Belge 1
SAYIN DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL'ÜN ŞEHİT EDİLEN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI MENSUPLARI İLE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİMİZİ VE AİLE FERTLERİNİ ANMAK ÜZERE DÜZENLENEN TÖRENDE YAPTIĞI KONUŞMA
(18 Mart 2005)
Aziz Şehitlerimizin Değerli Aileleri,
Değerli Mesai Arkadaşlarım,
Ülkemizi yurtdışında temsil ederken, teröristlerce şehit edilen Bakanlığımız mensupları ile diğer kamu görevlilerimiz ve aile fertlerini bir kez daha anmak üzere bugün burada her biri ayrı bir değer olan şehitlerimizin huzurunda, toplanmış bulunuyoruz.
1973–1994 yılları arasında, Ermeni terör örgütleri tarafından 19 değişik ülkede düzenlenen menfur suikastlar neticesinde 34 diplomatımız ve aile ferdi hayatını kaybetti. Teröristler, ve görevlilerimizin yanı sıra eşlerini, küçük çocuklarını da hedef aldılar.
Burada yatan şehitlerimizin her birinin bizde özel bir yeri bulunmaktadır. Tüm şehitlerimizin acısını yüreğimizin en derinlerinde hissediyoruz. Bu acıyı tarif etmek, yaşananları hatıralarımızdan silmek mümkün değildir.
İnsanlığı karanlık çağlara geri götüren, masum insanların hayatlarına son veren, ülkemize onurla hizmet edenlere karşı yapılan bu örgütlü saldırıları planlayanları, gerçekleştirenleri lanetliyoruz. Onları bilerek kanun önüne çıkarmayanlar da tarih önünde sorumluluklarıyla baş başa kalmışlardır.
Her zaman barışın ve dostluğun tesis edilmesini ilke olarak benimsemiş olan Türkiye Cumhuriyeti, bölge ve dünya barışına katkıda bulunmak için her türlü gayreti göstermiştir, göstermeye de devam edecektir. Bu saldırılar ülkemizi bu temel politikasından saptıramamıştır ve asla saptıramayacaktır.
Biz geleneğinin temelinde hoşgörü olan bir milletiz. Bugün barışa, huzura, insanlar arasında dostluğa, hoşgörüye her şeyden fazla ihtiyaç duyulan bir zamanda yaşıyoruz. Bu ihtiyaca cevap verebilmek için, gelecek nesillere kin ve nefreti taşıyan zihniyetin ortadan kaldırılması için, uluslar arası toplumun hep birlikte harekete geçmesinin zamanı çoktan gelmiştir.
Ermenilerle ilişkileri de bu çerçevede görüyoruz. Biz bu amaçla, bir takım iddialarla yola çıkanlara, gelin bunları beraberce inceleyelim, gerçekleri ortaya çıkaralım diye senelerdir çağrıda bulunuyoruz. Son defa yaptığımız çağrıyla bu konuda bir komisyon kurulmasını önerdik. Bizim arşivlerimiz açıktır, sizde ilgili ülkeler de kendi arşivlerini açsın dedik. Türk olsun, olmasın, geçmişin trajedisini yaşamış olanlarında, teröre verdiğimiz şehitlerimizin de ruhları ancak böyle huzur bulacaktır; bundan siyasi propaganda malzemesi çıkarmak suretiyle değil. Tarihçiler bunu yaparken, ülkeler olarak bizde halklarımız arasında dostluk nasıl kurulur, işbirliği nasıl yapılır, bütün bunları düşünelim. Gençlerimizi, gelecek nesilleri bir takım emeller uğruna ipotek altına almak yerine, onlara dostluk, kardeşlik ortamı yaratalım.
Aziz Şehitlerimizin Değerli Aileleri,
Değerli Mesai Arkadaşlarım,
Şehitlerimiz, Türkiye’yi temsil edenlerin vatan sevgisini ve görev bilincini gerektiğinde hayatlarından bile üstün tuttuklarını tüm dünyaya defalarca göstermiştir. Onların bu büyük cesareti, halen birtakım umutsuz emellerin peşinde koşanların başarısız olacaklarına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayacağına olan inancımızı daha da kuvvetlendirmiş, ufku parlak gelecek nesillerimizin güvenini daha da pekiştirmiştir.
Ülkemiz için canını feda eden şehitlerimize minnet duygularımızı kelimelerle ifade edebilmenin imkânı yoktur. Bu duygularımızın sembolik bir ifadesi olarak ve milletimizin tarihine ve geleceğine sahip çıkmamız gerekliliğini hatırlatması amacıyla, şehitlerimizin hatırasına Bakanlığımız bahçesinde bir anıt inşa edilmesi için çalışmalarımız hızla devam etmektedir.
17 Aralık 2004 günü, Bağdat Büyükelçiliğimizdeki görevlerine giderken uğradıkları bir terörist saldırı sonucu şehit edilen güvenlik mensuplarımızın da acısını yüreğimizde daima taşıyacağız. Bugün bu şehitlerimizin yakınları da aramızda bulunmaktadır.
Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine ve dostlarına en içten duygularımla metanet diliyorum.
Harplerde, Vatan uğruna canlarını feda eden milyonlarca şehidimizden, teröre kurban verdiğimiz binlerce şehidimize kadar kaybettiğimiz bütün bu değerli insanlarımızı şehitler gününde bir defa daha saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.
Belge 2
EMEKLİ BÜYÜKELÇİLER GRUBUNUN BASIN BİLDİRİSİ
(25 Mart 2005)
Ankara ve Istanbul’daki Emekli Büyükelçiler Grubu 1915 ‘te Osmanlı Ermenilerine soykırımı uygulandığının Türkiye tarafından kabulü konusunda kimi çevreler tarafından ileri sürülen talepler hakkında aşağıdaki görüşlerini kamu oyuna açıklamağa karar vermiştir:
Soykırımı, 9 Aralık 1948 tarihli Soykırımı Sözleşmesine göre uluslararası bir suçtur. Bu suçu hakiki şahıslar işler. Suçun işlenip işlenmediğini yetkili mahkeme tayin eder. Yetkili mahkeme, suçun işlendiği ülkenin yargı organıdır; ya da Taraflar aralarında anlaşırlarsa bir uluslararası ceza mahkemesidir. Yetkili mahkeme, zanlıya kendini savunma olanağını da tanıyarak soykırımı suçunun işlenip işlenmediğini inceler ve kararını verir. Yetkili mahkemenin kararı bulunmadan soykırımı suçu oluşmaz ve böyle bu suçun işlendiği ileri sürülemez.
Bir parlamento, bir senato, bir belediye meclisi, bir şahıs, bir dernek, bir uluslararası ya da bölgesel örgütün herhangi bir organı veya yetkisiz bir mahkeme kendisini yetkili yargı organı yerine koyup soykırımı suçu işlendiğine dair hüküm veremez. Soykırımı Sözleşmesi Türk mevzuatının ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Hiç kimse, Türk Hükumetinin yasaları çiğneyerek, bir yargı kararına dayanmadan, bugün hayatta bile bulunmayan bazı şahısları soykırımı suçlusu ilan etmesini beklememelidir. Bugün, sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükumetleri değil, Birleşik Krallık Hükumeti de 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağını Hükumet sözcüsünün ağzından açıklamıştır.
Şimdi, soykırımı iddialarının hukuken dayanaksız olduğunu anlayanlar, 1915 te cereyan eden trajedinin hukuki değil siyasal bakımdan soykırımı olduğunu söylemeğe başlamışlardır Siyasal organların ya da politikacıların siyasal gerekçeleri ancak kendilerini ilgilendirir. Ancak, hukuki dayanağı bulunmayan bir suçlama ile ve siyasal önyargılarla Türk ulusunu mahkûm etmeye kalkışmak ta kabul edilemez... Böyle davrananların amacı bellidir: Ermenistan Cumhuriyeti yöneticileri, işgal ettikleri Azerbaycan topraklarına ek olarak, Türkiye’nin doğusunu Batı Ermenistan olarak adlandırıyor ve koşullar elverdiğinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir bölümünü hayali Büyük Ermenistan’a katma emellerini gizlemiyorlar.
1915 yılında vuku bulan trajik olaylar hakkında pek çok şey yazılmıştır. Belgeler, Osmanlı Ermenilerinin devletin güney doğusuna göç ettirilmesi kararının alınmasından önce, Osmanlı Devletinin doğusunda ciddi bir ayaklanma hareketinin başlatıldığını ve başlarında Osmanlı Parlamentosununa mensup Ermeni mebuslar bulunan Ermeni birliklerinin Van’a girerek oradaki Müslüman halkı katlettiğini de göstermektedir. Daha sonra Sevres de yapılan barış görüşmelerinde Ermeniler kendilerine Savaşan Taraf statüsünün verilmesini resmen talep etmişlerdir. Bu gerçekler ortada dururken, bugün ortaya çıkanların ve onları destekleyenlerin, tarihin bazı bölümlerini tek taraflı okuyarak, başka sayfalarını yok saymaları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından olduğu gibi Türk Hükumetlerinden de talep edilemez.
Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı Devletinin başkentini de işgal eden müttefiklerin, Ermenilere yapılan eylemlerin zanlıları olarak yargılamak amacıyla Malta adasına götürdükleri zanlıları, bu yöndeki siyasal iradelerine rağmen, haklarında hiç bir suçlayıcı delil bulamadıkları için suçsuz ilan etmeleri bu konudaki görüşümüzün en önemli kanıtıdır. Kaldı ki, Osmanlı Devleti de, zorunlu göç sırasındaki yasa ve talimat dışı uygulamalar ve cürümler konusunda suçlu bulunan bazı görevlileri de zamanında mahkûm etmişti.
Osmanlı Devleti dönemindeki Ermeni ayaklanmaları, bir kısım Osmanlı yurttaşının tehciri ve karşılıklı acı kayıplarla sonuçlanan trajik olaylar hakkında birbiri ile çelişkili binlerce belge, tanık ifadesi, anlatım ve yorum bulunuyor. Sorunun objektif bir biçimde incelenmesi çabaları ise, dogmalarından en ufak ödün vermek istemeyen Ermeni siyasetçileri, tarihçileri ve onları destekleyenler tarafından engelleniyor; bunlar konuyu tarihi belgelere dayanarak görüşmek bile istemiyorlar. İstedikleri, sadece kendi iddia ve dogmalarının başkalarınca da aynen kabulüdür.
XX. yüzyılın başında ve 1915 ‘te vuku bulan trajedilerin Osmanlı Ermenilerinin ya da Müslüman Osmanlıların bugün yaşayan akrabaları tarafından yok sayılması beklenemez. Bunlar savunulacak olaylar değildir. Ancak birinin yası tutulurken, öbürünün yasının yok sayılması da hiç doğru değildir. Gene de bu acı olayların insanlar üzerinde bıraktığı derin izlerin kışkırtmalarla, öc alma duygularının kamçılanmasıyla veya terör eylemleri ile daha da derinleştirilmemesi gerektiğine inanıyoruz.
Şimdi yapılması gereken, tarihteki bu acı olaylardan ders alınması, barışı önleyen nefret duygularının körüklenmemesi, kültürel açıdan pek çok ortak yanı bulunan Ermeni ve Türk ulusları arasındaki dostluğu güçlendirecek adımların atılmasıdır. Türk vatandaşı Ermeniler, bu dostluk köprüsünün oluşturulması ve güçlendirilmesinde hiç kuşkusuz önemli rol oynayacaklardır. Türk ve Ermeniler arasındaki kültürel bağları canlı tutmaya yönelik ciddi çabaların harcandığı bir dönemde, konunun tamamen dışında bulunan başka ülke parlamenterleri ve diğer bireylerin, çoğu kez siyasal nedenlerle veya ırkçılık güdüleri ile sorunun tüm yanlarını incelemeden, hukuki yönlerini araştırmadan soykırımı ya da tek yanlı katliam iddialarını ileri sürmeleri, sözü edilen yakınlaşmayı engelleyici sonuçlar vermektedir
Herkesi sorunun tüm yönleri ile düşünmeğe ve trajedinin sorumluluğu konusunda tek yanlı olmamaya, terör eylemleri ile acımasızca katledilen Dışişleri mensuplarını unutmamaya, nefret kültürü yerine barış kültürünü destekleyecek adımlar atmaya davet ediyoruz.
Belge 3
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül’ün
13 Nisan 2005 tarihinde TBMM’de Ermeni İddiaları Konusunda
Yapılan Genel Görüşmede Yaptığı Konuşma
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Yüce Meclis’in ulusca üzerinde büyük hassasiyet duyduğumuz bir mesele olan Ermeni iddiaları üzerinde genel görüşme yapmasını fevkalade yararlı görüyorum.
Bu yıl, sözde soykırımın 90. yılı olduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine yürütülen faaliyetler yoğunlaştırılmış bulunmaktadır.
Böyle bir dönemde yapılan bu genel görüşmenin, ülkemizin bu iddialara karşı yürütmekte olduğu mücadele bakımından önemli katkı sağlayacağına inanıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum:
Konuşmamda kullanacağım “Ermeni” tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni kökenli vatandaşlarımızı kastetmiyorum. Onlar devletimize yürekten bağlı, her türlü vatandaşlık yükümlüklerini yerine getiren, ülkelerinin daha iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını esirgemeyen vatandaşlarımızdır.
Bu vesileyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden Cumhuriyet’e, sekiz yüzyılı aşan ortak yaşantımıza sanat, bilim, ticaret gibi birçok alanda katkıda bulunan Ermenileri de saygıyla anıyorum.
Diğer yandan, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında, Türk halkı ile dostluğa özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye ile kültürel ve insani bağlarını sürdürmeye gayret eden çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni dostlarımız bulunmaktadır. Buradan kendilerine olan takdir ve dostluk duygularımızı ifade etmek isterim.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Türkiye uzun süreden beri soykırım iddialarıyla ilgili olarak çok iyi organize olmuş, her fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu örgütlü kampanya halkımız ve ülkemiz aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlanan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandırılmaktadır:
Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasını sağlamak amacıyla savaş sırasında Ermenilerin kitle halinde öldürülmekte oldukları propagandasını işleyen, İngiliz Savaş Bakanlığı’nın propaganda bürosunun yayınladığı meşhur “Mavi Kitap” malumunuzdur.
Yine zamanın İstanbul’daki ABD Büyükelçisi, yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola çıkarak, kendisine parlak bir siyasi gelecek hazırlamak amacıyla yalan dolu anılar yayınlamıştır. Böylece halkımız ve ülkemiz aleyhine önyargıların yeşermesine katkıda bulunmuştur.
Bu gibi kitaplar ve propaganda yayınları incelendiğinde görülen manzara, 1915 yılının bir günü ülkemiz topraklarında yaşayan Ermenilerin, durup dururken katliama tabi tutulduğudur. Konunun vahim tarafı, bu gibi propaganda malzemesinin, tutarsızlıkları, düzmece oldukları, hangi amaçlarla kaleme alındıkları açıkça ortada iken halen muteber addedilmeleridir. Bu yayınların sözde bilimsel eserlere kaynak veya dayanak alınmaları daha da vahim olmuştur.
Diğer yandan, bazı yabancı bilim adamları, objektif ve dürüst araştırmaları sonucunda sözkonusu iddialardaki abartı ve yanlışları tespit etmiş bulunmaktadırlar. Buna göre yapılan dengeli değerlendirmeleri dünyaya açıklamışlardır.
Değerli milletvekilleri,
1915 yılında meydana gelen olayları sağlıklı analiz edebilmek için 1915 yılından önce neler yaşandığını iyi incelemek gerektiğini düşünüyorum.
Türklerin Anadolu’ya ayak bastığı 11. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar 800 yüzyılı aşkın bir süreyle Türk-Ermeni ilişkileri barış ve karşılıklı güven esaslarına dayalı olarak gelişmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler “millet” adı altında örgütlenmişlerdir. Kendi dini liderlerinin yönetiminde devletin sağladığı huzur ve özgürlük içinde yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı’nın “sadık millet” olarak gördüğü Ermeniler Osmanlı bürokrasisinde bakan, paşa, savcı, büyükelçi, vali, yargıç olarak üst düzey görevlere getirilmişlerdir. Hiçbir ayrıma tabi tutulmamışlardır.
Ancak, 1820’lerden sonra Çarlık Rusyası, zamanın İngiltere ve Fransa hükümetleri, aralarındaki nüfuz ve çıkar mücadelesinde Ermenileri Osmanlıya karşı kullanılacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir. Bu güçler, bu doğrultuda Doğu Anadolu’da Ermenilere hayali bir Ermenistan vaat etmişlerdir. Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler de aynı yöndeki çabaları artırmıştır. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlanmıştır. 1887'de Cenevre’de Hınçak, 1890 'da ise Tiflis’te Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki Komitenin ortak hedefi Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren bir Ermeni devleti kurulması olmuştur.
Daha sonra Osmanlı sınırları içerisinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları sonucu Osmanlı’ya karşı Ermeni isyanları başlamıştır.
Bunlar, uyguladıkları suikast ve banka baskını yöntemleriyle şimdi dünyanın ve insanlığın başına bela olan terörizmin öncüleri olmuşlardır.
Bazı Ermeni gruplar, başta Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon, Van ve Adana olmak üzere Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ayaklanmışlardır. Ermeni Komiteleri tarafından başlatılan isyanların temel hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’nun isyanları bastırma girişimlerini her seferinde katliam olarak takdim etmek ve Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine müdahaleye teşvik etmek olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’ne karşı savaşa girmesi aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede, kurulan gönüllü Ermeni alayları, Rus ordularının Doğu Anadolu’ya girmesi ile birlikte savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak çocuk ve kadınlar dahil sivillere karşı katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlardır. Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemişlerdir. İkmal yollarını kesmişlerdir. Yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşlerdir. Köprü ve yolları imha etmişlerdir. Şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır.
Osmanlı Hükümeti, bu durum karşısında, Ermeni Patriğini, mebuslarını ve diğer önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmiştir. Ancak, bu uyarıdan sonuç alınamayınca Hükümet 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerini kapatmıştır. 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan tutuklamıştır. Ermeni çevrelerinin her yıl “sözde Ermeni soykırımı”nın yıldönümü diye andıkları 24 Nisan, işte bu komitecilerin tutuklandığı tarihtir.
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehdit nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur: Savaş bölgelerinde oturan Ermenileri güneydeki Osmanlı topraklarına sevketme (tehcir) kararı almıştır. Ermeni nüfus bu karardan zamanlıca haberdar edilmiştir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra nakil işlemi başlamıştır. Ayrıca, İstanbul’da ve Anadolu’da sıcak savaş bölgesinden uzakta yaşayan Ermeniler tehcir kararının dışında tutulmuşlardır.
Osmanlı Hükümeti, sözkonusu Ermenilerin savaş dışı bölgelere yeniden yerleştirilmesi sırasında Ermeni nüfusun zarar görmemesi için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması talimatını vermiştir. Bu amaçla yayınlanan ve Osmanlı arşivlerinde bulunan emirler mevcuttur. Bunlar durumun somut kanıtıdır. Bir yandan I. Dünya Savaşının devam etmesi, öte yandan iç ayaklanma ve isyan, savaştan kaynaklanan ortam, mahallindeki kin ve intikam duyguları sözkonusu sevk sırasında kafilelerin birtakım saldırılara uğramasına sebep olmuştur. Hükümet bu durumu engellemeye çalışmıştır. Nitekim, devlet otoritesinin kuvetli olduğu bölgelerde Ermeni kafilelerine karşı çok az sayıda saldırı vuku bulmuştur. Ermeni kafilelerine kötü davranan ve Hükümetin talimatlarına uymayan yaklaşık 1390 kişi yargılanmıştır. Bir çoğu idam dahil cezalara çarptırılmıştır.
Burada şu soruyu sormak istiyorum: Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir devlet, Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için kendi görevlilerini ve vatandaşlarını yargılayıp cezalandırır mı? Ayrıca, savaş günlerinin araç, yakıt, gıda ve diğer imkânlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve tifüs gibi salgın hastalıklar da can kaybının artmasına yol açmıştır. Esasen sözkonusu zaman dilimi, tüm Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir.
Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince Ermenileri kışkırtma faaliyetleri devam etmiştir. Kasım 1918 tarihinde Güneydoğu Anadolu’nun bir bölümü ile Kilikya bölgesini işgal eden Fransız kuvvetleri, bölgede bir Ermenistan Devleti kurma vaadiyle Ermenilerle anlaşmıştır. Önce Ermeni gönüllü taburları, daha sonra da Fransız Yabancı Lejyonuna bağlı Ermeni Lejyonu kurulmuştur. Fransız komutasındaki bu Ermeni askerleri 1921 yılına kadar bölgede kanlı katliamlar yapmışlardır. Bu husus Fransız belgelerinde kayıtlıdır.
Değerli milletvekilleri,
Bütün bu tarihi gerçeklerin çarpıtılarak 1915’de yaşanan olayların dünya kamuoyuna soykırım olarak takdim edilmeye çalışılması hukuki dayanaktan da tamamen yoksundur. Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin ikinci maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre “soykırım”:
“ulusal, etnik, dini veya ırksal bir grubun, sırf bu grup mensubu olmaları nedeniyle, kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri, ciddi bedensel ve ruhsal zarara uğratılmaları, veya böyle bir grubun fiziki varlığının kısmen veya tamamen yok edeceği açıkça belli olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları, grup içinde doğumları önleyecek tedbirlerin zorla uygulanması, yahut bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Sadece bu tanıma uyan eylemler soykırım suçu olarak adlandırılabilir. Bu tanımda üzerinde hassasiyetle durulması gereken, bir grubun bu grup mensubu olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen yok edilme kastıdır. Böyle bir kastın mevcut olmadığı açıkça ortadadır. Bir insan grubunun sırf o gruba ait olduğu için yok edilmesi ancak asırlarca önyargıların oluşturulması suretiyle mümkün olabilir. Oysa Anadolu asırlarca çok değişik kimliklerin bir arada barış içinde yaşadıkları bir toprak parçasıdır. İnsanlarda birbirlerine karşı, başka yerlerde gördüğümüz önyargı yoktur. Soykırım iddiasında bulunan çevreler, 90 yıldır tüm çabalarına rağmen, Osmanlının Ermenileri yok etme niyetini ortaya koyan tek bir belge bulamamışlardır. Belge dediklerinin de sahteliği ortaya çıkarılmıştır.
Esasen Ermeni iddiaları hukuki olarak Birinci Dünya savaşından hemen sonra araştırılmıştır. Savaş sonrasında İstanbul’u işgal eden İngilizler, Ermeni Patrikhanesi’nin raporlarına dayanarak katliam ve değişik suçları işlemekten sorumlu tuttukları, aralarında bakan ve diğer üst düzey sivil ve askeri yöneticilerin de bulunduğu 144 Osmanlı yöneticisini yargılanmak üzere Malta’ya sürgüne göndermişlerdir. Ancak, Osmanlı arşivleri kontrolü altında olmasına karşın İngilizler, bütün çabalarına rağmen, sözkonusu şahısları suçlayacak tek bir kanıt bulamamışlardır. Bunun üzerine sürgünlerinin tümünü serbest bırakmışlardır. Bu şekilde Ermeni soykırımı iddialarının geçersizliği ta o dönemde saptanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra yaklaşık yarım yüzyıl Ermeni iddiaları gündeme gelmemiştir. Bu iddiaların 1965 yılından itibaren ivme kazandığı ve bir kampanyaya dönüştüğü görülmektedir. Ardındaki saikler hakkında görüş ve spekülasyonlar çeşitlidir.
Bazı Ermeni gruplar, sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyuna tanıtmak için araç olarak terörü seçmişlerdir. Halkımıza ve ülkemize karşı geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren yeni nesillerini önyargıyla, nefretle yetiştirenler 1973 yılında ASALA gibi bazı terörist örgütler vasıtasıyla Türk diplomatlarına ve Türk hedeflerine yönelik terör saldırılarını başlatmışlardır. Türk hedeflerine karşı 200’den fazla saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırılar 4 kıtada 21 ülkede vuku bulmuştur. Sözkonusu terör saldırıları sonucu 1985 yılına kadar otuzu aşkın diplomatımız, kamu görevlimiz ve aile yakını şehit edilmiştir.
Bu vesileyle aziz şehitlerimizi bir kere daha rahmet ve saygıyla anıyorum.
Hatırlayacaksınız, bu cinayetleri haber yapan yabancı basın yayın organları haberleri verirken, bir Türk diplomatı öldürüldü diye kısacık yazmışlardır. Haberin altında ise, uzun uzun 1915 yılında meydana gelen olayları tek yanlı adeta ırkçı bir bakış açısıyla okurlarına veya dinleyenlere aktarmışlardır. Bu terör örgütlerinin bazı mensupları yakalanmış olmalarına rağmen, cezalandırılmamışlardır. Terör örgütlerinin faaliyetinden haberdar olanlar, bu örgütlerin faaliyetlerini ancak kendi vatandaşları zarar görünce engellemek yoluna gitmişlerdir.
Şimdi biz de sormak isteriz: Eğer bu teröristler zamanında yakalansa ve adalete teslim edilseydi, terörizm denilen bela bugün bu kadar büyük bir tehdit oluşturur muydu?
Ancak, terörle bir sonuca ulaşılamayacağını anlayan militan Ermeni çevreleri, bu defa Türkiye’ye karşı yürüttükleri kampanyada taktik değiştirerek sözde soykırımın çeşitli ülkelerin ulusal ve yerel parlamentoları tarafından tanınması yoluyla Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmışlardır. Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu yöndeki faaliyetler önemli ölçüde artmıştır. Bugüne kadar Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu’nda sözde soykırıma ilişkin haksız bildiri veya kararlar kabul edilmiştir. Ayrıca, ABD, Kanada, Arjantin, Avustralya, İsviçre’deki bazı yerel parlamentolarda bu konuda kararlar geçirilmiştir. Tarihi gerçekleri hiçe sayan, Türk milletine karşı büyük haksızlık ve saygısızlık teşkil eden bu kararları yine tarih mahkûm edecektir.
Son olarak, Almanya’da ana muhalefeti oluşturan Hıristiyan Demokrat Partiler Birliği CDU/CSU Federal Parlamento Grubu tarafından 22 Şubat 2005 tarihinde Ermeni iddialarına ilişkin olarak Federal Parlamento’ya bir karar tasarısı sunulmuştur. Fransa’da bu amaçla son zamanlarda üç ayrı tasarı Parlamento’ya sunulmuştur. Ayrıca, diaspora ABD Kongresi’den sözde soykırımın tanınmasını sağlayacak bir karar kabul edilmesini sağlamak amacıyla uzun süredir yoğun bir kampanya yürütmektedir. 24 Nisan öncesi ABD Kongresi’ne sözde soykırıma ilişkin bir karar tasarısının sunulması çabaları olduğuna dair duyumlar vardır. Bazı Ermeni çevrelerinin bu çabaları bugüne kadar ABD Yönetimlerinin kararlı tutumları sayesinde amacına ulaşamamıştır. Benzer girişimler başka ülkelerde devam etmektedir. Bütün bu girişimlere karşı her düzeyde aktif bir diplomatik mücadele sergilemekteyiz.
Bu kürsüden bu tür girişimlerin sahiplerine bir kez daha seslenmek istiyorum: Parlamentolar tarihi olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir. Saikleri ne olursa olsun yabancı parlamentolara sunulan ve Ermeni soykırımı iddialarına destek veren tüm tasarılar, bizleri yaralamakta, müttefik olarak gördüğü ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine ilişin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmakta ve Ermenistan ile ilişkilerimizin geleceğine hiç de olumlu bir katkı yapmamaktadır. Sözkonusu parlamenter meslekdaşlarımızı bu tür girişimlerden vazgeçmeye davet ediyorum. Yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.
Aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacı da sözde soykırımın ülkemiz tarafından tanınmasının AB üyeliğimiz için bir ön koşul haline getirilmesini sağlamaktır. Bildiğiniz üzere, 17 Aralık Zirvesi öncesi Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan, AB üyesi ülkelerin Devlet/Hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasını istemiştir. AB Devlet ve Hükümet başkanlarının bu mektubu dikkate almamış olmalarını, hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş olmalarını memnuniyetle karşıladık.
Peki nasıl oluyor da 1915 yılında yaşanan olaylar tarihi gerçeklerin tam aksine bazı ülke parlamentoları tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor? Bunun en önemli sebebi çok iyi organize olmuş ve elinde büyük maddi imkânlar bulunan diasporanın yıllardır yürüttüğü kapsamlı faaliyetlerdir. Diasporanın faaliyetleri Ermenistan Devleti tarafından bazen gizli bazen de açıkça desteklenmektedir. Ermenistan Büyükelçilerinin sözde soykırımın çeşitli ülke parlamentoları tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler yürüttüğü görülmektedir. Diaspora, her yıl sözde soykırım konusunda çok sayıda kitabın basılmasını, Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayınlanmasını sağlamaktadır. Sözde soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum düzenlenmektedir. Bunlara Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve akademisyenlerin katılımı sağlanarak konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Diaspora, benzer şekilde, sözde soykırımı işleyen daha çok belgesel nitelikteki filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda sinema ve televizyon kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir. Son olarak, Ermeni asıllı Kanadalı Atom Egoyan tarafından çekilen “Ararat” filmi çok sayıda ülkede gösterilmiştir. Filmin gişe hasılatının yaklaşık 3 milyon dolar, maliyetinin ise 15.5 milyon dolar olduğu öğrenilmiştir. Diaspora propaganda amacıyla sadece bir film için bu kadar büyük paralar harcayabilmektedir. Bu rakam sanırım karşı karşıya bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize bir fikir vermektedir. Her yıl yayınlanan kitaplar, makaleler ve filmler yoluyla özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte ve parlamentoların sözde soykırımı tanıması için ciddi bir baskı unsuru yaratılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Bu noktada, bir özeleştiri yapmayı zorunlu görüyorum. Türkiye maalesef Ermeni iddiaları konusunda uzun yıllar genellikle savunmada kalan bir politika izlemiştir. Gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv çalışmaları zamanında yapılmamıştır. Veya gerekli alt yapı ve tasnif çalışmaları tamamlanamadığı için istenilen düzeyde hizmet verilmemiştir. Bu durum dışarıda Türkiye sanki birşeyleri gizliyor inancının oluşmasına yol açmıştır. İhtiyaç duyulan maddi kaynak sağlanmamıştır. Büyük ölçüde devletin sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadele yürütülmeye çalışılmıştır. Biz okullarımızda ve üniversitelerimizde gençlerimize konuya ilişkin tarihi gerçekleri öğretmezken, Ermeni diasporası çeşitli ülkelerde ders kitaplarında sözde soykırımına ilişkin bilgilerin yer almasını ve böylece genç nesillerin beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük mesafe kaydetmiştir.
Bütün bunlarla, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır demek istemiyorum. Bu, asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele vermiş değerli insanlarımıza ve kurumlarımıza haksızlık yapmak olur. Ama bugün, ihtiyaç duyulan, bu mücadeleyi iyi hazırlanmış, tutarlı ve aktif yeni bir stratejiye oturtmaktır.
Değerli milletvekilleri,
Bütün bu nedenlerle, bugün yapmakta olduğumuz bu genel görüşmeyi çok önemli görüyorum. TBMM dahil bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız konuya gereken duyarlılığı göstermeye başlamışlardır. Ermeni iddiaları sadece Hükümet tarafından yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu değildir. Ancak, toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerinin ortak çabalarıyla bu alanda başarılı olabiliriz. Sayın Başbakanımız ile Sayın Ana Muhalefet Partisi Başkanı arasında 8 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak açıklama Ermeni iddiaları ile mücadele azmimizi göstermek bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye bütün dünyaya iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Ana Muhalefet Partisi Lideri, Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer uzmanlardan bir grup oluşturarak ülkemizin arşivleri dahil tüm ilgili arşivlerde 1915 dönemini araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda tarihi bir çağrı yapmıştır.
Bu konuda Türkiye’nin ciddiyet ve samimiyetini göstermek bakımından daha da ileri bir teşebbüste bulunulduğunu açıklamak isterim. Bu konudaki teklifimizi, Sayın Başbakan, resmen bir mektup aracılığı ile Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’a da göndermektedir. Sayın Başbakan mektubunda, Ortak Komisyon kurulması önerimizi iletirken bu önerimiz kabul gördüğü takdirde, böyle bir Komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerini Ermenistan ile görüşmeye hazır olduğumuzu, bu yönde bir girişimin iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını da bildirmiştir. Buradan, özellikle parlamentoları sözde soykırımı tanıdığına dair kararlar alan ülkelere Ermenistan’ı bu çağrıya olumlu cevap vermesi için teşvik etmelerini beklediğimizi vurgulamak istiyorum. Bunun sözkonusu ülkeler bakımından yerine getirmeleri gereken bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,
Bu noktada Ermenistan’la ilişkilerimize kısaca değinmek istiyorum. Özellikle Batılı ülkeler Ermenistan’la diplomatik ilişki kurarak sınırı açmamız için bize telkinde bulunmaktadırlar. Bildiğiniz üzere, Türkiye 16 Aralık 1991 tarihinde, diğer bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri ile birlikte, Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımıştır. Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştur. Türkiye Ermenistan’a önemli bir jest daha yapmıştır: Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini başlatırken, Karadeniz’e kıyısı olmadığı halde istisnai olarak Ermenistan’ı da bu kuruluşa davet etmiştir. Ermenistan bu şekilde halen merkezi İstanbul’daki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünde temsil edilmektedir. Bununla birlikte, az önce yukarıda bahsettiğim gibi, Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının ısrarla sürdürdüğü gerçekleri çarpıtan politikaları nedeniyle Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün olamamıştır. Bunlar, normal komşuluk ilişkileri tesis edilmesini arzulayan bir devlet için normal davranışlar mıdır? Hangi devletten sınırlarını resmen tanıdığını ortaya koymayan bir devletle ilişkilerini normalleştirmesi beklenebilir. Ayrıca, Ermenistan BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayarak, kardeş Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımamaya ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Yüzbinlerce Azeri mülteci hala kamplarda sefalet içinde yaşamaktadır.
Türkiye bu ihtilafın sona ermesi için aktif faaliyette bulunmaktadır. Azeri ve Ermeni meslektaşlarımla bu çerçevede son iki yılda çok kere görüşmeler yaptık. Bu çabalarımız sürecektir.
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesini istemektedir, ancak bu ülkenin uluslararası hukukun temel ilkelerine ve BM Güvenlik Konseyi Kararları’na aykırı tutumu ile iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmasına imkân vermemektedir.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye ile Ermenistan arasında charter uçak seferlerine izin verilmiştir. Binlerce Ermenistan vatandaşı Türkiye’ye gelmekte ve çalışabilmektedirler. Sivil toplum düzeyinde temaslar mevcuttur.
Ermenistan’ın, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak çağrımıza olumlu yanıt vermesi şüphesiz iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecine de müspet katkı sağlayacaktır. Buradan bir kere daha Ermenistan’a bu çağrımızı yineliyorum.
Değerli milletvekilleri,
Karşımıza çeşitli nedenlerle Ermeni iddiaları getirenlerin ileri sürdükleri bir husus, Türkiye’yi tarihi ile barıştırmak iddialarıdır. Türkiye tarihi ile barışıktır. Türkiye’nin tarihi ile ilgili bir sorunu yoktur. Kimsenin bundan bir şüphesi olmasın. Doğrudur, belki tarihimizin bazı sayfalarını özellikle silik bırakmışızdır. Mesela Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılında Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızın yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan kitleler halinde göçe zorlanmaları, Balkanlarda yaşadıkları katliam ve diğer trajediler, Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına sürülenlerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybeden yüzbinlerce Türk ve diğer Müslümanların oranı dünyaya yeterince haykırılmamıştır. İstiklal Harbimiz sırasında işgal altındaki şehirlerimizde halkımızın maruz kaldığı katliam ve zulmün ayrıntıları üzerinde fazla durulmamıştır. Çok kültürlü, çok etnili, çok dinli Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında, İmparatorluğunun çöküşünü ve parçalanmasını hızlandırmak amacıyla zamanın güçlü ülkeleri tarafından gönderilen misyonerlerin Müslüman olmayan halkı nasıl böldükleri, halklar kendi içlerinde bölündükten sonra her bölünen kesimin her ülkenin değişik siyasi çıkarlarını gerçekleştirmek için nasıl alet olarak kullanıldıkları da bizim tarihimizde üzerinde yeterince durulmayan hususlardır. Bu, bir zaafın sonucu değildir. Bu, asil bir amaç için, Cumhuriyetimizin kurulmasıyla Lozan Barış Antlaşmasıyla gerek bizim kendi tarihimizde gerek Türkiye ile ilgili uluslararası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa açıldığını kabul ederek, yeni nesillerin de geçmişin acılarıyla değil aydınlık, barış dolu dostluğun hüküm süreceği bir istikbalin umuduyla yetişmeleri için yapılmıştır. Yoksa bu acılara ait tüm bilgiler belleklerde ve belgelerde yer almaktadır. Tekrar ediyorum, biz tarihimizin her sayfasıyla barışığız.
Bir hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini düşünmekteyiz. Burada konuştuğumuz konuların merkezinde, hangi nedenle olursa olsun, insanlar, çektikleri acılar, can kayıpları bulunmaktadır. Biz o dönemde bu topraklarda yaşayan müslüman veya gayrı-müslim, Türk veya diğer unsurlardan insanlarca yaşanan ve hepimize üzüntü vermiş olan karşılıklı acıların, vakur bir şekilde anılmasını saygıyla karşılarız. Ancak acıların dolaylı, ilgisi dahi olmayan kişi ve gruplarca siyasi amaçlarla sömürülmesini asla kabul edemeyiz. Bu acıları yalan ve iftiralara alet ederek intikam duygularının yeşertilmesini, insanımız ve ülkemiz aleyhine önyargı ve nefret duygularının yaratılmasını da asla kabul etmeyiz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Ermeni iddiaları konusunda inisiyatif alan, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması için her türlü gayreti gösteren bir politika izleyecektir. Türkiye her zaman tarihi ile yüzleşmeye hazırdır ve tarihimizde utanılacak hiçbir dönem olmamıştır. Bu mücadelede sonuna kadar gitmeye kararlıyız. 1915 olaylarına nasıl, hangi şartlar altında gelinmiştir, 1915’te ne olmuştur, tehcir uygulamasının sonuçları nasıl tecelli etmiştir? Tüm bu hususlar uzman tarihçiler tarafından daha derinlemesine incelenecektir. Çalışmalarımız, kurumlarımız arasında en geniş ve etkin bir işbirliği ve eşgüdüm içinde yürütülecektir. Bunun altyapısı oluşturulmaktadır. Halkımız gerçekler hakkında bilgilendirilecek ve bilinçlendirilecektir. İçte yürütülecek çalışmalara paralel olarak dışarda da gerçeklerin tanıtılması, haksızlıklarla mücadele edilmesi için aktif bir çaba içinde olacağız. Bu süreçte Türkiye kadar, belki de çok daha fazla, başka ülkeler tarihleriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar ve o dönemdeki bazı politikalarını bugünkü nesillere anlatmakta zorlanacaklardır. Bu süreç topyekün bir mücadeleyi gerektirecektir. Bu mücadeleyi, Yüce Meclis olarak, Hükümet olarak, bürokrat, akademisyen, bilim adamı, basın-yayın kuruluşları, işadamları olarak milletçe yapacağız. Türk milleti birlik ve bütünlük içinde bu mücadeleden de başarıyla çıkacaktır. Bu konuda inancım tamdır.
Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Belge 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
(13 Nisan 2005)
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), gerek Türkiye'nin gerek Ermenistan'ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargıralara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inanmaktadır.
İktidar ve Ana Muhalefet Partileri, bu amaca yönelik olarak, tarihi gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri Türkiye ile Ermenistan’ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir.
TBMM, bu tarihsel nitelikteki öneriyi tümüyle benimsemekte ve desteklemektedir.
Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan Hükümeti'nin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan'ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras, önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır.
Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan'ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemenin yolu budur.
TBMM, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu önerisinin değerlendirilmesinde, esasta bunun bir barış girişimi olduğunun dikkate alınması gereğinin altını çizer. Eğer Ermenistan, Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zemini geliştirmek istiyorsa Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde tereddüt etmemelidir.
TBMM’nin önemle belirtmek istediği bir husus da, iyi niyetli ve dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülkenin ve her devlet adamının da, iç politika düşüncelerini bir tarafa bırakarak, Türkiye'nin uzlaşıya ve sağduyuya dayalı bu önerisine olumlu bakması gerektiğidir. Bu bakımdan, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesini içtenlikle isteyen ve Kafkaslar bölgesinde barış ve istikrarın yerleşmesini arzu eden devletlerin de bu girişime destek vermeleri ve özellikle bu girişimi zayıflatacak faaliyetlerden uzak durmaları beklenmektedir.
Bu konuda öncelikli sorumluluk Parlamentolarında Ermeni iddialarına ilişkin karar alan ülkelere düşmektedir. Şayet bu ülkeler, iddia ettikleri gibi Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine, önem veriyorlarsa, iyi niyetlerini göstermeli ve iki ülke arasında bir ortak tarih komisyonu kurulmasına yönelik önerimizi desteklemelidirler.
TBMM, Osmanlı Ermenileri tarihinin dünya tarihçileri arasında tartışmalı bazı sayfalarına ilişkin bir konuda yabancı parlamentolar tarafından siyasi amaçlarla karar alınmasını ve aydınlığa kavuşturulmamış bir tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yolu ile karar verilmesini, yakışıksız, anlamsız, keyfi ve adaletsiz bir uygulama olarak görmekte ve kınamaktadır.
TBMM, yoğun bir uluslararası baskı kampanyası yoluyla Türkiye'ye tarihini bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını belirtir ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağını ilan eder.
Belge 5
TBMM ÜYELERİ TARAFINDAN
BÜYÜK BRİTANYA AVAM KAMARASI İLE LORDLAR KAMARASI’NA GÖNDERİLEN MEKTUP
(13 Nisan 2005)
Büyük Britanya Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası’nın sayın üyeleri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Büyük Britanya Parlamentosu üyelerine en derin saygılarını sunar ve gerek Türk halkı gerekse dünyada çeşitli ülkelerde yaşayan Türkler için büyük önem taşıyan 1915 Osmanlı-Ermeni trajedisine ilişkin bir hususu dikkatlerine sunmak ister.
Aşağıda imzaları bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm üyelerini oluşturan bizler, Büyük Britanya Parlamentosu ve Hükümeti tarafından, kamuoyuna, Büyük Britanya Parlamentosu Mavi Kitaplar külliyatı çerçevesinde yayımlanan Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915–1916 adlı kitabın, I. Dünya Savaşı’nda “Wellington House”daki İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan bir propaganda malzemesi olduğunun ve sözkonusu kitapta yer alan Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna karşı Osmanlı Devleti’nin almış olduğu önlemlere ilişkin bilgilerin mesnetsiz ve güvenilir olmadığının açıklanmasını talep etmekteyiz.
Muhtemelen bildiğiniz gibi, I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin savaş propaganda faaliyetleri, önce Savaş Propaganda Bürosu (1914), bilahare Enformasyon Dairesi (1916), daha sonra da Enformasyon Bakanlığı (1918) tarafından yürütülmüştür. Resmi yapısı ne olursa olsun İngiliz propaganda faaliyetleri savaş boyunca “Wellington House”[1] ismiyle tanımlanmıştır. “Wellington House”, müttefik devletlerin ve Amerikan halkının savaşa desteğini ve özellikle Amerika’nın savaşa katılmasını sağlamak amacıyla, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bir kamuoyu dezenformasyon kampanyasını planlamış ve uygulamıştır. “Wellington House” bu amaçla biri “Alman Vahşeti” diğeri de “Türk Vahşeti” hakkında iki önemli rapor hazırlamıştır. (Türkler hakkında rapor Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915–1916[2] başlığı ile kitap halinde yayımlanmış olup bundan böyle buna “Mavi Kitap” olarak atıfta bulunulacaktır.) Her iki rapor da Savaş Propaganda Bürosu’nda uzman olarak çalışan Arnold Toynbee[3] tarafından yazılmış ve ünlü bir şahsiyet olan İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Viscount Bryce imzasıyla yayımlanmıştır. 2 Aralık 1925’te Lordlar Kamarası’nda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Sir Austin Chamberlain, Viscount Bryce’ın “Alman Vahşeti” adlı raporunun asılsız bir savaş propagandasından ibaret olduğunu açıklamıştır.[4] Ancak, aynı şekilde asılsız propaganda malzemesinden başka bir şey olmayan Mavi Kitap hakkında böyle bir açıklama yapılmamıştır. Oysa Mavi Kitap’ın “savaş propagandası” olduğunu Arnold Toynbee’nin kendisi bile itiraf etmiştir.[5]
Savaş Propaganda Bürosu’nun Mavi Kitap’la ilgili tüm kayıt ve belgeleri bir yangınla tahrip olmuş bulunmakla birlikte, İngiliz bürokrasisinin diğer bölümlerinde muhafaza edilen bu konuyla ilgili birçok önemli belge tahribattan kurtulmuş ve şans eseri bulunmuştur. Son zamanlarda, İngiltere arşivlerini inceleyen bağımsız araştırmacılar tarafından ortaya çıkartılan bu belgeler şu hususları kanıtlamaktadır:[6]
1. Savaş Propaganda Bürosu, Osmanlı İmparatorluğu’nun tahrip edilmesini ısrarlı bir
şekilde I. Dünya Savaşı’nın temel hedefi olarak göstermeye çalışmıştır. Bu projeye “Türkler Gitmeli” (Türklerin Avrupa ve Anadolu’dan Orta Asya’ya sürülmesi anlamında) adı verilmiştir. Bu amaçla yürütülen ve esas itibarıyla Amerikan halkını hedef alan propaganda kampanyası; İngiltere’nin Anadolu ile Mezopotamya’daki sömürgeci politikalarını mazur göstermeyi; önemli bir müttefik olan Rusların Yahudilere karşı uyguladıkları vahşeti ört-bas etmeyi ve özellikle Amerika’daki siyasi karar mercilerini, basını, akademisyenleri, çeşitli mezheplerden Hıristiyan kuruluşlarını ve fikir öncülerini, Türklerin Ermenilere “insanlık dışı muamele uygulamalarına ve katliam yaptıklarına” inandırmak ve Amerikan kamuoyunda yeterli tepki yaratmak suretiyle Amerika’nın savaşa katılmasını amaçlamıştır.
2. Başbakan Lloyd George, Enformasyon Servisi Direktörü Albay John Buchan’a “Türkler Gitmeli” programını[7] planlama ve uygulama emrini vermiş, Buchan da, bu amaçla hazırlanacak materyalin üretimi, yayınlanması ve dağıtımı işleriyle Stephen Gaselee’yi görevlendirmiştir. Sözkonusu propaganda materyali şu görüş ve inançları yaratmak ve yaymak amacını güdecekti[8]: (1) Batı ile Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın Türklerin işgalinden önceki eski kültürel mirası arasında yakınlık bulunduğu. (2) Türklerin bölgede ilerlemeyi, ticareti ve sosyal gelişmeyi önledikleri. (3) Türklerin, Osmanlı Devleti’nin asıl unsurları olan halklarla ve özellikle Ermenilerle, eşitlik ve adalet ölçütleri çerçevesinde kaynaşma ve bunları yönetim kabiliyetine sahip bulunmadıkları. (4) Türk Devleti’nin ıslah edilmesinin imkansız olduğu ve Türk toplumunun, doğası nedeniyle, reform yapma ve uygarca kendi-kendini yönetme yeteneğinden mahrum bulunduğu. (5) Başbakan Lloyd George tarafından da saptandığı gibi bağnaz ve kabiliyetsiz bir millet olan Türklerin Avrupa ile Asya arasında stratejik köprü konumundaki Anadolu’yu kontrol etmelerinin veya Almanya’nın bir uydusu olmalarının son derece tehlikeli olduğu. (6) Osmanlı devlet sistemindeki her dini cemaatin kendini yönetmesi şeklindeki hoşgörüye dayandığı iddia edilen yaklaşımın (Buchan’ın ifadesine göre “bir dinler müzesi”), esasında Batının çoğunluğun yönetimi ve azınlıkların haklarına sahip çıkılması sistemiyle bağdaşmadığı.
3. Stephen Gaselee, Savaş Propaganda Bürosu uzmanı tarihçi Arnold Toynbee’den Türk-karşıtı kampanya için çalışabilecek yazarların isimlerini talep etmiştir. Toynbee’nin kendi ismi de dahil verdiği ayrıntılı liste, Mark Sykes[9] gibi Ortadoğu üzerinde çalışmış yazarların ve Ermeni davasını benimseyen Amerikalı misyoner liderlerin isimlerini içeriyordu. Kampanya bağlamında Savaş Propaganda Bürosu’nda çalışan 54 yazar tarafından Osmanlı Ermenilerinin durumu hakkında düzenlenen düzmece yazılar, sanki gerçek olaylara görgü tanığı olmuş olan kişilerin raporları gibi yayımlanıyordu. Amerika’ya gönderilen bu raporların dağıtımı, Başkan Woodrow Wilson’a son derece yakın oldukları bilinen ve belli başlı Amerikan gazeteleriyle iyi ilişkileri olan Sir Gilbert Parker ve Geoffrey Butler tarafından yapılıyordu.
4. Savaş Propaganda Bürosu, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durum hakkında Amerika’ya iletilen tüm bilgilerin yegane kaynağı konumundaydı. Gaselee-Toynbee ekibi, Mavi Kitap da dahil, 37 değişik yayından yedi milyondan fazla nüshanın dağıtımını sağladı. İngiltere, Almanya’nın transatlantik iletişim kablolarını tahrip etmiş olduğu için, Savaş Propaganda Bürosu bağımsız muhabirler tarafından Amerika’ya gönderilen bütün raporları sansür ve kontrol etme imkanına sahipti. Associated Press, 1915’te Avrupa’daki Amerikalı muhabirlerin gönderdikleri yazıların % 75’inin İngiliz makamları tarafından tahrip edildiğini açıklamıştır.
5. Büyükelçi Viscount Bryce’ın imzasını taşıyan Mavi Kitap, güya “Osmanlı askerleri veya vatandaşları tarafından Ermenilere karşı yapılan katliamlara ve diğer vahşete” ilişkin olarak 150 görgü tanığının anlattıklarına dayanmaktadır. Mavi Kitap, görünürde “kişileri Osmanlı misillemesinden korumak amacıyla”, “görgü tanıklarının” gerçek isimlerini açıklamamakta ve bu kişilere kod adlarıyla atıfta bulunmaktadır. Kısa bir süre önce İngiliz arşivlerinde bulunan Mavi Kitap’taki kod adlarının kimlere ait olduklarını gösteren bir Savaş Propaganda Bürosu belgesi, bu 150 kişiden, 59’unu misyonerlerin, 52’sini Ermeni aktivistlerin ve yedisini de isyancı Ermeni Taşnak liderlerin oluşturduğunu ortaya koymuştur. Geriye kalan 32 kod adına gelince, bunlar ya tamamen uydurma kişilere aittir, yahut da aynı kişinin başka bir kod adıyla tekrardan gösterilmesi sonucu Mavi Kitap’ta yer ayrılmıştır.[10] Arnold Toynbee’nin kendisi bile kimlikleri bilinmeyen kişilerin hazırladıkları raporlar üzerinde çalışmaktan hoşnut değildi. Bir keresinde, Viscount Bryce’a yazdığı bir mektupta “Bu belgelerin otuz dört tanesinin, yani yüzde yirmi üçünün gerçek yazarının kim olduğunu bilmiyorum” demişti.[11] Ancak bu belgelerin yazarları da kitapta bilinen yazarlarla birlikte aynı şekilde yer almışlardır.
Belirttiğimiz gibi bu hususlar, Bryce’ın Mavi Kitap’ının, yine Bryce’ın imzasını taşıyan ve İngiltere tarafından resmen asılsızlığı açıklanmış olan “Alman Vahşeti” raporunun tüm kusurlarıyla malul olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Şöyle ki: (1) Mavi Kitap, Savaş Propaganda Bürosu’nun “Türkler Gitmeli” programının bir ürünüdür, bu bakımdan bir propaganda malzemesidir. (2) Savaş Propaganda Bürosu uzmanları, Mavi Kitap’ın hazırlanmasında, tanıklık yaptıkları olaylar hakkında kişisel bilgileri olmayan bir çok sahte “görgü tanığının” ifadesini kullanmışlardır. (3) Bunlar dışında Mavi Kitap’ta “görgü tanığı” olarak atıfta bulunan kişilerin büyük çoğunluğu da konuya taraf olan ve icra ettikleri dini ve siyasi görevler nedeniyle yansız bir tutum içinde olmaları mümkün olmayan kişilerdir. (4) Mavi Kitap’ın yazarları, kitapta ifadelerine yer verilen “görgü tanıklarının” söylediklerini, yabancı misyonların ve askeri görevlilerin ifadelerinden yararlanmak suretiyle doğrulama yoluna gitmemişlerdir. (5) Mavi Kitap’ta “görgü tanıklarının” ifadelerini nakzeden diğer kaynakların ifadelerine hiçbir şekilde yer verilmemiştir. (6) Mavi Kitap’ta, Ermeni İsyanlarına ve Doğu Anadolu’da on binlerce Müslüman’ın katledilmesine hiç değinilmemiştir. (7) Mavi Kitap’ta, “görgü tanıklarının” Osmanlı Devleti’nin politikalarına yönelik her türlü kınama ve eleştirilerine yer verilirken, bu politikalar nedeniyle, savaş alanı dışında bulunan yüz binlerce Ermeni'nin barış ve istikrar içinde yaşamaya devam ettiklerinden hiçbir şekilde söz edilmemiştir. (8) Buchan’ın çalışması, kısmen de olsa, romanlarında ve diğer yazılarında da açıkça ortaya koyduğu üzere, ırkçılığının ve Yahudi düşmanlığının ürünü olarak görülmelidir.
Görüleceği üzere, Mavi Kitap, İngiltere’nin savaş sırasındaki fevkalade başarılı bir propaganda faaliyeti olup, Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna karşı Osmanlı Devleti’nin almış olduğu önlemler hakkında gerçekleri aksettirilen güvenilir bir tarihi kaynak değildir. Gerçekten de, Osmanlı ordularına karşı Ruslarla güçlerini birleştiren Ermeni çetelerinden, Osmanlı resmi görevlilerinin öldürülmelerinden, ikmal ve iletişim hatların kesilmesinden, Osmanlı kentlerinin ele geçirilmesi girişimlerinden, Türklerin Van’da topluca katledilmelerinden, bir milyondan fazla Müslüman’ın Rus ve Ermeniler tarafından topraklarından zorla sürülmelerinden kitapta hiç bahsedilmemektedir.[12] Daha sonraları Toynbee’nin, bu tek taraflı anlatımı nedeniyle tarihi gerçeklere ihanet ettiği hissiyatına kapıldığı bildirilmiştir.[13] Ancak, Mavi Kitap’ın tahripkâr ve habis etkileri bugün hala devam etmekte ve Ermeni aktivistler tarafından uluslararası medyanın, siyaset adamlarının, fikir önderlerinin ve bilim adamlarının aldatılarak Türkiye’ye karşı kin ve nefret duygularının yayılmasında etken olmaktadır.
İngiltere hükümeti, her ne kadar Mavi Kitap’ın geçersizliğini resmen açıklamamış olsa da, bu kitaptaki belge ve iddiaların, mesnetsizliği, hükümsüzlüğü ve hukuken hiçbir değer taşımadığı, 1921 yılında Malta Mahkemesi tarafından alınan kararla dolaylı olarak ilan edilmiş bulunmaktadır. Anımsanacağı üzere, 1920 yılında İngiliz İşgal kuvvetleri tarafından 144 Osmanlı devlet adamı ve görevlisi Ermenilere karşı vahşet ve katliam yaptıkları iddiasıyla mahkeme edilmek üzere tutuklanmış ve Malta Adası’na gönderilmiştir.
Mahkeme tarafından görevlendirilen bir Osmanlı Ermenisi araştırmacı tarafından Osmanlı, İngiliz ve Amerikan arşivlerinde yapılan son derece titiz araştırmalara rağmen sanıkları suçlayacak hiçbir belge, kanıt ve güvenilir “görgü tanığı” bulunamayınca, İngiltere Kraliyet Başsavcısı 29 Temmuz 1921 tarihli kararıyla, kanıtların yetersizliği nedeniyle davanın görülemeyeceğine ve sanıkların serbest bırakılmalarına karar vermiştir.[14]
Bu noktada, şu önemli sorunların cevaplandırılması gerekiyor: sürgünlerini mahkum etmek için neden 1916’da yayımlanan Mavi Kitap’ın içerdiği kanıtlar kullanılmadı? Toynbee’nin Mavi Kitap’ı yazarken dayandığı kaynaklardan derhal yararlanmak imkanı varken bunlar mahkeme tarafından neden dikkate alınmadı?
Bu soruların cevabı kısa ve açıktır: Mavi Kitap’tan yararlanılmadı, çünkü içerdiği iddia ve belgeler mesnetsiz ve asılsız. Mavi Kitap yazılırken dayanılan kaynakların hepsi el altında olmasına rağmen bunlar kullanılmadı, çünkü bu kanıtlar, belgeler ve “görgü tanıkları” bir İngiliz mahkemesi tarafından dikkate alınacak bir değer taşımıyordu.[15]
İngiliz hükümetleri Mavi Kitap’ı kaale almamaya devam etmektedir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Barones Ramsay of Cartvale, 14 Nisan 1999 tarihinde İngiliz Hükümeti adına Büyük Britanya Lordlar Kamarasında yaptığı açıklamada “…ancak Osmanlı yönetiminin, denetimi altındaki Ermenileri ortadan kaldırmaya yönelik spesifik bir karar aldığını gösteren kuşku götürmez kanıtların yokluğunda, İngiliz Hükümetleri 1915 ve 1916 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımamışlardır” demiştir.
Büyük Britanya Hükümeti, Bryce’ın uydurma “Alman Vahşeti” raporu için yaptığı şekilde Mavi Kitap’ın asılsızlığını ve bir propaganda materyali olduğunu ilan etmemiş olduğu için, anılan kitap Osmanlı Ermenileri konusu üzerine doğru ve gerçek araştırma ve akademik çalışmalar yapılmasına zarar verdiği gibi, Başbakan Lloyd George’un talimatıyla Albay Buchan ve Savaş Propaganda Bürosu tarafından bundan yaklaşık yüz yıl önce oluşturulan “Türkler gitmeli” kampanyasının altı hedefi doğrultusunda Türklere karşı düşmanlığı teşvik etmektedir.
Osmanlı Ermenilerinin başlarına gelenin soykırımı suçu olduğu yolundaki iddiaya destek veren ve okul kitaplarından başlayıp hükümet açıklamalarına kadar çok çeşitli yayınlarda binlerce defa atıfta bulunan Mavi Kitap, maalesef bugün hala bilim adamları ve siyaset oluşturucular için temel bir kaynak olma niteliğini sürdürmektedir. Kitap, Osmanlının tutumunda, öldürme eylemini soykırıma dönüştüren kilit unsurun, yani öldürmek için özel bir niyet ve kastin mevcudiyetine dayanmaktadır. Diğer bir deyişle Mavi Kitap Osmanlı Ermenisi sivilleri savaş alanı dışında bir bölgeye yerleştirmek suretiyle Ermeni asilerden ve Rus ordusundan ayırmayı öngören Osmanlı politikasını, ırkçı bir katliam için bahane olarak nitelemektedir.
Mavi Kitap, Türk halkına karşı anlayışsızlığın ve düşmanlığın güçlenerek sürmesine yol açmaktadır. “Türkler gitmeli” kampanyasının dayandığı altı hedefi oluşturan Albay Buchan gururlu bir ırkçıydı. Yazmış olduğu Greenmantle isimli romanda[16], “Gerçek şu ki biz (İngilizler) yabancı halklara nüfuz etme kabiliyeti olan insanları yaratan dünyadaki yegane ırkız” diyordu. Buchan, “Jön Türkler”e de “Yahudi ve Çingenelerden oluşan bir gurup” diye atıfta bulunuyor. The Thirty-Nine Steps[17] adlı romanında Buchan, “Bütün hükümetlerin ve orduların arkasında çok tehlikeli bir halk tarafından yaratılan bir yer altı hareketi vardı… Yahudiler bu hareketin arkasındaydı… Yahudiler her yerdeydi… Engerek yılanı gibi,,” şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Mavi Kitap’ın temelini oluşturan Buchan’ın altı hedefi, saygınlık ve haysiyetten yoksun oldukları iddiasıyla Türk milletinin, eşitlik ve egemenlik haklarından yararlanmayacağı ve Anadolu’da bin yıldır sürdürdükleri yaşamı devam ettirme hakkına da sahip olmadıkları yolundaki ırkçı görüşe meşruiyet kazandırmaktır. Bu nedenle, Mavi Kitap, Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (JCAG) ve Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) tarafından işlenen korkunç terör suçları için ahlaki gerekçe olarak kullanılmıştır.[18] Bu teröristler, 80’den fazla masum kişiyi öldürmüş, 700’den fazla kişiyi yaralamış ve 100’den fazla insanı rehin almış, bunun yanında Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Avustralya’da onlarca milyon dolarlık maddi zarara yol açmışlardır.
Bugüne kadar asılsızlığı ilan edilmeyen Mavi Kitap üstün nitelikte bir propaganda ve aldatmaca aracı olarak, insanları zihnen ve ruhen etkilemeye devam etmektedir. Bugün dahi Wellington House Kitapları Amerikan okulları ve üniversite öğrencilerine tavsiye edilmektedir. Tarihçi Arthur Ponsonby, savaş zamanındaki propagandanın kalıcı ve nesilden nesile geçen habis etkilerini de ele aldığı Falsehood in Wartime[19] (Savaş Zamanında Kandırma) adlı kitabında şunları söylemektedir.
“Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür. İnsanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır.”
Lord Ponsonby’nin bu veciz değerlendirmesi bugün de gelecekte de geçerliliğini yitirmeyecektir. Gerçekten de çocuklarımıza ve gelecek nesillere miras bırakabileceğimiz önyargı, nefret ve intikam duygusu yerine müsamaha, dostluk ve iyi niyetin hüküm sürdüğü bir dünyanın kurulabileceği uluslararası bir ortama bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır.
Bu bakımdan, I. Dünya Savaşı’nın tüm taraflarının, ortak tarihlerinin Osmanlı Devleti-Ermeni çatışmasının muğlak yönlerinin gün ışığına çıkarılması için etik ve nesnel bir yaklaşım sergilemek suretiyle insanlık ruhunda açılan yaranın iyileştirilmesine yardım etme sorumluluğunu taşıdıklarına inanıyoruz.
Bu inanç ve anlayışla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Britanya ile geleneksel ittifak ve dostluk ilişkilerinden duyduğumuz derin memnuniyeti teyit ederek ve 1916 yılında Toynbee’nin çalışmasının bir “yönlendirme kitabı” olarak yayınlanması kararını Parlamentolarının aldığını göz önünde tutarak, Mavi Kitap’ın tarihi bir belge olarak geçersiz ve asılsız olduğunu ilan etmek suretiyle ortak tarihimizin bu önemli kısmına açıklık getirilmesini Büyük Britanya Parlamentosu’nun takdirlerine saygımızla sunuyoruz.
[1] M.L. Sanders & Philip M. Taylor, British Propaganda during the First World War. 1914-1918, Londra, 1982
[2] Arnold Joseph Toynbee, ed., The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916: Documents Presented to Viscount Grey of Fallodon Secretary for Foreign Affairs, by Viscount Bryce, Londra: H.M. Stationary Office, 1916.
[3] Sanders ve Taylor, sa. 40–41.
[4] Hansard, 5th Session, Vol 188, 24.11.1925
[5] Arnold J. Toynbee, The Western Question in and Turkey., First Publication 1972, p.50.
[6] F.O. 394/40/179902, “Documents relating to the treatment of Armenians and Assyrian Christians in the Otoman Empire: Key to names of places and persons witheld from publication, September 11, 1916.
[7] F.O. 395/139/42320, February 24, 1917.
[8] F.O.395/139/64927, “Anti-Turk Propaganda”.
[9] Mark Sykes’ın, The Times’ın 20 Eylül 1917 tarihli sayısında “Wellington House” tarafından yayımlattırılan makalesi, tipik bir propaganda örneği oluşturduğundan burada zikredilmesinde yarar görülmüştür. Makalede, Türkler, “acımasız bir ezici”, “vicdansız bir zorba”, “gerçek bir barbar”, “yozlaşmış” ve “tüm dünyayı yakıp yakmış kişiler” olarak tanımlanmıştı. Tarihsel gerçeklerle hiçbir alakası olmayan bu makalede, sırf Türkleri aşağılamak için bugün Irak olan yerleri yıkan ve talan eden Moğollar Türk olarak tanımlanmıştı. Tarihsel gerçeklerle hiçbir alakası olmayan bu makalede, sırf Türkleri aşağılamak için Irak’ı yıkan ve talan eden Moğollar Türk olarak tanımlanmıştır. Bu makale İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından broşür olarak bastırılmış ve Lloyd George’un bir takdim mektubuyla geniş bir dağıtıma tabi tutulmuştur. The Times, vatansever duygularla hareket ederek broşürlerin basımı için hükümetten sembolik bir meblağ talep etmiş ve 100.000 kopya için sadece 40 pound almıştır. (F.O.395/139/51086). Bu broşürlerin 32.000 kopyası Amerika’da dağıtıma tabi tutulmuştur. (F.O. 395/139/47048).
[10] F.O. 394/40/179902, “Documents relating to the treatment of Armenian and Assyrian Christians in the Ottoman Empire and NW Persia: Key to names of places and persons witheld from publication” 11 Eylül 1916. Aşağıdaki dokümanlara bkz: 10, 13, 23, 77, 79, 85, 91, 102, 103, 104, 108, 110, 112, 114, 116, 117, 120, 123, 125, 126, 127, 129, 137.
[11] Justin Mc Carthy’nin makalesi. “Wellington House and the Turks”
[12] Justin Mc Carthy’nin makalesi. “Wellington House and the Turks”
[13] William H. Mc Neill. Arnold Toynbee a life. (Oxford University Press) s.74
[14] F.O. 371/6502/E. 5845: L. Olipant (F.O.) to Mr. Woods (Procurator-General’s Department), 5845/132/44, 31 Mayıs 1921.
[15] F.O. 371/6504/E. 8745: Woods (Procurator-General’s Department) to the Under Secretary of Stat efor F.O., 29 Temmuz, 1921.
[16] John Buchan, The Greenmantle, New York, Grosset and Dunlap, 1916
[17] John Buchan, The Thirty Nine Steps, Edinburg, London, William Blackwood & Sons, 1915
[18] Gunther M. Michael, Pursuing The Just Cause of Their People, Greenwood Press. Inc, New York, 1986
[19] Arthur Ponsonby, Falsehood in Wartime, London, Kimble and Bradford, 1928.
|