Anasayfaİletişim
  
English

Ermeni Yasa Tasarısı'nın İçeriği ve İddialara Verilen Cevaplar

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 23-24, 2006

 

Öz: Bu makale, Amerikan Temsilciler Meclisi’ne sunulan “Ermeni Soykırımı” tasarısını değerlendirmeyi ve tasarıdaki maddi hatalara madde madde dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Yazar, bu makalesinde tasarıda yer verilen temel tarih ve bilgi yanlışlarının ortaya konulmasının çok önemli olduğunu belirtmektedir. Çünkü Amerikan kamuoyu Ermeni sorununun detayları hakkında çok az bilgiye sahiptir ve genelde Ermeni propagandaları doğrultusunda hazırlanan haberlere göre Türkiye ve insanını yargılamaktadır. Diğer taraftan Alt Temsilciler Komitesine sunulan söz konusu tasarı tarihi açıdan gayri ciddi ve maddi hatalarla doludur. Gerekçeler özensiz ve “bu senatörler ne versek kabul eder” mantığı ile hazırlanmıştır. Bu nedenle, bu makale Amerikan kamuoyu ve yönetim çevrelerini tasarıdaki yanlışlıklar hakkında bilgilendirmeyi amaçlamaktadır.

 

Anahtar Kelimeler: Ermenistan, Türkiye, soykırım yasa tasarısı, Türkiye-ABD ilişkileri.

 

Abstract: This paper aims to make an assessment of the Armenian genocide resolution, which has been submitted, to the House of Representatives and to draw attention to the mistakes article by article in the mentioned bill. The author is of the opinion that it is very important to indicate and refute the incorrect historical information and material mistakes in the resolution, because the US public knows very little about the details of the Armenian Question and judges Turkey and the Turkish people merely on the basis of the reports directed by the Armenian propaganda. The author also claims that drafted resolution was prepared with the assumption that the representatives would approve whatever was submitted regardless of the truths. Therefore this article tries to enlighten and inform the American public and its administrative departments of the half-truths in the bill.

 

Key Words: , , genocide resolution, Turkish-American relations.

 

2000 yılının Eylül ayından itibaren birkaç kez Amerikan Kongresi’ne getirilen “Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı”nın bu defa Demokrat Kongre Başkanı Nancy Pelosi sayesinde geçeceği kaygısı Türkiye’de hakimdir. Aslında tasarının geçip geçmemesinin birkaç açıdan önemli olmadığı kanaatindeyim. Birincisi, zaten benzeri karar tasarıları Eyalet Parlamentolarında kabul edilmiştir. ANCA’nın resmi sitesine göre şu an 42 eyalette Ermeni soykırımı kabul edilmiş durumdadır. Gerçi bu sayı abartılıdır; gerçek rakam 32 kadardır, ama bunun da önemi yoktur. Nasıl olsa önümüzdeki yıl içinde hedeflenen sayıya ulaşmaları mümkündür. İkincisi, tasarının yaptırım gücü yoktur. Ermeniler ABD Başkanı’ndan 24 Nisan günü 1,5 milyon Ermeninin öldürüldüğünü ifade etmesini istemektedirler. Bu güne kadar ABD’nin Cumhuriyetçi veya Demokrat Başkanları 24 Nisan konuşmalarında “soykırım” sözcüğünü telaffuz etmeden aynı anlama gelebilecek sözler sarf etmişlerdir. Ancak bu söylediklerimizden Türkiye’nin tasarıyı engellemek için mücadelesine son vermesi anlamı çıkarılmamalıdır. Elbette Türkiye var gücüyle hakkındaki bu son derece haksız, ahlaksız ve karalayıcı tasarıyı engellemek ve Türk milletinin sonsuza dek “soykırımcı” olarak damgalanmasını engellemek için mücadele edecektir. Aksi takdirde yurt dışında yaşayan Türk çocukları okul kitaplarında katil olarak ilan edilmenin ezikliği ile bulundukları ülkelerde asosyal bir kişilik geliştireceklerdir.

 

Diğer taraftan Alt Temsilciler Komitesine sunulan söz konusu tasarı tarihi açıdan gayri ciddi ve maddi hatalarla doludur. Gerekçeler özensiz ve “bu senatörler ne versek kabul eder” mantığı ile hazırlanmıştır. Tasarı, Başkan’ın ABD dış politikalarının, insan hakları, etnik temizlik ve ABD arşiv kayıtlarının ortaya koyduğu Ermeni soykırımı gibi konularda daha duyarlı bir şekilde yürütülmesini temin etme çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca yine Başkan’dan 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak ilan etmesini talep etmektedir. Bu çağrı, doğal olarak Türkiye-ABD arasındaki ilişkileri etkilemeye yöneliktir. Bu bakımdan yaptırım gücü olmamakla birlikte, Türk Amerikan ilişkilerinin dostluk ve işbirliği çerçevesinde yürütülmesine pürüz getireceği için önemlidir. Çünkü bu tasarı da önceki tasarıdan farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırımdan sorumlu tutmaktadır. Halbuki bir önceki tasarının politika deklarasyonu kısmının üçüncü maddesi soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapıldığı ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin bundan sorumlu tutulamayacağı açıkça belirtiliyordu. Belki daha da önemli olan, tasarı kabul edildiği takdirde ABD’de Türk imajının çok olumsuz bir şekilde etkileneceğidir. Bu da iki ülkenin ticari ve kültürel ilişkilerinde önümüzdeki yıllarda önemli bir kambur oluşturacaktır. Bu yüzden tasarının doğruları yansıtmadığı Amerikan kamuoyuna anlatılmalıdır. Bu amaçla, tasarının maddelerindeki maddi hatalar aşağıda değerlendirilmektedir.

 

(1) Ermeni soykırımı, 1915’ten 1923’e kadar Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp uygulanmış ve yaklaşık 2,000,000 Ermeninin sınır dışı edilmesine, bunlardan 1,500,000 erkek, kadın ve çocuğun ölümüne, sağ kalan 500,000 kişinin evlerinden kovulmalarına ve böylece tarihi vatanlarındaki 2,500 senelik Ermeni varlığının yok edilmesi ile sonuçlanmıştır.

 

Bu maddede sözde soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915-1923 yılında gerçekleştirildiği, 2 milyon Ermeni’nin sürgüne gönderilerek 1,5 milyon kadın, çocuk ve erkeğin ölümüne sebep olunduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca hayatta kalan 500.000 Ermeni’nin evlerinden çıkarılmak suretiyle Anadolu’daki 2500 yıllık Ermeni varlığının sona erdirildiği iddia edilmektedir. Halbuki 1923 yılında Osmanlı Devleti artık tarih sahnesinde yoktur. Başta V. Dadrian ve pek çok diğer Ermeni araştırmacının da 1915-1916 yıllarında 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü ve sözde soykırımın gerçekleştiğini iddia ettiği bilinmektedir. O halde neden tarihin 1923’e kadar uzatıldığı sorusu akla gelmektedir. Muhtemelen Ermeni lobileri tarihi bu aralıklarda tutmak suretiyle, Türkiye’nin redd-i miras yoluyla cezasız kalmasının önüne geçmeyi planlamakta ve Türkiye Cumhuriyeti devletini de karalamaktadırlar.

 

Diğer taraftan öldürüldüğü veya hayatta kaldığı belirtilen Ermeni sayısı hakkında tasarıda yer alan rakamlar abartılı ve yanlıştır. 1914 yılında yapılan Ermeni nüfusu tahminlerine göre İmparatorluk sınırları dahilinde yaşayan Ermenilerin sayısının 1.400.000-1.700.000 arasında olduğu artık bir çok bağımsız araştırmacı tarafından ortaya konulmuştur. Dr. Johannes Lepsius -ki Ermeni yanlısı bir papaz ve yazardır- Patrikhanenin verdiği rakamların üzerini çizerek 1.845.450 rakamını yazmıştır (Der Todesgang des Armenischen Volkes, Potsdam 1919, s. 308). 2 milyon rakamı ise hiçbir kaynakta geçmemektedir. (Bkz. H. Özdemir ve diğ. Ermeniler: Sürgün ve Göç, Ankara, 2004, s. 49-50). 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü de bir efsanedir. Bu efsane 24 Temmuz 1915 tarihinde (yani tehcirin resmen 44. günü) Harput Amerikan Konsolosu Leslie Davis’in raporunda “ne kadar Ermeni’nin öldürüldüğünü söylemek imkansızdır, fakat sayının bir milyondan az olmadığı tahmin edilebilir” demesiyle başlamıştır (NARA 867.4016/269). Kaldı ki Ermeni tarihçi Dadrian bile hayatta kalan 1 milyon Ermeni’den bahsetmekte ve kayıpları da pek çok yayınında 1.1 milyon olarak beyan etmektedir. 1919 Paris görüşmelerinde Bogos Nubar Paşa yaklaşık 600-700 bin Ermeni’nin tehcir edildiğini belirtmektedir. (Archives des Affaires Etrangères de France, Serié Levant, Arménie, Volume 2, folio 47). Ayrıca Patrikhane savaş sonunda Anadolu’daki toplam Ermeni sayısını en az 644.000 olarak vermektedir. Cemiyet-i Akvam 1922 yılında dünyadaki Türkiye Ermenisisayısını 817.873 olarak açıklamaktadır. Üstelik aynı belgeye göre Müslüman olan veya Türkiye’de kalan 281.000 Ermeni bu rakama dahil değildir. (NARA 867.4016/816) O halde nasıl 1.5 milyon Ermeni öldürülmüş olabilir. Kaldı ki savaş sonrasında Ermeni Patrikhanesi tarafından İngiltere ve Fransa büyükelçilerine gönderilen bir memorandumda Patrikhane kayıp sayısını 200 bin olarak iddia etmektedir. (Report presented to the Preliminary Peace Conference by the Commission for the Responsibility of the Authors of the War and on the Enforcement of Penalties, March 29, 1919).

 

(2) 24 Mayıs 1915’te Müttefik Güçler İngiltere, Fransa ve Rusya, ilk defa başka bir hükümeti ‘bir insanlığa karşı suç’ işlediğinden dolayı açıkça mesul tutuklarına dair müşterek bir açıklama yayınlamışlardır.

 

Tasarının 2. maddesinde 24 Mayıs 1915 tarihindeki Müttefik deklarasyonuna yer verilerek güya Osmanlı Devleti’nin sürgünden önce uyarılmasına rağmen etnik temizlik yaptığı ileri sürülmekte ve bu şekilde devletin planlı ve sistematik bir operasyon ile Ermenileri imha ettiği fikri uyandırılmaya çalışılmaktadır. Elbette bu deklarasyon yayımlanmıştır ama yayımlayanlar o tarihte Osmanlı’yı parçalamak için gizli anlaşmalar yapan devletlerdir. Ayrıca deklarasyonu yayımlayan Rusya o tarihlerde ülkesindeki Yahudilere karşı katliam yapmaktaydı. İngiltere ise Alman kökenli isyancı vatandaşlarını sınır dışı etmekte ya da toplama kamplarına göndermekteydi. Ayrıca belirtilmelidir ki, deklarasyonda bahsedilen iddialar Ermeni siyasi partilerinin görüşlerine dayanmaktadır. Aynı dönem ayrıca Rusların Van şehrini tamamen işgal ettiği ve Ermenilerin Müslümanları kılıçtan geçirdiği bir dönemdir.

 

(3) Bu müşterek açıklama ‘Müttefik Hükümetlerin Bâb-ı Ali’yi alenen bu suçlardan dolayı tüm Osmanlı Hükümeti üyelerini ve bu tür katliamlara karışmış tüm yetkililerini, şahsi olarak sorumlu tutuklarını’ belirtmektedir.

 

Yukarıda ifade edildiği gibi bu Müttefiklerin bir propaganda faaliyetidir. Nitekim Osmanlı Devleti verdiği cevapta, “Osmanlı topraklarında Ermenilere karşı katliam yapıldığı kesinlikle yalandır” demiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun cevabında çok ilginç bir detay da vardır: Bu iftiraların kaynağı Romanya ve Bulgaristan’da bulunan İngiltere ve Rusya konsoloslarıdır. Gerçekten de Taşnaksutyun’un siyasi propaganda büroları da bu iki ülke başkentindeydi ve Mavi Kitap’taki pek çok katliam haberiyle ilgili raporlarda bu bürolardan çıkmıştı.

 

(4) Birinci Dünya Savaşı sonrası [nda kurulan] Türk Hükümeti, Ermeni soykırımının ‘hazırlanması ve uygulanmasında’ ve ‘Ermenilerin katl ve imha edilmesine’ karışmış üst düzey yöneticileri suçlamıştır.

 

Tasarının 4. maddesi savaş sonrasında Osmanlı Devleti’nin işlediği suçu kurulan mahkemelerde kabul ettiğini ve soykırım sanıklarının tutuklu olanlarını mahkum ettiğini iddia etmektedir. Ünlü Amerikan tarihçisi Justin McCarthy bu mahkemeleri “kanguru mahkemeleri” olarak değerlendirmekte, mahkemelerin işgalci müttefiklerin kukla yönetimi tarafından kurulduğunu hatırlatmaktadır. İngiliz Yüksek Komiseri S.A.G. Caltrophe Londra’ya yazdığı bir raporda yargılamaların maskaralığa dönüştüğünü ve hem Türk hem de kendi hükümetlerinin itibarını zedelediğini belirtmiştir. (FO 371/4174/118377) Feridun Ata adlı bir tarihçi tarafından hazırlanan “İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, Ankara 2005” adlı eserde ifade edildiğine göre, dönemin hükümeti, Paris Barış Konferansı’nda daha uygun koşullar elde etmek ve muhalifi olduğu İttihat ve Terakki mebuslarından intikam almak için mahkemeler kurmuştur. Mahkemeler de sorgular da düzmecedir. Yalancı şahitler, sanıklar aleyhine ifade vermeye zorlanmıştır. Örneğin Yozgat tehcir davasından sanık olan Jandarma komutanı Binbaşı Tevfik aleyhine ifade veren kunduracı Artolos ücret karşılığı ifade vermesi için İstanbul’a getirilmiş, daha sonra aynı kişi Dr. Ata’nın tespitine göre Müslüman olmuş Rifat adıyla komisyona ifade vermiştir. Dr. Ata’nın eseri bunun gibi yalancı tanık ifadelerini deşifre etmektedir. Tanıklar lehine ifade veren kimse mahkemeye çıkarılmamıştır. Mahkeme başkanları yalancı şahitleri bazen ortaya çıkarmalarına rağmen asla cezai işleme başvurmamışlardır. Dr. Ata şahitlerin İngiliz Yüksek Komiserliğinde oluşturulan “Ermeni-Rum Şubesi”nde eğitilerek mahkemeye gönderildiğini tespit etmiştir. Tevfik Paşa Hükümeti döneminde mahkeme kararlarının temyizi için açılan davaların büyük bir çoğunluğu da bozulmuştur. Temyiz sonucu kararı bozulanlar arasında maalesef idam edilen Nusret Bey’in davası da vardır. 4 Nisan 1919’da ABD’nin Yüksek Komiseri Lewis Heck, “yaygın bir şekilde, [yargılamaların] çoğunun kişisel intikam saikiyle veya İtilaf Devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin kışkırtmasıyla yapılmakta olduğuna inandığını” rapor etmiştir. (NARA 867.00/868; M 353, roll 7, fr. 448) Kaldı ki haksız yargılamalarla bu kararların alınmasına yardımcı olan İngiltere, 144 İttihatçı ileri gelen mahkumu benzeri suçlamalarla Malta’ya götürmüş ama haklarında somut delil bulamadığı için mahkemeye çıkarmamıştır.

 

(5) Bir dizi askeri mahkeme duruşmalarında, Genç (Jön) Türk Rejimi yetkilileri Ermeni halkına katliam hazırlamak ve düzenlemekten dolayı suçlanarak yargılanmış ve suçlu bulunmuşlardır.

 

Dr. Feridun Ata’nın yukarıda işaret ettiğimiz tespitleri dışında, Justin McCarthy, Gunter Lewy gibi tarihçiler bu mahkemelerin güvenilir olmadığını, sanıklar aleyhine şahitlik yapanların sorgulamalarının yasal zeminde yapılmadığını, savunmalarının dikkate alınmadığını, mahkeme başkanlarının savcı gibi hareket ettiğini, sanığa savunma hakkının usule uygun olarak verilmediğini belirtmişlerdir. Lewy’nin de belirttiği gibi yargılamalar boyunca mahkeme hiçbir tanık dinlememiş ve hükümler tamamıyla savunmanın yanıtı dikkate alınmadan yalan şahitlerin ifadelerine dayanılarak verilmiştir. ABD’nin Yüksek Komiseri Lewis Heck Yozgat mahkemesindeki sanıkların “anonim mahkeme kayıtlarına” dayanılarak yargılanmalarını onaylamadığını ifade etmiştir. (NARA 867.00/81’den naklen Gunther Lewy). Ayrıca mahkemeye çıkarılanların büyük bir çoğunluğu görevlerini suiistimal ve askeri emre itaatsizlik gibi suçlardan mahkum olmuşlardır.

 

(6) Ermeni soykırımının baş düzenleyicileri; Savaş Bakanı Enver, İçişleri Bakanı Talat ve Bahriye Bakanı Cemal, suçlarından dolayı idama mahkûm edilmişlerdir; fakat mahkeme kararları her nedense infaz edilmemiştir.

 

İşgal İstanbul’undaki olağanüstü mahkemelerde Enver, Talat ve Cemal gıyaplarında yargılanmışlar ve idama mahkum edilmişlerdir. Ancak tasarı metninde ima edildiği gibi bu üç kişi, “Ermeni halkına karşı katliamlar organize etmek ve uygulamak”tan değil, ülkeyi korkunç bir savaşa sokmak gibi siyasi bir suçtan dolayı mahkum edilmişlerdir. Ayrıca not etmek gerekir ki, İttihat ve Terakki Partisinin I. Dünya savaşında en etkili bu üç kişisinin mahkemeleri firarda oldukları için gıyaben yapılmış, mahkemelerinde hiçbir somut delil gösterilmeden mahkumiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla bu sanıklara verilen cezanın infaz edilmemesi ihmal veya işlenen suça kayıtsız kalmakla alakalı değildir. Üstelik Cemal Paşa Suriye’deki kamplarda Ermenilere yaptığı yardımlar dolayısıyla Ermenilerin bile takdirini kazanmış, Lepsius bile onun yardımlarını övmüştür. Sonuçta, bu üç tarihi şahsiyet firar ettikleri ülkelerde Nemesis adlı gizli bir Ermeni terör örgütünün tetikçileri tarafından öldürülmüşlerdir. Üstelik bu örgüt, mahkemelerde suçlu bulunmayan Sait Halim Paşa, Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi gibi devlet görevlilerini de yargısız infaza tabi tutarak öldürmüştür.

 

(7) Ermeni soykırımı ve bu iç hukuki hatalar, Avusturya, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, Rusya, Birleşik Devletler, Vatikan ve birçok başka ülkenin ulusal arşivlerinde çok kuvvetli delillerle belgelenmektedir. Bu büyük deliller bütünü aynı gerçekleri, aynı olayları ve aynı sonuçları tasdik etmektedirler.

 

Tasarının 7. maddesinde Avusturya, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD arşivlerinde yeterli arşiv belgesinin soykırımı ispat için mevcut bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak tarafımdan Amerikan arşivlerindeki bütün malzeme görülmüş ve didik didik edilmiş olmasına rağmen somut olarak kişiler hakkında kullanılabilecek nitelikli belgelerin sayısının çok az olduğu tespit edilmiştir. Ölümlere veya katliamlara doğrudan tanıklık edenlerin ifadelerini içeren belge sayısı çok azdır. Tanık ve konsolos raporlarında sözü edilen hemen bütün katliam bilgileri duyumlara dayanmaktadır. Belgelerin önemli bir kısmı da Patrikhane ve Taşnak siyasi propaganda bürolarının deklarasyonlarından ibarettir. Nitekim Malta’da tutuklu bulunan 144 Türk hakkında Amerikan arşivlerinde yapılan araştırma sonucunda hiçbir somut veriye ulaşılamamış ve R.G. Craigie, Lord George Curzon’a yazdığı 13 Temmuz 1922 tarihli yazıda delil teşkil edebilecek somut bir bilgiye ulaşamadığını belirtmiştir. Bu yüzden olsa gerek Türk Hükümeti tarafından resmen Ermenistan Cumhuriyetine önerilen ortak bir tarih komisyonu kurulması ve çalışma sonuçlarının her iki tarafça kabul edilmesi teklifi reddedilmektedir.

 

(8) Birleşik Devletler Ulusal Arşivler ve Kayıt İdaresi, özellikle Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın kamuya ve ilgili kurumlar için geniş bir şekilde kullanıma hazır olmak üzere açtığı, Kayıt Grubu 59, dosyalar 867.00 ve 867.40’in de içerlerinde bulunduğu, Ermeni soykırımı ile ilgili kapsamlı ve detaylı belgeler tutmaktadır.

 

Amerikan arşivlerinde bulunan belgeler çeşitli tasnifler altında toplanmıştır. Ermenilerin genelde iddialarını dayanak olarak kullandıkları koleksiyon “Dışişleri Bakanlığı Belgeleri” ve özellikle de “Türkiye’nin İçişleri”dir. Bu belgelerin büyük bir çoğunluğu Morgenthau’nun iki Ermeni tercümanının yorumuyla derlenmiştir. Ermeni siyasi propaganda bürolarının hazırladığı sahte tanık ifadeleri söz konusu raporlara girmiştir. Bununla birlikte özellikle konsolos raporlarındaki duyumlarla ilgili satırlar göz ardı edilerek bu belgeler okunduğunda tehcir operasyonun olumlu tarafları hakkında çok değerli bilgiler içerdikleri görülecektir. Mesela Halep’te bulunan J. Jackson’ın raporlarında Halep’e ulaşan Ermenilerin sayısının 500.000’lere ulaştığı, bunların kent içinde ve dışında evlere, köylere ve kamplara yerleştirildikleri, Cemal Paşa’nın yaptığı yiyecek yardımları, kampların yönetimi ve gelenlerin din, mezhep ve ulaşım vasıta çeşitlerine göre tasniflerinin yapıldığı görülmektedir.

 

(9) 1913 ile 1916 arasında Osmanlı İmparatorluğu nezdinde Birleşik Devletler Büyükelçisi olan muhterem Henry Morgenthau, aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiklerinin de bulduğu birçok ülke yetkileri ile Ermeni soykırımına karşı protestolar düzenlemiş ve idare etmiştir.

 

Madde 9-10. da Morgenthau’nun kitabını soykırım iddialarını desteklemek için kullanmak bilimsel açıdan kınanacak bir durumdur. Amerikalı tarihçi Heath Lowry, Morgenthau’nun Hikayesi adını verdiği kitabında Büyükelçinin iki Ermeni tercümanının raporları nasıl tahrif ettiklerini delilleriyle göstermiştir. Kaldı ki Morgenthau’nun eseri yerine onun Dışişleri Bakanlığına göndermiş olduğu raporların aslını kullanmak daha doğru ve bilimsel metotlara uygun bir yaklaşımdır. Diğer taraftan Morgenthau Anadolu’ya ayak basmış bile değildir ve kendisi fazlasıyla Ermenilerin davasına angaje olmuş bir kişidir. Kendisinden sonra İstanbul’da görev yapan Amiral Bristol de raporlarında Morgenthau’yu taraf olmakla ve katliam haberlerini abartılı olarak bildirmekle suçlamıştır. Morgenthau’nun eserinin 1918 yılında Paris Barış Konferansında Ermenistan delegasyonunun devlet kurma taleplerini desteklemek üzere yazılmış bir propaganda eseri olduğu kanaati bilim çevrelerinde hakimdir.

 

(10) Büyükelçi Morgenthau Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’na Osmanlı İmparatorluğu Hükümeti’nin politikasının ‘bir ırk imha kampanyası’ olduğunu detaylı bir şekilde tarif etmiş ve 16 Temmuz 1916’da Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı Robert Lansing tarafından ‘Bakanlık Ermeni soykırımını durdurmak üzere… işlemlerinizi onaylamaktadır’ şeklinde talimat vermiştir.

 

Morgenthau’nun raporunda geçen bu tür ifadeler onun tercümanı Arshag Schmavonian ve sekreteri Hagop Andonian’ın ne kadar etkisinde kaldığını göstermektedir. Morgenthau’nun bu tespitlerini yaptığı günlerde henüz pek çok ilde sevk ve iskan faaliyeti ya başlamamış ya da birkaç hafta önce başlamıştır. Unutulmamalıdır ki Erzurum dışında pek çok doğu vilayetinden sevk 1Temmuz 1915 sonrasında başlamıştır. Harput’tan sevkıyat 4 Temmuz’da Elazığ’dan 1 Temmuz’da, Trabzon’dan 1 Temmuz’da ve Yozgat’tan 18 Temmuz’da sevk başlamıştır. Demek ki Morgenthau’nun raporunu kaleme aldığı Temmuz ayı, henüz yaşananları “bir ırkın imha kampanyası” olarak betimlemek için çok erkendir. Bu rapor, olsa olsa büyükelçinin ön yargısını anlamak bakımından uygun olabilir. ABD Dışişleri Bakanlığının söz konusu talimatı, kuşkusuz Büyükelçisinin bakanlığa verdiği raporlar doğrultusundadır. Henüz erken bir tarihte ABD Dışişleri Bakanlığının katliamların bir ırkın imhası boyutunda olduğuna kanaat getirerek bir talimat vermesi zaten mümkün değildir.

 

(11) 9 Şubat 1916 tarihli Senato Mutabık Karar Tasarısı 12, o günlerde açlık, hastalık ve dile getirilmemiş acılar çeken Ermeniler için, ‘Saygılı bir şekilde, Birleşik Devletler Başkanı’ndan bu ülkenin vatandaşlarının Ermenilere yardım için halihazırda toplanan fonlar katkıda bulunarak sempatilerini dile getirmek için bir gün belirlemesini talep ettiğini’ kararlaştırmıştır.

 

Robert Lansing’in bu önergesi de Amerikanın Ermeni kamplarındaki mültecilere yardım faaliyetine katkıda bulunmaya yönelik bir faaliyetin sonucudur. Dolayısıyla Lansing’in önergesinin Ermenilerin iddia ettiği gibi bir amaçla hazırlanmadığı açıktır. Zaten Dışişleri Bakanı Lansing, Başkan Wilson’a gönderdiği 21 Kasım 1916 tarihli yazısında Ermeni tehcirinin aslında Ermenilerin ihanetinden dolayı yapıldığı savunmuştur. Ayrıca altı çizilmesi gereken bir nokta da şudur ki, o tarihlerde Müslüman köylü de aynı şartlardan muzdariptir. Justin McCarthy’in “Death and Exile” kitabında belirtildiği gibi Müslümanların kayıpları da 2 milyonun üzerinde olup, çoğu açlık ve salgın hastalık sebebiyledir. Hikmet Özdemir’in “Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918, Ankara, 2005” kitabında belirtildiği gibi hastane kayıtlarına göre ordunun bile salgınlardan kaybı 401.859 kişidir.

 

(12) Başkan Woodrow Wilson, bir Kongre kararı ile kurulmuş olan Amerikan halkının evlat edindikleri 132,000 yetimin de içinde bulunduğu Ermeni soykırımından kurtulanlar için 1915 ile 1930 yılları arasında yaklaşık $ 116,000,000 sağlayan ve Near East Relief olarak bilinen kuruluşun kurulması için mutabakat sağlamış ve aynı zamanda teşvik etmiştir.

 

Öncelikle bu derneğin ilk oluşumu “Ermeni ve Süryanilere Yardım Komitesi” şeklinde olmuş ve kuruluşunda ABD İstanbul Büyükelçisi H. Morgenthau önemli bir görev ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu yardım komitesinin taşradaki üyeleri misyonerler ve fakat özellikle konsoloslar olmuştur. Mesela Halep koordinatörü Konsolos J. Jackson’dır. Bu komite 1919 yılında aynı amaçla kurulan diğer fonları bir çatı altında toplayarak “Yakın Doğu Fonu” (Near East Relief – NER) adını almıştır. Bu tasarıda vurgulanmayan husus, bu yardım kuruluşlarının Osmanlı hükümetinin destek, teşvik ve izniyle Ermeni ve diğer vatandaşlara yardım götürdükleridir. Savaşın başlangıcında Osmanlı Devleti yabancı kuruluşların Ermenilere yardım etmelerine, “tehcire karşı direnişin cesaretlendirilebileceği” ve mültecilerin her türlü ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak devletin maddi olanaklarının yetersiz kalması üzerine bu dernek de dahil yabancı yardım kuruluşlarına sınırsız çalışma imkanı verilmiştir. Bu şekilde kampları yardım kuruluşlarına açmak bile aslında başlı başına Ermenilere karşı bir ırk imhası politikası uygulanmadığına kanıttır.

 

(13) 11 Mayıs 1920 tarihli Senato Karar Tasarısı 359, kısmen ‘Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin alt komitesi tarafından yürütülen oturumlarda belirtilen ifadenin Ermeni halkının maruz kaldığı rapor edilmiş katliam ve diğer mezalim gerçeğini açıkça ortaya koyduğunu’ açıklamıştır.

 

Maalesef şimdi ve o dönemde Amerikalı politikacılar olaylara zaman zaman sırf Ermeni seçmenlerinin gözüyle bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Ermeni propagandası masum Ermenilerin barbar Türkler tarafından katledildiği şeklindeki masalı temsilcilerine kabul ettirmişlerdir. Kaldı ki kısmen bu tanıklık ifadelerinde doğruluk payı bile olsa, tarafsız bir ülke, Türk tanık ifadelerine de başvurmayı görev bilmelidir. Nitekim Ermeniler de doğu Anadolu’da 1914-20 arasında yüz binlerce Türk ve Müslüman öldürmüşlerdir. Amiral Mark L. Bristol, Türkiye’de görev yaptığı sırada Ermeni propagandalarının ne kadar hayal mahsulü olduğunu görmüştür. 12 Mart 1926 tarihinde yazdığı raporunda geçmişte olanları özetlerken şunları yazmıştır: “Rusların Doğu Anadolu bölgesine ilerlediği sırada Süryani ve Ermeniler Rusya saflarına katılmışlardır. Rusların ilk ve ikinci ileri harekatları sırasında Ermeni ve Süryaniler işgal edilen bölgedeki Müslüman nüfusa karşı intikam fırsatını kullanmışlardır. Ruslar özellikle Erzurum civarında Ermenilerin taşkınlıklarını ve şehrin Müslüman mahallelerinin büyük bir kısmının katledildiğini rapor ediyorlar. Ne kadar büyük boyutta taşkınlıklar yaşandığı belki hiç bilinmeyecektir. Fakat Ermeni ve Süryanilerin kuvvetlerini Rusya ordusu ile birleştirdikleri güneye doğru olan bölgede, Amerikalılardan aldığım raporlara göre, Hıristiyanlar Müslüman nüfusu tamamen imha etmişler, o kadar ki,  yörede yaşayan tek bir canlı hatta köpek, kedi, tavuklar bile kalmamıştır” (NARA 767.90g15). Ne var ki raporların bu kısımları Ermeni yazarlar tarafından özenle ve gayri ahlaki boyutlarda gizlenmektedir.

 

(14) Karar Tasarısı General James Harbord tarafından yönetilen Ermenistan nezdinde Amerikan Askeri Misyonu’nun ‘[s]akatlama, tecavüz, işkence ve ölüm unutulması güç anılarını, yüzlerce güzel Ermeni vadisinde bırakmıştır ve bölgedeki yolcu bu tüm asırların devasa suçunun kanıtlarından nadiren özgürdür’ şeklinde bir açıklama 13 Nisan 1920 tarihli getiren Senato Raporu’nu takip etmiştir.

 

General Harbord görevi gereği gerçekleri öğrenmek için gittiği Doğu Anadolu’da Ermeni yanlısı bir kişi olmasına rağmen Müslüman köylülerden Andranik’in yaptığı mezalimleri duyduğunda çok etkilenmiş ve raporunda bunları da yazmıştır. Bununla birlikte Ermeni tarihçiler onun Ermenilerin mezaliminden bahseden satırlarını görmezlikten gelmektedirler. Nitekim Harbord yapılan bütün propagandalara rağmen “Ermenistan’ın mandasını üstlenecek devlet, aynı zamanda, Anadolu, Rumeli, İstanbul ve Kafkasya’nın da mandasını üzerine almalıdır” şeklinde rapor hazırlayarak kongrenin salt Ermenistan’ın mandasını üzerine alma yönündeki görüşünün değişmesinde rol oynamıştır.

 

(15) Birleşik Devletler Holocaust Anma Müzesi’nde teşhir edildiği üzere, Adolf Hitler, 1939’da Polonya’ya tahrik olmaksızın saldırmak üzere askeri komutanlarına emir verirken; ‘her şeyden sonra, bugün kim Ermenilerin yok edilişi hakkında konuşuyor ki?’ sözlerini söyleyerek itirazları geri çevirmiştir ve böylece Holocaust’un zeminini hazırlamıştır.

 

Tasarı’da Adolf Hitler’in sözüne sığınılması da tam bir aldatmacadır. Ermeni bilim adamı Dr. Robert John, Amerikalı bilim adamı Heath Lowry ve Türk bilim adamı Türkkaya Ataöv bu sözün sahte bir alıntı olduğunu ispatlamışlardır. Nürnberg’de Hitler’e atfedilen hiçbir konuşma metninde bu alıntı bulunamamıştır. Mahkeme Alman Askeri kayıtları arasında Hitler’in 22 Ağustos 1939 günü ordu komutanlarına yaptığı konuşmanın iki versiyonunu dosyaya almıştır. Bunlar US-29/786 PS ve US-30/1014 PS sayılarını taşımaktadır. Her iki belgede de Ermenilerden söz edilmemektedir. Maalesef pek çok bilim adamı benzeri Ermeni yalanlarını tespit etmelerine rağmen dile getirememekte, eleştirememektedirler. Çünkü Ermeni diasporasının fanatikleri Atatürk’e atfedilen düzmece bir röportajı ortaya çıkardı ve eleştirdiği için The Armenian Review dergisinin editörünü işten attırmıştır.

 

(16) 1944’te ‘soykırım’ kelimesini ortaya atan ve Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ilk destekçisi olan Raphael Lemkin, Ermeni meselesini, 20. yüzyılın soykırımlarına kesin bir örnek teşkil etmesini talep etmiştir.

 

Rafael Lemkin’in bu soykırım suçunu tanımlarken “Hitler’in Yahudilere ve Türklerin Ermenilere yaptıkları gibi... bütün milli, ırkî veya dinî grupların sistematik imhası” ibaresini kullanması günümüzde hiçbir şey ifade etmemektedir. Çünkü Lemkin bir tarihçi değildir ve hukuki tanımı sahip olduğu bilgiler doğrultusunda yapmaktadır. Elindeki bilgilerin Ermeni görüşleri doğrultusunda olduğu açıktır. Ayrıca o günden beri yapılan çalışmalar Ermenilere yapılan sevk ve iskan operasyonunun tanımda yer alan unsurlara uymadığını ortaya koymuştur. Lemkin’in tanımı yaptığı dönemde Ermeni tehciri hakkında bilgi ve belge çok azdır ve bilimsel çalışmalar son derece sınırlıdır.

 

(17) Lemkin’in talebi üzerine, Birleşmiş Milletler’in soykırım üzerine kabul edilmiş ilk kararı olan 11 Aralık 1946 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı 96(1) ve Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin kendisi de Ermeni soykırımını, mevcut standartları yazılı hale getirerek, Birleşmiş Milletler’in önlenmesi ve cezalandırılmasını öngördüğü ceza tipi olarak tanımaktadır.

 

Ermenilerin hemen her tasarıda yer verdiği bu iddia etkileyici olmakla birlikte, tamamen asılsızdır. “Ermeni soykırımı” BM tarafından asla kabul edilmemiştir. Bilakis 1948 sözleşmesinin geriye işlemediği hem sözleşmede hem de Ermeni yanlısı olarak hazırlanıp BM’ye sunulan raporlara karşı yapılan eleştirilerde dile getirilmiştir. 1985’te toplanan Alt Komite (yukarıda da değinildiği gibi) soykırım iddialarına karşı ortaya konulan deliller ışığında raporu kabul etmeyi reddetmiş ve “not” etmekle yetinmiştir.

 

(18) 1948’de Birleşmiş Milletler Savaş Suçları Komisyonu, Ermeni soykırımını Nürnberg mahkemesi için bir emsal olarak ‘kesin bir şekilde… modern bir terim olan ‘insanlığa karşı suç’un kapsamayı öngördüğü bir eylem tipi olarak tanımıştır.

 

Tasarının bu maddesi de Ermeniler tarafından sıklıkla işlenen bir yanlış yoruma dayanmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekir ki Nuremberg mahkemelerinde sanıklar insanlığa karşı işlenen suçlardan ceza almışlardır. Zaten aksi de mümkün değildir çünkü soykırım sözleşmesinin kabul tarihi 1951 yılıdır. Nitekim BM Ekonomik ve Sosyal Kurulu, İnsan Hakları Komisyonu, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu 1985 yılında 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Anadolu bölgesindeki olayları soykırım olarak tanımamıştır.

 

(19) Komisyon, ‘Sevr Barış Antlaşması’nın 230. Maddesi’nin hükümlerinin, 1915 Müttefik Güçler notasıyla uygun olarak…, Türk topraklarında Ermeni veya Rum ırkından olan Türk vatandaşlarına karşı işlenen suçları açıkça kapsadığını açıklamıştır. Bu madde bu nedenle, Nürnberg ve Tokyo Şartları’nın 6c ve 5c maddeleri için bir emsal teşkil etmekte ve bu kanunlardan anlaşıldığı üzere, ‘insanlığa karşı suç’un kategorilerinden bir örneğini sunmaktadır’.

 

Önceki maddede açıklandığı gibi Nuremberg mahkemeleri, II. Dünya Savaşı sırasında işlenen suçlar için mağlup hükümetleri cezalandırmak üzere Müttefik devletler tarafından kurulmuştur. Bu mahkemelerin davaları “soykırım davaları” değildir. Dolayısıyla Nuremberg ve Tokyo Sözleşmelerinin 5c ve 6c maddeleri Ermeni tezleri açısından asla emsal oluşturamaz.

 

(20) 8 Nisan 1975’te kabul edilen Kongre Müşterek Karar Tasarısı148 şu karara varmıştır. ‘İşbu, 24 Nisan 1975 tarihi, ‘İnsanın İnsana Karşı İşlediği İnsanlık Dışı Davranışları Ulusal Anma Günü’ olarak belirlenmekte ve Birleşik Devletler Başkanı, Birleşik Devletler halkına, bu günü, özellikle Ermeni soyundan gelen, tüm soykırım kurbanlarını anma günü idrak etmeleri için çağrıda bulunan bir bildiri yayınlaması için yetkilendirmekte ve [kendisinden] ricada bulunulmaktadır…’.

 

Ne yazık ki Ermeni propagandalarının etkisiyle alınan bu karar gereği ABD Başkanları I. Dünya Savaşında çeşitli sebeplerle ölen Osmanlı vatandaşlarını etnik ve dini bakımdan ayrıma tutmakta ve sadece Ermeni kayıpları için anma gününde konuşma yapmaktadır. İnsan kayıplarını dinleri ve etnik kökenleri nedeniyle siyaset konusu yapmak medeni insanlara ve ülkelere yakışmasa gerektir. Kaldı ki ABD Başkanları soykırım sözcüğüne bugüne kadar konuşmalarında yer vermemişlerdir. Bu isabetli bir yaklaşım tarzıdır, çünkü olayların hangi şartlarda yaşandığını konu alan “Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917” adlı çalışmamızda, açık bir şekilde sevk ve iskanın sistematik, planlı bir yok etme planının uygulaması olmadığı kanıtlanmıştır. Bu çalışmamız özellikle konsolos ve misyoner raporlarına dayanmaktadır.

 

(21) Başkan Ronald Reagan, 22 Nisan 1981 tarihli ve 4838 sayılı bildirinin bir yerinde ‘öncesinde yaşanan Ermenilerin soykırımı ve sonrasında yaşanan Kamboçyalıların soykırımı gibi--ve birçok başka halkın maruz kaldığı birçok zulüm gibi--Holocaust'tan alınan derslerin hiçbir zaman unutulmaması gerekmektedir’.

 

Ermenilerin ABD’de güçlü bir lobi faaliyeti olduğu bilinmektedir. Ayrıca Boston, Massachusetts ve California Eyaletlerinde çok sayıda Ermeni yaşıyor olması buradaki senatörleri Ermeni tezlerine sıcak bakmaya yöneltmektedir. Başkanlar da politikacılardan farksızdır ve seçmen kitlelerinin taleplerini göz ardı edemezler. Üstelik Ronald Reagan’ın konuşma yazarı Ermeni asıllı bir ABD vatandaşıdır. Bu yüzden Ronald Reagan’ın kişisel olarak soykırıma inandığını belirtmesi sürpriz teşkil etmez.

 

(22) 10 Eylül 1984’te kabul edilen Kongre Müşterek Karar Tasarısı 247 şunu kararlaştırmıştır: ‘İşbu, 24 Nisan 1985 tarihi, ‘İnsanın İnsana Karşı İşlediği İnsanlık Dışı Davranışları Ulusal Anma Günü’ olarak belirlenmekte ve Birleşik Devletler Başkanı, Birleşik Devletler halkını, bu günü, özellikle bir bir-buçuk milyon Ermeni soyundan gelen, tüm soykırım kurbanlarını anma günü olarak idrak etmeleri için çağrıda bulunan bir bildiri yayınlaması için yetkilendirilmekte ve [kendisinden] ricada bulunulmaktadır…’

 

Böyle bir karar alınmış olsa bile ABD Başkanı bu talep doğrultusunda 24 Nisan gününü “Ermeni soykırım günü” olarak kabul etmeyi ve anmayı reddetmiştir. Temsilciler Meclisinin kararı elbette siyasi nitelikli bir karardır ve doğru olup olmaması çok az imza sahibini ilgilendirmektedir.

 

(23) Ağustos 1985’te, kapsamlı çalışmalar ve müzakereler sonucunda, Birleşmiş Milletler Ayrımcılığı Önleme ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu 14’e karşı 1 oyla, ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırması Sorusu Üzerine Çalışma’ başlıklı bir rapor kabul etmiştir. Raporda, ‘Nazi sapkınlığı maalesef 20. yüzyılın tek soykırım olayı değildir. Bu duruma uygun olarak tanımlandırılabilecek diğer örnekler arasında…1915-1916 yıllarında Osmanlılar tarafından Ermenilerin katledilmesi de yer almaktadır’ ifadeleri yer almaktadır.

 

Tasarının en ciddi yalanı ise BM İnsan Hakları Komitesinin bir raporunun 1915-1916 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından katledilmesini kabul ettiğine dair bir raporu kabul ettiğidir. Mr. Whitaker raporu olarak hazırlayanın adıyla anılan bu rapor alt komitede kabul edilmemiştir. Tam tersine  komite raporu teslim almayı “alındı” sözcüğünü taslaktan silerek (Dosya E/CN.4/1986/5-E/CN.4/Sub.2/1985/57; Para.57) reddetmiş, bunun yerine “not alındı” şeklinde özel rapora (E/CN.4/1986/5 E/CN.4/Sub.2/1985/57 sayfa 99. para 1) yansıtmıştır. Maalesef bu kuyruklu yalan bilimsel toplantılarda bile karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca taslak 10 leyhte, 6 karşı ve 6 çekimser oy ile İnsan Hakları Komitesine sunulmamıştır. Diplomatik ve hukuki açıdan bakıldığında Mr. Whitaker raporu kabul edilmemiş “not” edilmiş ve daha yüksek karar organına transferi reddedilmiştir.

 

(24) Bu rapor aynı zamanda ‘bağımsız yetkililer ve görgü tanıklarının güvenilir tahminlerine göre, en az 1,000,000 ve belki de Ermeni nüfusunun yarısından fazlasının öldürülmüş olduğunu ya da ölüm yürüyüşüne tabi tutulduklarını’ açıklamaktadır. ‘Bu, Birleşik Devletler, Almanya ve İngiliz arşivleri ve müttefiki Almanya’nın diplomatları da dahil olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan dönemin diplomatlarının raporları ile de doğrulanmıştır.’

 

Mr. Whitaker’in raporunun Ermeni tarihçilerin görüşleri doğrultusunda hazırlandığı açıktır. Nitekim alt komite toplantısına ABD temsilcisi Mr. Carey bile “bütün mevcut kaynakların dikkate alınmadığını ve bu sorunun titiz bir şekilde derinlemesine incelenmediğini” belirtmiştir. Aynı komitedeki toplantıda Fransa temsilcisi Mr. Joinet “Mr. Whitaker’in raporu hakkındaki tartışma aslında tarih hakkında bir tartışmadır” demiştir. Nitekim 1. madde hakkındaki yorumumuzda bir milyon rakamının bir duyumdan ibaret olduğu ve tehcirin ilk günlerinde gündeme geldiği belirtilmiştir.

 

(25) Bağımsız federal bir kuruluş olan, Birleşik Devletler Holocaust Anma Konseyi, oybirliğiyle 30 Nisan 1981’de, Birleşik Devletler Holocaust Anma Müzesi’nin, Ermeni soykırımını da kapsamasına karar vermiştir, ve o tarihten beri de öyle yapmaktadır.

 

Müze yetkililerinin Ermeni propagandası ve baskısı altında aldığı bu karar “soykırım tezini” güçlendiren veya realiteye dönüştüren bir karar olarak değerlendirilemez.

 

(26) Ermeni soykırımı ile ilgili olguların şüpheli olabileceğine dair Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın 1982 tarihli saptırılmış bir açıklamasını (daha sonra geri çekilmiş), 1993’te gözden geçiren Birleşik Devletler Columbia Bölgesi Temyiz Mahkemesi Birleşik Devletlerin siyasi kayıtları ile ilgili belgeleri değerlendirerek, Birleşik Devletler’in Ermeni soykırımı ile ilgili kayıtlarındaki şüphe iddiasının ‘Birleşik Devletler’in uzun süredir var olan siyaset uygulamasıyla uyuşmamış ve akabinde geri çekilmiş olduğunu not etmiştir.’.

 

Türk tarafının tarihi olaylar hakkındaki görüşleri alınmadan alınan her karar gibi bu kararın da bağlayıcılığı yoktur. Bu ve benzeri kararlar Ermeni tarihçilerin ortaya koyduğu veriler ışığında alınmaktadır.

 

(27) 5 Haziran 1996’da Temsilciler Meclisi, Kongre Senedi 3540’da (dış operasyonlar, ihracat finansmanı ve ilgili program tahsisatları kararı, 1997) Türkiye’ye yardımların, Türk Hükümeti’nin Ermeni soykırımını kabul etmesine ve kurbanlarının anısını onurlandıracak adımlar atmasına kadar, $3,000,000 (Türkiye’nin Birleşik Devletler’deki lobicilik maliyeti tahminleri kadar) düşürülmesine dair bir yasa değişikliğini kabul etmiştir.

 

Yine bu karar da, Ermeni propaganda faaliyetlerinin Temsilciler Meclisinde etkili lobisi sayesinde alınmıştır. Politikacılar maalesef gerçeklerle ilgilenmemekte, çok az bilgi sahip oldukları konularda bile oy kaygısıyla yanlı hareket edebilmektedirler. Zaten Türkiye de soykırımı tanıma şartı getiren hiçbir yardımı kabul etmeyecek kadar bu konuda kesin politika sahibidir.

 

(28) Başkan William Jefferson Clinton 24 Nisan 1998’de şu şekilde bir açıklama yapmıştır: “Bu yıl, geçmişte olduğu gibi, bu yüzyılın en üzücü bölümlerinden biri olan bir buçuk milyon Ermeninin, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915-1923 yıllarında sınır dışı edilmelerini ve katledilmelerini anmada, ulusumuzun Amerikalı Ermenilerine katılıyoruz.”

 

Görüldüğü gibi Başkan Clinton katliam ve tehcirden söz etmekte ama yaşanan trajediyi “soykırım” olarak tanımlamamaktadır. Soykırım hukuki çerçevesi çizilmiş bir suçtur ve 1948 BM Sözleşmesi ile koşulları ortaya konulmuştur. Başkan Clinton hukuki bakımdan Ermenilerin yaşadıklarını soykırım olarak açıklayan her hangi bir karar olmadığının farkında olarak “soykırım” sözcüğünü kullanmamaktadır. Kaldı ki katliam ile soykırım hukuken çok farklı kelimelerdir. Katliam her zaman her toplumda görülebilecek adi vakalardandır.

 

(29) 24 Nisan 2004’de, Başkan George W. Bush şu şekilde bir açıklama yapmıştır: “Bu gün, 20. yüzyılda meydana gelen en korkunç trajedilerden birisi olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, 1,500,000 Ermeninin zorunlu göç ve katil sonucu yok edilmelerini anmak üzere duruyoruz.”

 

Yine burada da yaşananlar trajedi olarak nitelendirilmektedir. Savaşın kurbanları karşısında saygı duruşuna geçmek her insanın insanlık görevidir. Ermeni tasarısının başlangıcından beri iddia ettiği ise olayları soykırım olarak nitelendirilmiş göstermeye çalışmaktır. ABD Başkanlarının bile hukuken olayları “soykırım” olarak tanımamış olmaları aslında bu tasarının başından beri çelişkili olduğunu ortaya koymaktadır.

 

(30) Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanıması ve doğrulanmasına rağmen, yerel ve uluslararası yetkililerin Ermeni soykırımından sorumlu olanları cezalandırmakta başarısız olmaları, buna benzer soykırımların tekrar meydana gelmiş olmasına ve gelecekte de gelme ihtimaline neden olmaktadır ve adil bir kararın alınması olası soykırımların önlenmesi açısından yardımcı olacaktır.

 

Maalesef bunu söyleyenler 26 Şubat 1992’de Hocalı’da bir katliam yapmış, 180.000 Azeri’yi Karabağ ve çevresinden tehcir etmiş ve Azerbaycan topraklarının %20’sini işgal ederek bir milyondan fazla insanı “kaçgın” durumuna düşürmüştür. Bu insanlar hala “ölecek bir vatanımız bile yok” diyerek sefil şartlarda kendilerine hükümet tarafından tahsis edilen gayri sıhhi evlerde günlük 30 dolarla yaşamaya çalışmaktadırlar. Azerbaycanlılar kendilerine yapılan muameleyi bir soykırım olarak nitelendirmektedirler. Demek ki kendilerine soykırım yapıldığını iddia edenler bile soykırım yapabilmektedirler. Bu haliyle tasarının Ermenilerin yaptığı mezalime ve Hocalı katliamına engel olmamış olması düşündürücüdür.

 ----------------------
* Türk Tarih Kurumu - kemal@ttk.org
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 23-24, 2006
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar