Öz: Bireylerin belleğini toplumdan ayrı düşünmemek gerekir. Toplumun üyesi olan her birey toplumun birer örneği gibidir. Günümüzde toplumsal belleğin oluşumunda, korunmasında ve belleğin aktarılmasında sözlü, yazılı ve görsel kültür ürünleri oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu iddia eden çevreler de belirli bir toplumsal bellek oluşturmak için bu sözlü, yazılı ve görsel kültür ürünlerini propaganda amacıyla kullanmaktadır. Özellikle görsel kültür ürünü olarak belgesel film aracılığı ile yapılan propagandalar “belgeselin belge niteliği taşıması” nedeniyle gerçek kabul edilebilmektedir. “Armenia: The Betrayed” adlı “belgesel” film çalışması ise belirli bir toplumsal bellek oluşturmak için yapılmış propaganda çalışmalarına örnek gösterilebilir.
Anahtar Kelimeler: Ermeni İddiaları, Sözde soykırım, Toplumsal bellek, Belgesel, Görsel ve Sözlü Kültür.
Abstract: It’s neccessary not to think of the memory of individuals separated from the community. Every single individual of the society is just like the model of the society. Today, oral, written and visual culture components are often used for the social memory’s building, protecting and transferring. The ones who claim the 1915 incidents as “genocide” are used the oral, written and visual culture components with the aim of propaganda to make a specific social memory. Especially the propaganda works by the documentary films as visual culture compenent are accepted as truth because of “the document fact of documentaries”. It’s possible to show the documentary named “Armenia: The Betrayed” as example of the propaganda works to make a specific social memory.
Key Words: Armenian Claims, So-Called Genocide, Social Memory, Documenraty, Visual and Oral Culture.
Giriş
Bireylerin belleği olduğu gibi toplumların da belleği vardır. Hatta bu konuyu bireylerin bellekleri toplum tarafından şekillenir diyerek, toplum belleğini daha da ön plana çıkartabiliriz. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır, yaşadığımız çevre içinde oluşmuş bir belleğe sahibiz, eğer toplumdan soyut yaşamıyorsak bunun tersini iddia etmek güçtür. Buna toplumun üyesi olarak bireyin belleği, toplumun birer örneğidir de diyebiliriz.
Günümüzde toplumsal bellek; edebiyat, sinema ve sosyal psikoloji gibi birçok yönden incelenme gereksinimi duymaktadır. Ancak bu tür çalışmalar Türkiye’de çok az sayıda yapılmaktadır. Örneğin edebiyat ve toplumsal bellek üzerine kaynak bulmak çok zorken sinema ve toplumsal bellek konusunda da Birsen Karaca’nın yapmış olduğu “Sözde Ermeni Soykırımı”[1] adlı çalışmanın dışında bu konuda kaynak bulmak zordur. Bu yüzden referans olarak alınan kaynakların çoğu doğrudan araştırılan konuya yönelik değil. Bu ise çalışmanın hem avantajı hem de dezavantajı olmaktadır.
Toplumsal belleğin oluşumunda, korunmasında ve belleğin aktarılmasında kullanılan birçok somut ya da soyut unsur vardır. Burada Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde toplumsal belleğin oluşumunda, korunmasında ve aktarılmasında kullanılan “belgesel sinema” daha da özelde “tarihi belgesel sinema” toplumsal hafızayla ve sözlü - görsel kültürle bağlantılı olarak Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde değerlendirilecektir.
Sözlü kültürden yazılı kültüre ve sonuç olarak görsel kültüre geçiş yaptığımız görülmektedir. Ancak Ong, “Sözlü ve Yazılı Kültür”[2] adlı çalışmasında görsel kültürü sözlü kültürden ayıramayacağımızı söylemektedir. Ong görsel kültürün, sözlü kültürün aracı olan konuşma kalıplarını kullanması nedeniyle “ikincil sözlü kültür çağı” olarak değerlendirir. Bu sebeple görsel kültürün, konuşma kalıplarını da içermesi nedeniyle bu iki kültürü birbirinden ayrı değerlendirmek zordur. Bundan dolayı bu çalışmada ikisi birlikte değerlendirilecektir.
“İkincil sözlü kültür çağı”nda belirli çevreler tarafından oluşturulan ve algılama mekanizmalarını değiştirenler bizlerin belleklerine bazı yanlış bilgiler kaydetmeye çalışmaktadır. Özellikle Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde görsel kültürün belirli bir toplumsal bellek oluşturma yolunda izlemiş olduğu çabayı açıkça görmekteyiz. Çünkü çağımızın görsel etkisi düşünülürse 1915 olaylarını “soykırım” olarak, toplumsal belleğe işleyebilecekleri en kolay yer görsel alanlardır. Özellikle görsele olan ilgiyle beraber, belgesellerin görsel “belge” niteliği taşıması ve izlenenler tarafından “gerçek” kabul edilmesi nedeniyle bu türe ayrı bir eğilim vardır.
Ermeni soykırımı iddialarında çokça kullanılan anıların sözlü kültür - tarih çalışmalarında ve yazılı kaynaklarda “belge” olarak kullanılmasının yanında artık görsel ürünlerde de “belge” olarak kullanımı mevcuttur. Bu nedenle burada anlatılan “anı”lar toplumsal bellekle ve belgeselle bağlantılı olarak incelenecektir. Belirli bir toplumsal bellek oluşturmayı amaçlayan bu belgeseller görsel kültürde, sözlü kültürü etkin bir şekilde kullanmaktadır. Bundan dolayı öncelikle toplumsal bellek, belgesel ve sözlü kültür değerlendirilecektir. Elde edilen bilgiler ışığında örnek belgesel “Armenia: The Betrayed”in analizi yapılacaktır.
1.Toplumsal Bellek
Toplumsal bellek yerine toplumsal hafıza bazen de kültürel bellek gibi benzer kavramlar kullanılmaktadır. Ancak burada, bu kavramlardan daha çok “toplumsal bellek” kullanılacaktır. Fransız sosyolog Maurice Halbwachs 1920’erde ilk kez “toplumsal bellek” kavramını kullanmıştır. “Halbwachs’ın tüm eserlerinde izlenen ana tez, belleğin sosyal koşullara bağlılığıdır. Halbwachs, belleği biyolojik açıdan, yani nöroloji ve beyin fizyolojisi açısından ele almaz, bunun yerine bireysel bir belleğin oluşması ve korunması için şart olan sosyal çevreyi koyar. Bu çerçevenin dışında toplumda yaşayan insanların hatıralarını sabitleştirecekleri ve yeniden bulabilecekleri bir başka bellek olamaz”[3] buradan şu anlaşılmaktadır; bireyin nöroloji ve beyin fizyolojisi açısından bir belleği vardır ancak onu oluşturan toplumdur, biyolojik olarak var olan bellek toplum olmadığı sürece yoktur.
Assman ise toplumsal bellek bağlamında iletişimsel bellek ve kültürel bellekten bahseder. İletişimsel bellek yakın zamana ait hatırladıklarımız iken kültürel bellek daha eski bir zamana ait anılardır. Aslında iletişimsel ve kültürel bellek toplumsal belleğin iki ucu olarak tanımlanmaktadır.
Habwachs hatırlamayı ve unutmayı kendi teorisi içinde çok iyi açıklamaktadır: “…belek ve hatırlamanın öznesi her zaman tek tek bireylerdir, ama onların anılarını kurgulayan ‘çerçeveye’ bağımlıdırlar. Bu teorinin iyi tarafı hatırlama ile birlikte unutmayı da açıklayabilmesidir. Bir insan –ve bir toplum- geçmişi sadece bağlantı kurduğu ilişki çerçevesinde yeniden kurabiliyorsa, bu ilişki çerçevesinin dışında kalan her şeyi unutacaktır.”[4] Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde, bu hatırlama ve unutma konusu Ermenilerin hatırladıkları anıların yanında unuttukları anıları da açıklamak için kullanılacaktır. Çünkü soykırım iddiaları çerçevesinde hatırlananların dışındaki her şey unutulmuştur.
Hatırlama ve unutma toplumsal bellek tartışmalarında önemli olduğu için Halbawachs’ın hatırlama figürlerine değinmek gerekir. Halbwachs’a göre “Hatırlama figürleri belli bir mekânda cisimleştirilmek ve belli bir zamanda güncelleştirilmek isterler, yani coğrafi ya da tarihi anlamda olmasa da her zaman somut bir mekâna ve zaman dayanır.”[5] Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde düşünecek olursak somut mekân olarak seçilmiş olan “soykırım” anıtlarının bulunduğu yerler bu mekânı oluşturmaktadır. Özellikle Erivan’da bulunan “Soykırım Anıtı” düşünülecek olursa mekânın önemi ön plana çıkar. “24 Nisan” ise soykırım iddialarının hatırda kalması için belirlenmiş somut bir tarihidir. “Soykırım”ı iddia edenler “hatırlama figürleri”nin oldukça farkında çalışmaktadırlar. Her yıl 24 Nisanda soykırım anıtları etrafında yapılan törenlerle yanlış bilgiler ve imgeler toplumsal belleğe işleniyor; tekrarla unutulmaması sağlanıyor.
Bir diğer figür ise “gruba bağlılık” olarak tanımlanmaktadır. “Toplumsal bellek, onu taşıyanlarla birlikte vardır ve gelişi güzel devredilmez. Sürece katılanların grup üyeliğinin ispatıdır. Bu yüzden sadece somut mekân ve zaman değil, aynı zamanda bizim ifademizle somut bir kimliktir.”[6] Zaten somut bir kimlik oluşturmak için “Ermeni soykırımı” yaratılmıştır. Hatırlama figürleri toplumun temel örnekleri olduğuna göre hatırlama sadece geçmişimizi oluşturmaz. Hatırladıklarımız ortak unsurlarımızı oluşturur, o bugünümüz ve geleceğimizdir. Bizi bir bütün haline getirmek için aracıdır. Her toplum gibi Ermeniler de hatırladıkları ile kendilerine ortak bir kimlik oluşturmuşlardır. Ancak Ermenilerin çoğunda ortak kimlik oluşturmada hatırlanan anıların çoğu soykırım iddiaları ile ilgilidir. Soykırım iddiaları kimlikleri ile bütünleştiği için onun aksini iddia etmek kimliklerine zarar verecektir.
Ermenilere göre yaşlıların anılarının hepsi geçmişi doğru yansıtmaktadır. Ancak Halbwachs’a göre üçüncü hatırlama figürü ‘toplumsal belleğin kendine özgü bir süreç içinde yeniden kurgulanmasıdır’. “Toplumsal belleğin gruba özgüllüğü ile yakından ilişkili bir başka önemli özelliği yeniden kurulabilmesidir. Bununla kastedilen, hiçbir belleğin geçmişi olduğu gibi korumasının mümkün olmadığı, aksine ondan geriye ancak ‘grubun her dönemde kendi bağlamına özgü olarak yeniden kurabildiği biçimin kalabileceğidir.”[7] Bu bağlamda düşünüldüğünde soykırım iddiaları çerçevesinde Ermenilerin hatırladıkları anılar detaylı bir şekilde incelenmelidir.
Yukarda değinildiği gibi soykırımı iddia edenler yanlış bir bilgi ve imge oluşturmakta, bunu da Ermeni kimliğini oluşturmakta kullanmaktadır. Bunlara bağlı olarak yanlış bir tarih kurgulamaktadırlar. Bu toplumsal belleğin oluşturulma sürecinde Ermenilerle Türklerin ilişkileri her geçen gün daha kötüye gitmektedir. “Sözde Ermeni Soykırımı Projesi çerçevesinde üretilen bilgilerin ve imgelerin Türk Ermeni toplumları arasındaki dostluk bağlarını güçlendirmek amacına hizmet ettiği söylemek olanaksızdır.”[8]
Toplumsal belleğin sözlü – görsel kültürle ve belgeselle bağlantısına değinmeden önce “toplumsal belleğin nasıl oluştuğunu ve korunduğunu” Birsen Karaca’nın çalışması ile bağlantılı açıklayalım: “Bellek, öğrenme süreciyle oluşur ve gelişir.”[9] Örneğin Ermeni soykırımı iddialarını öğrenme ve öğretmek için çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Soykırım iddialarını öğretmek için internet siteleri yapılmış, öğretim tekniğine uygun belgeseller yapılmıştır.[10] Bu tür belgesele örnek olarak “The Armenian Genocide”[11] adlı belgesel verilebilir. Belgesel sonucunda öğrenme edimini güçlendirmek için destekleyici öğretim rehberi oluşturulmuştur.
Belleği koruyan unsurlarsa daha önce belirtildiği gibi somut ve soyut olarak ayrılabilir. Belleği koruyan soyut ürünler sözlü ürünlerdir. Sözel ürünlere şarkılar efsaneler vd. söze dayalı her şey dâhil edilebilir. Sözel kültür yazılı ve görsel kültüre geçişimizle kaybolmamıştır, hala etkisini bir şekilde göstermektedir. “Örgütlü toplumlar siyasi ve tüzel bir kimliğe sahipse (bu tüzel kimlik en üst düzeyde devlettir) o takdirde hem bellek için somut mekânlardan hem de bellekte korunan şeyler için somut mekânlardan bahsetme ve bu nesnelere ulaşma olanağımız yükseliyor. Bu bellek mekânları arşiv müze, kütüphane ve galeri gibi bilgi depolama merkezleridir ve toplum belleği için son derece önemlidir.”[12] Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili belgeler devletlerin belleğinde bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti her zaman devletin belleklerini açık tutmakta ancak Ermenistan’dan böyle bir karşılık gelmemekte, somut belleğe sahip olmadığı için daha çok soyut (sözel ürünlere) belleklere yönelmektedir.
2.Belgesel Film ve Belge
Ermeni soykırımı iddialarında en çok kullanılan yöntemlerden biri de yukarıdaki nedenden dolayı sözlü kaynaklara (anılara) başvurmaktır. Sözlü kaynakları kullanarak tarih oluşturmak “sadece yazılı belgelerle tarih yazanlar” için bir anlam ifade etmemektedir. Sadece somut belgelere güvenen bir tarihçi için sözlü tarih “güvenilir” değildir. Ancak günümüzde sözlü kültür – tarih çalışmaları artık bilimsel çalışmalara ışık tutabilmektedir. “Sözlü tarih, yazı ile tarih arasındaki bağı gevşetti.”[13] bu yönüyle de yazıya – somut belgeye alternatif bir yaklaşım olmuştur. Sözlü kültür ürünlerinin de kaynak olması nedeniyle artık belgeler somut ve soyut olarak önümüze çıkmaktadır.
Belgesel filmde “belge”nin nitelliği ve gerçekliği önemlidir. TDK belgeyi şöyle açıklamaktadır: “Bir gerçeğe tanıklık eden yazı, fotoğraf, resim, film vb. vesika doküman”[14] buradaki tanıma somut olmayan belgeleri de ekleyebiliriz. Ve bu tanımda “gerçeğe tanıklık etmesi” belgenin önemini ortaya çıkarır.
Pembecioğlu’nun Nijat Özön’den aktardığı “belgesel film” ise şöyledir: “Kurmacaya yer vermeyen ya da pek az yer veren, gerecini, konusunu doğrudan doğruya doğadan alan, dışımızdaki dünyayı, gerçeğe elden geldiğince uyarak, nesnel bir tutumla yansıtmaya çalışan bir türdür.”[15] Belgesel filmin “belge” olması nedeniyle gerçeklik ve nesnellik ön plana çıkmaktadır. Ancak “Belgesel film gerçeği olduğu gibi yansıtabilir mi?” sorusu da sorulabilir. Bu soru somut belgelerin yanında sözün “somut belgeye alternatif” olmasıyla birlikte gerçekliğe daha da eleştirel yaklaşılmasını gerekli kılmaktadır.
Belgeselde gerçeklik çok tartışılmalı bir konudur. Bu konuda çok fikir bulunmaktadır ancak gerçeklik hakkındaki görüşlerine tam anlamıyla katılmasak da Tan – Akbulut belgeselde gerçekliğin tam anlamıyla yakalanamayacağını belirtmektedir: “Belgesel film, gerçekliği bakanın gözüyle bize getirir, yorumlar, sunar. Belgesel film yapımcısı konu metin, insan, görüntü, mercek, açı, ışık, ses ve kurgu açısından seçim hakkına sahiptir. Bu gerçekler konusunda yapılacak her seçim onun bakış açısını ortaya koyar. Bitmiş bir film, film yapımcısının olası algılama biçimidir.”[16] diyen Tan – Akbulut kişinin gerçekliğin yakalanmasında çok etkin olduğunu belirtmektedir. Bilimlerin her dalında olduğu gibi tam anlamıyla nesnel olmak belgesel çalışmalarında da mümkün değildir ancak nesnelliğe yakın olmak mümkündür. Belgesel filmi yapan kişi bu durumda önemli rol oynar. Belgesel film incelenirken de yapımcının etkisi göz önünde bulundurulmalıdır.
Belgesel filmin bazı özellikleri vardır, belgesel yapım sürecinde bunların göz önünde bulundurulması gerekir: “Olayları düzenli ve sistematik bir biçimde inceler, ele alır. Belirlenen konuyu gelişi güzel değil çizgisel bir sıralama izleyerek, adım adım inceler. Böyle bir belgesel film içinde neredeyse hiçbir yorum yoktur, olabildiğince tarafsız hazırlanmış olan belgesel, bilginin görüntülenmiş halidir. Verilere dayanır, doğanın ve çevrenin belirli bir yönüyle ilgili toplanmış doğru bilgilere dayanması esasından yola çıkmaktır. Yargılama ve sorgulama açısından nesneldir, yani bilimsel yöntemin tek bir kişinin algılayışı ya da aktarımını aşan bir yönü vardır. Bu yüzden toplanan verilerin ve varılan sonuçların herkesçe algılanabilir ve kabul edilebilir türde olması gerekir. Belgeselin analitik olması, yani ele alınan olguların parçalarına ayrılarak her bir olgunun altında yatan temel değişkenlerin birbirinden yalıtılarak incelenmiş olması gerek ir.”[17] Belgesel yapım sürecinde göz önünde bulundurulan bu unsurlar analiz yapılırken de göz önünde bulundurulmalıdır.
3.Belgesel Film ve İmgeler (Görsel ve Zihinsel İmgeler)
Belgesel filmi toplumsal açıdan düşündüğümüzde şu yönüyle önemlidir: “Öykülü film izleyicisi, seyir anında perdedekilerle ne kadar özdeşleşirse özdeşleşsin, gördüklerinin kurmaca olduğunun bilincindedir ve daha sonra, anlatılanlarla arasında bir mesafe koyar. Oysa Belgesel film izleyicisi gördüklerinin gerçekliğinden şüphe etmeksizin, bizzat tanık olmuşçasına onları yaşam deneyimleri ve bilgileri arasına katar.”[18] Deneyim, bilgi ve imgelerden toplumsal bellek oluşmaktadır. Bu nedenle bellek oluşturma sürecinde belgesel sinemanın etkisi çok fazladır.
Hem görsel kültür hem de sözlü kültür incelenirken toplumsal belleğin oluşumuna katkısı fazla olan “imge” hakkında yapılmış çok tanım bulunmaktadır. İmgenin ne olduğu sorusuna Mitchell; “benzer olma, taklidi olma, andırma” yanıtını vermektedir.[19] Mitchel’e göre imgeler; grafik, optik, algısal, zihinsel ve sözlü imge olarak ayrılmaktadır. Burada bizi ilgilendiren belgesel olduğu için grafik imge ve belgeselde anıların gerçekliği irdeleneceği için zihinsel imge devreye girmektedir. Bu ikisi imge gruplarında birbirinden farklı yerde gösterilse de “imge”lerin ortak özellikleri vardır. İmgelerin hepsi toplumsal bellek oluşumunda aynı şekilde işlerler. Özellikle görsel kültür içinde görsel imgeler ne kadar çok olsa da zihinsel imgelerden (örneğin; fikirlerden ve anılardan – sözlü imgelerden de) bağımsız değildir.
Sözlü kültürün görsel kültürden ayrılamayacağını söyleyen Ong’a göre ‘Birincil sözlü kültür çağına’ ait, yani yazısı olmayan halkların ‘söz’ü değişerek “ikincil sözlü kültür çağı”nda (görsel kültür çağında) kullanılmaktadır. “Elektronik teknoloji, telefon, radyo, televizyon ve çeşitli ses kayıt araçlarıyla da bizi ‘ikincil sözlü kültür çağ’ına sokmuş bulunmaktadır. Katılımcı gizemi, topluluk duygusunu geliştirmesi, yaşanan anı odaklayışı, hatta sözlü kalıpları kullanışıyla, bu ikincil sözlü kültür, ‘birincil’ sözlü kültüre benzemektedir. Fakat yeni sözlü kültür, daha amaçlı ve bilinçlidir; temelini, araçların üretimi, işleyişi ve kullanımı için gerekli olan yazı ve matbaa oluşturur.”[20]
Görsel imgeler hakkında Leppert’in söylediği sözler daha da genişletilerek (görsel imgelerin de dışında değerlendirilirse) doğrudur; “İmgeler bize asıl dünyayı değil, dünyalardan bir dünya gösterir. Gösterilen şeyler değil, bunların temsilleridir imgeler: Temsil yani yeniden-sunum. Hakikaten, imgelerin temsil ettiği şeyler “gerçeklik”te olmayabilir; sadece muhayyile kuruntu, arzu, rüya ya da fantezi dünyasında var olabilir. Fakat tabii, öte yandan, dünyaya şu ya da bu şekilde dâhil olan bir nesne olarak vardır imge. İster fotoğraf, ister film ya da video, isterse resim olsun, imgelere baktığımızda gördüğümüz şey insan bilincinin ürünüdür. İnsan bilinci ise kültür ve tarihin ayrılmaz bir parçasıdır. Buradan şu sonuç çıkıyor: imgeler, maden cevheri gibi kazınıp çıkarılan şeyler değil, belli bir sosyo-kültürel ortam içersinde belli bir işlev görmek için inşa edilen şeylerdir.”[21] Bu daha çok görsel imgeler üzerine söylenmiş olsa da sosyo-kültürel ortam içinde belli bir işlevi olan belgesellerin içinde kullanılan anılar da zihinsel imgeler olarak aynı işlevi üstlenmek için inşa edilmektedir.
Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde üretilen ürünlerde “imgenin gücü” etkisini göstermektedir. Toplum üzerinde etkisi tartışılmayacak düzeyde olan görsel - zihinsel imge’nin farkında olan propagandist Ermeniler bunu çok iyi kullanmaktadır. “Görüntülü mesajlar, okumaya nazaran fazla bir zahmet gerektirmediği için zihinde kolay çözümlenmektedir. İmgeler ayrıca, izleyicinin algılama boyutunda ilgisini ve dikkatini daima canlı tutmaktadır.”[22] Bu nedenle soykırımı iddialarının algılama boyutunda daha çok ilgi çekmesi ve akılda kalması için görsel imgelerin ön plana çıkartılmış olması doğaldır.
“Bilim adamı [Kevin Robins] “İmaj” adlı kitabında imgelerin hem bireyin, hem toplumun belleğini şekillendirme gücüne sahip olduğunu John Berger’in görüşleriye destekleyerek şöyle bir saptama yapıyor: “İmajlar (imgeler) yoluyla doğruların ifade edilebilmesinin çapı, sözcüklerin ifade olanakları kadar geniştir.”[23] “Sözcüklerin ifade olanaklar” ile aynı güce sahip olan “imge”lerin günümüzde “sözcüklerin ifadesiyle” birlikte kullanılmasıyla ulaşmış olduğu güç daha da artmıştır.
Bu arada şu belirtilmelidir; Ong’un “ikincil sözlü kültür” dediği bu görsel çağda söz kalıplarının kullanılmadığı görsel imgeler de bulunmaktadır, ancak onların da etkisi açıkça görülmektedir. Örneğin resimlere dayanarak “soykırım” olduğunu ispat etme çabaları imgenin gücünün kavranmış olmasıdır.[24]
Üzerinde durduğumuz belgesel sinema konusunda ise William Miller’in belgesel metni ve senaryo yazımında imge ile ilgili önerisi değerlendirme açısından önemlidir. Miller: “Genellemeleri, özel ve anlamlı imgelere dönüştürme alışkanlığını geliştirin.”[25] der. Bunu yanında belgeselde “bize özdeşleşebileceğimiz kişiler gösterin konuları, insanlar aracılığıyla ifade eden bir kişi, insan yüzü, film görüntüleri arasında en ilgi çekici olanlardan birisidir. İzleyicinin katılımını sağlamada önemli rol oynar.”[26] denmektedir. Görsel imgenin çok ilgi çekmesi bakımından zamanın tanıkları gözler önüne konmaktadır. Anlatılanların dikkat çekmesi ve inandırıcı olması için doğrudan kaynak kişiye anlattırılması oluşan imgelerin etkisini son derece artırmaktadır. Bu şekilde imgenin etkisini kullanan günümüz yapımcıları (bazen yapımcılarına ardındaki propagandistler) istedikleri başarıya ulaşabilmektedir. İstenen başarıya ulaşmanın kısa yolu olan imgeler, propagandist Ermeniler tarafından da kullanılmaktadır. Doğru olmayan bilgileri, imgeleri kullanarak doğru gibi gösterebilmektedirler.
Yukarda bahsedildiği gibi görsel ve sözel imgeler sayesinde belirli bir toplumsal bellek oluşturmak kolaylaşmış, bunu propaganda aracı olarak kullanan çevreler ortaya çıkmıştır. Bu nedenle kısaca propaganda konusuna değinilecektir.
4.Belgesel Film ve Propaganda
Propaganda, “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca.”[27] olarak tanımlanmaktadır. Görselin gücünü elinde tutan belgesel yapımcısının sınırı çok iyi belirlemesi gerekir. Yapımcının belgesel olarak nitelendirdiği “görsel” objektiflikten uzak propaganda amaçlı yapılmış sıradan bir “görsel” haline gelebilir. Birinci Dünya Savaşından sonra propaganda amaçlı kullanım artmıştır. Hükümetler amaçlarına ulaşmak için ellerindeki bütün imkânları kullanmıştır. Görsel kültür ürünleri ise o zamanda bugün olduğu gibi propaganda için en elverişli alanlarıdır. Sinemanın propaganda aracı olarak kullanılması nedenleri şunlardır:
“1) Kitleler tarafından ortak paylaşıma uygun bir yapıya sahip olması,
2) Açıklama ve ifade yeterliliği açısından sahip olduğu basit güç nedeniyle ve sanatsal değerin de kullanımı ile ikna edici ve inandırıcı nitelik yeterliliğinin bulunması, ve
3) Milyonlarca insana yönelik olarak tekrarlanan mekanikleşmiş niteliği ile belli bir zaman sınırlaması olmadan sayısız şekilde insanlara ulaşabilmesidir.”[28]
Propaganda ile eğitim arasındaki sınırı belirlemek her zaman çok kolay değildir. Ancak Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde yapılan belgesel sinemalardan bazıları artık doğrudan çocukların belleklerini inşa etmeye yöneliktir; propaganda olduğu açıktır. Zaten “Propaganda amaçlı yapımların en büyük hedef kitlesi çocuklar ve öğrencilerdir. Günümüzde büyük endüstri kuruluşları bunun farkında olarak yatırımlarda bu yöne ağırlık vermektedirler. Filmlerin oluşturulmasında özel program komiteleri kurulmakta ve bunlar hemen hemen tek belirleyici olarak görev almaktadır.”[29] Ermeniler tarafından da propaganda amaçlı hedef kitlesi çocuklar, öğrenciler ve yetişkinler olan belgesel filmler üretilmektedir. Bu tür filmlerin oluşturulması için özel çalışma grupları oluşturulmakta ve projeler yapılmaktadır.[30] Daha önce bahsettiğimiz “The Armenian Genocide” adlı yapım lise düzeyindeki öğrenciler için hazırlanmış olup propaganda amaçlı bu tür belgesellere örnek olarak gösterilebilir. Bu belgesel izlendikten sonra izleyicilerin cevaplandırması gereken “eğitim için hazırlanmış sorular” bulunmaktadır. Bu soruların eğitimciyi yönlendirecek “doğru hazır cevapları” da bulunmaktadır. Bu filmin izlenmesi sonucunda sorulan sorular ve ulaşılması gereken cevaplarla izleyen öğrencilerin belleklerine kalıplaşmış yanlış bilgiler kaydedilmektedir.
Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde yapılan propagandaların amacı ise soykırım iddialarının gerçek olduğunu tanıtmaktır. Bu “Dört T Planı”nın ilk evresi olan tanıtımdan sonraki amaçları tanınmak, Türkiye'den "tazminat" ve "toprak" almaktır. Asıl amaç "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.
Serdar Palabıyık Ermeni propagandasının amaçlarını daha detaylı olarak şöyle sıralamaktadır[31]:
a) Ermeni soykırımı iddialarını dar akademik ve siyasi çevrelerden çıkarıp bütün uluslararası kamuoyunun gündemine getirmek.
b) Kamuoyunun siyasiler üzerinde Ermeni soykırımı iddialarının tanınması için baskı yapmasını sağlamak.
c) Uluslararası kamuoyunun doğrudan doğruya Türkiye üzerinde soykırım iddialarının tanınması için baskı yapmasını sağlamak
d) Ermeni diasporasının varlığını güçlendirmek ve diaspora üyeleri arasındaki bağları güçlendirmek.
e) Ermeni toplumunun mağduriyeti imajı ile uluslararası toplumun Ermenistan’a ve Ermeni toplumuna yönelik desteğini sağlamak.
f) Ermenistan’ın saldırgan dış politikasından doğan olumsuz imajını ortadan kaldırmak.
5.Belgesel Filmde “Söz”ün Belge Olarak Kullanımı ve Eleştirisi
Öncelikle “söz”ün toplumsal olarak önemine açıklamak gerekir. Daha sonra belgeselde kullanımı ve belge olarak eleştirisine bakmak gerekir.
“Dil bir kültürün dizini gibidir. Ait olduğu toplumun yüzyıllar boyu ürettiği bütün soyut ve somut kavram, kurum ve değerlerin tümü dil hazinesi içinde yer alır. Bir nehir gibi kaynağından denize ulaşıncaya kadar kat ettiği havzanın tortusunu, birikimini ve zenginliğini taşır. Bu cepheden dil, ait olduğu milletin sosyo-kültürel düzeyi, tarihsel birikimi ve macerası açısından vazgeçilmez bir temel başvuru kaynağıdır. Kültür, dil aracılığı ile kendisini ifade eder. Bu yüzden dil ve kültür arasında derin bir münasebet vardır. “İletişim bağlamında söz, anlamı (meramı) göndericiden alıcıya en doyurucu ve kesintisiz ileten unsurudur. Anlamın oluşumuna katkıda bulunan vurgu, tonlama, jest ve mimiklerin yazı ile ifadesi mümkün değildir. Bağlamın anlamın oluşumuna yaptığı katkı dikkate alındığında sözün ve sözelliğin önemi büsbütün artar.” [32] Sözün insan için önemli olmasının bir nedenini Ong şöyle açıklamaktadır: “Fiziksel yapısı sesten oluştuğu için, söylenen söz insanın içinden gelir ve insanları birbirlerine bilinçli içyapılar, kişiler olarak bağlar; birbirine sımsıkı bağlı insan kümeleri oluşturur.”[33]
Sözlü kültürün tanımı kısaca “insana ait olan ‘söz’ ile ifade edilebilen her şeydir” olarak tanımlanabilir. Ama daha detaylı bir tanım yapan Ersoy’un tanımı önemlidir:“Her topluluk, değişik unsurlardan teşekkül ettiğinden maddî, manevî bütün kültür ürünleri, ait olduğu topluluğun kimliğini temsil eder. Kültür sahasında her ne varsa, onların hepsinin yansımalarını sözlü kültür ortamında bulmak mümkündür. Sözlü Kültür ise bir milletin hayatında, fertlerin sözlü ve yazılı geleneklerinde yer alan kabulleriyle, müştereklik gücüne erişen ve millî kimliği oluşturan maddî ve manevî faaliyetlerin bütünüdür şeklinde tanımlanmaktadır.”[34]
Sözlü tarihi sözlü kültürden ayırmak olanaksızdır. Sözlü kültürün tarihi kapsaması bakımından genelde sözlü kültür kavramı kullanılmıştır. Tarihin içinde kaynaklara ulaşma yöntemi olarak değerlendirilebilir. Tosh sözlü tarih hakkında şöyle demektedir: “Sözlü tarih, tarihin yeni bir dalı değil, yeni bir teknik’tir, yani yazılı kaynaklar ile maddi kalıntıların yanında değerlendirilmek üzere yeni kaynakların kullanıma sokulmasıdır.”[35]
Sözlü kültür çalışmalarında eleştiri çok önemlidir. Belgeye göre kritiği çok daha fazla olacak “söz” toplum için daha öncelikli olabilmektedir. Örneğin; bir olayı yaşamış birisinin ağzından dinlemek, masa başında yazmış bir tarihçiden daha gerçekçi gelir insana. Olayı anlatanın doğru anlatıp anlatmadığı çok önemli değildir. O kişinin olayı yaşamış olması ve ağzından çıkan “söz” olması önemlidir. “Söz”ün bu etkisi nedeniyle doğruluğunun çok daha detaylı bir şekilde incelenmesi gerekir.
Eleştirisi çok zor olan sözlü tarih, yazılı tarihten daha sıkı bir biçimde toplumda bağlayıcı etkiye sahiptir; çünkü sözlü tarih anlatılarında birlik bilincini destekleyen olgular mevcuttur.[36] Sözlü tarihin bu yönünü kullanan Ermeni propagandistler sözlü tarihin birlik bilincini oluşturmadaki öneminin farkındadır ve sadece sözlü kaynaklara dayanan çalışmalar (tarih kitapları olduğu kadar belgeseller ve sanatsal filmler) yapmaktadırlar.
Sözlü kültürün doğruluğunun tespiti zor olmakla birlikte sözlü kültür görülemeyen gerçekleri de gösterebilme olanağına sahiptir. Bu özelliği hiçbir zaman yadsınamaz ancak sözün “belge” ile desteklenmesi ya da “belge”yi desteklemesi gerekir. Hiçbir belgenin olmadığı yerde tek başına da kullanılabilir. Özellikle bir belgesel yapılıyorsa ve belgeler varsa sadece söze dayalı olması bilimselliğini zedeler.
Belgesellerde kullanılan anıları sözlü kültürü/tarihi zihinsel imgeler olarak toplumun belleğinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Çünkü sözlü tarihin kaynağı da daha önce anlatılan zihinsel imgeler ve sözlü imgelerdir. “Belleğin koruduğu hazine bilgiler, deneyimler ve imgelerden oluşur. Etkilere karşı verilen algılama, tepki, düşünme ve yorumlama biçimleri belleğe yerleştirilen bilgiler, deneyimler ve imgelerle doğrudan bağlantılıdır. Bu yaşamasal bir bağlantıdır. Çünkü bilgiler, deneyimler ve imgeler yoksa algılar, tepkiler, düşünceler ve yorumlar yoktur. Dolayısıyla bilgiler, imgeler ve (belirli ölçüde de) deneyimler kontrol edilebilir ve şekillendirilebilir. Yeni toplumsal bellekler kurma girişimlerinin temelinde işte böyle bir kontrol mekanizması vardır.”[37] Kontrol mekanizmaları aracılığı ile oluşturulmuş olan bellek sözlü tarih çalışmalarına kaynaklık eden “anı”ların nesnelliğini etkiler. Kontrol mekanizması olarak devlet veya diğer kurumlar ideolojik nedenlerle belleğin biçimlenişinde etkindir ve bazen bellekteki bazı unsurları silebilecek kadar ileri gidebilir. Bu nedenle bellekteki anıların da biçimlenmiş olduğunu düşünmek ve anlatılanların bu bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekebilir. Anıların toplumdan bağımsız olduğunu iddia etmek ise çok doğru değildir. Toplumsal bir varlık olan insanın anılarının oluşmaması ve toplumdan etkilenmemesi için izole yaşaması gerekir. Kişi izole yaşadığı zaman da zaten anılar olmayacak, onlara ihtiyaç duymayacaktır.
Toplumsal bellek aracılığı ile soykırım iddiasında bulunan Verjine Svazlian’ın mantığı belgesel filmlerde de bulunmaktadır. Bundan dolayı kısaca Svazlian’ın düşüncelerine değinmek doğru olacaktır.
Verjine Svazlian’ın “Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Bellek”[38] adlı sözlü tarih araştırması toplumsal bellekten yararlanarak “soykırımın” olduğunu ispata yönelik bir çalışmadır. Kişilerin anılarının yanında şarkılara ve şiirlere de başvurulmuştur. Eserde Türkler hakkında olumsuz bir iz bırakmak ve soykırımı iddialarını meşrulaştırmak için bilinçli olarak “kötü” anılar, şarkılar ve şiirler ön plana çıkartılmıştır. Türkler hakkında birkaç yerde olumlu unsurlar ön plana çıkartılsa da çalışmanın geri kalan kısmındaki anlatılarda Türklere karşı bir önyargı göze çarpmaktadır. Svazlian Ermenistan Cumhuriyeti Uluslar Arası Bilimler Akademisi’nin desteklediği bu çalışmanın bilimselliği konusunda şüphe duyulamayacağını iddia etmektedir. Ancak çalışmanın siyasi ve hukuki bir duruma açıklık getirebileceğini iddia eden Svazlian sözlü tarihi bir “ideoloji” ve “hukuk savaşı” için kullanmaktadır. Bu kullanımını da açıkça belirtmektedir. “ Bu hikâyelerden her biri Ermeni Davasının adil bir biçimde çözümlenmesi ve Ermeni Soykırımı’nın tanınması çalışmasında hukuki açıdan kanıt değeri taşımaktadır.”[39] denmektedir.
Verjine Svazlian daha önce yukarıda bahsettiğimiz toplumun bireyin belleğini oluşturması fikrinin tersini düşünmekte ve tek tek bireylerden bir ulusun bilincini oluşturmaya çalışmaktadır. (Ermeni soykırımını iddia eden görsel yapımlar da aynı düşünceye sahiptir) Anıların objektifliği konusunda aşırı bir iddiada bulunmaktadır. Svazlian “…anıların niteliği de kişisel ve objektiflikten genel ve ulusa doğru yönelmektedir.” demektedir.
Bu anıların gerçekliği de yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı eleştirilebilir. Bilimsel bir değer taşıdığı iddiasında olan Svazlian eserde “kin”, “nefret” ve “vahşeti” uzun cümlelerle anlatmış ve tekrarlamıştır. Bilimsel bir eserde anlatıcıların yemin ettiğini de özellikle belirten Svazlian kişilerin inancına da yönelerek esere daha çok duygusallık katmıştır. “Onlardan birçoğu hatıralarını bize anlatmadan önce haç çıkarmış ve yemin etmişlerdir.”[40] cümlesi dikkat çekicidir.
Türklerin 1915 dönemiyle ilgili anılarının azlığını şöyle açıklamaktadır: “Ve eğer bir halk, bahsi geçen olaylarda Türk halkı, kendi tarihsel hafızasını muhafaza etmemiş ise o halde bütün o ıstırapları çekmemiş demektir.”[41] demektedir. Ancak Türk halkını “hafızasını muhafaza etmemiş ve ıstırap çekmemiş” olarak değerlendirmek bilimsellikten çok uzaktır. 1915 döneminde Osmanlı devleti içinde yaşayan her halk savaş nedeniyle kötü günler yaşamıştır.
Bu eserde ve genelde sözlü tarih çalışmalarında kişilerin söylediklerinin gerçek olup olmadığı, yazılan şiir ve söylenen şarkıların ise daha sonradan yaratılmadığını anlamak çok güçtür. Bu yönüyle sözlü kaynaklar ciddi analiz gerektirmektedir. Bu tür kaynakların gerçek olabilme ihtimali de vardır. Bunu göz önünde bulundurmak gerekir ama bu durumda farklı bir değerlendirme gerekir. Binlerce Ermenin öldüğü olaylar sırasında bu tür “vahşet” sahneleri anlatabilecek kişilerin anılarını dinlemek mümkündür. Trajik olayların yaşandığını inkâr etmek imkânsızdır. Ancak sadece Ermenilerin hikâyelerini dinlemek objektif bir sözlü tarih çalışması değildir. Bu anılar trajediyi belki doğru belki yanlış bir şekilde ifade etmektedir. Ama soykırım iddialarını doğrulamamaktadır.
Görsel ya da yazılı araştırmalarda sözlü tarih çalışmalarına kaynak olan anıların gerçekliği çok detaylı bir şekilde incelenmeli, anlatılanlar değerlendirilirken toplumsal belleğin oluşum süreci göz önünde bulundurulmalıdır. Bunların dışında olay hakkında yazılı bir belge varsa sözlü tarih araştırmaları tek başına geçerli değildir. “Söz” yazılı belgeleri güçlendirmek için kullanılabilir. Ancak hiç yazılı belge yoksa tek başına kullanılması mümkündür. Türkiye’de Ermeni tarihi hakkında belgelerle desteklenen bu tür bilimsel sözlü tarih araştırmaları yapılmıştır.[42]
6.“Armenia: The Betrayed” Hakkında
“Armenia: The Betrayed” [43] 26 Ocak 2003’te, BBC’de yayınlanan “Correspondent” adlı program için yapılan bu belgesel türündeki film 1915’teki olayların soykırım olduğunu iddia etmektedir. Özel olarak Soykırım (Holokost) haftasına denk getirilerek yayınlanmıştır. Prodüktörlüğünü ve yönetmenliğini James Miller’in yaptığı ve Fergal Keane’nin sunduğu bu belgeselde, 1915’teki olaylar soykırım olarak lanse edilmesinin yanında Başkan George Bush ve Bill Clinton’ın Ermeni toplumuna vermiş oldukları “Ermeni soykırımını kabul etme sözü”nden nasıl vazgeçildiği anlatılmaktadır.
Yapımcı ve yönetmenin çektiği filmlere bakıldığı zaman genellikle yaşadığı dönemin güncel sorunlarını işlemiştir. Ermeni soykırımı iddiaları gibi tarihi konuları işlemediği görülmektedir. Neden böyle tarihi bir konuyu işleyerek konseptinin dışında bir film yaptığı düşündürmektedir.
7.“Armenia: TheBetrayed”ın Analizi
“Armenia: The Betrayed” toplumsal bellek, sözlü ve görsel kültür çerçevesinde incelenecektir. Toplumsal belleklerin görsel ve sözlü kültür ürünleri ile yeniden inşa edildiğini göstermesi açısından son derece önemli olan bu yapım içersinde 1915 dönemine ait film kayıtları ve fotoğraflar kaynak olarak kullanılmıştır. 1915 döneminde küçük bir çocuk olan ve çekimlerin yapıldığında 90’lı yaşlarda olan kişilerin anıları ise ön plana çıkmaktadır. Bazı belgeler de kullanılmıştır. Ancak sözlü ve görsel belgeler daha etkin bir şekilde kullanılmıştır. Yapımın amacı soykırım iddialarını duyurmak ve Türkiye’ye karşı bir toplumsal bellek oluşturmaktır.
Film 1915’e ait bir filmin kısa bir görüntüsüyle başlamaktadır ve ardından kafatası görüntüsü gelmektedir. Bu kafatası görüntüsü filmin içinde birçok yerde kullanılmaktadır. Bu görüntü film başlar başlamaz “soykırım” için uygun olan ortamı yaratmaktadır. Kafatasından sonra gelen görüntü ise göç yokundaki Ermenilerdir.
Yapımcı olayı kaynak kişilerden dinleme yoluna gitmiştir. İlk görülen kişi çok yaşlı bir kadın olan Rahan Kachian’dır. “ Onlardan bazıları kiliseye koştular… Ama onlar kiliseyi yaktılar ve insanlar içindeydi.” sözleriyle filmin ilk dakikalarında yaşlı kadının anılarını dinlemeye başlarız.
Etkileyici bir tarzda anlatılan olay dramatize edilmek için 1915 yılına ait olduğu düşünülen ve kötü durumda bulunan bir kız çocuğunun fotoğrafı gösterilir. Anıların yanında görsel malzeme kullanılarak olayın etkisi artırılır.
Hemen ardından Kilikya Katagigosu Aram I’ in konuşması vardır. “Soykırım tarihimize ait üzücü bir olay değil günlük hayatımızın bir parçasıdır” der. Bu ise Ermeniler için soykırım iddialarının önemini göstermektedir. İkinci kişi olarak bir din adamının gösterilmesi ise Avrupa ve Amerika gibi ülkelerin de Hıristiyan olması nedeniyle söylenenlerin etkili olacağı düşüncesi olabilir. Ermeniler için Hıristiyanlığın ise üç tabusundan birisi olduğunu unutmamak gerekir.[44]
Bu konuşmadan sonra tekrar kafatasları ve 1915’li yıllara ait olduğu düşünülen bir kadın ve çocuk ekranda görülür. Bu görüntülerin üzerine Türk bayrağı belirir. Türk bayrağı daha önce gösterilen kafatasları ve kötü durumdaki insanların suçlusu konumuna getirilir. Bu bayrak İstanbul Boğazında bir geminin bayrağıdır. (Bayrak daha sonra sürekli gösterilerek belleklere yerleşmesi amaçlanmıştır) Çevre uzaktan çekilir. Uzaktan bir caminin silueti görülür. İstanbul’un nasıl bir şehir olduğu ise gösterilmez. Görüntüler bilinçli olarak uzaktan çekilmiştir. Yapımcı ve yönetmenin bakış açısı kameraya da yansımaktadır. Yapımcı ve yönetmenin görmek istediği görüntüler görünür.
İstanbul görüntülerinden sonra Solmaz Ünaydın ile yapılan görüşme ekrana gelir. Yaşlı kadının ve din adamının söylediklerine karşı cevap veren, kendini savunan bir kişi imajı çizilir. Solmaz Ünaydın görüntüsüyle ve konuşmasıyla yeterince serttir. İlk başta gördüğümüz o “masum” ve “mazlum-mağdur” ninenin karşısında hiç sempatik değildir. Dolayısıyla aklımızda kalan o ninenin görüntüsüyle bize mazlum Ermeni imajı yaratılırken Solmaz Ünaydın ile saldırgan Türk imajı “bilinçli olarak” yaratılır.
Ekrana gelen görüntüler sürekli değişmektedir. (Bazı görüntüler özellikle tekrarlanmaktadır bu ayrıca değerlendirilecektir.) Peş peşe gelen görüntüler gözümüzün önünden hızla geçmekte kısa süre içinde birçok imge sunulmaktadır. Bu imgeler hem zihinsel imgeler hem de görsel imgelerdir.
ABD parlamentosu ve savaş uçakları ekrana gelir. ABD’nin neden soykırımı kabul etmediğini sorar Fergal Keane. Görüntüler ise nedenini açıklar, sorunun cevabı savaş uçaklarıdır. Irak savaşı ima edilmektedir.
Bu sözler üzerine Adolf Hitlerin 1939’da söylediği iddia edilen sözleri ekranı kaplar. “Who, after all, speaks today of the annihilation of the Armenians?” (00.01.21 n.) “Kim bütün olanlardan sonra Ermenilerin yok edilmesinden bahsediyor” sözleri Ermeni soykırımı iddialarının asılsız dayanaklarından birisidir. Yahudi soykırımından önce işlenmiş bir soykırımın olduğunu göstermek için yaratılmış bir sözdür.
Adolf Hitler’in söylemiş olduğunu iddia ettikleri bu sözler Ermeniler tarafından ispat edilememiştir. Karaca bu durumu şöyle açıklar; “Bu tutum, gösterilmeyen belgeyle ilgili efsane yaratmak şeklinde tanımlanabilir. Bununla ilgili güncel ve somut bir örnek seçeceğiz. Diaspora Ermenilerinden Kevork Bardakçıyan sözde ‘Ermeni Soykırımıyla’ ilgili özel bir haber bülteni hazırlamak için arşiv araştırmaları yaparken bu bülteni Hitler’in, Yahudi soykırımı için kendini savunmak amacıyla Türkiye’yi andığı iddia edilen sözleriyle bitirmeyi hedeflemiş ancak bu sözlerin kaynağına ulaşamamıştır.”[45]
Adolf Hitler’e ait olduğu iddia edilen sözlerden sonra “The Betrayed” başlığı ekrana gelir. Ve belgesel film aslında bundan sonra başlar. Bundan önceki görüntüler izleyiciyi konuya hazırlamak için yapılmış kısa birçok imgenin peş peşe verilmesidir.
Bu bölümde ise Rahan Kachian’ın anılarını dinlemeye başlarız. Rahan Kachian 1915’te Amerika’ya New York’a göç etmiştir. Göç gemiyle olduğu için bu anıyı yansıtmak için limana yaklaşan gemide görüntüleri çekilmiştir.
Türkiye’de yaşamaktan korktuğunu ve Amerika’ya gelince rahat yaşadığını anlatır. Osmanlı’da olan olaylar genellikle “Türkiye” devletinde yaşanmış gibi anlatılır. Burada Türkiye’nin Osmanlı’dan bağımsız olduğunu iddia edemeyiz ama dönemin ülke ismi “Osmanlı Devleti”dir.
Daha önce detaylı bir şekilde incelendiği gibi bireyin belleğini toplumsal bellekten ayrı tutamayız. Sözlü anlatıları ancak belge olmayınca kullanabiliriz ya da belgeye destek olarak kullanabilir. Belge bir gerçeği göstermesi bakımından önemlidir. “Sözlü kaynakları bizlere aktaran yaşlılar acaba gerçekleri ne kadar doğru anlatmaktadır? Gerçeklerin ne kadarını bize anlatmaktadır? Sorularının cevabını Paul Connerton ile bağlantılı açıklayacak olursak şöyledir:
“Nineler ve dedeler “kendi anılarını bölük pörçük ve sanki o sırada içinde bulundukları ailenin yaşamında verilen aralarda torunlarına iletirler [bu cümle Halbwachs’a aittir]. Peki ama bu aralar denen şey nedir? Bu sözün işaret ettiği şey, aktarmanın karakteristik eylemlerinin bir bir gösterilmediğidir; böylece bir toplumsal grup olarak dedelerin ve ninelerin belleklerini, bir toplumsal grup olarak torunlarına aktarma yollarının gereğince gösterilmediğidir.”[46] Ninelerin ve dedelerin her şeyi bütün olarak anlatamayacağını belirten bu sözler Ermeni nineler – dedeler dinlenirken göz önünde bulundurulmalıdır.
Rahan Kachian’ın anlattığı anlıların hepsi bir felaketi resmetmektedir. Peki bu kişinin hiç iyi anısı yok mudur? Elbette iyi anıları da vardır. Ancak iyi anılar hem içinde yaşadığı toplum için hem de belgeselin yaratmaya çalıştığı toplumsal bellek için uygun değildir.
Birsen Karaca anılar hakkında şu soruları sormaktadır: “Hiç düşündünüz mü, söz konusu anılarda Tehcire tabi olanların mağduriyetleri anlatılır da, Osmanlı Devletinin bu kişileri hangi suçlarından dolayı tehcir etmek durumunda kaldığı neden anılaştırılmaz? Bu anılar anlatılabilmiş olsaydı, içeriği nasıl olurdu ve alıcı adreste bulunanlar, yani dinleyicisi kimler olurdu? Bir başka soru: Türkiye’deki yaşantısından memnun olan nineler Türkiye’yi hedef alan “soykırım” iddialarına karşı tepkilerini neden yüksek sesle dile getirmezler? Bu sorulardan hareketle, 24 Nisan 1915 tarihindeki yaşanmışlıklarla ilgili anıların nasıl bir süzgeçten geçirildiği konusunda bugüne kadar hiçbir uzmanın araştırma yapmadığına ve sorunun önemine işaret etmek gerekiyor.”[47] Gerçekten de Rahan Kachian sadece mağduriyetini anlatır. Bunun nedeni anıların toplum tarafından belirlenmesidir. İçinde yaşadığı toplum kendi isteğine göre 1915 anılarını kişinin beynine kodlamıştır, bunun dışındaki anılar yoktur varsa da anlatılmaz. Neden sürüldükleri hiç anlatılmaz. Bu kişiye ait anlatıların yanında ve görüntülerle de aynı toplumsal belleğin devamı sağlanmaya çalışılmaktadır.
Rahan Kachian’ın durumu o kadar dramatize edilir - ki film bu niteliği ile eleştirilebilir. “…depresif ya da aşırı duygusal kişiliklerin sinema seyircisinin duygusal standartlarına teslim edildiği bazı ticari hedefler vardır”[48] burada hedef ticari değil siyasidir ve aşırı duygusallık seyircinin duygusal standardına teslim edilmektedir.
Yukarıdaki zihinsel imgelerin yanında görsel imgeler de önemlidir. Rahan Kachian anılarını anlatırken Amerika’daki “Özgürlük Anıtı” gösterilir. Amerika, Kachian’ın adeta özgürlüğü olmuştur.
Kachian, Fergal Keane ile 1915’te limanda geldiği ve kaldığı binaya girer. Binada 1915’te gelen Ermenilerin fotoğrafları gösterilir. Gelen göçmenlerin kaldığı yer müze yapılmıştır. Kachian kaldığı yatağı gösterir. Anıların canlandırılması için “mekân” ve “nesne”ler kullanılmıştır. Assman’ın bellek sınıflandırmasında nesnelerin de belleği vardır. “İnsan kendini bildi bileli yatak iskemle, yemek ve yıkanma takımı, giysi ve alet edavat gibi günlük ve özel eşyalardan, evler, köyle ve kentle, sokaklar araçlar ve gemilere kadar; amaca uygunluk, rahatlık ve güzellik gibi hayaller, böylece kendini bulduğu şeylerle çevrilidir. Bu yüzden onu çevreleyen eşyalar bir anlamda kendinin yansımasıdır, geçmişini, anılarını hatırlatır. İçinde yaşadığı şeyler dünyasının, şimdiki zamanı yaşarken farklı geçmişleri hatırlatan bir zaman dizini de vardır.”[49] Anıların yanında nesnelerin de gösterilmesi geçmişi daha derin yaşatmak için kullanılmıştır. Anıların “gerçek”liği vurgulanmak için bu tür bir yöntem yapımcı – yönetmen tarafından bilinçli bir şekilde seçilmiş gözükmektedir.
Kötü anılar devam ederken anlatılanlarla bağlantılı fotoğraflar gösterilmektedir. Çok fazla fotoğraf kullanılmıştır. Fotoğrafların ne zaman ve nerede çekildiği, fotoğraflardakilerin kim olduğu gibi bilgiler bulunmamaktadır. Anılar anlatılırken görsel ürün olarak anıları destekleyici unsur olarak kullanılmıştır. Bu fotoğrafların 1915’e ait olduğu düşünülmektedir. 1915 fotoğrafları üzerine tekrar kafatası fotoğrafları ekrana gelir. Kachian’ın babasının fotoğrafından sonra Tekrar boğazda bir gemi ve Türk bayrağı gösterilir. (Özellikle Türk bayrağı çekilir.) İstanbul yine uzaktan çekilir. Klasik Türk geleneklerinde bulunan çay bardakları gösterilir. Fergal Keane, Kapalı Çarşı’da dolaşır. Görüntülerde oryantalist bir yaklaşım vardır. Kapalı çarşı ve çay bardakları ile doğu ülkesi imajı yaratılır. Aslında BBC’de yayınlanmış olan bu yapım BBC’nin Türkiye’yi çok fazla doğulu göstermeyen tutumuna ters düşmektedir. Ama propaganda amaçlı yapıldığı düşünülürse çekimlerin açısı yadırganmamalıdır.
İstanbul Boğazı görüntüleri üstüne Halaçoğlu ile yapılan konuşma gösterilir. Halktan birisi olan Rahan Kachian’dan sonra Türkiye’yi temsil eden bir bilim adamı Yusuf Halaçoğlu’nun görüşlerine başvurmak dikkat çekicidir. “Mazlum” halktan birisi karşısında resmi bir kurumdan kişi bulunmaktadır. “Neden 1915 dönemine ait anısı olan bir Türk ile konuşma yapılmamıştır?” sorusu sorulur. Cevap basittir; eğer halktan birisi karşılık olarak anısını anlatsaydı “mağdur” Ermeni tipi çizmek mümkün olmayacak ve Ermeni iddiaları temelsizleşecektir.
Halaçoğlu’ndan sonra Milletvekili Tayyibe Gülek ile yapılan görüşme gelir ekrana, fonda Türk bayrağı vardır. Fondaki Türk bayrağına özellikle dikkat çekmek gerekir. Çünkü Türk bayrağı soykırım iddialarını kabul etmeyen ve etmesi gereken ülkenin simgesi olarak belleklere işlenmeye çalışılmıştır.
Halaçoğlu da Gülek de 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilemeyeceği yolunda sözler söyler. Fergal Keane Türkiye’de hemen hemen her yerde soykırım inkârının aynı olduğunu söylemektedir. Tekrar Solmaz Ünaydın ekrana gelir ve 1915 olaylarının temelinin olmadığını söyler; sözde soykırım olarak adlandırır. Ünaydın’ın tarzı yine serttir. Mazlum Kachian’a göre hiç sempatik değildir.
Fergal Keane bundan sonra soykırım iddialarına temel oluşturan Morgenthau’nun günlüğünden parçalar okur.[50] O dönem gördüklerini yazan Amerika Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun günlüğünden alınan sözlerle dönemin trajik durumu anlatılır.(00:08:09 n.)
“ABD başkanı Wilson’un, Amerika’nın savaşa katılımını meşrulaştıracak ve bunun için kamuoyu oluşturacak bir takım olayların bulunması yolundaki talimatı doğrultusunda, o sırada Osmanlı nezdinde büyükelçi olan Henry Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele almıştır. Motgenthau, ezilmekte olan ve yok edilmekte olan mazlum bir Hıristiyan millet olarak değerlendirdiği Ermenilerle ilgili gelişmeleri ve Ermenilerin zorunlu göçü sırasında meydana gelen ölüm olaylarını çok başarılı bir katliam propagandasına dönüştürmüştür.”[51] Zamanında propaganda yapmak için kullanılan Morgenthau’nun sözleri yine propaganda amaçlı kullanılmıştır. Aynı şekilde Alman ordusunda çalışan Armin Wegner’in sözleri de kullanılmıştır.
Morgenthau’nun sözlerini okurken Beyazıt Meydanında İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısında durmaktadır. Fondaki İstanbul Üniversitesi ile yine doğu imajı yaratılır.
Dağlarda ölmüş insanlar, tutuklanmış ve zincire vurulmuş kişilerin önlerinde kafası kesilmiş insanlar, asılmış insanlar ve ölmüş çocuk fotoğrafları gösterilir. Birkaç fotoğraf ile (hakkında açıklaması olmayan fotoğraflar ile) o dönemin ne kadar “vahşet” dolu geçtiği anlatılmaya çalışılır. Propagandanın yöneldiği kişiler için sadece bu fotoğraflar bile yeterli olabilir.
Vahşet sahnelerinden sonra Halil Berktay (Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi) ile olan konuşma ekrana gelir. Bu tarz kişiler soykırım iddialarını üstlenmesi gereken devletin vatandaşları olduğu için bu tarz çalışmalarda da kullanılmaktadır. Berktay da Ermenilerin kasten öldürüldüğünü düşünmektedir.
Filmde Ermenilerin tehciri “deportation” (sınır dışı edilme) olarak anlatılmaktadır. Tehcir için “relocation” kullanılması gerekir. Çünkü sürülen bölge günümüzde sınırımız dışında kalsa da o dönem Osmanlı Devleti sınırları içindeydi. Ermeniler sınır dışına itilmiş insanlar değildi. Devletin güvenlik için yeri değiştirilmiş bir halktı. Ancak Batılı çalışmalarda “Relocation”a (yeniden iskâna) rastlamak güçtür.
“Ermenileri öldürün” diyen hiçbir belge yok (00:12:46 n.) demektedir Fergal Keane. Ancak Osmanlı Arşivlerinde milyonlarca belgenin olduğunu söyleyerek açık bir kapı bırakmaktadır.
Van’da çekilen bölümde ise Akdamar Kilisesi ekrana gelir. Yıkık ve harap şekli uzunca ekranda gösterilir. Akdamar kilisesini ziyaret eden bir Türk çift ile yapılan görüşme dikkat çeker. Konuşma İngilizce yapılır ve Türk adamın İngilizcesi çok kötüdür; İngilizcesi derdini anlatabilecek durumda değildir. Bu ilk kez halktan bir Türk vatandaşına soru sorulması bakımından önemlidir. Ancak kişi geçmişte ne olduğunu bilmediğini söyler. “Ama ne olduğunu bilmiyorum, onlar kendi ülkelerine gitti ve biz burada kaldık” der. (00:16:38 n.) Geçmişini hatırlamayan bir Türk imajı yaratılır.
Ermenilerin “mezalimi” hakkında sorulan soruya bir köylünün verdiği cevap da “hatırlamama” motifi üzerine kuruludur. “Biz hiç böyle bir şey duymadık. Ermenilere karşı mezalim olmadığını söyler atalarımız. Ama şimdi mezalimi duyuyoruz.” (00:18:00 n.)
Yaşlı birisine yine ebeveynlerinin ona anlattıkları sorulur. Doğrudan olayı yaşamış kişiler ile konuşma yapılmamış oluşu önemlidir.
Anıların dinlendiği ikinci Ermeni 96 yaşındaki Bedros Gezoulian’dır. Bedros Gezoulian konuşması Türkçedir. Türkçe konuşma nedeni ise şu sözlerle açıklanmaktadır: “O hala Türkçe konuşuyor; ülkesinin dili küçükken yasaklandı.” (00:22:15 n.) Osmanlı Devletinde Ermenicenin yasaklandığına dair herhangi bir belge bulunmadan böyle bir yargıda bulunulmuştur. Asimile eden Osmanlı imajı yaratılmaktadır. Günümüzde Anadolu topraklarında yaşayan Ermenilerin birçoğu Ermeniceyi konuşmaktadır. Eğer bir yasa olup unutturulsaydı Türkiye’de Ermenice konuşan Ermeni bulunmazdı. Bedros Gezoulian’ın anıları da 1915’e odaklanmıştır. Ve hepsi kötü anılardır. “Ailemiz büyüktü, çok büyüktü. Ailemde yaklaşık yetmiş kişi vardı., yalnızca yedi ya da sekizi kurtuldu. Ailemden altmış biri sınır dışı edilme esnasında oldürüldü”(00:22:27 n.) tarzında anılarını anlatmaktadır.
Elizabeth Simounian ise annesini ve babasını kaybetmiş yetimhanede büyümüş bir kadındır. Yine diğerleri gibi göç yolundaki anılarını anlatır. Simounian’da sonra Yusuf Halaçoğlu ekrana gelir. Halaçoğlu yine “zavallı” kadından sonra Türkiye’nin resmi kuruluşundan savunma yapan kişi olarak gösterilir.
Bu görgü tanıklarının ardından Amerika kongresinde Ermeni soykırımı iddialarının yasal olarak kabul edilmemesi konusu tartışılmaya başlanır. Kilikya Katagigosu Aram I, Rouben Adalian, Amerika kongre üyesi George Radanovich, Frank Pallone, gibi kişilerle görüşmeler yapılır. Ermeni iddialarının kabul edilememe nedeni olarak ABD’nin Irak politikasını gösterir. Özetle Amerika’nın, Irak çıkarları karşısında Ermeni soykırımını kabul etmediğini Türkiye’yi bu savaş durumunda karşısına almaya cesaret edemeyeceği belirtilmektedir.
Bütün bu siyaset adamlarının konuşmasından sonra ekrana tekrar Rahan Kachian ve Bedros Gezoulian gelir. Irak savaşı, ABD’nin ve Türkiye’nin politikası tartışılırken en son bu yaşlı tanıklar tekrar çıkarlar.
Sonuç
Toplumun bir üyesi olan insanın belleği toplumsal bellekten ayrı düşünülmemektedir ve toplumların belleği görsel, sözel ve yazılı unsurlar aracılığı ile oluşturulduğu görülmektedir. Ermeni soykırımı iddialarında bulunan çevreler bu toplumsal bellek oluşturan araçları çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Ermeni soykırımı iddialarında kullanılan “anı”ların sözlü kültür/sözlü tarih çalışmalarında ve yazılı kaynaklarda “belge” olarak kullanılmasının yanında artık görsel ürünlerde de “belge” olarak propaganda amaçlı Türkiye’ye karşı kullanımı görülmektedir. Bu tür belgesellerden birisi olan ve taraflı olduğu açıkça görülen “Armenia: The Betrayed” adlı film ile bilinçli olarak olumsuz bir Türkiye ve Türk insanı imajı yaratılmıştır. Görüntüler ve anlatılar da bu doğrultuda yapımcı ve yönetmenin bakış açısıyla yönlendirilmiş, gerçeklikten kopmuş ve belge niteliğinden çıkıp sıradan bir görsel (propaganda aracı) olmuştur. Görsel kültürün (fotoğraflar ve kamera kayıtları) ve sözlü kültürün (anıların, anlatılanların) seyirciyi etkilemek ve belirli bir toplumsal bellek oluşturmak için ne kadar etkin bir şekilde kullanıldığını bu görsel ile açıkça görmekteyiz. Özellikle günümüzde internetin yaygınlaşması sonucunda bu tür propaganda amaçlı yapılmış filmlerin her an izlenebilmesi ise toplumsal bellek inşa edenler için büyük bir fırsat olarak görülmekte ve değerlendirilmektedir. Toplumsal bellek inşacıları bu araçlarla yanlış bilgi aktarmaktadır. Bu yanlış bilgi görselin ve sözün etkisiyle toplum tarafından doğru olarak algılanabilmektedir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, Say Yayınları, 2006.
[2] Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, 2003.
[3] Jann Assmann, Kültürel Bellek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001, s. 39.
[4] Jann Assmann, Kültürel Bellek, s. 40.
[5] Jann Assmann, Kültürel Bellek, s. 42.
[6] Jann Assmann, Kültürel Bellek, s. 43.
[7] Jann Assmann, Kültürel Bellek, s. 44.
[8] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, s. 41.
[9] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, s. 44.
[10] Sözde soykırım iddialarını öğrenmek ve öğretmek için yapılmış internet siteleri: www.genocideeducation.org, www.teachgenocide.com, wwww.learngenocide.com (06 Haziran 2008)
[11] “The Armenian Genocide” (“Ermeni Soykırımı”) adlı belgesel film hakkında kısa bir bilgi için ve destekleyici öğretme rehberini görmek için bkz. http://www.teachgenocide.org/videos/index.htm (06 Haziran 2008).
[12] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, s. 43.
[13] Jan Assmann, Kültürel Bellek, s. 69.
[14]http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA&Kelime=belge, (03.06.2008)
[15] Nilüfer Pembecioğlu, “Birey ve Belgesel Film”, Edit., Nilüfer Pembecioğlu, Belgesel Film Üstüne Yazılar, Babil Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 19.
[16] Nesrin Tan-Akbulut, “Belgesel Gerçekliği Yeniden Kurar”, Edit., Nilüfer Pembecioğlu, Belgesel Film Üstüne Yazılar, Babil Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 86.
[17] Nilüfer Pembecioğlu, “Toplum ve Belgesel Film”, Edit., Nilüfer Pembecioğlug, Belgesel Film Üstüne Yazılar, Babil Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 23, 24.
[18] Şefik Güngör, “Belgesel Sinemanın İşlevi”, Belgesel Sinema Üzerine, Belgesel Sinemacılar Birliği Birinci Ulusal Konferans Bildirileri, Belgesel Sinemacılar Birliği Yayınları, İstanbul 1997,, s. 118.
[19] Alev Fatoş Parsa, “İmgenin Gücü ve Görsel Kültürün Yükselişi”, http://www.fotografya.gen.tr/cnd/index.php?id=226,329,0,0,1,0, (12.05.2008)
[20] Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, s. 159.
[21] Richard Leppert, Sanatta Anlamın Görüntüsü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2002, s. 14.
[22] Alev Fatoş Parsa, “İmgenin Gücü…”, http://www.fotografya.gen.tr/cnd/index.php?id=226,329,0,0,1,0
[23] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, s. 57.
[24] Sözde soykırımla ilgili fotoğrafların kullanıldığı internet sitesi için bkz. http://www.armenian-genocide.org/photointro.html (06 Haziran 2008)
[25] William Miller, “Belgesel Metni – Senaryo Yazımı”, http://www.bsb.org.tr/yazilar/belgesel_metni_william_miller.html. (25 Mayıs 2008)
[26] William Miller, “Belgesel Metni – Senaryo Yazımı”, http://www.bsb.org.tr/yazilar/belgesel_metni_william_miller.html.
[27]http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA&Kelime=propaganda, (03 Haziran 2008)
[28] Paul Rotha, Belgesel Sinema, İzdüşüm Yayınları, İstanbul, 2000, s. 40.
[29] Paul Rotha, Belgesel Sinema, s. 43.
[30] Ermeni soykırımını iddia eden çalışma grupları ve projeleri hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.genocideeducation.org/index.html (06 Haziran 2008)
[31] OrtaDoğu Teknik Üniversitesi, Tarih Bölümü, 2007 – 2008 I. Dönem (Hist 563) “Emergence and Evolution of Armenian Question” (Ermeni Sorunun Doğuşu ve Gelişimi) adlı derste Serdar Palabıyık’ın “propaganda” hakkındaki sunumundan.
[32] Kemal Üçüncü, “Sözlü Kültür / Tarih Bağlamında Edebî Bir Metin Olarak Otman Baba Vilâyetnâmesi”, Bilig, 2004, sayı 28.
[33] Walter J. Ong, a.g.e., s. .93.
[34] Ruhi Ersoy, “Sözlü Kültür ve Sözlü Tarih İlişkisi Üzerine Bazı Görüşler”, Milli Folkor, 2004, sayı 61, s.102, 110.
[35] John Tosh, Tarihin Peşinde, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1997, s.212.
[36] Jan Assmann, Kültürel Bellek.
[37] Birsen Karaca, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, s. 56.
[38] Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Belge Yayınları, 2005.
[39] Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı…, s. 14.
[40] Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı…, s. 19.
[41] Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı…, s. 19.
[42] Örnek sözlü tarih çalışması için bkz. Mehmed Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2002.
[43] Betrayed: ele vermek, ortaya koymak, göstermek ve ifşa etmek gibi anlamları vardır. “İfşa” karşılık olarak söylenebilir ancak çalışmada filmin orijinal adı kullanılacaktır. Filmi çevrimiçi izlemek için bkz. http://video.aol.com/video-detail/armenia-the-betrayed/763834449?icid=acvsv4 (12 Mayıs 2008) veya http://www.hyevideos.com/view/332/the-betrayed-armenian-genocide-documentary/ (12 Mayıs 2008)
[44] Detyalı bilgi için bkz. Birsen Karaca, “Ermeni Kültüründeki Üç Tabudan Birisi: Ermeni Dili”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, III.Cilt, Ankara, 2003, s. 137 – 142.
[45] Birsen Karaca, “Ermeni Tarihçiler Tarafından Yazılan Kitaplarda Yapılan Tahrifat”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 22, Yaz 2002, s. 66.
[46] Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 63.
[47] Birsen Karaca, “24 Nisan 1915’te Neler Oldu? Ermeni Tarihiyle İlgili ‘Ermeni Ninelerin’ Anlatmadıkları Gerçekler”, 15.02.2008 tarihinde Nevşehir Kardelen Koleji tarafından düzenlenen konferans metnidir. http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=Makaleler&MakaleNo=2963 ( 14 Mayıs 2008)
[48] Sezer Tansuğ, “Dramatize Edilmiş ya da Gerçekliği Vurgulanmış Sanat Belgeselleri”, http://www.bsb.org.tr/yazilar/dramatize_edilmis.htm (25 Mayıs 2008)
[49] Jan Assmann, Kültürel Bellek, s. 25.
[50] Detaylı bilgi için bkz. Henry Morgenthau, Büyükelçi Mortgenthau’nun Öyküsü, Belge Yayınları, İstanbul, 2005.
[51] Yusuf Halaçoğlu et al., Ermeniler Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2005, s. 67.
|