercüme şubesine yazılmıştır. Buradaki çalışmalarından sonra Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında arşivin birinci tercümanlığına atanmış, ayrıca uzun seneler Haricî Mektuplaşmalar Şubesinin Başkanlığını ve Hariciye Vekâleti Umûmî Kâtipliğini yapmıştır[34]. Krikor Margosyan (1821-1888) ise bir başka Ermeni tercümandır. Bir çok yabancı dili bilen bu kişi, Girit’te Mustafa Paşa’nın çocuklarına hocalık etmiş, bu vesile ile Sahak Abro ile beraber Hariciye odasında göreve başlamıştır. Kırım savaşı öncesi Prens Mençikov’un İstanbul’a geldiğinde Rifat Paşa, Hariciye vekili iken tercüman olarak görev yapmıştır[35].
Osmanlı dışişlerinde çalışan bir başka Ermeni, Ovakim K. Reisyan (1843-1915)’dır. 1864 tarihinde dışişlerinde çalışan Gostanyan sayesinde Hariciye basın bürosuna alınmıştır. 1872 yılında “Asya” isimli Ermenice-Türkçe haftalık bir mecmua çıkarmıştır. Bu kişilerin yanında İstepan Arzumyan, Minas Minasyan, Boğos Aşnan, Yakup Yakupyan, Ohannes Surenyan ve Sırabyon gibi Ermeni vatandaşlar, Osmanlı dışişlerinde tercüman olarak görev yapmışlardır. Bu tercümanlardan Sırobyan’ın dışişlerinde tercümanlık görevini kusursuzca yerine getirmesi sebebiyle padişah tarafından 30.000 kuruş para ödülü ile ödüllendirildiği ifade edilmektedir[36]. Ancak bazı kaynaklarda Ermenilerin de Türkçe bilgileri konusunda kaygıların varolduğu hakkında değerlendirmeler bulunmaktadır[37].
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Paris Türk elçiliğinde çalışan memurların çoğunluğunu da Ermeni vatandaşlar oluşturmaktadır. Dışişlerinde çalışan Ermeni ailelerinden en meşhurları Manas ailesi idi[38]. Bu isimleri artırmak mümkündür[39]. Osmanlı Devleti’nin hizmetinde görev yapan Ermeni tercümanların sayısı XVIII. yüzyıldan itibaren artmaya başlamıştır[40]. Ancak XIX. yüzyılın başlarında Rumların resmi tercümanlık işinden el çektirilmelerinden sonra Türklere yabancı dil özellikle de Fransızca öğretilene kadar Ermenilerin bu alanda daha çok görev aldıkları görülmektedir[41]. XIX. yüzyılın ortalarında konsolosluklarda tercüman olarak Ermenilerin yanında Yahudilerin de görev aldığı ancak bu görev için Yahudilerden ziyade Ermenilerin tercih edildiği belgelerden öğrenilmektedir[42].
Osmanlı Devlet adamları, devletin temel felsefesi gereği elbette memurlarının Müslüman veya gayrimüslim olmalarına göre değil ehliyetlerine göre görev ve sorumluluk yüklemekteydi. Ancak bu durumun uzun vadede devletin zararına bir sonuç doğurduğunu görmekteyiz. Çünkü görevini hakkıyla yapan Ermenilerin dışında bu görevini Ermeni çıkarları için kullanan tercümanları varlığı bir gerçektir. İşte bu Ermeni tercümanların, Avrupa ülkelerinde geliştirdikleri ilişkilerin, zamanla Ermeni meselesinin siyasallaşmasında ve Osmanlı’ya bir müdahale vesilesi olarak kullanılmasında önemli ölçüde katkı sağladığını söylemek mümkündür.
III) XIX. Yüzyılın Sonlarına Doğru Ermeni Tercümanlar
XIX. yüzyılın sonlarına doğru gerek İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin politikaları gerekse misyonerlerin çalışmaları ile Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı isyan hareketlerine girişmeye başlamışlardı. Bu dönemlerde Osmanlı yöneticilerinin Batı dillerinin öğretimi ile ilgili çalışmalarını yoğunlaştırdıkları görülecektir. 1821 yılında temelleri atılan ve 1833 yılında ise tam anlamıyla kurulup mektep halini alan “Bâb-ı Âlî Tercüme Odası”, 1865’de “Tercüme Cemiyeti”, 1866’da Maarif Nezaretine bağlı “Telif ve Tercüme Dairesi” kurularak 1870’de konuyla ilgili bir nizamname çıkarılmıştır[43].
Bu bağlamda yine 1864’de önemli sayılacak bir adım atılarak “Lisan Mektebi” açılmıştır. Bu kurumda Fransızca’nın yanında Rum ve Bulgar dillerinin öğretimi de planlanmıştır. Tarihi kesin olmamakla birlikte bir süre sonra bu mektep kapanmıştır. Daha sonra 1883 yılında mevcut kurumlarda yeterince yabancı dil öğretilemediği gerekçesiyle uluslararası diplomasi dili olan Fransızca’yı öğretmek için Lisan Mektebinin tekrar açıldığı görülecektir. Bu dönemde Lisan Mektebinin eğitim programına Fransızca’nın yanında Arapça ve Farsça konulmuştur[44]. Kısa sayılacak bir sürede önemli miktarda öğrencinin eğitim gördüğü kurum 1892 yılında aniden kapatılmıştır[45]. Ancak bu süreçte Avrupa dillerinin özellikle de Fransızca’nın dışında farklı yabancı dillerin öğretiminin gündemde olmadığı görülmektedir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Ermeni tercümanların bir çoğunun devlet aleyhine faaliyet içerisinde olduğu ve Osmanlı yöneticilerinin de bu faaliyetlere karşı tedbir almaya çalıştığı ifade edilmelidir. Bu anlamda arşivlerde birçok belge bulunmaktadır. Mesela 30 Ağustos 1890 tarihli bir belgeden Trabzon İngiliz Konsoloshanesinde görevli Ermeni asıllı tercüman Gomidos Hekimyan, Rusya Konsoloshanesi tercümanı Ermeni asıllı Magadiryan Bedros ve yine aynı konsolosluğun ikinci katibi Karakin Serdaryan’ın, Osmanlı Devleti aleyhinde Ermenilerle işbirliği yaptıkları tespit edilmiş, bu sebeple adı geçen tercümanlar görevlerinden uzaklaştırılmışlardır[46].
Osmanlı yöneticilerinin bir Batı dili ve Ermenice bilir memur arayışları XIX. yüzyılın son çeyreğinde iyice hissedilmeye başlamıştır. Özellikle Ermeni hareketlerinin yoğunlaştığı Sultan II. Abdulhamid döneminde, ayrılıkçı Ermeni faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla Ermenice bilen güvenilir memurlar, yoğun bir şekilde aranır ve talep edilir olmuştur. Bu yöndeki ihtiyacı ve arayışları kimi araştırmacılar “Abdulhamid rejiminin, Ermeni eğitimi üzerinde sürdürdüğü bu ağır gözetim, sansür ve baskı siyasetinin başarılı olabilmesi için yapılan bir çabası”[47] olarak değerlendirse de bizce Ermenice bilen memur arayışı, bölücü Ermeni faaliyetlerinin engellenmesi yönündeki bir gayrettir.
Bu anlamda mesela 8 Eylül 1892 tarihinde Erzurum vilayetinin Fransızca, İngilizce, Rusça ve Ermenice dillerini bilen bir tercüman talebi üzerine, Memduh Bey isminde bir memur Erzurum’a atanmıştır. Ancak Memduh Bey’in aranan özellikleri taşımadığı anlaşılmıştır[48]. Bu dönemde Ermenice bilen devlet memurlarının genellikle Ermeni olduklarını belirtmek gerekir. Bunlardan bir kısmı gayrimüslim Ermeniler bir kısmı ise sonradan Müslüman olmuş Ermenilerdi. Elbette bu dönemlerde bütün Ermeni tercümanların ihanet içinde olmadıkları ifade edimelidir. Bu bağlamda 1835’te Van’da doğup İstanbul’da eğitimini tamamlayan Tigran Emircanyan örnek gösterilebilir.
İstanbul’daki Ermeni okullarında bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Van’a dönen Emircanyan, burada eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmiştir. 1893’te Van vilayeti idaresinde tercüman olan bu kişiye okullarda kullanılan ders kitaplarının denetlenmesi görevi verilmiştir. Tigran Emircanyan aynı zamanda şüpheli Ermenice belgeleri de polis için tercüme etmekteydi. Bu sebepten Van’daki Ermenilerin bir çoğu kendisine hain gözüyle bakmış ve onu öldürme teşebbüsünde dahi bulunmuşlardır[49]. Yine belgelerden anlaşıldığı üzere 10 Mart 1895 tarihinde Fransa, Rusya ve İngiltere elçilikleri baştercümanları tarafından, Erzurum’daki Fransa Konsolosluk tercümanlığı görevinde bulunan Ermeni Katolik milletinden Dikran Serabya’nın, Heyet-i Tahkikiye refakatine memur delegelere tercüman olarak tayin edilmiştir[50].
XIX. yüzyılın son dönemlerinde gerek Batı dili gerekse Ermenice bilen güvenilir memur ihtiyacı yoğun bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Bu konuyla ilgili arşivde pek çok belge ile karşılaştık. Mesela 16 Nisan 1894 tarihinde Maraş’a, Ermenice ve Fransızca bilen bir tercümanın tayin edilerek gönderilmesi talebi[51], aynı yılın Ekim ayında Cebel-i Bereket (Osmaniye) sancağından[52], 1894 yılının Mayıs ayında bin kuruş maaşla Erzurum Vilayeti’nden[53] ve 22 Ekim 1895 tarihinde beş yüz kuruş maaşla Diyarbakır Vilayeti’nden[54] yapılan Ermenice bazı kitap ve mektupları tercüme edebilecek, Ermenice yazabilen, güvenilir aynı zamanda Müslüman tercüman talepleri maalesef sonuçsuz kalmıştır. Hatta bu tür talepler karşısında böyle Ermeni, Rum ve Bulgar dillerini bilen güvenilir insanların İstanbul’da dahi bulunamadığı ifade edilmiştir. Bunun üzerine okullarda bu dillerin öğretilmesi gereğinin hissedilmeye başlamasının Bâb-ı Âlî’ye bildirilmesi gerektiği anlaşılmıştır[55]. Bu bağlamda henüz 1864-1865’lerde Osmanlı kanunlarının toplandığı Düsturların Rum, Bulgar ve Ermeni dillerine çevrilmesi söz konusu olmuş, Rum diline tercüme yapacak bir kişi zorlukla bulunurken Bulgar ve Ermeni dillerine tercüme yapacak kimse bulunamamıştır[56].
Tercümanlar sadece siyasi meselelerde etkili değillerdi. Yaptıkları tercümeler ile Avrupa’da var olan veya şekillenmeye başlayan Türk imajına da olumsuz katkı yapmaktaydılar[57]. Bu anlamda görüşlerimizi destekleyen bilgileri kaynaklarda bulmak mümkündür. Mesela 31 Mayıs 1893 tarihli bir belgeden anlaşıldığına kadarıyla; seyahat etmek veya çeşitli vesilelerle Osmanlı topraklarına gelen ve Osmanlı dilini bilmeyen yabancılara, İstanbul’daki “Royal, Britanya, Bizans, Lüksemburg, Emperyal” gibi otel ve lokantalarda bulunan özellikle Yahudi, Rum ve Ermeni milletinden tercümanların yanlış bilgiler verdikleri, bu durumun doğal olarak oldukça olumsuz sonuçlar doğurduğu, yanlış ve kasıtlı bilgiler yüzünden Osmanlı memleketi ile ilgili kaleme alınan seyahatnameler vasıtasıyla Türkler aleyhinde Avrupa’da pek çok olumsuz yayının yapıldığı belirtilmelidir[58]. Osmanlı Devleti yöneticilerinin bu durumdan rahatsızlık duydukları açıkça görülmektedir.
Bu bağlamda devlet yöneticileri ayrılıkçı Ermenilerin tercümanlık gibi çok önemli ve kritik bir görevi almamasına özellikle dikkat etmiştir. Ancak Batılı devletlerin söz konusu Ermeni tercümanları himaye etmesi ve korumaya çalışmaları dikkat çekicidir. Mesela Fransa Devleti’nin Sivas viskonsolosu maiyetine Osmanlı Devleti tebaasından Doktor Karakin, büyükelçilikçe imtiyazlı tercüman olarak tayin edilmiştir. Ancak bir süre sonra ele geçirilerek çözümü yapılan bir mektubun içeriğinden Karakin’in “fesat erbabından” olduğu anlaşılmıştır. Karakin ile yandaşlarının zararlı düşüncelerine meydan verilmediği ve bu konuda gerekli görülen kişilerin yargılanarak haberleşmelerinin sınırlandırıldığı 27 Ağustos 1894 tarihli yazıdan anlaşılmıştır.
Tercüman Karakin’in kardeşi Doktor Dikran’ın da 1893 yılında Yozgat meselesinde müfsitlerin elebaşlarından ve planlayarak adam öldürenlerden olması dolayısıyla Divân-ı Harb tarafından idam cezasına çarptırıldığı anlaşılmıştır. Hâlâ Yozgat’ta tutuklu bulunan Karakin’in tercümanlıktan yararlanarak ileride daha fazla fesat hareketlerinde bulunacağı, bundan ötürü hükümet ile konsoloshane arasında devam eden iyi ilişkilerin zarar göreceği ve tartışmalara yol açma ihtimali yüksek olduğu bahis konusu edilmiştir. Bu hususta Fransa Büyükelçiliğinden 13 Haziran 1895 tarihinde Sivas Vilayeti’ne gönderilen yazıda, bu tercümanlığa Karakin’in yerine bir başka kişinin tayin edilmesi için konsolosluğa gerekli emirlerin verileceği ifade edilmiştir[59].
Tercümanların Osmanlı dışişlerini oldukça sıkıntıya soktuklarını görmek mümkündür. 22 Kasım 1894 tarihinde Cizvit Ruhban Cemaati Başrahibi Andre’nin yanında bulunan tercüman Artin Köylüyan, Samsun’dan geçişi sırasında adı geçen rahibin mektuplarından birinin, evrakları arasında ortaya çıkmasından dolayı tutuklanmıştır. Ancak bu konuda yapılan soruşturma sonuçlanıncaya kadar serbest bırakılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda Artin Köylüyan’ın evrakı arasında sakıncalı bölümleri bulunan üç adet mektubun ortaya çıkması sebebiyle Artin’in suçlu görülerek sorgulanması gerektiğine karar verilmiştir.
Belgelerde Fransa Büyükelçiliğinin tercümanı olan Artin Köylüyan’ın bölücülükle ilgili çalışmalarının olduğu ifade edilmektedir. Fakat bölgede faaliyet gösteren Cizvit misyoner cemaati Başrahibi Peder Andre, onu kurtarmak için araya girmek istemiştir. Başrahip 1893 yılında Beyrut’ta ve 1894 yılında İstanbul’da tercüman olarak görev yapan Merzifonlu Artin Köylüyan adlı kişinin, Samsun yetkililerince tutuklandığını öğrendiğini yazdıktan sonra, mektupta ileriki zamanlarda misyonlarına gelmeye hazırlanan gençlere “Ermenistan’ın gelecekteki havarilerine kalp ile bağlı” olduğunun söylenmesini Köylüyan’dan kendisinin rica ettiğini, bunun “Birleşmiş Ermeniler”e yardım için gönderildiği zaman misyonlarına, Kutsal Peder Papa XIII. Leon tarafından verilen bir isim olduğunu bildirmiştir. Bu sözlerin siyasi mesajlar olmayıp sadece dinî bir anlamı bulunduğunu, bu sebepten tercümanın gemiye binmesinde hiçbir sorunun çıkmamasını umduğunu ifade etmiştir[60].
Yine belgelerden anlaşıldığı üzere 18 Nisan 1894 tarihinde Ermeni ayrılıkçı hareketine yardımcı olduğu konusunda hakkında şikayet bulunan Basra İngiliz konsolosluğu ikinci tercümanı Ermeni Matos Efendi hakkında da gerekli işlemlerin yapılması istenmiştir[61]. Bunun dışında 17 Kasım 1894 tarihinde Samsun’daki Avusturya Acentesi tercümanlığında bulunan bir Ermeni’nin fesat hareketlerinden dolayı tercümanlıktan çıkarıldığı görülmektedir. Aynı kişinin daha sonra takip edilmesi ve yakalanması için isminin öğrenilerek kısa süre içerisinde Zaptiye Nezareti’ne bildirilmesi istenmiştir[62].
Tercümanların elçilerinin vekili, istihbarat görevlisi tabiri caizse “gözü, kulağı ve ağzı” olarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır[63]. Bu anlamda Ermeni tercümanların bazen Avrupalı devletlerin aracılığını bazen de komitacı Ermenilerin taraftarlığını üstlendiği görülür. Mesela 30 Aralık 1895 tarihinde elçiliklerin tercümanları, Zeytun’da isyan eden Ermeniler için Babıali’den ayrıcalık istemeye gitmişlerdir[64]. Yine 1894 yılının son aylarında Sivas vilayetinden gönderilen telgraflardan anlaşıldığı kadarıyla Samsun’daki Avusturya acentesinin Berar Manik (?) müstear isimli Ermeni asıllı tercümanı, acenteye ait belgeler arasında yurtdışından gönderilen Hınçak gazetesinin el altından dağıtımını yapmaktaydı. Bu olayın anlaşılmasından sonra tercümanın görevine son verilmesi ve ardından gerekli incelemenin yapılması söz konusu olmuştur[65].
Bu anlamda 24 Şubat 1896 tarihinde Arnavutların zulmettiği yolunda Vulçetrin ve Priştine ahalisi adına verilen şikayet dilekçelerinin, yapılan inceleme sonucunda Priştine’de bulunan Sırp konsolosluğu tercümanı Ermeni asıllı Merat tarafından yazıldığı tespit edilmiştir[66]. Keza 21 Mart 1896 tarihinde İskenderun’da Ermeni bir tercümanın kasten yanlış tercüme yapması neticesinde Osmanlı ve İngiliz denizcileri arasında bir kavga yaşandığı görülmektedir[67]. Bu örnekler yukarıda değindiğimiz endişelerin haklılığını göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
IV) XX. Yüzyılda Ermeni Tercümanlar
Ermeni tercümanların XX. yüzyılın başlarında da ayrılıkçı Ermeni hareketlerini desteklediklerini görmekteyiz. Mesela 8 Ocak 1902 tarihinde Diyarbakır Fransa konsolosluk tercümanı olarak görev yapan Kasabyan Artin adlı bir Ermeni, bölgede bir takım fesat hareketlerine girişip bozgunculuk yapınca oradaki görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu kişinin Maraş’ta görevlendirilmesi düşünülmüşse de orada da görev yapmasının uygun olmayacağı bildirilmiştir[68].
Bu dönemler Ermeni komitacıların ve bu arada komitacı tercümanların tam anlamıyla faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda 12 Mart 1903 tarihinde Amerikan elçiliği tercümanı olan Erşak Şimadunyan hakkında inceleme ve takibat yapılmış, bu tercümanın Anadolu’da Ermeni fesat hareketlerine katıldığı tespit edilmiş ve görevinden uzaklaştırılmıştır[69]. Bu tür olumsuzluklara rağmen Avrupalı devletler tarafından Ermenilerin tercüman olarak tercih edilmeye devam edildiği de görülmektedir. Mesela belgelerden 18 Mart 1903 tarihinde İstanbul Flemenk elçiliği tercümanlığına bir Ermeni’nin tayin edildiği tespit edilmektedir[70].
Kaynaklarda tercümanların devletlerin ikili ilişkilerinde ve siyasetlerinde gerçekten belirleyici ve etkin bir konuma sahip oldukları tespit edilebilmektedir. Bu ifadenin abartılı olmadığı çok rahat gözlemlenebilir. Bu anlamda mesela 11 Aralık 1906 tarihli bir belgeden Ruslarla sınır boylarında zabit ve askerler arasında son derece dostane devam etmekte olan ilişkileri, Rusya’nın Erzurum Konsolosluğuna atanan Ermeni tercümanın bozabileceği ile ilgili endişelerin bulunduğu görülmektedir. Bu sebepten elçilik vasıtasıyla konsolosun dolayısıyla tercümanın da değiştirilmesi hakkında talepler gündeme gelmiştir[71].
Tercümanların görevleri sırasında işlerine geldiği şekilde davrandıkları, meseleleri bazen abarttıkları bazen yönlendirdikleri de anlaşılmaktadır. Mesela 17 Haziran 1912 tarihinde Van Fransız konsolosunun ve Ermeni tercümanının Van’da asayişin kötü olduğu hakkında verdikleri haberlerin kötü niyetli olduğu, esasen Van’da asayişin normal olduğu tespit edilmiştir[72]. Bu tür komitacı ve ayrılıkçı tercümanlar görevlerinden uzaklaştırılmışlardır.
Ermenilerin artan terör eylemleri sonucunda Osmanlı Hükümeti en son çare olarak 27 Mayıs 1915 tarihinde “Tehcir Kanunu” adıyla meşhur olan sevk ve iskan kanunu çıkarmış ve Doğu Anadolu’daki Ermeni halkı, yoğun olduğu eyaletlerde ihtilal çıkarmalarını engellemek için yani tamamen askerî sebeplerden dolayı başka bölgelere göç ettirmiştir[73]. Tehcirin amacının, Ermenilerin hükümet aleyhinde faaliyetlerde bulunmasını önlemek ve bağımsız bir Ermenistan hükümeti kurulmasını olanaksız hale getirmek olduğu belirtilmiştir[74]. Ancak Anadolu’daki Ermenilerin tamamı göç ettirilmemiştir[75].
Anadolu’da kalan Ermenilerden bölücü faaliyetlere karışanların, Avrupa’da bulunan Ermeni komitacılarıyla her türlü haberleşmesini yine Ermeni tercümanların sağladığı görülmektedir. Bu anlamda 21 Ağustos 1916 tarihli bir belgeden İstanbul’daki Amerika elçiliği tercümanı Şimadunyan[76] ve elçinin özel katibi Andonyan isimli şahısların Avrupa’da bulunan Ermeni komitacılarına her türlü haberleşmeyi sağladıkları ve her ikisinin de bu dönemlerde ayrılıkçı komitacı Ermenilere en çok hizmet etmiş adamlar olarak tanındığı ifade edilmektedir. Bu sebeple Dahiliye Nezareti’nin gerekli tedbirleri alması gündeme gelmiştir[77].
Burada ifade edilmesi gereken bir diğer husus da gerek I. Dünya Savaşı ve gerekse Milli Mücadele dönemlerinde çeşitli sebeplerle Anadolu’ya yabancıların gelmeye devam ettiğidir. Anadolu’da dolaşan yabancı devlet adamı, memur, gezgin, tüccar vs.nin de yanlarında gayrimüslim tercümanların bulunması, Türkler aleyhinde olumsuz bir imaj oluşmasının önemli nedenlerindendir[78]. Milli Mücadele dönemlerinde de Müslüman tercüman sıkıntısının var olduğu ve Ermeni tercümanların Türk hükümeti aleyhine faaliyetler içerisinde oldukları bilinmektedir. Bu konuyla ilgili araştırmalardan anlaşıldığına göre 1919’da Karahisar-ı Sahip’te (Afyonkarahisar) bulunan İngiliz siyasi temsilciliğinin tercümanı Ermeni milletinden bir kişidir. Hem adındaki bu kişinin Türkleri rahatsız ve rencide edecek bir tavır içerisinde olduğu, Türk ve İngilizler arasına nifak sokmaktan geri kalmadığı anlaşılmış, bu sebepten görevinden alınması istenmiştir[79].
Kaynaklardan anlaşıldığı üzere işgal yıllarında İtilâf devletleri polisinin, özellikle İngiliz yetkililerinin çalıştırdığı Rum ve Ermeni tercüman ve yardımcılar, bu yetkililerin Türklere karşı olan tutumlarına büyük ölçüde olumsuz etki yapmıştır. Çünkü bu yetkililer ister istemez Türklere, söz konusu Osmanlı tebaası Rum veya Ermenilerin gözüyle bakmaktaydı. Bu hususta Harold Armstrong’un konuyla ilgili olarak söylediği “Dürüst olmayan tercümanlara güvenen İngiliz askeri makamları, sarhoş, faydasız ve yalancı bir zorba olan Dipovan gibi canavarlara güveniyor; onlara yetki vererek iyi adımızı lekeliyorlardı”[80] sözleri görüşlerimizi desteklemektedir.
Esasen bu Ermeni veya Rum tercümanların tavırları ve faaliyetlerinin zamanla yabancıları da rahatsız ettiğini görmek mümkündür. Mesela Sivas Kongresi’nin gerçekleştirilmesi sırasında incelemeler yapmak üzere Anadolu’da bulunan General Harbord ve General Pershing’in iyi niyetleri ve tarafsız davranmaya çalışmalarına rağmen bu mümkün olmamıştır. Çünkü heyette Mühendis Binbaşı Şekerciyan, Mühendis Üsteğmen H. H. Kaçadoryan, Yardımcı Aram Kojassar, Tercüman Dikran Serjenyan ve Tercüman Dik Ohanesyan olmak üzere ikisi subay, üçü sivil beş Amerikalı Ermeni bulunmaktadır. General Harbord heyetinde bulunan Ermenileri çevresinden uzaklaştırarak, güvenilir, dürüst ve Türk asıllı bir tercüman ve rehber bulunmasını İstanbul’daki temsilcilerinden istemiştir. Amerikan Büyükelçisi de Robert Koleji Müdürü ile temasa geçerek kolejde tarih öğretmeni olan Hüseyin Pektaş’ın bu iş için görevlendirilmesini sağlamıştır[81]. Ancak aynı hassasiyeti göstermeyen yabancıların, Ermeni tercümanların yönlendirmeleri sonucu yanılgı içine düştükleri de ifade edilmelidir.
SONUÇ
Tarihin erken dönemlerinden beri devletlerarası ilişkilerde vazgeçilmez bir unsur olan tercümanlık müessesesi, Osmanlı Devleti’nde ilk dönemlerde Müslümanların her hangi bir Batı dili öğrenmeye karşı ilgisiz kalmaları sebebiyle, köken olarak Batılı olan ancak din değiştirerek Osmanlı hizmetinde çalışan kişilerin görev aldıkları bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek elçilik ve devletlerarası ilişkilerde resmi gerekse gezgin ve tüccarlık gibi alanlarda verilen ve sivil olarak tanımlanabilecek tercümanlık hizmetleri, uzun bir süre Osmanlı’nın gayrimüslim unsurlarının yerine getirdikleri bir görev olmuştur. Bu anlamda Osmanlı’nın Rum tebaasının daha çok resmi tercümanlık hizmetlerinde ön plana çıktığı, bunun yanında sivil tercümanlık hizmetlerinde Rumların yanında özellikle Ermeni ve Yahudilerin de görev yaptıkları görülmektedir.
Ermenilerin, Osmanlı dışişleri teşkilatında XVIII. yüzyıldan itibaren ancak yoğun olarak özellikle Rumların resmi tercümanlık görevlerinin sona erdiği 1821 yılındaki Yunan isyanından sonra görev almaya başladıkları anlaşılmaktadır. Kaynaklarda Osmanlı Dışişlerinde çeşitli alanlarda görev yapan Ermenilerin genel olarak titizlikle çalıştıkları anlatılmaktadır. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni meselesinin uluslararası kamuoyunda gündeme gelmeye başlaması ile birlikte Ermeni tercümanlardan birçoğunun ayrılıkçı Ermenilerle birlikte hareket etmeye başladıkları, belgelerdeki ifadesiyle “fesat erbabından” oldukları görülmektedir. Tabiri caizse tercümanlar, kökleri yurtdışında olan ayrılıkçı Ermeni hareketlerinin, Osmanlı topraklarındaki ayakları ve takipçileri olmuştur.
Ayrılıkçı Ermeni hareketlerinin yoğunlaştığı II. Abdulhamid döneminde, Osmanlı topraklarında komitacı Ermeni faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla Ermenice bilen memur ihtiyacının yoğun bir şekilde hissedilmeye başlandığı görülmektedir. Bu dönemlerde Ermenice okuyan, yazabilen aynı zamanda tercüme yapabilecek güvenilir memur ihtiyacı ile ilgili yazışmalar ilginç bir gerçeği gözler önüne sermiştir. Bu da tercüman olarak talep edilen Ermeni, Rum ve Bulgar dillerini bilen güvenilir kişilerin İstanbul’da dahi bulunamadığıdır.
Bu dönemde Ermeni çıkarlarını destekleyen kişilerin tercüman olarak görev yapmaya devam etmesi veya Batı dili ve Ermenice bilen güvenilir memurlar bulunmaması şüphesiz Osmanlı’nın bir zafiyetidir. İşin ilginç tarafı Osmanlı yöneticileri; komitacı Ermeni tercümanların bütün bu ayrılıkçı faaliyetlerine karşın onları görevlerinden almak dışında, bu soruna köklü çözümler getirememiş, ihtiyacı çok hissedilen Müslüman tercümanları yetiştirememiştir. Bunun temel sebepleri arasında; Osmanlı yöneticilerinin Ermenice, Bulgarca ve Rumca gibi kendi tebaasının dillerinin öğretilmesini ihtiyaç olarak görmemesi, bu diller ile ilgili bir beklentisinin olmaması, yabancı dil eğitiminin uzun seneler alması, dil felsefe ve eğitiminin sağlam temellere oturtulamaması, tercümanlık konusunda ihmalkâr davranılması ve dünyadaki gelişme ve değişmeleri yeterince takip edememesi gibi nedenler sayılabilir.
Bu çerçeveden bakıldığında güvenilir tercümanların gerek tarihte gerekse günümüz dünyasında göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir ihtiyaç olduğu görülecektir. Kanaatimizce Ermeni meselesinde Türkiye’nin elini kuvvetlendirecek en önemli avantajlardan birisi; makalemizde incelemeye çalıştığımız içlerinde Ermenice’nin de bulunduğu çeşitli yabancı dilleri ve Türk tarihini iyi bilen elemanlar olacak ve bu durum ülkemizde uzun vadede son derece önemli gelişmelerin zeminini oluşturacaktır.
EKLER
Ek-1. Erzurum Vilayeti’ne Ermenice Bilen Güvenilir bir Kişinin Tercüman Olarak Tayini Hakkında
BOA, DH.MKT. nr. 62/238.
Ek-2. Osmanlı Ülkesine Gelen Yabancılara Yahudi, Rum ve Ermeni Milletinden Tercümanların Yanlış Bilgi Vermeleri Hakkında
BOA, Y.MTV., nr. 134/78.
Ek-3. Ruslarla Olan Dostane İlişkileri Erzurum Rus Konsolosluğu Ermeni Tercümanının Bozabileceği Hakkında
BOA, Y.PRK.ASK. nr. 62/242.
Ek-4. Amerikan Elçiliği Tercümanı Şimadunyan ve Elçinin Özel Katibi Andonyan’ın Devlet Aleyhindeki Faaliyetleri Hakkında
BOA, HR. SYS, nr. 2883/37-1.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Konuyla ilgili mesela bkz. Ömer Demircan, Dünden Bugüne Türkiye’de Yabancı Dil, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1988, s. 40 vd; yine Mustafa Durmuş Çelebi, “Türkiye’de Anadili Eğitimi ve Yabancı Dil Öğretimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:21 Yıl:2006/2, s. 285-307.
[2] Üniversiteler Arası Kurul’un, 2008 yılının Temmuz ayında Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde Ermenice, İbranice, Yunanca, Arapça dil ve edebiyat bölümlerinin açılışına onay vermesi, bu ihtiyaca bir çözüm olarak değerlendirilebilir. Bu kararla, Türkiye’de ilk kez Ermeni Dili ve Edebiyatı’nın resmi bir bölüm olarak öğretim faaliyetine başlamasına izin çıkmıştır. Bkz. “Üniversiteler Arası Kurul’dan Ermenice’ye İzin”, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9390811.asp?m=1, (9 Temmuz 2008).
[3] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (çev. Metin Kıratlı), 2. baskı, Ankara: TTK Yayını, 1984, s. 87-88.
[4] Cengiz Orhonlu, “Osmanlı Devletinde “Tercümanlık””, Atatürk Konferansları V, 1971-1972, Ankara: TTK yay., 1975, s. 14-15 vd.
[5] Bkz. Hüner Tuncer, “Osmanlı Elçisi Ebubekir Ratip Efendinin Viyana Mektupları (1792)”, Belleten, Cilt XLIII, Ocak 1979, Sayı 169, s. 74; ayrıca bkz. Cahit Bilim, “Ebubekir Ratip Efendi”, Belleten, Cilt LIV, Sayı: 209, (Nisan 1990), s. 262 vd.
[6] E. Ratip Efendi, akademinin kitaplarını, kanunlarını, para koleksiyonunu ve korosunu büyük bir hayranlıkla izlediğini de anlatmaktadır. Ayrıca “Asya Akademisi”nden de bahseden E. Ratip Efendi, buraya bazı kitaplar da hediye etmiştir. Bkz. Hüner Tuncer, “Osmanlı Elçisi…”, s. 74; ayrıca Cahit Bilim, “Ebubekir Ratip Efendi”, s. 262 vd.
[7] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara: TTK yay., 1988, s. 71.
[8] Bernard Lewis, “Fransız Devriminin Türkiye’deki Yankıları”, Dünyayı Değiştiren On Yıl, (Server Tanilli eseri içinde), İstanbul: Adam Yayını, 2004, s. 206; Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, (çev. Osman Akınhay), İstanbul: Papirüs yayını, 1997, C. I, s. 39; Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”, Tarih ve Toplum, (Şubat 1996), C. 25, S. 146, s. 17-18.
[9] Geniş bilgi için bkz. Cengiz Orhonlu, “Osmanlı Devletinde “Tercümanlık””, s. 15 vd.
[10] Bu konuyla ilgili bkz. Kenan İnan, “Osmanlı Döneminde Yabancı Elçilik ve Konsoloslarda Görevli Tercümanların Statüleri”, Tarih ve Toplum, (Ekim 1996), C. 26, S. 154, s. 4 vd.; yine Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde …”, s. 17 vd.
[11] Frédéric Hitzel, “Dil Oğlanları”, (çev. Aksel Tibet), Toplumsal Tarih, (Eylül 1995), s. 38.
[12] Gilles Veinstein, “Osmanlı Yönetimi ve Tercümanlar Sorunu”, Osmanlı, C. 6, (edt. Güler Eren), Ankara: Yeni Türkiye Yay., 1999, s. 257; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin…, s. 72.
[13] Frédéric Hitzel, “Dil Oğlanları”, C. 4, S. 21, s. 37.
[14] Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde…”, s. 18.
[15] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 87-88; Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s. 40; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin…, s. 72.
[16] Bu bağlamda mesela XIX. yüzyıl içinde Londra’ya atanan 16 elçiden 3’ü, Washington’a atanan 7 elçiden 2’si, Berlin’e atanan 15 elçiden 2’si ve Roma’ya atanan 10 elçiden 4’ü Fenerli Rum’dur. Bkz. Ergun Göze, “Diplomasimizin Müesseseleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 7, Ağustos 1980, s. 177; keza bkz. Carter V. Findley, “The Legacy of Tradition to Reform: Origins of the Ottoman Foreign Ministry”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 1, No. 4, (Oct., 1970), s. 338; “Museum Ancient Turkish Costume”, The New York Times, 7 Mayıs 1853. yine bkz. Ercümend Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faâliyetleri 1793-1821, 2. Baskı, Ankara: Türk Kült. Araş. Enst. Yay., 1988, s. 10-11; Hüner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ankara: Dış Politika Enstitüsü Yay., 1991, s. 50; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, (yay. haz. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara: TTK Yay., 1992, s. 178.
[17] Bkz. Gilles Veinstein, “Osmanlı Yönetimi…”, s. 258.
[18] İngiliz Türkolog Charles Wells (1839-1917), Osmanlı idarecilerine Türkçe bilmeyen Avrupalı diplomatları ülkelerine kabul etmemelerini tavsiye eder. Bkz. Hüseyin Çelik, Türk Dostu, İngiliz Türkolog Charles Wells Hayatı-Eserleri ve Osmanlı Türkleri İle İlgili Düşünceleri, Ankara: Kültür Bakanlığı yayını, 1996, s. 22-23.
[19] Adolphus Slade, Sir Adolphus Slade’in (Müşavir Paşa) Türkiye Seyahatnamesi ve Türk Donanması İle Yaptığı “Karadeniz” Seferi, (çev. Ali Rıza Seyfioğlu), Genelkurmay IX. Şube Yayınları, Askeri Deniz Matbaası, 1945, s. 150-152; Bu anlamda mesela C. Wells, Türkler ve İngilizler arasında ortaya çıkan yanlış anlamaların temel sebebinin Türkiye’de görevli olan İngilizlerin Türkçe bilmemesine bağlamaktadır. Bkz. Hüseyin Çelik, Türk Dostu…, s. 22-23.
[20] Carter V. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform Bâbıâli (1789-1922), (çev. Latif Boyacı-İzzet Akyol), İstanbul: İz yayıncılık, 1994, s. 116; Örneğin Tanzimat’ın üç Hariciye Nazırı Mustafa Reşit, Ali ve Fuat Paşalar bu makama yükselmelerini yabancı dil bilmelerine borçluydular. Bkz. Ergun Göze, “Diplomasimizin Müesseseleri”, s. 177.
[21] Carter V. Findley, Osmanlı Devletinde…, s. 106-107.
[22] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin…, s. 74.
[23] Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, 6. Cilt, s. 2695.
[24] Carter V. Findley, Osmanlı Devletinde…, s. 114-115; Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet (Osmanlı Tarihi), 6. Cilt, (yay. haz. Dündar Günday-Mümin Çevik), İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1994, s. 2776-2777; Bulgarzade Yahya Efendi ile birlikte oğlu Ruhu’l-Din Efendi de Rumca ve Fransızca belgeleri tercüme etmek ve birkaç yardımcı eğitmek üzere Bâb-ı Âlî’ye görevlendirildiler. Ancak bunun yeterinde hızlı sonuç vermeyeceği anlaşılınca aslında çok fazla güvenilmemekle birlikte Yahya Efendi’nin kontrolünde çalıştırılmak üzere Stavraki Aristarchi’nin tercüme işlerinde geçici olarak görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Aristarchi, 1822 yılı Nisan’ına kadar görevde kalmış ancak bu tarihte o da görevinden alınmıştır. Bkz. Carter V. Findley, Osmanlı Devletinde…, s. 114-115.
[25] Y. Gamidas Çark (Çarkçıyan), Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul: Yeni Matbaa, 1953, s. 28.
[26] Louis Mitler, “The Genoese in Galata: 1453-1682”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 10, No. 1, (Feb., 1979), s. 90.
[27] Vahan M. Kurkjian, A History of Armenia, The Armenian General Benevolent Union of America yayını, 1958, s. s. 469. (Bu eser internette tam metin (523 s.) olarak yayınlanmaktadır. Bkz. http://penelope.uchicago.edu/Thayer/E/Gazetteer/Places/Asia/ Armenia/_Texts/KURARM/ home.html), (28.10.2007).
[28] Kevork Pamukciyan, “Camcioğlu Ermeni Tercümanlar Ailesi”, Tarih ve Toplum, (Kasım 1995), C. 24, S. 143, s. 23-24.
[29] Kevork Pamukciyan, “Camcioğlu Ermeni…”, s. 23. İsveç elçiliğinin tercümanları ile ilgili ayrıca bkz. Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde …”, s. 19.
[30] Mustafa Gençoğlu, “Başlangıçtan İkinci Meşrutiyete Osmanlı’da Yurt Dışı Eğitimi ve Sonuçları”, Köksav E-Bülten Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Vakfı, 29 Mart 2008; keza bkz. Cahit Bilim, “Osmanlılar'da Avrupa'ya Öğrenci Gönderilmesi”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (Nisan 1999), Cilt: 1, Sayı: 1, s. 25.
[31] BOA, C.ML. nr. 1468/32.
[32] Görüleceği üzere Agop Gırcikyan’ın popülerliği, Reşid Paşa’nın siyasi kariyeri ile uyumlu olarak sürekli artan bir grafik izlemiştir. Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 128-129.
[33] Bu kişi aynı zamanda Paris Ziraat Fakültesinden mezun olmuştur. Bkz. Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 128-130.
[34] Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 130-131.
[35] 1859 yılında Türkçe olarak Grammaire Française’i neşretmiştir. Bkz. Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 132.
[36] Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 134-135.
[37] Mesela bkz. Ömer Demircan, Dünden Bugüne, s. 48.
[38] Bu aileye mensup Ermenilerin, II. Mahmud döneminde devlet dairelerine asılan resimleri yaptıkları da anlaşılmaktadır. Bkz. Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 137.
[39] Mesela tercüme işleriyle uğraşan veya dışişlerinde çalışan Ermeniler arasında Sebuh Laz Minas (Hüsrev Bey) (1825-1887), Krikor Odyan (1834-1887), Hariciye baş sırkatibi olarak Serkis, muhasebat müdürü Huryan ve matbuat kalemi baş memurluğunda da Parnasyan Efendi’ler, Rupen Manas (Rubens), Zenop Manas, aynı aileden Gaspar Manas, Usep Serpos, Avedik Sahumyan, Divân-ı Hümayun birinci mütercimi Davud Efendi ve ikinci mütercimi Nişan Seferyan Efendi’ler bulunmaktaydı. Ayrıca Nişan Efendi’nin kardeşi Hımayak Seferyan Efendi, Haçik Efendi, Papazyan gibi Ermeni vatandaşlar da yine Osmanlı Hariciyesinde çalışan Ermenilerden bazıları idi. Bkz. Y. Gamidas Çark, Türk Devleti…, s. 132-145.
[40] Kevork Pamukciyan, “Camcioğlu Ermeni…”, s. 23-24.
[41] Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Cilt 1-2, İstanbul: Eser matbaası, 1977, s. 639.
[42] BOA, A.MKT.UM., nr. 90-1/87.
[43] Ömer Demircan, Dünden Bugüne…, s. 48.
[44] Osman Ergin Türkiye Maarif Tarihi…, s. 638-644.
[45] Bkz. Uğurhan Karaaslan, “Osmanlı Dış Politikasında Değişim ve Babıali Tercüme Odası”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, 1999, 2. Bölüm, s. 44-46.
[46] BOA, DH.MKT., nr. 45/1756.
[47] Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Ermenilerinde Kültür Modernleşmesi, Cemaat Okulları ve Abdülhamid Rejimi”, Tarih ve Toplum, Yeni Yaklaşımlar, Sayı: 5 (245), Bahar (Ağustos 2007), s. 90-91.
[48] BOA, DH.MKT. nr. 103/1998.
[49] Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Ermenilerinde…”, s. 90-91.
[50] BOA, İ.HUS., nr. 1312/N-25/35.
[51] BOA, DH.MKT. nr. 43/224.
[52] BOA, DH.MKT. nr. 39/291.
[53] BOA, DH.MKT. nr. 62/238. (Bkz. Ek-1).
[54] BOA, A.MKT.MHM., nr. 4/636. Burada 1885’lerde Tercüme odasında görevli tercümanların maaşlarının aylık 250 ile 1200 kuruş arasında değişmekte olduğunu, bazen bu rakamın daha yükseklere çıktığını ifade etmek gerekir. Bu konuyla ilgili bkz. Sezai Balcı, “Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı Ali Tercüme Odası”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, 2006, 3. bölüm, s. 109-112 vd. Yine XIX. yüzyılın başlarında mesela Mora tercümanının maaşının aylık 1250 kuruş olduğunu ifade etmek kıyas açısından faydalı olacaktır. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin…, s. 76.
[55] BOA, DH.MKT. nr. 62/238.
[56] Osman Ergin Türkiye Maarif Tarihi…, s. 640.
[57] Geniş bilgi için bkz. Gürsoy Şahin, İngiliz Seyahatnamelerine Göre Osmanlı Toplumu ve Türk İmajı, İstanbul: Gökkubbe Yay., 2007, s. 55 vd.
[58] BOA, Y.MTV., nr. 134/78. (Bkz. Ek-2).
[59] BOA, A.MKT.MHM., nr. 660/2.
[60] BOA, HR.SYS., nr. 2748/48.
[61] BOA, DH.MKT., nr. 35/225.
[62] BOA, İ.HUS., nr. 1312/CA067/31.
[63] Alfred C. Wood, A History of the Levant Company, Londra 1964, s. 225’den naklen Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde …”, s. 20.
[64] “Reinforcements for Armenians”, The New York Times, (30 Dec. 1895).
[65] BOA, A.MKT.MHM., nr. 15/715.
[66] BOA, A.MKT.MHM., nr. 12/691.
[67] BOA, Y.A.HUS., nr. 37/348.
[68] BOA, İ.HUS., nr. 1319/N-095/92; Y.A.HUS. nr. 10/424.
[69] BOA, A.MKT.MHM., 6/730.
[70] BOA, Y.A.HUS., nr. 32/444.
[71] BOA, Y.PRK.ASK., nr. 62/242. (Bkz. Ek-3)
[72] BOA, HR. SYS., nr. 84/85-1.
[73] Konumuzun kapsamı dışında olduğu için bu konuda mesela bkz. Hikmet Özdemir – Kemal Çiçek vd., Ermeniler: Sürgün ve Göç, Ankara: TTK Yay., 2004, s. 67.
[74] Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917, Ankara: TTK yayını, 2005, s. 49.
[75] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Davut Kılıç, “1915’te Tehcir Edilmeyen Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, C. II, (yay. haz. Şenol Kantarcı, Kamer Kasım vd.), Ankara: Asam-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, 2003, ss.113-120.
[76] Muhtemelen Mart 1903 tarihinde Amerikan elçiliği tercümanı olarak görev yapan Erşak Şimadunyan (BOA, A.MKT.MHM. 6/730) ile aynı kişi veya aynı aileden gelen bir tercümandır.
[77] BOA, HR. SYS, nr. 2883/37-1. (Bkz. Ek-4).
[78] Gürsoy Şahin, “Atatürk Döneminde Batı’daki Olumsuz Türk ve Türkiye İmajını Düzeltme Çabaları ve Türk Seyyahin Cemiyeti’nin Bu Konudaki Çalışmaları”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Doğumunun 125. Yılında Atatürk Özel Sayısı, 8. Cilt, Sayı 3, Aralık 2006, ss.137-159.
[79] Mustafa Turan, “Karahisar-ı Sahip’te İngiliz Siyasi Temsilciliği Tercümanı Ermeni Hem’e Tepkiler ve Ermeni Meselesine Politik Yaklaşım”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3. Cilt, Sayı I, Haziran 2001, Afyon 2001, s. 19-20.
[80] Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, 3. baskı, Ankara: TTK yay., 1995, C. I, s. 12-13.
[81] Fethi Tevetoğlu “Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi Tanık ve Tercümanı Prof. Hulusi Y. Hüseyin (Pektaş)’, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 4. Cilt, Sayı 10, Kasım 1987, s. 201.
| |