Anasayfaİletişim
  
English

Olaylar ve Yorumlar

Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEM*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 19, Sonbahar 2005

 

Öz: Bu yazıda Kasım 2005-Şubat 2006 ayları arasındaki dönemde Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Taşnakların Türkiye’den toprak talepleri, Kars-Ahalkelek demiryolu projesi, Litvanya Parlamentosuyla ile İskoçya ve Lombardiya yerel meclislerinin soykırım iddialarını tanıyan kararları, soykırım iddiaları karşısında Türkiye’nin tutumu, Fransa’da tarihi konularda görüş bildiren kanunlar aleyhindeki hareketler ele alınmaktadır. Ayrıca Karabağ sorununa bir çözüm bulmak için yapılan görüşmelerden ve doğal gaz nedeniyle Rusya ve Ermenistan arasındaki anlaşmazlıktan bahsedilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Ermenistan, Rusya, Fransa, Litvanya, Lombardiya, İskoçya, Taşnaklar, Erdoğan, Gül, Koçaryan, Oskanyan, Putin,  demiryolu, doğal gaz

Abstract: In this article following themes regarding Turkish-Armenian relations between November 2005 and February 2006 are examined: the land demands of Tashnaks from Turkey, Kars-Akhalkelek railway project, the resolutions of Lithuanian Parliament and local councils of Edinburgh and Lombardy regarding the recognition of Armenian genocide allegations, Turkish reactions against these allegations and the movements in France regarding the laws constraining freedom of opinion about historical matters. Also the negotiations for resolving the Karabagh problem and the straining relations between Armenia and Russia due to natural gas prices are evaluated.

Key Words: Turkey, Armenia, Russia, France, Lithuania, Lombardy, Scotland, Tashnaks, Erdoğan, Gül, Kocharian, Oskanian, Putin, railway, natural gas

I- TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ

1. Resmi beyanlar

İncelediğimiz dönem içinde Türkiye – Ermenistan ilişkileri hakkında iki ülkenin siyasi adamları bazı beyanlarda bulunmuşlardır. Ayrıca incelenmekte olan “soykırım” konusundakiler hariç, bu beyanların en önemli olanları aşağıdadır.

Başkan Koçaryan Ekim ayında Brüksel’i ziyareti sırasında, Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlaması hakkında karışık duygulara sahip olduğunu[1] Türkiye’nin AB’ne katılması için ciddi reformlar yapması gerektiğini,  Ermenistan ile olan sınırlarını on yıldan fazla bir süredir kapalı tutan, tarihin karanlık sayfalarını tanımayı reddeden bir ülke ile AB’nin müzakerelere başlamasının olumsuz bir durum olduğunu söylemiştir. Koçaryan ayrıca gerçekten pişmanlık duymadan (“soykırımın” tanınmasını kastediyor) modern Avrupa’yı inşa etmenin çok güç olduğunu, Avrupa Parlamentosunun “soykırımını” tanıyan kararlarının Avrupa Komisyonu için mecburi olmamasından üzüntü duyduklarını da ifade etmiştir[2].  

Bu arada Ermeni yetkililerinin Türk yetkililerle görüşmek istemedikleri gözlemlenmiştir.  Başkan Koçaryan NATO Parlamenter Asamblesinin Kasım ayında Kopenhag’daki yıllık olağan toplantısına katılması için kendisine yapılan bir daveti kabul etmemiştir. Oysa Başbakan Erdoğan’ın bu toplantıya katılacağı biliniyordu[3].  Böylelikle iki devlet adamının buluşması için önemli bir fırsat kaçırılmıştır.

Dışişleri Bakanı Oskanyan ise bu konuda daha ileri gitmiştir. Suddeutsche  Zeitung’a verdiği bir mülakatta Türk tarafı ile protokol toplantıları yapmak istemediğini, bu tür toplantıların Türkiye ile Ermenistan’ın müzakere ettiklerine dünyayı inandırmayı amaçladığını, bu toplantılardan bir sonuç alınamadığının gerçek olduğunu,  Ankara’nın ciddi adımlar atmaya hazır olmadığını, Türkiye’nin üçüncü bir ülkenin (Azerbaycan’ı kastediyor) çıkarlarıyla bağlı olduğunu, bu nedenle de Türkiye’nin kendi menfaatine uygun  olanları yapacak cesareti bulunmadığını söylemiştir. [4]

Oskanyan ayrıca AB’nin sınırları açması için Türkiye’yi zorlanmasını ve Türkiye’nin Ermeni “soykırımı”nın serbestçe tartışılması için ifade özgürlüğünün güçlendirmesini istediklerini ifade etmiştir [5]. 

Türk Hükümetinin Ermeni sorunu karşısındaki tutumuna gelince Başbakan Erdoğan Kasım ayında NATO Parlamenter Asamblesi toplantısında, bir soru üzerine Türkiye’nin hava sahasını Ermeni uçaklarına açtığını, Van’daki Ermeni kilisesinin restorasyonu çalışmalarına başlandığını, Ermenistan’ın da aynı tutumu göstermesini beklediklerini söylemiş ve soykırımın Türk tarihinin bir parçası olmadığını eklemiştir[6]

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Gül ise 15 Kasım 2005 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı Bütçesinin takdimi münasebetiyle yaptığı bir konuşmada,  Güney Kafkasya başta olmak üzere, Türkiye’nin etrafında bir barış ve işbirliği kuşağı oluşturma yönündeki hedeflerinin bu aşamadaki tek zayıf halkasını Ermenistan’ın teşkil etmekte olduğunu, bu bağlamda Yukarı Karabağ sorununun çözümü ve Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgalinin sona erdirilmesi doğrultusundaki çabaları dikkatle izlediklerini ve aktif biçimde desteklediklerini, Minsk Grubu eş başkanlarınca sürdürülen çabalarda son dönemde belirli bir ilerleme imkânı elde edildiğini ve bunun memnuniyetle karşılandığını söylemiştir.

Yukarıda belirtildiği üzere Ermenistan yetkilileri şu safhada Türkiye ile görüşmek istememektedir. Ancak sınırların açılmasını ve diplomatik ilişki kurulmasını isteyen taraf Ermenistan olduğundan bu isteklerinin yerine getirilmesi Türkiye ile müzakere edilmesine bağlıdır. Oysa Ermenistan bu konuda, herhalde aldığı vaatlerin de etkisiyle, bazı büyük ülkelerin ve AB’nin yardımına güvenmekte ve onların kendi sorunlarını çözeceği inancıyla Türkiye ile görüşmeye gerek olmadığını düşünmektedir. Ancak sorunların bu şekilde çözümlenmesinin bu güne kadar mümkün olmadığı ortadadır. Sözde soykırımın tanımasını ve/veya sınırların açılmasını, Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurulmasını savunan ülkelerin ve AB organlarının bu tutumu Ermenistan’ı hareketsizliğe itmekte ve bunun sonucu olarak iki ülke arasında uzlaşma sağlanması devamlı ertelenmektedir.

2. Taşnakların Türkiye’den Toprak Talepleri

Gerek Ermenistan’daki koalisyon hükümetinde yer alması gerek diaspora Ermenilerini etkisi altında bulundurması nedenleriyle Ermeni Devrimci Federasyonu partisinin Türkiye- Ermenistan ilişkileri hakkındaki görüşleri özel bir önem taşımaktadır.

Bu partinin son zamanlarda yıldızı parlamaya başladığı görülen Yüksek Kurul üyesi ve Erivan Bürosu Direktörü Giro Manoyan Ocak 2006 ayında Erivan’da bir toplantıda yaptığı konuşmada “Bizim de dahil olduğumuz bu günkü Ermenistan Hükümeti ile bizim de desteklediğimiz Ermenistan Başkanı (Türkiye’den) toprak talep etmekten vazgeçmeyeceklerdir. Ermenistan’ın resmi tutumu bu sorunun ülkenin dış politikası gündeminde olmadığı şeklindedir. Bu yarın gündemde olabileceği anlamına gelmektedir” demiş ve ayrıca “ Hiç bir Ermenistan Hükümeti bunu (toprak talebinden vazgeçmeyi) yapamaz, zira Ermeni halkı böyle bir hükümetin iktidarda kalmasına izin veremez;  halen toprak talebinde bulunulmaması yarın bulunulmayacağı anlamına gelmez” şeklinde konuşmuştur. Giro Manoyan ayrıca Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin ancak demokrasi Türkiye’ye yerleşince normalleşeceğini, bu taktirde Türkiye’nin, Ermeni “soykırımının” tanınması dahil, iç sorunlarını inceleyeceğini, ancak sadece Ermeni “soykırımının” tanınmasının, Türkiye bunun sonuçlarını da ele almadıkça (tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi kastedilmektedir) anlamsız olacağını ifade etmiştir.[7]

Manoyan’ın bu sözleri Türkiye’nin Ermeni “soykırımını” tanımasının yetmeyeceği,  tazminat ödemek ve toprak vermesinin de gerekeceği, bazı nedenlerle Ermenistan hükümetinin bu gün bu konuda talepte bulunamadığını ancak yarın bulunabileceği seklinde özetlenebilir.

Taşnaklar Ermenistan hükümetine dahil olduklarına göre Manoyan’ın bu sözlerinin hükümetin politikasını yansıttığı düşünülebilir mi? Bu soruyu yanıtlamak için bazı hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Birinci husus, Türkiye-Ermenistan sınırının 1921 tarihli Kars Antlaşmasıyla saptanmış olduğu ve Ermenistan hükümetinin, halefi olması nedeniyle Sovyetler Birliği tarafından imzalanan antlaşmalara, resmen reddetmediği sürece,  uymak zorunda bulunduğudur. Ermenistan Kars Antlaşmasını resmen reddetmemiştir. Kars Antlaşması yürürlükte olduğu sürece Ermenistan’ın hukuken Türkiye’den toprak talep etmek hakkı yoktur.

İkinci husus, 23 Ağustos 1990 tarihli Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinin 11. maddesinin Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan olarak kabul etmesidir. Ermeni Anayasasının birinci cümlesinde Bağımsızlık Bildirgesindeki esas ilke ve milli amaçların temel olarak kabul edildiğini yazmaktadır. Diğer bir deyimle Ermenistan Anayasası, dolaylı bir şekilde, Doğu Anadolu’nun Batı Ermenistan haline getirilmesini bir milli amaç olarak göstermektedir

Üçüncü husus, Türkiye’nin 1992 yılından bu yana Ermenistan’a, iki ülkenin birbirlerinin toprak bütünlüğünü tanıyan bir belge imzalamalarını önermesi ve Ermenistan’ın bunu reddetmesidir. Bu reddin ana nedeni Ermenistan Anayasasındaki yukarıda değindiğimiz hükümdür. Ermenistan Anayasası 2005 yılında değiştirilmiş ancak bu hükme dokunulmamıştır.

Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımayan bu tutumunu sınırların dokunulmazlığına çok önem verilen zamanımızda,  uluslararası alanda savunmak mümkün değildir. O nedenle Ermeni idarecileri, mecbur kalınca, Türkiye’den toprak talepleri olmadığını yazılı olarak beyan etmek yerine şifahen söylemek, ama bunu yazıya dökmemek yolunu seçmişlerdir. Başkan Koçaryan da, bir süre dayandıktan sonra, 2001 yılında bir Türk gazetecisine bu yolda bir beyanda bulunmuştur. Taşnakların itirazı üzerine ise bunun taktik bir davranış olduğunu,  soykırımın tanınması istenirken tazminat ve toprak talep edilmemesinin Türkiye soykırımı tanıdıktan sonra bu taleplerin ortaya atılmasının uygun olacağını söylediği basına sızmıştı[8]. Koçaryan’ın bu taktiği halen de sürdürdüğü Nisan 2005’te yaptığı ve Türkiye soykırımı tanıdığı taktirde bunun yasal sonuçlarıyla (tazminat ve toprak verilmesiyle) Ermenistan’ın gelecekteki başkan ve politikacılarının ilgileneceğini söylemesinden anlaşılmaktadır[9].

Kısaca Başkan Koçaryan ve Taşnaklar Ermenistan’ın şu andaki durumunun Türkiye’den tazminat ve toprak istenmesine el vermediğini anlamışlar ancak bu gerçek dışı iddialardan vazgeçerek iki ülke arasında bir barış ve işbirliği dönemi başlatmak yerine taleplerinin ortaya atılmasını ileriye bırakmışlardır. Burada ilginç olan husus, Türkiye’nin ileride Ermenistan’a tazminat ve toprak verecek derecede güçsüz bir duruma düşeceğinin farz edilmesidir. Oysa, Ermeniler hariç, AB de dahil, herkes Türkiye’nin geleceğinin parlak olduğunu düşünmektedir. Diğer bir deyimle Ermenilerin tazminat ve toprak talepleri, bu gün olduğu gibi yarın da boş bir hayal olmaktan ileri gidemeyecektir.

3. Kars-Ahalkelek Demiryolu Projesi

Dergimizin geçen sayısında Türkiye’yi Gürcistan’a oradan da Azerbaycan’a bağlayacak olan Kars-Ahalkelek demiryolu projesi hakkında bilgi verilmiş, Ermenistan’ın Kars’ı Gümrü’ye bağlayan demiryolu hattına zarar vereceği için bu projeye kesinlikte karşı çıktığı, önceleri projeye taraftar görünen AB Komisyonunda Ermenilerin girişimi üzerine tutum değişikliği gözlemlendiği, diğer yandan ABD Temsilciler Meclisinde Ermeni çıkarlarını kollayan bazı üyelerin ABD resmi fonlarının söz konusu projenin gerçekleşmesi için kullanılmasını önleyen bir yasa tasarısı verdikleri belirtilmişti[10].

AB’nin Kars ile Ahalkelek arasında demiryolu inşa edilmesi konusundaki tutumu Başkan Koçaryan’ın Ekim ayında Brüksel’de yaptığı ziyaret sırasında daha belirgin hale getirmiştir.  AB Komisyonunun Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Temsilcisi Javier Solana Koçaryan’la görüştükten sonra bir soruya cevaben mevcut ulaşım yollarını kullanmanın yeni demiryolu için yatırım yapılmasına tercih edilmesi gerektiğini söylemiş[11], Türkiye-Ermenistan sınırı açılırsa esasen bu yeni demiryoluna ihtiyaç olmayacağını da belirtmiş ve sınırın açılması için ise iki tarafın gayret göstermesi gerektiğini de ilave etmiştir[12]. AB Komisyonu Dışişleri ve Avrupa Yeni Komşuluk Politikası Komiseri Bayan Ferrero-Waldner de Şubat 2006’da Ermenistan’a yaptığı ziyaret sırasında Türkiye’nin iyi komşuluk ilkesine uyması ve sınır anlaşmazlıklarını barışçı yollarla çözmesi gereğine işaretle AB’nin Ermenistan’ı dışarıda bırakacak şekilde Türkiye’yi Gürcistan’a bağlayan bir demiryolu inşa edilmesini desteklemediğini bildirmiştir[13].

Böylelikle AB’nin bu demiryolunun inşa edilmesi yanlısı olmadığı açıklık kazanmış, ayrıca AB’nin sınırın açılması için ısrarlı olduğu da teyit edilmiştir. Buna karşılık Solana ve Ferrero-Waldner’in Türkiye-Ermenistan sınırının neden kapalı olduğuna hiç değinmemeleri dikkati çekmiştir. Oysa AB, Türkiye ile Ermenistan arasında dengeli bir politika gütmek istiyorsa bir yandan Türkiye’den sınırları açmasını talep ederken diğer yandan Ermenistan’dan sınırların kapanmasının nedenlerini (Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarının da işgal edilmesi) ortadan kaldırmasını istemesi gerekirdi.

Bu arada ABD Hükümetinin de söz konusu hattın inşa edilmesine pek taraftar olmadığı hiç olmazsa bu konuya karışmak istemediği de Türkiye’ye atanan ABD’nin yeni Büyükelçisi Ross Wilson ABD’nin Güney Kafkasya Demiryolları konusunda bir tutum almadığını ve bu bölgede demiryolu inşasına yardımda bulunmadığını söylemesinden anlaşılmıştır[14] .

Bu durumda Kars-Ahalkelek demiryolu hattı için AB ile ABD resmi makamlarından kredi alınamayacağı sonucuna varılmaktadır. Ancak nispeten kısa bir hat olan bu demiryolu Türkiye’nin kendi imkânlarıyla finanse edilmesi mümkündür. Ayrıca yabancı özel bankalardan da kredi bulunabilir.

Bu demiryolu hattı inşasında bir güçlük de Gürcistan’ın Cevaheti bölgesinde oturan Ermenilerden gelmektedir. Hat bu bölgeden geçecek olduğundan Ermenistan’ın telkiniyle bu bölge Ermenilerinde söz konusu hatta karşı bir hareket başlamıştır. Bölge Ermenilerini temsil ettiğini söyleyen Vaagn Şahalyan bu hattı ellerindeki tüm imkânları kullanarak önleyeceklerini söylemiştir[15] . Ancak halen Avrupa ülkelerine ve Rusya’ya bağlantısı Gürcistan yollarından sağlanan ayrıca çok ihtiyaç duyulan Rus doğal gazını da Gürcistan üzerinden alan Ermenistan’ın bu demiryolu inşaatını önlemek için Gürcistan ile ciddi bir sorun çıkarması pek olası değildir.

Yukarıda özetlenmeye çalışılan bazı güçlüklere rağmen tarafların bu hattın inşasında kararlı oldukları gözlemlenmektedir.  Nitekim bu amaçla en son Aralık 2005’te üç ülke temsilcileri Tiflis’te bir araya gelmişlerdir[16]. TBMM Başkanı Bülent Arınç son bir konuşmasında Ankara’nın projeye verdiği önemi vurgulamış ve bu hattın Avrupa’dan Orta Asya’ya mal taşımacılığına büyük katkı yapacağını söylemiştir[17]. Daha önce bildirdiğimiz gibi, Ermenistan bu Kars-Ahalkelek demiryolu projesini geçersiz kılmak üzere halen çalışmayan Kars-Gümrü hattında Türk mallarının ücretsiz taşınması (veya bu hattan Ermeni malları taşınmamasını) önermişti[18].  Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpoğan bu önerinin kabulünün mümkün olmadığını bildirmiştir[19]. Türkiye’nin, ulaşım kadar güvenlik düşünceleriyle de bu projeyi gerçekleştirmek istediği anlaşılmaktadır..    
4. Türkiye’de Kuş Gribi ve Ermenistan

Türkiye’nin bazı illerinde kuş gribi bulunduğunun saptanması üzerine Ermenistan bir süre Türkiye’ye uçak seferlerini [20] ve Türkiye’den yapılan yitecek ithalatını [21] durdurmuş, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Orta ve Doğu Türkiye’ye gidilmemesi uyarsında bulunmuştu [22] .

Uçak seferleri başladıktan sonra Erivan’a gelen Ermeni Armavia Havayollarının yolcuları uzun süren bir sağlık muayenesinden geçirilmiş (ancak hepsi sağlıklı bulunmuş) ve beraberlerinde getirdikleri yiyeceklere el konmuştur. Armavia şirketi uçaklarında sadece Ermenistan’da hazırlanan yemeklerin, servis edileceğini açıklamıştır [23] .

Ülkelerin kuş gribine karşı önlem almaları normaldir. Ancak Ermenistan’ın uyguladığı önlemlerin diğer ülkelere nazaran çok abartılı olduğu gözlemlenmiştir. Diğer yandan Kuş Gribi insanlardan değil kanatlılardan geçtiğinden ve hastalık daha ziyade Doğu Anadolu’da bulunduğundan Erivan hava alanındaki bu derecede önlem almanın bir yararı olmadığı da açıktır.  Ermenistan ilgililerinin bu davranışının, sağlık mülahazalarından ziyade, Koçaryan’ın başkanlığı döneminde çok artmış bulunan Türkiye’ye karşı olumsuz duygulardan ileri gelmesi olasıdır. 

II. SOYKIRIM İDDİALARI KONUSUNDA GELİŞMELER

1. Litvanya

Litvanya Parlamentosu 15 Aralık 2005 tarihinde aldığı bir kararla Ermeni soykırım iddialarını tanımış, Türkiye’nin de tanımasını istemiş, ayrıca “tarihi bir gerçeği” inkâr etmenin anlamı olmadığı vurgulanmıştır[24].

Karar 141 sandalyesi olan Litvanya Parlamentosunda 55 kişi mevcutken 48 olumlu oyla alınmış ve bu şekilde bir “olup bitti”  sonucunda gerçekleşmiştir. Ermenilerin başta Liberal Partinin Parlamento Grubu Başkanı Algis Kaseta[25] olmak üzere bazı Litvanyalı parlamenterleri ikna etmeyi başardıkları anlaşılmaktadır.

Kararın sert bir üslup taşıdığı görülmektedir. Nitekim Litvanya Parlamentosu Ermeni “soykırımını” tanımakla kalmamış “tarihi gerçeğin” inkâr edilemeyeceğini bildirerek Türkiye’nin de bu tanımayı yapmasını istemiştir. Litvanya’nın 1915 olaylarıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı düşünüldüğünde kararın bu üslubu şaşırtıcıdır. Soykırım suçlaması gibi demagoji yönü ağır basan bir konuda bir ülke ne derecede küçükse kararlarının da o derecede sert olduğu gözlemlenmektedir.

Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu kararın uluslararası alanda Ermenistan’ın tutumunu güçlendirdiğini söylemiş[26] Ermenistan Millet Meclisi Başkanı Bagdassaryan ise Litvanya Parlamentosu Başkanına bir teşekkür mektubu göndermiştir[27].

Türkiye Dışişleri Bakanlığı 16 Aralık 2006 tarihinde yaptığı bir açıklamada, özetle,   Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme görevi olmadığını, tarihin tarihçiler tarafından değerlendirilmesinin gerektiği, bu kararın ne Türkiye ile Litvanya arasındaki ilişkilere ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki İlişkilerin normalleşme sürecine olumlu yansımaları olmayacağını bildirmiştir. Dışişleri açıklamasının tam metni aşağıdadır[28].

Litvanya Parlamentosu’nun dün akşam, asılsız Ermeni soykırım iddialarını destekleyen bir karar aldığını üzüntüyle öğrendik. Kararın bir oldu-bitti yöntemiyle Parlamentoya sunulduğu, üzerinde herhangi bir tartışma dahi yapılmadan veya komiteye havale edilmeden, milletvekillerinin büyük bir çoğunluğunun katılmadığı bir oylamada kabul edildiği anlaşılmaktadır. Hiçbir tarihi ve hukuki temele dayanmayan bu kararı kınıyoruz.

Birinci Dünya Savaşı’nın çok özel koşullarında cereyan eden ve Türklerin ve Ermenilerin karşılıklı büyük acılarına neden olan olayların, birtakım sübjektif siyasi saiklerle çarpıtılarak, bir soykırım olarak takdimi kabul edilemez.

Parlamentoların geçmişte vuku bulmuş olaylar hakkında siyasi değerlendirmelerde bulunmaları tarihi gerçeklerin tek yanlı olarak saptırılmasından başka bir amaca hizmet etmemektedir. Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme gibi bir görevi bulunmamaktadır. Bu kararlar tarihi gerçekleri değiştirmeyecektir. Tarih, tarihçilerin değerlendirmesine bırakılmalıdır.

Türkiye’nin son dönemde Ermenistan’a yaptığı, sözkonusu tartışmalı dönemin Türk ve Ermeni tarihçilerce ilgili tüm ülkelerin arşivlerinde ortaklaşa araştırılarak, elde edilen bulguların dünya kamuoyuna açıklanması önerisini tamamen gözardı eden ve asılsız soykırım iddialarına destek veren bu kararın ne Türkiye ile Litvanya arasındaki ikili ilişkilere ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi sürecine olumlu yansımaları olmayacağı açıktır.

Türkiye ile hiçbir sorunu olmayan ayrıca Ermenistan ile olan ilişkilerinin de bir özeliği bulunmayan Litvanya Parlamentosunun bu kararı almasının nedenini Slovakya gibi bu ülkenin de vaktiyle Nazilerle işbirliği yapmış olmasında aramak gerekmektedir.  İkinci Dünya savaşının başında bağımsızlığını kaybederek Sovyetler Birliğine bağlanan Litvanya savaş içinde Alman orduları tarafından işgal edilmiş ve Nazilerle işbirliğine başlamıştır. Bu çerçevede Litvanya’daki 220-250 bin civarında olduğu tahmin edilen Yahudilerin neredeyse tamamı (% 95) ortadan kaldırılmıştır[29].  Savaş sonrasında tekrar Sovyetler Birliğine dahil edilen Litvanya Sovyetlerin dağılmasından sonra 1990 yılında bağımsızlığını kazanmış,  Avrupa Birliğine katılma sürecinde vaktiyle Yahudilere yapılanları affettirmek veya unutturmak amacıyla insan hakları savunuculuğuna  başlamıştır.. Litvanya Parlamentosu Ermenilerin soykırım iddialarını tanımakla kendi ülkesinde Yahudilere karşı işlenmiş olan soykırım suçunun daha önce başka ülkeler tarafından işlendiğini ileri sürerek, diğer bir deyimle Litvanya’nın bu suçu işlemekte yalnız olmadığını vurgulayarak,  kendi sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır. Litvanya bu şekilde davranmakla sadece Ermenilerin değil, Avrupa’da sözde Ermeni soykırımını tanıyan diğer AB üyesi ülkelerin de  (Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Polonya Slovakya, Güney Kıbrıs ve Yunanistan) takdirini kazanmıştır.

Bu konuda üzerinde durulması gereken bir husus Türkiye’nin, diğer Baltık ülkeleri için olduğu gibi, bağımsızlığını kazanmasından sonra Litvanya ile yakın ilişkiler kurmuş olması ve bu ülkenin NATO’ya kabul edilmesi için çaba sarf etmiş bulunmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin iyi niyetli tutumunun Litvanya’dan karşılık görmediğini söylemek mümkündür.

Bu arada Litvanya’nın bu davranışının diğer Baltık ülkelerini de etkilemesi olasıdır. Estonya Dışişleri Bakanı Urmas Paet, Postimus gazetesine verdiği bir mülakatta her ülkenin kendi tarihi hakkında mümkün olduğu kadar açıklıkla konuşması gerektiğini belirttikten sonra Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini söylemiştir[30]. Letonya Devlet Başkanı Vayra Vike-Freiberga ise 2005 Ekim ayında Ermenistan’a yaptığı ziyaret sırasında Erivan Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada, soykırım iddialarına atıfla, yaşamında acıyı tanımış bir kişi olarak Ermenilerin geçmiş acıları bir yana bırakıp, mağrur ve kendine güvenen bir millet olarak,  geleceği düşünmeye başlamalarını tavsiye etmiş, ülkesinin Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesinden yana olduğunu ancak bu ülkenin daha önce bazı olumsuzlukları ortadan kaldırması gerektiğini ifade etmiştir[31].

2. Edinburg Şehir Meclisinin Kararı

Dergimizin geçen sayısında[32] İngiltere’deki Ermeni kuruluşlarının, İngiliz Hükümetinin soykırım iddialarını kabul etmeyen tutumu karşısında bölge parlamentolarına yöneldikleri ve Galler’de bir denemeden sonra İskoçya’da girişimde bulundukları, Edinburg Şehir Meclisinde çoğunluğu oluşturan İşçi Partisinden destek alırken muhalefetteki Muhafazakâr Partinin böyle bir karara karşı çıktığı ifade edilmişti.

İngiltere’deki Türk Dernekleri Federasyonu bu konuda Türk görüşlerini anlatmak üzere bir toplantı düzenlemiştir. Toplantıya ASAM Başkanı E. Büyükelçi Gündüz Aktan ile Koç Üniversitesi’nden Norman Stone katılarak 1915 tehciri ile bilgi vermişler ve olayların neden soykırım sayılmayacağını da anlatmışlardır[33]. Belediye Başkanı Anderson da toplantıya katılarak söylenenleri itiraz edemeden dinlemiş ancak kendisine sorulan sorulara tatmin edici cevap veremediği için güç durumda kalmıştır.

Bu toplantıdan sonra, normal olarak, Edinburg Belediyesi’nin soykırım iddialarıyla ilgili karar önerisini rafa kaldırması beklenirdi.  Ancak öyle olmamış öneri, planlanan gün olan 16 Kasım’da görüşülmüş ve Muhafazakârların 16 ret oyuna karşılık İşçi Partililer ve Liberallerin 29 olumlu oyuyla kabul edilmiştir.

Görüldüğü gibi olay, sonunda, 1915 tehcirinin soykırım mı değil mi olduğunun tartışılmasından ziyade Edinburg Belediye Meclisi içinde parti çekişmesine dönüşmüştür. Bu arada özellikle Belediye Başkan Anderson’un bu öneriyi kabul ettirmek bu derecede çaba sarf etmesini ve İngiltere’de iktidardaki İşçi Partisi’nin tutumuna aykırı bir tutum izlemesinin nedeni anlaşılamamıştır.

Alınan kararda, özetle, birçok parlamentonun 1915 olaylarını soykırım olarak kabul ettiği, bu olaylar sırasında ilgili tüm taraflarda mezalim ve trajediler görüldüğü, ancak Osmanlıların Ermeni toplumuna karşı hareketinin soykırım olduğu, Türk ve Ermeni halkları arasında diyalogun desteklendiği bildirilmiş ve ayrıca Ermeni  “soykırımını” tanımasının Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmanın ön koşulu olması görüşünün desteklenmediği de ifade edilmiştir.

3. İtalya’nın Lombardiya Bölgesi Parlamentosu

İtalya’nın Lombardiya Bölgesi Yerel Parlamentosuna Türkiye’nin AB’ye katılmasını Ermeni “soykırımını” tanıması şartına bağlayan bir önerge verilmişti. Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Uğur Ziyal Lombardiya Bölge Yönetimi Başkanı Lega Nord Partisinden Attilo Fontana’ya bir mektup göndererek geçmişte yaşananları değerlendirmenin tarihçilerin görevi olduğunu bildirmiş ve Lombardiya Bölge Yönetiminin bu önergeyi desteklememesini rica etmişti.  Normal koşullarda bu mektubun taraflar arasında kalması Fontana bu mektubu önleyici sansür ve yersiz bir müdahale olduğunu belirterek basına açıklamıştır. Lombardiya Yerel Meclisindeki Laga Nord Partisi Grubu başkanı David Boni bu konuda Türkiye’nin Avrupa’ya girişinin tarihle çeliştiğini ve Türkiye’nin İslâm fanatizmini için Avrupa’da bir Truva atı işlevini göreceğini söylemiştir[34].

Başkanlığını Umberto Bossi’nin yaptığı Lega Nord (Kuzey Birliği) Partisi kuzey İtalya’yı ifade eden Padana’nın bağımsızlığından yanadır. Bu parti genel olarak yabancılara ve İtalya’da Hıristiyan olmayanlara karşıdır. Ermenilerin iddialarının desteklenmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.

4. Soykırım İddialarına İlişkin Diğer Gelişmeler

İncelediğimiz dönem içinde Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borell ile NATO Parlamenter Asamblesi Başkanı Pierre Lelouche’un Ermenilerin soykırım iddialarını benimseyen bayanlarda bulundukları görülmüştür.

Joseph Borell Brüksel’i ziyaret eden Koçaryan ile görüştükten sonra basına “XX. asırdaki Ermeni katliamını soykırım olarak tanınması ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın açılması Türkiye’nin AB’ye katılmasının ön şartlarıdır” demiştir.  Oysa iyi komşuluk ilişkileri kurulması ilkesi çerçevesinde Türkiye’nin Ermenistan ile sınırların açması gerektiği düşünülse bile bunun ne zaman olması gerektiği hususunda bir açıklık yoktur. Türkiye, kuramsal olarak, AB’ye katılmasından hemen önce, diğer bir deyimle en az on yıl sonra da sınırlarını Ermenistan’a açabilir. Diğer yandan Türkiye’nin AB’ye katılımını düzenleyen AB metinlerde “soykırımı” tanıması koşulu yoktur. Avrupa Parlamentosu çeşitli kere ve en son 28 Eylül 2005 tarihinde böyle bir koşul içeren bir karar kabul etmişse[35] de bu karar tavsiye niteliğinde olduğundan uyulması gerekli değildir.

NATO Parlamenter Asamblesi Başkanı Pierre Lelouche ise Kasım ayında Kopenhag’da yapılan Asamblenin 51. toplantısında NATO’nun Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini ancak Türkiye’nin de önce insan hakları sorunlarıyla Kıbrıs ve Ermeni Soykırımı sorunlarını çözmesi gerektiğini ifade etmiştir[36]. Bu sözler Asamble Başkanın kişisel düşünceleri olup NATO Asamblesinin tutumunu yansıtmamaktadır. Ayrıca bu Asamblenin de kararları tavsiye niteliğindedir.

Bu arada, Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Dubai’de İngilizce yayınlanan “7 Days” gazetesinin yaklaşık 2005 yılı başından itibaren Ermeni görüşleri doğrultusunda birçok yayın yaptığını bu arada sözde Ermeni soykırımın 90. yıldönümü ile ilgili faaliyetlere geniş yer verdiğini[37] böylelikle Dubai’nin Lübnan’dan sonra Ermeni iddialarının geniş şekilde yer aldığı ikinci Arap ülkesi haline geldiğini de belirtelim.

Diğer yandan Ermeni soykırım iddiaların Japonya’ya da yayılmaya başladığı görülmektedir. Bir Ermeni gazetesine göre[38] “Ermenilerin Unutulan Soykırımı” kitabın yazarı Hiroyoşi Skava’nın girişimiyle Aichi Üniversitesi Japonya’nın Kioto, Osaka, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinde Ermeni “soykırımı” konusunda sergiler açmak kararını almıştır.

Lyon Şehri Belediyesi, Meclis Başkanının ve Muhafazakâr partilerin muhalefetine rağmen Sosyalist Partisi üyelerinin oylarıyla şehrin tarihi Antonin-Poncet meydanına bir Ermeni Soykırımı anıtı dikme kararı almıştır. Anıt 24 Nisan 2006 tarihinde açılacaktır. Bu meydan UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine konmuş olduğundan meydanda değişiklik yapılmaması gerekmektedir. Değişiklik yapıldığı taktirde ise UNESCO’nun Fransız hükümetine itiraz etmenin ve/veya Dünya Miras Komitesi karar verdiği taktirde, meydanın Tehlikedeki Dünya Mirası Listesine koymanın dışında bir yetkisi olmadığı anlaşılmaktadır [39] . 

Fransız Ermenilerinin bu ülkenin siyasetinde sayılarıyla orantılı olamayacak derecede fazla nüfuz sahibi olmaları bazı büyük Fransız şehirlerine soykırım iddialarını yansıtan anıtlar dikilmesi sonucunu vermektedir. Bu durumun en çarpıcı misali 23 Nisan 2003’te Paris’in en seçkin bir yerine Ermeni “soykırımını” temsilen besteci Komitas’ın büyük bir heykelinin dikilmesidir. Ancak Komitas’ın, iki hafta kadar Çankırı’ya gönderilmiş olmanın dışında, tehcir olayı ile bir ilgisi yoktur. Adı geçen 1919 yılında İstanbul’dan ayrılmış, başta Ermeniler olmak üzere herkes tarafından unutularak 1934 yılında Paris’te ölmüştür.

Bu arada Fransız makamlarının Atatürk’ün bir heykelinin dikilmesi için Paris’te yer bulamadıklarını ve heykel için Büyükelçiliğimiz binasının duvarını tavsiye ettiklerini de belirtelim. Bu vesileyle Fransa’daki Türklerin sayısının yaklaşık Ermeniler kadar olduğunu da anımsayalım.

5. Soykırım İddiaları ve Türk Hükümetinin Tutumu

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün TBMM’de bir soru önergesini yanıtlarken sözde Ermeni soykırımı hakkında bazı ülkeler parlamentolarında alınan kararlar karşısında Türkiye’nin tutumunu da açıklamıştır[40]. Gül bu konudaki kararların ilgili hükümetleri değil tamamen yasama organının faaliyeti olduğunu söylemiş ve bu çerçevede, kısmen Fransa hariç, hiçbir AB ülkesi hükümetinin sözde soykırımı tanıyan bir karara, bildiriye veya açıklamaya imza attığına tanık olunmadığını, tamamen siyasi mahiyetteki bu kararların hukuki bağlayıcılığı bulunmadığını da belirtmiştir. Gül ayrıca bu kararların alındığı ülkelerde Türk düşmanlığı yarattığını, Avrupa’da yaşanan milyonlarca Türk’ün entegrasyonuna zarar verdiğini, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesini engelleyen bir ortam doğurduğunu söylemiş ve soykırım iddialarının tarihçilerin incelemesine bırakılması gerektiğini de eklemiştir.

Gerçekten, Fransa hariç, diğer ülke parlamentolarının Ermeni “soykırımı” hakkında kabul ettikleri kararlar tavsiye niteliğinde olup hukuken kimseyi bağlamamaktadır. Ancak, aşağıda açıklanacağı üzere, Fransız kanununda hukuki bir sonuç doğurmayan bir beyan niteliğini taşımaktadır. Ancak Fransız kanunu ve diğer ülke meclislerinin kararları hukuki alanda bir anlam ifade etmeseler de soykırım gibi en ağır suçla itham etmekle Türkiye ve Türklerin imajını zedelemektedir. 

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 15 Kasım 2005 tarihinde TBMM Bütçe Plan Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı bütçesinin görüşmesi sırasında Ermenilerin soykırım iddialarına değinmiştir. 2005 yılında Ermenistan Hükümeti ve diasporanın bu iddiaları uluslararası platformlara taşıma yönünde özellikle aktif bir çaba içinde olduklarının gözlemlendiğine temas eden Gül, Ermeni tarafının tarihî gerçekçiliği kanıtlanmamış siyasî verilerle sürdürdüğü bu faaliyetlere karşı Türkiye’nin yıl içinde yoğun bir karşı kampanya yürüttüğünü, diğer hususlar arasında bahse konu olan döneme ışık tutmak amacıyla ortak bir tarih komisyonu kurulması önerisinin özellikle önemli bir adım teşkil ettiğini belirtmiştir. Ermeni Hükümetinin bu öneriye henüz yeterince açık bir şekilde olumlu yanıt vermediğini, böylece sürecin ilerletilmesine imkân tanınmadığını, Türkiye’nin tarihle yüzleşmekten, geçmişte olduğu gibi bugün de kaçınmadığını, Türkiye’nin uluslararası toplumda geniş ilgi uyandıran bu girişiminin hayata geçirilmesinin önem taşıdığını ifade eden Gül, böylece tarihten düşmanlık yerine dostluk çıkarma yönünde somut bir adım atılmasının, sadece Türk-Ermeni ilişkilerine değil tüm bölgeye ve ötesine yayılacak olumlu bir etki yaratacağını, bu itibarla, ilgili tüm ülkelerden parlamentolarda tarihî gerçeklerden yoksun, sorumsuzca kararlar kabul etmek yerine, bu önerimize destek vermelerinin ve Ermenistan’ı bu yönde teşvik etmelerini beklendiğini söylemiştir.

Başbakan Erdoğan ise Kasım ayında NATO Parlamenter Asamblesinde yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin arşivlerini açtığını, Ermenistan’ın ve diğer ülkelerin de aynını yapması gerektiğini, diğer yandan soykırımın Türkiye tarihinin bir parçası olmadığını, isyan eden bir toplumun (Ermeniler) yerinin değiştirilmesini soykırım olarak tanımlamanın ciddi bir hata olduğunu söylemiştir[41] .

Ermenistan’ın bu konudaki tutumuna gelince, Dışişleri Bakanı Oskanyan’a göre Türkiye’de Ermeni soykırımı tartışılmaya başlayınca kamu oyundan gelecek baskı Türkiye resmi makamlarını “soykırım” konusuna dahi ciddi bir şekilde eğilmeye zorlayacaktır[42]. Oskanyan ayrıca Türkiye’nin tarihçilerden bir komisyon kurulması önerisini, “soykırım” konusunda yeterince delil olduğu için,  propaganda olarak nitelendirmiş, Türkiye’nin önce Ermenistan ile olan sınırını açmasını ve diplomatik ilişki kurması gerektiğini, ancak ondan sonra Türkiye’nin girişimimin bir anlamı olacağını söylemiştir[43]. Oskanyan 2005 yılı sonu münasebetiyle verdiği bir mülakatta,  Orhan Pamuk olayına temasla, Türkiye Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilecekse sadece fikir özgürlüğünü sağlamasının değil kendi tarihiyle de yüzleşmesinin gerektiğini ve bunun için de Ermeni soykırımını tanımasının önemli olduğunu ifade etmiştir.[44]

6. Tarihi Düzenleyen Fransız Kanunları

Kanunların görüş beyan etmeyip, emir vermesi, neyin yapılacağını neyin yapılamayacağını belirlemesi, bazı statüleri saptaması genel olarak her ülkede uygulanan bir kuraldır. Kanun görüş bildirmez, zira görüş bildirme evresini geçirmiş, kesinlik kazanmış hususları düzenler.

En eski demokrasilerinden biri olan ve hür düşüncenin anavatanı olarak bilinen Fransa’da 1990’ların başından bu yana bazı tarihi olaylar hakkında hükümler içeren o nedenle de tarihi düzenleyen bir nitelik taşıyan bazı kanunlar kabul edilmiştir.

Bunların birincisi öneri sahibinin adın izafeten Gaysott kanunu denilen 13 Temmuz 1990 tarihinde kabul edilmiş olan ve her türlü ırkçı, Yahudi aleyhtarı ve yabancı düşmanı hareketin cezalandırılmasına dair kanundur.

İkincisi 29 Ocak 2001 tarihinde kabul edilmiş olan Ermeni “soykırımı” kanunudur. Bu kanun  “Fransa Ermeni soykırımını açıkça tanır” cümlesinden ibarettir.  “Fransa” sözcüğünden her halde Fransız vatandaşlarının değil Fransa Devletinin anlaşılması gerekmektedir. Zira tüm Fransız vatandaşları, hiç olmazsa Fransa’da yaşayan 450.000 Türk bir Ermeni soykırımı olduğu kanaatinde değildir. Bu arada söz konusu kanunun Fransız Devletinin Ermeni “soykırımını” tanımasının dışında başka bir sonucu olmadığı görülmektedir.  Bu hususu dikkate alan Fransız Ermenileri,  Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerin cezalandırılmasına dair bir maddenin kanuna eklenmesini ısrarla istemişlerdir Fransız Meclisine bu hususta bazı kanun tasarıları önerilmiş bulunmaktadır.

Üçüncüsü esir ticaretini insanlığa karşı suç olarak tanıyan 21 Mayıs 2001 tarihli kanundur.

Dördüncüsü ise 4. maddesinde “deniz aşırı ülkelerde ve özellikle Kuzey Afrika’daki Fransız varlığının olumlu rolüne” temas eden 23 Şubat 2005 tarihli kanundur.

Bu son kanunun bir maddesi Fransız sömürgeciliğinin övülmesi anlamına geldiğinden tepkilere neden olmuştur. Fransa ile Cezayir arasında imzalanması öngörülen Dostluk Antlaşması ertelenirken[45], bu hükmün kaldırılması için Sosyalist Partisi tarafından Mecliste yapılan öneri, iktidardaki partilerden olan ve Başkanı Nikolas Sarkozy’in tutumu nedeniyle gitgide sağa doğru kayan UMP’nin oylarıyla reddedilmiştir[46]. Bu arada Sarkozy Martinique adasına yapacağı ziyareti aleyhindeki tepkiler nedeniyle iptal etmek zorunda kalmıştır[47].  Kasım 2005 ayında başta Paris olmak üzere bazı Fransız şehirleri varoşlarında oturan hemen hepsi kuzey Afrika kökenli gençlerin işsizlik ve ayırımcılık gibi nedenlerle binlerce otomobili ateşe vermeleri de Fransa’da eski sömürgelerinden gelen insanların tepkisini çekecek davranışlardan kaçınması gerektiğini ortaya koymuştur.

Sosyalist Partisinin yukarıda değindiğimiz önerisinin reddi Fransa’da tarihi olaylar hakkında düşünce özgürlüğü tartışmasını başlatmıştır. Bu tartışmalara katılan Başkan Chirac, tarih yazmanın yasaların değil tarihçilerin işi olduğunu söylemiş[48], fakat söz konusu dört kanundan üçünün altında kendi imzası olduğunu unutmuştur.

Diğer yandan tanınmış on dokuz Fransız tarihçisi 13 Aralık 2005 tarihinde “Tarih İçin Özgürlük” başlığını taşıyan bir bildiri yayımlamışlardır[49]. Bildiriyi imzalayanlar,  özetle,  geçmiş olayların değerlendirilmesi ve bu konuda bazı tarihçi ve düşünürler hakkında adli işlem yapılmış olmasın etkisi altında bazı ilkeleri hatırlatmak istediklerini belirterek, özetle tarihin bir din olmadığını, tarihçinin hiçbir doğma kabul etmediğini, hiçbir yasağı dinlemediğini, hiçbir tabu tanımadığını, tarihçinin kınama veya yüceltme görevi bulunmadığını, tarihçinin olayları açıkladığını, tarihin güncelliğin kölesi olmadığını ifade etmişlerdir.  Bildiride ayrıca tarihçinin çağdaş ideolojik şemaları ve bugünün duyarlığını geçmişe uygulamadığını belirtildikten sonra bazı Fransız kanunlarının bu ilkeleri ihlal ettiği,  tarihçinin özgürlüğünü kısıtladığı, ona neyi araması ve neyi bulması gerektiğini söylediği, metotlar gösterdiği, sınırlamalar koyduğu, aksi halde cezalandırılacağını da bildirdiği ifade edilmiş ve demokratik bir rejime yaraşmayan bu kanunların (yukarıda başlıklarını saydığımız kanunlar) kaldırılması istenmiştir.

Bildiriyi imzalayanlar arasındaki Yahudi kökenli tarihçiler de olup bu kişiler de Yahudi soykırımın inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören “Gaysott” kanunun iptalini istemişlerdir. Diğer yandan Ermeni “soykırımı” hakkındaki kanunun kaldırılmasını isteyen tarihçilerden bazıları böyle bir soykırımın var olduğuna dair yayın yapmış kişilerdir. Son olarak bu bildiriyi imzalayanlardan hiç birinin Ermeni soykırımı olmadığını savunmuş değildir. Görüldüğü gibi,  bildiriyi imzalayanlar, kişisel inanç ve kanılardan kendilerini arındırarak, tarihi olaylarının niteliğinin kanunla saptanamayacağı belirtmek ve bu tür kanunların kaldırılmasını istemek amacıyla hareket etmişlerdir.

Söz konusu bildiriyi imzalayanlar arasında bulunan tanınmış tarihçi Marc Ferro bu konuda bir Türk gazetesine verdiği mülakatta[50] bu tür yasalar nedeniyle Fransız tarihçilerin baskı altında olduğunu ve özgürlüklerinin kısıtlandığını söyledikten sonra Fransız tarihçilerinin durumunu totaliter rejimlerdeki uygulamalara benzetmiştir. Ferro Fransa'daki tarihçilerin bir yandan geçmişe ilişkin kanunlar çıkaran parlamentonun, diğer yandan bu yasaların çıkması için çalışan lobilerin baskısına maruz kaldığını vurgulamış ve çeşitli dernek ve kuruluşların ‘kendi istediklerini söylemeleri için' tarihçilere baskı yaptığını,  bu grupların bazı yazarları boykot ettiğini, kitaplarının satmaması için kampanya yürüttüğünü belirtmiştir. Ferro bu tür yasaların sayısı artarsa, mesela, Türklerden veya Ermenilerden veya Yahudilerden bahsedemeyeceğini, bunun ise kendi zihni özgürlüğünü daralttığını söylemiş ve bu durumun kendisi de dahil tarihçileri ‘otosansür’ yapmaya itebileceğine değinmiştir. Ferro böylelikle tarihçiler arasında “Bundan konuşmayalım, yoksa şu grup tepki gösterir. Buna dikkat! Bu konuyu ele alırsak şu grup veya devlet tarafından hakkımızda dava açılabilir.” şeklinde bir yaklaşım oluştuğunu da eklemiştir.  Marc Ferro’nun üzerinde durduğu diğer bir nokta ise söz konusu yasaların aynı zamanda resmî bir tarih yazımının başlangıcı anlamına geldiğini söylemesidir. Ferro bu sözleriyle ifade özgürlüğü olan ülkelerde herkesin kabul etmesi gereken resmi bir tarih oluşmasının tehlikesine dikkati çekmiştir. Son olarak ünlü tarihçi, bazı meslektaşlarının yazdıklarından dolayı mahkemeye verildiğini hatırlatmıştır[51].

Fransız Ermenileri tarihçilerin yukarıda değindiğimiz bildirisine tepki göstermişlerdir. 20 Aralıkta içlerinde Ermenilerin de bulunduğu yazarlar, hukukçular ve bazı tarihçilerinden oluşan 31 kişi bir bildiri yayınlayarak tarihçiler bildirisine karşı olduklarını belirtmişler ve kaldırılması istenen dört kanundan üçünün kanıtlanmış soykırım veya insanlığa karşı suçlarla ilgili bulunduğunu ve bu kanunların amacının söz konusu olayların inkârına karşı mücadele etmek olduğunu ve araştırma yapmak ve fikir beyan etmek özgürlüğünü kısıtlamadıklarını iddia etmişlerdir[52].

Fransa’da araştırma yapmak özgürlüğü hukuken kısıtlanmamışsa de Ermeni “soykırımını” kabul edenbir kanunun bulunduğu bir ülkede “soykırım olmamıştır” demenin fiilen mümkün bulunmadığı ortadadır. Nitekim bu yönde fikir beyan eden bazı Fransız tarihçileri 2001 yılı kanunundan sonra tamamen susmayı yeğlemişlerdir.

Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Fransız Millet Meclisi Başkanı Louis Debré’yi 23 Şubat 2005 tarihli kanun üzerinde yapılan tartışmalar ışığında, hafıza ve tarih alanlarında Parlamentonun tutumunu değerlendirmekle görevlendirmiştir. Debré ise söz konusu kanunun yarattığı sorunun çözümüne öncelik vereceğini daha sonra ise bazı parlamenterleri toplayarak diğer kanunları inceleyeceğini basına bildirmiştir[53]. Debré bu konuda bir rapor hazırlayarak Cumhurbaşkanına sunmuş[54] Jacques Chirac da söz konusu kanunun 4. maddesindeki deniz aşırı ülkelerde ve özellikle Kuzey Afrika’daki Fransız varlığının olumlu rolüne işaret eden bölümünün kaldırılması için Anayasa Mahkemesine müracaat etmiştir[55]. Anayasa Mahkemesi 31 Ocak 2006 tarihinde bu bölümün kanun niteliğinde olmadığına karar vermiştir.[56] Böylece Jacques Chirac Fransız Parlamentosundan bir kanun çıkarmak tehlikesine maruz kalmadan sorunu çözümlemiştir. Ayrıca 10 Mayıs’ı Köleliğin Kaldırılışını Anma Günü ilan etmekle de gelecek başkanlık seçimleri için puan toplamaya çalışmıştır.    

Geri kalan ve aralarında Türkiye’yi özellikle ilgilendiren Ermeni “soykırımını” tanıyan kanun da bulunduğu diğer üç kanun için ne yapılacağı belli değildir. Fransız Millet Meclis Başkanı Debré sözünü tutarsa bu kanunların da ele alınması gerekmektedir.

Bu arada Tarih İçin Özgürlük Bildirisi’ni imzalayan tarihçilerin teşvikiyle bir araya gelen 600 Fransız tarihçi, öğretim görevlisi ve araştırmacı tarafından imzalanan bir diğer bildiride 23 Şubat 2005 tarihli kanun ilgili bölümünün kaldırılmasının not edildiği belirtildikten sonra resmi tarihi dile getiren kanunları oylamanın Parlamentoların yetkisi dahilinde bulunmadığı” ifade edilmiştir. 

Aynı bildiride önümüzdeki günlerde diğer kanunları için değişiklik önerecekleri hususu yer almıştır. Burada dikkati çeken 13 Aralık 2005 tarihinde açıklanan “Tarih İçin Özgürlük Bildirisi” söz konusu kanunların kaldırılması istenirken bu kez bu kanunlar için değişikliğin önerilmesi, yani ilk tutuma nazaran bir gerileme görülmesidir. Diğere yandan bu değişikliklerin tatmin edici olup olmadıklarını zaman gösterecektir. Ermeni “soykırımı” kanununda kayda değer bir değişiklik yapılmasa da bundan sonra bu kanuna Ermeni “soykırımını” inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören bir madde eklenmesi olasılığı çok azalmıştır.

Bu konuda son olarak değinmek istediğimiz husus Türk Dışişlerinin parlamentoların bir olayın soykırım olduğu hakkında karar alma yetkisinin bulunmadığını yaklaşık çeyrek asırdan beri her fırsatta açıklamış olmasıdır. Şimdi Fransız tarihçilerinin büyük çoğunluğu da bu noktaya gelmiştir. Ancak onların henüz üzerinde durmadıkları veya bilemedikleri husus parlamentoların bilimsel veya etik nedenlerle değil hukuki nedenlerle de soykırım konusunda karar almaya yetkili olmadıklarıdır. Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 6. maddesine göre bir olayın soykırım olup olmadığına o olayın vuku bulduğu ülkenin yetkili mahkemeleri veya uluslar arası bir ceza mahkemesi karar verebilir, parlamentolar değil.

III. KARABAĞ

Haydar Aliev ve Robert Koçaryan’ın Minsk Grubu eş başkanlarıyla 2001 yılında önce Paris’te sonra ABD’de Key West’te yaptıkları ve basın tarafından nihai çözüme çok yaklaşıldığı bildirilen konferanslardan bir sonuç alınmamasından sonra Karabağ sorunu bir durgunluk dönemine girmiş ancak taraflar arasında devlet başkanları ve dışişleri bakanları düzeyinde görüşmeler devam etmişti. Mesela, İlham Aliev ile Koçaryan 2003 yılı Aralık ayından bu yana altı kez buluşmuşlardır. Son olarak İlham Aliev ve Robert Koçaryan Karabağ sorununun hangi ilkeler esas alınarak çözümlenebileceğini saptayan bir belgeyi tartışmak üzere 10 ve 11 Şubat 2005 tarihinde Paris yakınlarındaki Rambouillet şatosunda bir araya gelmişler, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın da gayretlerine rağmen bir anlaşmaya varamamışlardır.

Görüşmelerin bir sonuç vermemesi tarafların tutumları çok farklı olmasından ileri gelmektedir.

Azerbaycan için, geniş özerklik haklarına sahip olarak da olsa, Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı kalması ve Karabağ’ı çevreleyen Azerbaycan rayonlarının[57] kendisine geri verilmesi esastır.

Ermenistan ise, ileride ilhak etmek üzere,  Karabağ’ın bağımsız olmasını istemekte ve bu sağlandığı taktirde, Karabağ’ın güvenliğini sağlayacak şekilde Azeri rayonlarından çekilebileceğini ifade etmektedir.

2005 yılı ortalarına doğru basında Karabağ sorununun çözüm sürecine girdiğine dair bazı haberler yayınlanmaya başlamıştır.  Bunlara göre öngörülen çözüm Ermenilerin işgal ettikleri yedi Azeri rayonundan beşini Azerbaycan’a iade etmesi, Nahcivan bölgesinin Ermenistan’dan ve Karabağ’dan geçecek bir yolla Azerbaycan’a bağlanması, bu yolun ve Ermenistan ile Azerbaycan’ın sınır bölgelerinin uluslararası bir barış gücü tarafından kontrol edilmesini içermektedir. Karabağ’a gelince bu bölgenin statüsü 10 ilâ 15 yıl sonra yapılacak bir referandumla saptanacaktır.[58]

Görüldüğü üzere bu çözüm formülü Azeri rayonlarının, kısmen de olsa, Azerbaycan’a verilmesi Karabağ sorununun çözümü ise 10, 15 yıl gibi uzun bir süre ertelenmesi esasına dayanmaktadır. Ancak Karabağ’ın statüsünün referandumla belirlenmesi öngörüldüğünden, Karabağ halkının da referandumda Ermenistan’a katılmak için oy kullanacağında şüphe bulunmadığından,  Ermenistan’ın halen fiilen hakim olduğu Karabağ’ı en geç 15 yıl sonra hukuken de topraklarına katacağı anlaşılmaktadır. Özetlemek gerekirse bu çözüm, Azerbaycan’ın kendisine ait rayonları geri almasına karşın, 10 ila 15 yıl sonra da olsa Karabağ’ı Ermenistan’a bırakmaktadır.

Karabağ sorunun çözümü için basında yayınlanan haberler taraflarca doğrulanmamış ancak tamamen de yalanlanmamıştır. Tarafların dışişleri bakanları düzeyinde görüşmelerinin sürdüğü bir sırada bir Azerbaycan gazetesi çözümün esasları hakkında daha ayrıntılı bilgi vermiştir [59]. Buna göre:

Birinci adım olarak Ermenistan, halen işgal etmekte olduğu yedi Azeri rayonundan üçünü boşaltacaktır Bu rayonlar Fuzuli, Akdam ve Cebrail’dir. Azerbaycan ise, kapatmış olduğu Ermenistan’a ulaşım yollarını (Kara ve demir yollarını) açacaktır.

Daha sonra Ermenistan Kubatlı ve Zengilan bölgelerini boşaltacaktır. Karabağ ve Ermenistan topraklarından geçecek bir yol ile Azerbaycan’ın Nahcivan’a bağlanması sağlanacaktır. Ermenilerin çekileceği bu beş rayonun Azeri ahalisi yerlerine dönecektir.

Ermenilerin boşaltacağı bölgelere ve Ermenistan ve Azerbaycan sınırına uluslararası barış gücü yerleştirilecektir[60].

Ermeniler, Karabağ’ın statüsü hakkında bir anlaşmaya varılmasından sonra Kelbecer rayonun boşaltacaklardır.

Son rayon olan Laçin ise bir süre Ermenistan’ın elinde kalacaktır. (Karabağ’ı Ermenistan’a başlayan başlıca yol bu bölgeden geçtiğinden Ermenistan’ın burayı mümkün olduğu kadar fazla süre elde tutmak istediği anlaşılmaktadır)

Karabağ’ın statüsü referandumla saptanacaktır. Diğer bir deyimle Karabağ halkı bağımsız mı olacağına, Ermenistan veya Azerbaycan’a mı bağlanacağına bir referandum ile karar verecektir.

Ana hatları bu olan çözüm planında henüz belirlenemeyen hususlar vardır.

Bunların başında referandumun ne zaman yapılacağı gelmektedir. Ermeniler referandumun beş yıl içinde yapılmasını isterken Azeriler bu süre için 15-20 yıl öngörmektedirler. Ermenilerin bu aceleliği Karabağ’ı bir an önce kendi topraklarına katmak arzusundan ileri gelmektedir. Azerilerin referandumu çok ertelemek isteklerinin temelinde ise bu uzun süre içinde koşulların değişebileceğini ümit etmeleri bulunmaktadır. Karabağlı Azeriler yerlerine dönse dahi azınlıkta kalacaklarından yapılacak bir referandumdan Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması sonucunu çıkacağından kimsenin şüphesi yoktur. Bazı Azeri çevrelerinin petrol ve doğal gaz gelirleri sayesinde ülkelerinin 15-20 yıl sonra ekonomi bakımdan çok güçlü hale geleceğini ve o zaman yapılacak bir referandumda Karabağlı Ermenilerin Azerbaycan’a katılmak için oy verebileceklerini düşündükleri anlaşılmaktadır. Ermenilerde milliyetçilik duyguları şovenizm derecesine varacak kadar güçlü olduğundan 20 yıl sonra yapılacak bir referandumda fikir değiştireceklerini beklemek pek gerçekçi değildir. Diğer yandan halen, Türkiye ve Azerbaycan sınırları kapalı olmasına rağmen, Ermenistan’ın son yıllarda GSMH’sı yılda %10’un üzerindeki oranlarda arttırmaktadır. Sınırların açıldığı ve barış koşullarının hakim olduğu bir ortamda Ermenistan’ın gerek diasporadan gerek ABD ve AB’den gelecek cömert yardım ve yatırımlar sayesinde yüksek düzeyde bir kalkınmayı sürdüreceğini ve bunun Karabağ’ın ekonomik durumunu da etkileyeceğini düşünmek daha normaldir.

İkinci bir sorun sınırlara ve boşaltılacak bölgelere yerleştirilecek barış gücüne hangi ülkelerin asker vereceğidir. Türkiye, Azerbaycan’daki Büyükelçisi Turan Moralı’nın ağzından, istendiği taktirde barış gücüne asker verebileceğini belirtmiştir[61]. Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan ise Türkiye’nin barış gücüne katılmasını kabul etmeyeceklerini açıkça söylemiştir[62]. Azerbaycan bu safhada barış gücünün kompozisyonu hakkında fikir beyan etmezken basında Rusya’nın da barış gücüne katılmaması hakkında yazılar çıkmıştır[63]. Buna karşılık Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Sergey İvanov, Azerbaycan’ı ziyareti sırasında,  bir Rus barış gücünün Karabağ sorunun çözümünde yer alabileceğini belirtmiştir[64]. ABD’de bu tartışmaya katılmış bu ülkenin Azerbaycan’daki büyükelçisi John Evans komşu ülkelerin (Türkiye, İran, Gürcistan ve Hazar Denizi sınır olarak kabul edilirse Kazakistan ve Türkmenistan) ve AGİT Minsk Grubu eş başkanı olan ülkelerin (ABD, Rusya ve Fransa) barış gücüne dahil olmaması gerektiğini söylemiştir[65]. Ermenistan Türk, Azerbaycan da Rus barış gücü istememekte direnirlerse Amerikan formülünün kabulü olasıdır.

Son olarak 10 ve 11 Şubat 2006 tarihinde Fransa’da, Rambouillet Şatosu’nda iki ülke devlet başkanlarının yaptığı toplantıda yukarıdaki hususların ele alındığı anlaşılmaktadır. Basın haberlerine göre bu toplantıda Azerbaycan’ın Karabağ’ın Azerbaycan’ın bir parçası olduğunda ve tüm mültecilerin (yaklaşık bir milyon kişidir) evlerine dönmesi gerektiğinde ısrar etmesi ve Ermeni tarafının referandum sonuçlanıncaya kadar Kelbecer’i işgal etmeye devam etmek istemesi[66] sonucunda bir anlaşmaya varmak mümkün olamamıştır. Ancak tarafların, iki ülkenin dışişleri bakanlarının Minsk Grubu eş başkanlarıyla birlikte konuyu görüşmeye devam etmesini kararlaştırmakları[67] gelecek için ümit vermiştir.  Bu arada 2006’nın Karabağ sorunun çözümü için en uygun yıl olduğunu, 2007‘de Ermenistan’da ve 2008’de de Azerbaycan’da seçim yapılacağından 2006’da bir anlaşma sağlanamadığı taktide çözümün 2009 yılına erteleneceği de hatırda tutulmalıdır.

Karabağ sorunun çözümü için Türkiye’den ne gibi bir katkı istendiğine gelince bu hususta ne Azerbaycan ne Ermenistan ne de Minsk Grubu eş başkanlarının bir beyanı olmamıştır. Oysa Türkiye Ermenistan ile olan kara sınırını 1993 yılında Ermeni güçlerinin Kelbecer’i işgali sonrasında kapattığından Karabağ sorununa çözüm öngören planlarda Türkiye’ye de bir rol düşse gerektir. Esasen Ermenistan Azerbaycan ile olan sınırının kapalı olmasından ziyade kendisini en kısa yoldan Avrupa’da bağlayan Türk sınırının açılmasıyla ilgilidir ve planın ilk kısmı için öngörülen Azerbaycan sınır kapılarının açılmasıyla yetinmesi pek olası değildir. O itibarla Ermenistan’ın Türk sınır kapısının açılması için ısrar etmesi ve bu konuda Minsk Grubu eş başkanlarından ve Avrupa Birliğinden destek alması beklenmelidir Halen AGİT’in dönem başkanlığını yapan Belçika’nın Dışişleri Bakanı Karel de Gucht son olarak Erivan’da verdiği bir mülakatta Türkiye Ermenistan sınırının yeniden açılması sorunun çözümlenmesinin Karabağ’da barış için yaşamsal derecede önemli olduğunu söylemiştir[68]. Diğer bir deyimle Türkiye sınırı açmaması Karabağ’da barışı engelleyebilecek bir etki yapacaktır.

Türkiye’nin sınırlarını açması Karabağ sorunun çözümlenmesinin ön koşulu durumundadır. Ne var ki Türkiye ile Ermenistan arasındaki başlıca sorun Karabağ değil Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımayı reddetmesi ve Türkiye’ye karşı soykırım suçlamalarında bulunmasıdır. Bu nedenle Türkiye sınırlarının açılmasından Ermenistan ile kendi sorunlarının çözümü için de yararlanmak durumundadır. Sadece Karabağ sorunu için Türk sınırları açılırsa Ermenistan bir yandan Türk kara yollarını kullanırken diğer yandan soykırım ithamlarını sürdürmesi ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamaya devam etmesi kaçınılması gereken bir olasılıktır. 

IV. ERMENİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ

Ermenistan’ın en yakın ilişkiler içinde olduğu ülke Rusya Federasyonudur. Karabağ sorunu nedeniyle Azerbaycan’la ve bu sorunun yanında soykırım iddiaları ve toprak bütünlüğünü tanımaması nedenleriyle de Türkiye ile gayet kötü ilişkiler içinde bulunan diğer yandan Cevaheti bölgesindeki Ermeni azınlığı nedeniyle de Gürcistan ile de gerginlik yaşayan Ermenistan, kendi güvenliği nedeniyle, Rusya’ya büyük ihtiyaç duymaktadır. Büyük devlet hayallerinden vazgeçmeyen Rusya için ise Ermenistan Güney Kafkaslarda yegâne dost ülkedir. Ermenistan kendi güvenliğini sağlamak gerekçesiyle Türkiye sınırına yakın Gümrü şehri civarında Rusya’ya askeri bir üs vermiştir. Ayrıca ekonomik alanda iki ülke ilişkileri yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Bu yakın ilişkiler Rusya ile Ermenistan arasında stratejik ortaklık bulunduğu şeklinde bazı beyanlara yol açmıştır.

Rusya Federasyonu Aralık ayında bazı eski Sovyet cumhuriyetlerine sattığı doğal gazın fiyatını arttıracağını açıkladı. Başkan Putin bu artışı ekonomik nedenlere bağlıyor ve İngiltere’de doğal gazın 1000 metreküp fiyatının 1000 dolar olduğunu oysa Rusya’nın Batı Avrupa ülkelerine bu miktar gazı 250 dolara verdiğini söylüyor[69] ve böylece eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerine yapılan zammı haklı göstermeye çalışıyordu. Gerçekten Rusya’nın de bu ülkelere sattığı doğal gaz çok ucuzdu. Kendisine bağlı ülkelere ucuza ham madde vermek Sovyetlerin politikasıydı. Rusya Federasyonu da, bu ülkeler üzerinde nüfuz kurmak veya devam ettirmek için ucuz fiyat politikasından yararlanmıştır. Zam yapıldıktan sonra da bu fiyatlar dünya fiyatlarına nazaran ucuz olmaya devam etti. Ne var ki, ucuz dahi olsa yeni fiyatlar, eskilerine göre yaklaşık bir katı artış gösteriyordu ve bu haliyle ilgili ülkeler için çok ağır bir yük oluşturuyordu.

1000 metreküp için 230 dolar istenen Ukrayna ile 110 dolar istenen Gürcistan[70] yeni fiyatlara şiddetle itiraz ettiler ve bu nedenle Rusya ile bu ülkeler arasında bir kriz yaşandı; ancak iki ülke de sonunda yeni fiyatları kabul etmek zorunda kaldılar. Rusya bu bölgede tek doğal gaz satıcısıydı;  şiddetli geçen bir kışın ortasında gaz alımından vazgeçmek mümkün değildi.

Rusya Ermenistan’a uyguladığı fiyatı bir kat arttırarak 110 dolara çıkardı. Bu yeni fiyat Ermenistan için hem ekonomik hem de siyasi yönden sorun oluşturdu.

Ekonomik yönden, yılda 120 milyon dolar kadar fazla ödeme yapacak olması Ermenistan’ı çok sarsacak ve halen yılda % 13 gibi çok yüksek olan GSMH artışını ekilebilecekti.

Siyasi yönden ise Ermeniler kendilerini ihanete uğramış hissettiler. Zira son iki asırdan beri Ermenilerin ve daha sonraları da Ermenistan’ın hâmisi olan ve nedenle de ciddi bir yakınlık duydukları Rusya, Ermenistan’ı çok zora sokan bir kararı kolayca almıştı. Rusya’nın Ermenistan’daki prestiji o derecede yüksekti ki fiyat artışından sonra yapılan bir halk oyu yoklamasına cevap verenlerin  % 76’sı Rusya’nın doğal gaz fiyatlarını bir misli arttıracağına inanmadıklarını söylediler[71].  Ermenistan’da yaşanan bu büyük bir düş kırıklığı, ölçülü bir dille de olsa, o zamana kadar hiç görülmemiş bir şekilde basında ve televizyonda Rusya’nın eleştirilmesine neden oldu. Hemen söyleyelim ki Rusya bu eleştirilerden az etkilendi. Zira Iran hariç, tüm komşularıyla ciddi sorunları olan Ermenistan’ın, bu sorunlar çözülmediği sürece, Rusya’ya ile yakın işbirliğinden vazgeçemeyeceği belliydi.

Ermenistan hükümeti doğal gaz fiyatlarındaki artışa karşı iki önlem uygulamaya çalıştı: Rusya’dan yeni fiyatı gözden geçirmesini istemek ve İran’da gaz getirecek boru hattının inşaatını çabuklaştırmak.

Başkan Koçaryan 16 Aralık 2005’te, Rusya’nın Soçi şehrine giderek Başkan Putin ile bu konuyu görüştü, ancak bir sonuç alamadı. Bu toplantıdan sonra Putin gazetecilere Rusya’nın Ermenistan ile olan ilişkilerinin enerji sorunlarının çok ötesine geçerek her alanı kapsadığını söylüyor, doğal gaz fiyat artışlarını ise ekonomik nedenlere bağlıyordu[72]. Oysa bu artışlarda ekonomik nedenler kadar siyasi düşüncelerin etkili olduğu çok açıktı; zira Rusya aynı gazı çok farklı fiyatlarla satıyordu. Rusya ile gayet iyi ilişkiler içinde olan ve adeta bu ülkenin bir tür uydusu haline gelmiş bulunan Beyaz Rusya’ya 46 dolardan gaz satılmaya devam edilirken Rusya’dan bağımsız hareket etmekte direnen Ukrayna’dan 230 dolar isteniyordu.  Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurulmasına özel önem verildiğinden bu ülkeye 61 dolardan gaz veriliyordu[73]. (Büyük gaz yataklarına sahip olmakla beraber bunları henüz tam işletemeyen Azerbaycan 2000 yılından beri Rusya’dan doğal gaz almaktadır[74].)

Basın haberlerine göre Putin Soçi’de kendisiden gaz fiyatını düşürmesini isteyen Koçaryan’a bunu yapamayacağını ancak bir yıl için gaz fiyatı artışını karşılamak üzere Ermenistan’a faizsiz kredi vermeyi teklif etmiştir[75]. Yaklaşık bir ay sonra Ermenistan Başbakanı Markaryan bu konudaki bir soruyu Rusya’dan kredi alınmayacağını, gerekirse bu kredinin Batı ülkelerinden veya uluslar arası organizasyonlardan alınacağı şeklinde yanıtlamıştır [76]. Ermeni Başbakanının geçen yıllarda, Rusya’dan alınan kredilerin ödenememesinin sonucu olarak, bazı Ermeni sanayi tesislerinin Rusya’ya devredilmiş olmasını nedeniyle Rusya’dan tüketim kredisi istemediği anlaşılmaktadır. 

Rusya’nın doğal gaz fiyatlarında geri adım atmak istemediği görülünce Ermenistan siyaset adamları da devreye girerek ölçülü sözlerle Rusya’yı eleştirmeye başladılar. Meclis Başkanı Artur Bagdasaryan doğal gaz fiyatlarının yüksekliği karşısında Ermenistan’ın neden Gümrü’deki Rus üssünden kira talep etmediğini açıklamanın güç olduğunu söyledi[77].

Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan ise, Başkan Putin’i yalanlarcasına “Rusya gaz fiyatlarının arttırılması kararının sadece ekonomik nedenlerle alındığını söylese de bu doğru değildir” dedikten sonra, bu kararın şimdiden Ermenistan’da ve bölgede Rusya ve Ermenistan için olumsuz sonuçları olduğunu” söyledi[78]. Oskanyan daha sonra Rus gazı fiyat artışının Ermenistan’ın ekonomik kalkınmasını ciddi şekilde engelleyebileceğini de belirtti[79].  Oskanyan daha sonra, Rusya’ya karşı eleştirilerin çok artması üzerine, Rusya ile stratejik ortaklığın gaz fiyatlarıyla belirlenmediğini, bu ortaklığı temelinde Ermenistan’ın güvenliği ve fiziksel varlığının bulunduğunu söyleyerek Rusya ile ilişkilerin önemini vurgulamak durumunda kaldı[80]. Oskanyan Ermenistan’ın güvenliğinin ve fiziksel varlığının kim tarafından tehdit edildiğini söylememiş olmakla beraber öncelikle Türkiye’yi sonra da Azerbaycan’ı kastettiği açıktır.

Rejimin ikinci adamı olarak görülen, gelecek seçimlerde Ermenistan başkanlığına seçileceği ileri sürülen ve Moskova ile yakın ilişkileri ile tanınan Serj Sarkisyan ise bu konunun sadece ekonomik olmadığını ortada bir güven sorunun da bulunduğunu söyleyerek[81] duyduğu düş kırıklığını dile getirdi; ancak gaz fiyatlarındaki artışın Ermenistan’daki Rus üssünün sözleşmesini gözden geçirmek için bir neden olamayacağını da belirtti[82].

Bu sırada Rusya’nın doğal gaz fiyatlarını sabit tutmasının karşılığı olarak Ermenistan’dan bazı taleplerde bulunduğuna dair basında haberler çıktı. Buna göre Rusya Hrazdan elektrik santralinin yeni yapılmakta olan beşinci ünitesini ve esasen %55’ine sahip olduğu doğal gaz dağıtım şebekesinin tamamını istemişti[83]. Bir başka habere göre Rusya İran’dan Ermenistan’a gelecek gazın kullanma hakkını[84] ve/veya İran’dan gaz getirecek boru hattının % 45’ini[85]  talep etmişti. Bunlara inanmak gerekirse Rusya, doğal gaz fiyat artışından yararlanarak, Ermenistan’ın mevcut veya inşa edilmekte olan bazı tesislerini ele geçirmek veya idaresine katılmak politikası izliyordu. .

Ermenistan Başbakanı Andranik Markaryan 13 Ocak 2006 tarihinde yaptığı bir açıklamayla Rusya’dan ithal edilen doğal gaz fiyatlarının 1 Nisan 2006 tarihine kadar değişmeyeceğini, ondan sonra 110 dolara çıkacağını, bu konudaki anlaşmanın ayrıntılarının Başkan Koçaryan’ın Moskova’ya yapacağı ziyaret sırasında belirleneceğini söyledi[86].  Böylece Ermenistan da yeni doğal gaz fiyatını kabul etmiş ancak ödemelerini iki buçuk ay kadar geciktirmiş oldu.

Markaryan, doğal gaz fiyatlarındaki bu artışa rağmen elektrik fiyatlarını arttırmamak için bir yol bulacaklarından emin olduğunu da söyledi. Ancak sonradan basında endüstri maddeleri üretiminin maliyetinde en az % 20,  halka verilen elektrik fiyatlarında ise en az 5 15 fiyat artışı olacağına dair haberler çıktı [87].

Başkan Koçaryan Rusya’da Ermenistan Yılının açılışına katılmak ve bu fırsattan yararlanarak doğal gaz konusunu da görüşmek üzere Moskova’ya gitti.  Şarkıcı Charles Aznavour ve besteci Michel Leblanc gibi Ermeni asıllı bazı şahsiyetlerin de katıldığı görkemli törende Başkan Putin ve Koçaryan birer konuşma yaptılar ancak doğal gaz konusuna değinmediler[88]. Bu arada bir Rus gazetesi[89] Başkan Koçaryan’ın, doğal gaz fiyatı aynı kalmak koşuluyla şartıyla, İran’dan gelecek gaz boru hattının Ermenistan’daki bölümünün % 45’ini Rusya’ya vermeyi kabul ettiğini yazdı;  ancak bu haber başkanlık basın sözcüsü Viktor Sogomonyan tarafından yalanlandı[90]. Sogomonyan  tarafların Şubat ayı ortalarına kadar doğal gaz konusunda  nihai bir anlaşmaya varacaklarını söylediyse de bu gerçekleşmedi.. Ermenistan’ın doğal gaz fiyat artışını kısmen olsun telafi edecek bir formül bulunmasında ısrar ettiği anlaşılmaktadır.

Rus doğal gaz fiyatlarının artması karşısında Ermenistan’ın başvurduğu ikinci önlem İran’dan gaz getirecek olan boru hattın inşasının çabuklaştırılmasına çalışmak olmuştur. İran’dan doğal gaz alınabildiği taktirde Rusya’nın bu alanda sahip olduğu tekel ortadan kalkacak ve Ermenistan doğal gaz fiyatlarının yüzde yüz arttırılması gibi olup bittilerle karşılaşılmayacaktır.

İran’dan Ermenistan’a doğal gaz taşıyacak boru hattının inşaatına 2004 yılınım Kasım ayında başlanmıştır. 141 kilometre olan bu hattın 100 kilometresi İran’da 41 kilometresi Ermenistan’dadır[91]. Hattın 2007 yılı içinde bitirilmesi gerekiyordu. Rusya’nın doğal gaz fiyatlarını arttırması üzerine inşaatın 2006 yılı Kasım ayında bitirilmesine çalışılmaktadır.

Rusya’nın Ermenistan’a yaptığı baskı üzerine boru hattının çapı 70 santim olarak saptanmıştır. Rusya’nın bu konuda ısrarlı olması, bu hattan Ermenistan’ın ihtiyacından fazla gaz gelirse bu fazlalığın Gürcistan ve Ukrayna üzerinden Avrupa ülkelerine satılması olasılığıdır. Hat halen 70 santim çapında inşa edilmekteyse de çapın kolayca 1,5 metreye çıkarılabileceği bildirilmektedir[92]. Rusya’nın bu hattın Ermenistan’da kalan kısmının %45’ini istemesinin nedeni bu hattı kontrol etmek, mümkünse bu hattan Avrupa’ya gaz sattırmamak, mümkün olmadığı taktirde bu satıştan bir hisse almak olduğu anlaşılmaktadır. 


[1] Turkish Press, 26 Ekim 2005
[2] Armenpress, 25 Ekim 2005
[3] Journal of Turkish Weekly, 28 Ekim 2005
[4] Pan Armenian, 28 Ekim 2005
[5] Azg, 28 Ekim 2005
[6] Azg, 17 Kasım 2005
[7]
www.armenianliberty.org/armeniareport/report/en/2006/01, Nouvelles d’Arménie, 30 Ocak 2006,Pan Armenian, 29 Ocak 2006, Asbarez, 27 Ocak 2006
[8] Başkan Koçaryan 2001 yılı Ocak ayı sonunda CNN muhabiri Mehmet Ali Birand’a verdiği bir mülakatta Türkiye soykırımını tanıdığı ve af dilediği taktirde bundan Ermenistan için, hukuken, Türkiye’den tazminat ve toprak talep etmek sonucunun çıkmayacağını söylemişti. Hükümet üyesi Taşnaklar buna derhal itiraz etmiş ve Koçaryan’dan açıklama istemişlerdi. Taşnaklar Koçaryan’la yaptıkları görüşmeden sonra Koçaryan’ın, taktik bir hareket olarak, Ermenistan “soykırımın” tanınmasını istediği sürece toprak (ve tazminat) istemeyeceğini,  Türkiye “soykırımı” tanıdıktan sonra bu taleplerde bulunacağını söylediğini basına sızdırmışlardı. (Bu konunun ayrıntıları için bkz. Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001, s.22-27) Türkiye Ermenistan Barışma Komisyonuna başkanlık eden David Phillips 2005 yılında yayınladığı “Unsilensing the Past”  (Geçmişin Sessizliğini Bozmak) başlıklı kitabında bu komisyonda Ermenilerin niyetleri hakkında Türk tarafının endişelerini gidermek Koçaryan’ın bu mülakatı verdiğini yazmıştır. (s.36)
[9] Ermeni Araştırmaları, Sayı 16-17, s.27
[10] Ermeni Araştırmaları, Sayı 18, s.19-21.
[11] Pan Armenian, 21 Ekim 2005
[12] RFE/RL, 20 Ekim 2005
[13] Armenpress, 17 Şubat 2006
[14] Medimax, 20 Kasım 2005
[15] Regnum, 1 Aralık 2005.
[16] Eurasian Daily Monitor DC, 14 Aralık 2005
[17] Trend Information Azerbaijan, 9 Şubat 2006
[18] Ermeni Araştırmaları Sayı 18, s.20
[19] Azertag, 29 Ocak 2006
[20] Noyan Tapan, 9 Ocak 2006 
[21] Armenpress, 11 Ocak 2006
[22] Pan Armenian, 10 Ocak 2006
[23] Armenpress, 11 Ocak 2006 
[24] Pan Armenian, 16 Aralık 2005
[25] RFE/RL, 16 Aralık 2005
[26] Noyan Tapan, 16 Aralık 2005,
[27] RFE/RL Newsline, 19 Aralık 2005
[28] Dışişleri Bakanlığı Web Sitesi. Açıklamalar, Aralık 2005
[29] Anar Somuncuoğlu, Litvanya’nın Türkiye Karşıtı Kararı, Hâkimiyet-i Milliye, 3 Ocak 2006
[30] Pan Armenian, 1 Kasım 2005
[31] Arminfo News Agency, 8 Ekim 2005
[32] Ermeni Araştırmaları Sayı 18, s.36, 37
[33] Bu toplantı için bkz. Gündüz Aktan “Çok Şey Değişmiş”, Radikal, 29 Ekim 2005       
[34] Anadolu Ajansı,7 Şubat 2006
[35] Ermeni Araştırmaları, Sayı 18 s. 30-32
[36] ntv, 13 Kasım 2005
[37] Azad-Hye (Dubai), 23 Ekim 2005
[38] Paris’te yayınlanan Haraj gazetesine atfen AZG Daily, 28 Ekim 2005
[39] Zaman Online, 9 Şubat 2006
[40] Milliyet, 21 Kasım 2005
[41] Azg, 17 Kasım 2005
[42] Arminfo, 4 Kasım 2005
[43] Pan Armenian, 28 Ekim 2005
[44] Press Release, Ministry of Foreign Affairs of the Republic of Armenia, 28 Aralık 2005
[45] Le Monde, 26 Kasım 2005
[46] Le Monde, 30 Kasım 2005
[47] Zaman, 12 Aralık 2005
[48] Zaman, 12 Aralık 2005
[49] Libération, 13 Aralık 2005
[50] Zaman, 22 Aralık 2005
[51] Bu davalar arasında Fransa’daki bir Ermeni kuruluşunun Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu İnternet Sitesindeki bazı bilgilerin “soykırımını” inkâr ettiğini ileri sürerek ve 30 Ocak 2001 tarihli kanuna dayanarak bu sitenin kapatılmasını istediği dava da bulunmaktadır (Bu konuda bakınız. Ermeni Araştırmaları Sayı 14-15 s.20, 21. )
[52] CDCA (Comité de la Defense de la Cause Arménienne), 21 Aralık 2005
[53] Nouvelles d’Arménie en ligne, 7 Ocak 2006
[54] Hürriyet, 27 Ocak 2006
[55] Le Monde, 27 Ocak 2006
[56] Le Monde, 31 Ocak 2006
[57] Sovyetlerinden kalma bir deyim olan “rayon,” Türkiye’deki illerden küçük ilçelerden büyük bir idari birimdir.
[58] Armenews, 13 Temmuz 2005, Today (Azerbaycan) 16 Temmuz 2005,
[59] Assa İrada, 19 Ocak 2006
[60] Nouvelles d’Arménie, 13 Ocak 2006
[61] Arminfo, 12 Ocak 2005
[62] Asbarez, 25 Ocak 2005
[63] Pan Armenian, 9 Ocak 2006
[64] Agency WPS (Rusya), 27 Ocak 2006)
[65] Regnum (Rusya), 3 Şubat 2006)
[66] REE/RL, 13 Şubat 2006
[67] Agence France Presse, 11 Şubat 2006
[68] Medimax News Agency, 5 Şubat 2006
[69] ITAR-TASS, 16 Aralık 2005
[70] Regnum, 27 Aralık 2005
[71] Regnum, 16 Ocak 2006
[72] Pan Armenian, 17 Aralık 2005.
[73] Regnum, 27 Aralık 2005
[74] Transitions on Line, 9 Ocak 2006
[75] Kommersant, 12 Ocak 2006
[76]  Pan Armenian, 14 Ocak 2006
[77] Armenpress, 23 Aralık 2005
[78] Radio Liberty, 26 Aralık 2005
[79] Arminfo, 29 Aralık 2005
[80] Noyan Tapan, 16 Ocak 2006
[81] RFE/RL Armenia Report, 24 Ocak 2006
[82] Arminfo, 24 Ocak 2006
[83] Kommersant, 12 Ocak 2006 
[84] RFE/RL Armenia Report, 23 Ocak 2006
[85] RFE/RL, Armenia Report, 24 Ocak 2006
[86] Pan Armenian, 14 Ocak 2006
[87] Nouvelles d’Arménie en ligne, 13 Şubat 2006
[88] RFE/RL Armenia Report, 23 Ocak 2006
[89] Kommersant, 23 Ocak 2006
[90] Panorama.am, 24 Ocak 2006
[91] RIA Novosti, 9 Eylül 2006
[92] Aynı kaynak

 ----------------------
* Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı - oelutem@avim.org.tr
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 19, Sonbahar 2005
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar