Anasayfaİletişim
  
English

Adana'da Fransız İşgalinde Ermenilerin Rolü İdari Mekanizmaya Etkileri ve Bir Sürgün Hikayesi

Nuran KOLTUK*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 11, Sonbahar 2003

 

Title: The Role of the Armenians in Occupation of Adana by the French, Its Implications on the Administrative System, and an Exile Story

 

Abstract: The French and the British shared Middle East by the Sykes-Pykot Treaty in 1916 and realized this partition by the Mondros Armistice. Their real intentions were revealed by occupation of Adana and Mersin in accordance with Article 7 of the Mondros Armistice. The military occupations were transformed into intervention to the administrative and financial structure; the gendarme and police forces were Armenianized, some of the posts including the accounting offices were abolished. The French conducted all legal operations. Moreover, decrees were passed as measures undermining the rights of the Ottoman government along with the administrative, legal and financial interventions.

 

Keywords: Armenians, , Ottoman State, Adana, Administrative Nepotism

 

 

 

I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru İttifak Devletleri’nin askerî durumu bozulmaya başlamış, üst üste hemen hemen her cephede yenilgiler alınınca, İtilaf Devletleri ile mütareke yapılmak zorunda kalınmıştır. Osmanlı Devleti savaşın sonlarına doğru Doğu ve Güney Cepheleri’nde askeri harekat halinde idi ve Güney Cephesi’nde durum gün geçtikçe kötüye doğru gidiyordu. Daha Mütareke görüşmelerinin başında İngiliz Amirali Calthorpe, Boğazların açılması, Boğaz istihkamlarının müttefiklerce işgali, torpil dökülmüş alanların bildirilip temizlenmesi, itilaf esirleri ile Ermeni esir ve tutuklularının teslimi ile ilgili ilk dört maddenin değiştirilemez olduğunu söylemiştir. Mütarekenin ilk uygulama biçimi, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti hakkındaki gerçek niyetlerini ortaya koymuştur.

 

Daha 1916 Mayısı’nda Fransız ve İngilizler, Sykes-Picot Antlaşması ile Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşmışlardır. Bu antlaşmaya göre; Bağdat-Basra arasındaki Dicle-Fırat nehirleri bölgesi İngiltere’nin, Beyrut dahil Suriye’nin bütün kıyı bölgesi, Adana ve Mersin Fransa’nın olacaktır. İngiltere ve Fransa bu düşüncelerini Mondros mütarekesiyle gerçekleştirme fırsatı bulmuş ve Mütareke’nin yedinci maddesindeki; ‘İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde, herhangi sevkülceyş noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır.’ hükmüne dayanarak güneyde işgallere başlamışlardır.

 

Bu şartlar altında 30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile Türk halkı için yeni ve sancılı günler başlamıştır. İtilaf Devletleri'nden İngiltere ve Fransa, mütarekenin bahsettiğimiz hükmüne dayanarak Maraş, Antep, Urfa ve Adana’yı işgal etmişlerdir. Bu işgaller yukarıda da belirtildiği gibi İtilaf Devletleri’nin gerçek niyetlerini ortaya koymuş, verimli topraklar iştahlarını kabartmıştır. İşgaller bir süre sonra askerî olmaktan çıkmış idarî yapıya hükmetme ve Ermenilerin idarî mekanizmaya yerleştirilmeleri şeklinde devam etmiştir.

 

Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra çarpışmaların devam ettiği Güney Cephesi'nde İtilaf Devleti çekilmiş ve yerini İngiliz ve Fransız askerlerine bırakmıştır. 20 Kasım 1918’de İtilaf kuvvetlerinin İskenderun'dan çekilerek yerine Ermeni askerlerinin getirildiği ve daha önce getirilmiş olan Arap askerlerinin bilinmeyen bir yere sevk edildiği Adana vilayetinden bildirilmiştir.[1]

 

İskenderun'dan Dörtyol'a gelen iki Ermeni rahip ve bir Ermeni subayı kasabayı dolaşarak, halka bir kaç güne kadar gelecek işgal kuvvetlerine karşı uygunsuz davranmaktan kaçınılması hakkında telkinlerde bulunmuş, 9 Aralık 1918'de Mersin ve Payas’a bir miktar asker, yiyecek ve giyecek eşyası çıkarılmıştır. Ayrıca 10 Aralık 1918 akşamı 400 askerin Dörtyol'a, sonradan gelecek 600 askerin de Adana'ya geçecekleri bunların bir kısmının Fransız, bir kısmının da mitralyözlerle donatılmış Ermeni askerler oldukları anlaşılmıştır.[2]

 

Gerekli hazırlıkları yapan İtilaf Devletleri 11 Aralık 1918’de Dörtyol’u, 17 Aralık 1918’de Mersin’i, 19 Aralık 1918’de Tarsus’u ve 21 Aralık 1918’de de Adana’yı işgal etmişlerdir.

 

İşgalin daha ilk günlerinden itibaren İtilaf kuvvetleri idarî ve mülkî işlere müdahale etmeye başlamışlardır. Dörtyol ve Payas civarına ilerleyen Fransız müfrezelerini kumanda eden subay, bölgede bulunan jandarmanın sayısını öğrendikten sonra yetkililere geçmişteki gibi görevlerini sürdürmeleri gerektiğini bildirmiş, ancak bu açıklamadan bir gün sonra aynı subay tüm silahlı jandarma birliklerinin bölgeyi terk etmesini emretmiştir. Jandarmaların bölgeyi terk etmesinden sonra ise, İskenderun'dan gelen müfrezenin bir kısmını teşkil eden Fransız askerî üniforması taşıyan silahlı Ermeniler tarafından bölgede peş peşe cinayetler işlenmeye başlanmış ve bu durum Hariciye Nazırı Reşit Paşa tarafından Amiral Calthrope ve Amiral Amet'e iletilmiştir.[3]

 

Adana'nın işgalinin askerî bir işgal olduğu her ne kadar söylenmiş ise de Fransa yönetimde söz sahibi olmak ve kendi denetimini kurmak istemiştir. 17 Aralık 1918'de Mersin limanına gelen Fransız bandıralı üç vapurdan büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere 500 kadar silahlı asker ve yirmi kadar subay inmiş ve daha önce hazırlanan mekanlara yerleşmişlerdir. Aynı gün bir Fransız kumandan hükümet dairesine gelerek amirler ile görüşmüş, durumda herhangi bir değişiklik olmayacağını, şimdilik herkesin göreviyle uğraşması gerektiğini söylemiş, fakat aynı zamanda bu komutan her memurla ayrı ayrı görüşerek her daire hakkında, idarenin en ince noktalarıyla alakalı bilgi edinmek istemiştir.[4]

 

20 Aralık 1918'de Halep'ten gelen bir İngiliz albayının ifadesinden, Antep ve Maraş'ın da işgal edileceği anlaşılmıştır. Bu şekilde Adana, İskenderun, Antakya, Belen, Antep ve Maraş tamamen işgal edilmiştir. Aynı tarihte Adana valisi Nazım Bey tarafından çekilen telgrafta bu bölgelerde anarşi çıkarılarak sonunda Ermenistan ilan edileceği, lüzumsuz fikir alışverişleri için vakit geçirilmesinin telafisi mümkün olmayacak derecede üzüntü verici durumlar meydana getireceği ve bunun sonucunda da Osmanlı Hükümeti'nin Küçük Asya'nın bir kısmına sıkışıp kalacağı Dahiliye Nezareti'ne bildirilmiştir.[5]

 

Yine 20 Aralık 1918'de Adana'dan çekilen bir telgrafta, Adana'ya gelen askerlerin yüzde sekseninin yerli Ermenilerden ve Osmanlı vatandaşlarından olduğu, bazılarının akraba ve ailelerinin evlerine inmiş oldukları, bu durumun ise mütareke şartları arasında olmadığı bildirilmiştir.[6]

 

I. Dünya Savaşı’na gelinceye kadar Ermeni meselesi Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi olarak görülmüş, bu tarihten sonra ise büyük devletlerin karşılıklı rekabeti meselesine dönüşmüştür. Ermeni meselesini büyük devletler kendi çıkarları açısından ele alırken, Ermeniler de büyük devletlerin izledikleri politikanın bir aleti haline gelmişlerdir. İşgal edilen bölgelerde Ermenilerin Fransız üniforması altında yer almaları, Türk halkında büyük bir kaygıya sebep olmuştur. Zaten haksız yere topraklarının işgal edildiğini düşünen Türk halkı, bir de işgalde Ermenilerin kullanılmasıyla derin bir huzursuzluk duymaya başlamış ve daha önce göç etmiş Ermenilerin tekrar dönmelerinden duyulan endişe ve huzursuzluk üzerine, durum yine Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından Amiral Amet'e iletilmiş[7], ayrıca İngiliz Yüksek Komiseri R. Webb'e Ermeni birliklerinin düzenli Fransız birlikleriyle değiştirilmesi için emir verilmesi istenmiştir.[8] Aynı konuda Adana Valisi Nazım Bey, Fransız işgal kuvvetleri arasında Adana'ya gelen ve Fransız üniforması giyen Ermenilerin intikam almak ve memlekette bir karışıklık çıkararak menfaat sağlamak amacıyla her çeşit mezalimi yaptıkları ve Ermenilerin Fransız askerleri içerisinde bulundukları sürece sorunların devam edeceğini 9 Ocak 1919'da Dahiliye Nezareti'ne bildirmiş; ısrarla bu askerlerin ordudan çıkarılarak, yerlerine İngiliz veya gerçek Fransız askerinin gönderilmesi için İngiliz Generali Allenby'e de durumu ayrıntılı bir şekilde bildirmiştir.[9]

 

Gerek resmi kanallardan İtilaf Devletleri yüksek komiserliklerine yapılan itirazlar ve gerekse halkın protestoları, Ermenilerin işgal kuvvetleri içerisinde bulunmasını engelleyememiştir. 21 Ocak 1919'da İngiliz askerlerinin korumasında Halep'ten Fransız ordusuna gönüllü yazılmak için 400 Ermeni'nin İskenderun'a geldiği bildirilmiştir.[10]

 

İşgalden bir süre sonra Adana Valiliği'nden alınan bir raporda; Albay Bremond adında bir kişinin ‘Vilayet İdare Memuru’ ve Albay Normand adındaki bir kişinin de ‘Sancak İdare Memuru’ unvanıyla yanlarında sekiz Fransız subayı ile birlikte gelecekleri ve bunlar için hükümet konağında özel oda hazırlanması gerektiği işgal kuvvetleri tarafından bildirilmiştir. Bu kişilerin idarî işlemleri kontrol ederek yavaş yavaş memleketi doğrudan doğruya ele alacak idarî memurlar olmasının muhtemel bulunduğu Hariciye Nezareti'ne iletilmiştir(31 Ocak 1919). Bu beklenmeyen durum üzerine Hükümet tarafından Adana Valiliği’ne, Fransız heyetinin devlet işlerinde izleyeceği tutum karşısında -siyasi çaresizlik gereği- sertlikle karşılık verilmemesi gibi bir olgunluk gösterilmesi tavsiyesiyle yetinilmiştir. Ancak bu tavsiye durumu düzenlemeye yetmemiştir. Mütarekenamenin 16. maddesinde Kilikya’daki Osmanlı kuvvetlerinin düzeni korumak için gerekli olan miktarından fazlasının geri alınacağı açıkça belirtilmiş olup, bölgenin idarî işlerinin yabancı bir devlete geçmesi bir yana, o civarın işgal edilebileceğine dair bile bir kayıt bulunmamaktadır. İtilaf devletleri ile Osmanlı Devleti arasında da artık savaş hali kalmamış olduğundan, bu durum mütarekename şartlarına bütünüyle aykırıdır. [11]

 

5 Şubat 1919 tarihli bir telgraf suretinde Albay Bremond'un Kilikya Genel Valisi unvanını taşıdığı bir çok delilden ve Mersin mutasarrıflığına yazdığı tezkiredeki imzasından anlaşılmaktadır. Durum yavaş yavaş mülkî idareyi ele almak şeklinde bir hareket tarzı takip etmek istediklerini göstermektedir. Memurları yüksek maaşlarla hırslandırarak mahalli hizmetlerde bulundurmak gayesi de bulunmaktadır. Bir heyet tarafından bazı eşyaların buldurulması için belediyeye gönderilen bir pusulanın altındaki mührün çevresindeki yazı Fransız harfleriyle ‘Servis Administriel An Armenie’ ortası ise ‘Administratör An Şef’ kelimelerini içermektedir. Bu durum Karadeniz’den Akdeniz’e kadar İtilaf Devletlerince kurulmasının kararlaştırıldığı rivayet olunan Ermenistan’ın fiilen kurulmasına görevli olduklarını ortaya koymaktadır.[12] Genel vaziyet Adana vilayetinin idarî işlemlerine el konulduğunu ve yavaş yavaş bir sızma ile Adana'da Osmanlı idaresine son vermek maksadının izlendiğini açıkça göstermektedir (11 Şubat 1919).[13].

 

Aynı tarihlerde Kilikya İşgal Kuvveti Kumandanı Romieu ise işgal bölgesine hükmetmek ve Müslümanların nüfuzunu azaltmak için pek çok hilelere başvurup, düşündüğü planı uygulamaya başlamıştır. Ordu İrtibat Zabiti Tevfik Bey'den alınan bir raporda Romieu'nun amacının: Müslüman halktan silah toplamak, Ermenileri gizlice silahlandırmak, polislerin büyük kısmını yüksek maaşlarla Hıristiyanlardan oluşturmak, jandarma kadro noksanını Hıristiyanlarla tamamlamak, görevler icat ederek Hıristiyan memurları arttırmak, işgal edilen bölgeye dışardan Ermeni göçmenleri getirterek Ermeni nüfusunu çoğaltmak, bazı sınıfların kapılarını Müslümanlara kapatarak Hıristiyanların alt tabakasına tahsis etmek, bekçilerin maaşlarını yükselterek çoğunluğunu Hıristiyanlardan oluşturmak olduğu ifade edilmiştir.[14]

 

Adana İşgal Kuvvetleri Kumandanı Romieu'nun Müslümanların en büyük düşmanı olduğu ve bunu kendisinin de söz, tavır ve davranışlarıyla pek çok kez ispat ettiği Adana'dan gönderilen (14 Ocak 1919) telgraflardan anlaşılmaktadır. Yine aynı telgraflardan işgalden şimdiye kadar Ermeni askerleri tarafından gerçekleştirilen korkunç olayların artmasındaki en büyük sebep olarak Romieu gösterilmiş, müsamahakar davranması ve suçluları üst makamların gözünde haklı göstererek, kötülüklerini örtmesi Ermenileri şımartmıştır.[15] 27 Şubat 1919'da -her zaman Adana'da bulunmak üzere- Adana Vilayeti İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı'na bir İngiliz generalinin geleceği haberi üzerine, daima Ermenileri koruyup, Fransız birlikleri içerisine sokan, Ermenilerin Osmanlı askerlerine hakaretlerine göz yuman Romieu'nun hareketlerine, İngiliz generalinin girişimleriyle son verileceği ümit edilmiştir.[16]

 

Albay Bremond Adana valisine gönderdiği mektupta; işgal nedeniyle polisin ve yerel jandarmanın güçlendirilmesi gerektiğini belirtmiş ve Adana valisinden bazı taleplerde bulunmuştur(3 Mart 1919). Bu talepler; ‘gönüllü askerlerin silah altına alınması, gönüllü askerlerin Adana’daki farklı etnik guruplar arasından seçilmesi, her topluluğun polisinin aynı topluluğa ait jandarma ve görevlilerden oluşması, gönüllü askerlerin giriş sınavlarında Türkçe dili gibi Arapça ve Ermenice dillerinin kullanımının kabul edilmesi, ihtiyacın hissedilebileceği yerlerde görevliler tarafından tercüman makamlarının kurulması; sıralanan talimatlara aykırı davranılmaması ve diğer tüm durumlar için ülkede yürürlükte olan yasa ve yönetmelik hükümlerinin yerine getirilmesidir.

 

Oysa, gönüllü askerlerin sınavlarında Türkçe’nin dışında bir dilin kullanımı; hem devletin resmî dilinin Türkçe olduğunu öngören Osmanlı Anayasası’nın 18. madde hükümlerine, hem de işgal öncesinde ülkede yürürlükte olan tüm yasa ve yönetmeliklerin dokunulmadan kalacağının söylendiği 27 Ocak 1919 tarihli Fransız kumandanının günlük emirlerinin 2. maddesi hükümlerine aykırıdır.

 

Ayrıca Adana’da yaşayan farklı etnik gruplardaki insanlar arasında özellikle kendilerine ait görevliler tarafından her topluluğun düzenini ve güvenliğini sağlamak imkansızdır. Kaldı ki böyle bir uygulama kamu düzenine ve huzuruna katkıda bulunmak yerine sadece bölücü fikirlere yol açacak ve bu nedenle adı geçen kişiler arasında yanlış anlaşılmalara ve kargaşalara neden olacaktır.[17]

 

Anadolu’daki diğer şehirlerde de polis belediyelere bağlı olacak ve söz konusu talimatlara aykırı olan tüm yasa ve yönetmelikler yürürlükten kaldırılacaktır.

 

Halbuki, Kilikya ile ilgili olarak Mütarekenin 16. maddesinin son bendinde bölgede ihtiyaç olanların dışındaki birliklerin bu bölgeden çıkarılacağı belirtilmektedir. Bu durum ise adı geçen birliklerin geri çekilmesi veya kalmasıyla ilgili tüm hükümlerin dışında, yasa ve yönetmeliklerin yürürlükte olanlarının devam edeceği anlamına gelmektedir.

 

Buradan da anlaşılacağı gibi Adana’daki Osmanlı yönetiminde Albay Bremond’un getirmiş olduğu değişikliklerin Mondros Ateşkes Antlaşması metniyle bağdaşmadığı sonucu çıkmaktadır.

 

Bu mülahazalardan bağımsız olarak, vilayetin idarî sistemi içerisinde düşünülen değişiklikler, büyük sorunlara yol açacağından ve aynı zamanda farklı etnik guruplardan oluşan halk arasında üzücü olaylara sebebiyet vereceğinden dolayı Hariciye Nezareti, adı geçen vilayetin idarî sisteminde hiçbir değişikliğin getirilmemesi amacıyla gerekli talimatlar vermesini Fransız Cumhuriyeti yüksek komiserinden talep etmiştir.[18]

 

Fakat Fransızlar sadece idarî yapıyı ele geçirmeye çalışmamışlar, aynı zamanda, malî konulara da karışmışlardır. Adana'daki Fransız komutanlığı vilayetin idaresi üzerinde kontrol tesis etmiş, Maliye'den hazine kasalarının durumu, yıllık gelir-gider cetvelleri, görevlilerin kadroları araştırılmış, İstanbul'a veya bu vilayetin dışındaki herhangi bir yere para gönderilmesi yasaklanmıştır. Ayrıca komutanlık, mahallî yetkililere ne Harbiye Nezareti hesaplarına ne de emekli olmuş sivil veya askerî görevlilere, onların dul ve yetimlerine hiç bir ödemenin yapılmamasını emretmiştir.[19]

 

Halkın büyük çoğunluğu Müslüman olan Adana'da, jandarma kuvveti yavaş yavaş Ermenileştirilmiş ve Fransız baş administratörü adıyla hükmeden kişi Osmanlı Hükümeti’ni temsil eden devlet memurlarımızın nüfuzunu kırmıştır (21 Eylül 1919).[20]

 

İngiliz ve Fransızların Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu işgal hareketleri, 15 Eylül 1919'da yapılan Suriye Antlaşmasıyla yeni bir yön kazanmıştır. Bu antlaşmaya göre Musul bölgesini elde eden İngiltere, 1 Kasım 1919 tarihinde Adana, Maraş Antep ve Urfa'dan çekilerek yerini Fransa'ya bırakmıştır. Antlaşma ile İngiltere, Fransa'yı Güneydoğu Anadolu'da sonuç alamayacağı bir maceraya sevk ederken, bu devletin diğer bölgelerde kendilerine karşı olan direncini de kırmak istiyordu. Antlaşmadan her iki devlet de memnun görünüyordu. İngiltere petrol bölgesi Musul'u, Fransa ise Musul petrollerinin akacağı İskenderun körfezi ve kendi deyimleriyle ‘Alp dağlarına sahip Nil deltası’ olarak gördükleri Çukurova'yı elde etmişlerdi.

 

Maraş'ta bulunan İngiliz işgal kuvvetlerinin on güne kadar livayı boşaltarak yerine Fransız işgal kuvvetlerinin yerleştirileceği haberi halk içerisinde büyük bir galeyana sebep olmuş ve bu durum Maraş ve civar şehirlerden gelen telgraflarla protesto edilip, bazı yerlerde mitingler düzenlenmiştir (21 Ekim 1919) .[21]

 

Ayrıca İtilaf Devletleri'nin bu haksız görülen işgalinin ardından İngilizlerin bölgeyi tamamen Fransızlara ve dolayısıyla Ermenilere terk etmesi, Heyet-i Temsiliye'yi de harekete geçirmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın 26 Ekim 1919'da Harbiye Nezareti'ne gönderdiği şifrede;

 

‘Suriye hududunun kuzeyinde ve dışında, öz vatanımızın ayrılmaz parçalarından olup büyük çoğunluğu İslâm nüfusuyla meskun bulunan Urfa, Antep ve Maraş’ın İtilaf devletleri tarafından vaktiyle işgal edilmiş olmasının mütareke hükümlerine aykırı olduğu, çünkü bu işgalin ancak mütarekenin yedinci maddesine dayandırılabileceği, bu maddeye göre Urfa, Antep ve Maraş mevkiilerinin Halep’e göre daha stratejik noktalar olarak değerlendirildiği ve Halep’te bulunduğu varsayılan müttefiklerin güvenliğini tehdit edecek bir durumun ortaya çıktığını kabul etmek lazımdır. Oysa söz konusu noktalarda müttefiklerin güvenliğini tehdit edecek hiç bir durum ortaya çıkmamıştır ve bugün bile böyle bir durum mevcut değildir. Bu defa İngiliz kıtalarının çekilmesi üzerine bu mevkilerin Fransız kıtaları tarafından işgal altına alınacak olması ve şimdiden oradaki telgrafhanelerin Fransız sansürü altına alınması ve böyle bir işgal girişiminde bulunulması halinde evvelce her nasılsa yapılmış olan haksız uygulamanın devamı olacaktır. Bu mütareke şartlarına göre hiç bir sebep ve bahane mevcut değildir. Bu durum söz konusu yerlerde bulunan, hukuk ve haysiyetlerinin bilincinde olan Müslüman ahalinin gelecekleri hakkında tereddüt ve kaygı duymalarına sebep olmuştur. Bundan başka Avrupa gazetelerinin son yayınlarında buraların Fransızlara terk edilip verileceği yolunda bir takım söylentilerin yayılması üzerine bu bölge ahalisi ve bu bölgeye komşu olan yerlerin halkı çok büyük heyecana kapılmışlardır. Bu heyecan bütün bölgeyi sarmak üzeredir. Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti bu gibi işgallere karşı kararlı bir şekilde savunma ve karşı koyma esasını kabul etmiş olduğundan bu meselede tarafsız olamaz. Milletin yardım isteyen çığlığına karşı sessiz kalamaz. Bundan dolayı Urfa, Antep ve Maraş halkı böyle yeni bir işgale girişildiğini gördüğü anda öncelikle tam bir ciddiyetle bunu protesto edecektir. Milletin bu protestosuna Fransızlar tarafından değer verilmezse millet her türlü yola baş vurarak bütün varlığı ile Fransız işgal kuvvetlerine karşı fiilen savunmaya kanun çerçevesinde kendisini yetkili sayacaktır. Bu meşru hukuk ve isteğe dayanarak merkezî hükümetin, İtilaf devletlerine bu hareketlerinin haksız olduğunu bildirmesini, böyle davranmaları halinde meydana gelebilecek olayların vahametini hemen ve kesin bir dille anlatmasını; özetle milleti itham ve sorumluluk altında bırakmamak için gereken siyasî tedbirlere baş vurması’ ifade edilmiştir’ denilmektedir.[22]

 

Fransa'nın bölgeyi tek başına işgal etmesinin halk üzerinde yarattığı olumsuz havadan başka, Adana'ya Ermeni göçmenlerin gelmesi halkı daha da tedirgin etmiş ve bir takım yeni kararlar alınması için çalışmalar yapılmıştır. Ermeni göçleri Adana’da vahim olaylar doğurduğundan göçlerin engellenmesi için isabetli tedbirler alınması gereği duyulmuş, Sis civarında Müslümanlarla Ermeni çeteleri arasında çatışmalar meydana gelmesi ve Fransızların Ermenilere silah dağıtmaları üzerine, Adana halkı Ermenilerin göçlerinin engellenmesini rica etmiştir. Adana’ya gitmek üzere seyahat varakası alarak Kayseri’den ayrılan bazı Ermeni aileleri Niğde’den iade edilmiştir. Durum Meclis-i Vükelâ'da görüşülmüş ve Adana ahalisinden olmayan Ermenilerin Adana’ya girmelerinin engellenmesi gerektiğine hükmedilerek, Hariciye Nezareti'nin temsilciler nezdinde uygun girişimlerde bulunmasına karar verilmiştir (26 Ekim 1919).[23]

 

28 Ekim 1919 tarihinde İngiliz Generali Weir tarafından İngilizlerin yerlerini Fransızlara terk edeceği, Antep'in de işgal edileceği ve Fransızların da İngilizler gibi hükümet işlerine müdahale etmeyecekleri resmen tebliğ edilmiştir.

 

27 Ekim 1919 tarihinde birkaç Fransız subayıyla Felix Saint-Marie adındaki bir Fransız albayı ve bir miktar asker, 29 Ekim tarihinde de iki bölük Fransız süvarisi Antep'e gelmiştir. İşgali gerektirecek hiç bir sebep görülmediği halde, mütareke maddelerine ve hükümlerine aykırı olarak buranın Fransızlar tarafından işgalinden dolayı İngiliz generaline ve son olarak Fransız albayına protesto gönderilmiştir.

 

30 Ekim 1919 tarihinde İngiliz karargâhına gidilmiş ve orada Fransız albayı ile görüşülmüştür. Bu görüşmede Fransızların bölgeye gelmeye başlamalarıyla beraber, buradaki Ermenilerin asayişi bozacak tavır takındıkları belirtilmiş, Müslümanlarla gayrimüslim unsurlar arasında barış ve iyi ilişkileri bozacak sebeplerin ortadan kaldırılmasını temin için, bir müddet daha İngilizlerin burayı terk etmemeleri gerektiği İngiliz İrtibât Zâbitliği vasıtasıyla İngiliz generaline bildirilmiştir. Bununla beraber 30 Ekim’de yapılan görüşmede Fransız elbisesi giymiş bir takım Ermenilerin bu elbiseyi çıkartmaları ve aslen Antepli olmayıp son günlerde dışarıdan gelen bir takım Ermenilerin buradan yerlerine gönderilmek üzere çıkarılmaları lüzûmu Fransız albayı önünde İngiliz generaline bildirilmiştir. Ayrıca burada asayişin sağlanması görevinin mahallî hükümete ait olduğu hatırlatılarak, yapılacak müdahalenin doğru olamayacağı da uygun bir dille belirtilmiştir. Gerçekten de Fransızların buraya gelmelerinin ardından Ermenilerin tavır ve hareketleri değişmeye başlamış, halka taarruz ve hanelere baskın yapma girişimleri gibi durumlar baş göstermiştir. Bu hususa Fransızların birlikte getirdikleri Ermeni askerlerini gören yerli ve taşralı Ermenilerin işe katılma meyil ve arzusu sebep olmuştur. Bundan dolayı ne olursa olsun Ermeni askerlerinin Fransız askerleri arasından çıkarılmaları lüzumu tekrar ifade edilmiştir.[24]

 

Antep'in Fransızlar tarafından işgal edilmesi ve Ermenilerin taşkınlıkları halkın heyecanına sebep olmuş halkın yatıştırılması için Antep Fransız Askerî Kuvvetleri Kumandanı Kaymakam Felix Saint-Marie ve İngiliz Askerî Kuvvetleri Kumandanı Weir tarafından ortaklaşa bir beyanname yayınlanmıştır.1 Kasım 1919 tarihinde yayınlanan bu beyannamede Paris İtilâf Meclisi’nin kararıyla Antep şehrini işgal eden İngiliz askerî kuvvetlerinin yerine Fransız askerî kuvvetlerinin geçeceği, Fransız askerî kuvvetlerinin İngiliz askerî kuvvetleri gibi İtilaf kuvvetlerinin hepsinin temsilcisi olup görev ve yetkileri bakımından İngiliz askerlerinin Antep’i işgal ettikleri sürece sahip oldukları görev ve yetkilerin aynısına sahip olacakları, görevlerinin işgal edilen bölgede İngiliz askerî kuvvetlerinin yaptığı gibi asayişi sürekli kılmaktan ibaret olacağı, düzenli bir şekilde asayiş ve adaletin kalıcı olmasını sağladığı takdirde hükümetin şeklinin değiştirilemeyeceği ifade edilmiştir.

 

Bu beyannameden de anlaşıldığı gibi işgal, mütarekeye dayandırılmıştır. Beyannamenin üçüncü maddesinde, huzur, asayiş ve adalet baki kaldıkça hükümetin şeklinin değiştirilemeyeceği bildirilmiştir. Halbuki bu tarihe kadar bölgenin tamamında asayişi bozacak hiç bir hadise olmamıştır. Fransa işgal kuvvetleri arasındaki askerin bir çoğu Ermeni olup, bunlar her gün bir şekilde millî duyguları rencide ederek düzeni koruma yerine, aksine müdahale sebebi icat etmek, unsurlar arasında ayrılık ve asayişi bozan olaylar meydana getirmek için tecavüzden geri durmamaktadırlar. Asayişin ve düzenin korunması için öncelikle bütün Ermeni askerlerinin Fransız kıtalarından çıkarılması ve siyasî uyarılarda bulunulması gereği yetkili makamlara iletilmiştir.[25]

 

Eski Mersin Liman Reisi Muavini Emekli Yüzbaşı Kasımpaşalı Rasih Efendi tarafından yazılan 1 Kasım 1919 tarihli raporda; ‘Fransızların idarî işlere el koydukları tarihten itibaren hükümet dairelerinde kadro oluşturmaya başladıkları ve kendilerince gerek görmedikleri bazı memuriyetleri kaldırdıkları, bazılarını da yeniden ihdas ettikleri bildirilmektedir. Ayrıca polis ve jandarma dairelerine doğrudan doğruya kendi güvendikleri Ermeni memurlarını yerleştirerek, polis mevcudunu da dört-beş misline çıkartmışlardır. En fazla önem verdikleri muhasebe daireleri de bir takım Ermeni tüccarlarının oluşturduğu Fransız kontrol kaleminin elinde bir oyuncak haline gelmiştir’ denilmektedir.

 

Yine aynı rapordan memur ve müstahdemlerin maaşlarının kontrol idaresinin resmî mührüyle tasdik edilmedikçe verilmediğini öğrenmekteyiz. Hiç bir tahsilat, sandığa ödeme ve sandıktan sarfiyat kontrol kaleminin inceleme ve onayı olmadan yapılamamıştır.

 

Ayrıca Mersin Mutasarrıflığı'nın adeta Fransız Guvernörlüğü’nün bir tebliğ vasıtası haline geldiği, bütün azil, görev verme, değiştirme, muhakeme altına alınma, hükmen veya idareten hapis, cezalandırma, nakdî cezaya mahkumiyet vesaire gibi işlemlerin tamamen Fransız Guvernörlüğü’nün emir, görüş ve yazılı işaretleriyle yapıldığı, gümrük İdaresi’nin bütün işlemlerinin Fransız kontrol subayının uhdesinde olup, adı geçen kişinin emri ulaşmadıkça para alış-verişi yapılamadığı yani, bütün gümrük evrakına adı geçen subayın vizesiyle gerekli işlemin yapılabildiği de ifade edilmektedir.

 

Fransız idaresince alınan sonraki kararlarda, Adana ve Mersin ve bağlı yerlerde görevlendirilecek memurların öncelikle yerli ahaliden olması ve sırasıyla Arap, Fellah Arap, Rum Ortodoks, Ermeni cemaat temsilcilerinin güvenine sahip bulunması, cemaat temsilcilerinin görüş ve seçimleri olmadan yeniden memur tayin edilmemesi de kabul edilmiştir.

 

Eski memurlardan olan ve karşıt fikirlerinden dolayı azledilen belediye başkanının yerine, Fellah cemaatinden ve Nusayri mezhebinden bir sebze tüccarının tayin edildiği bu rapordan anlaşılmaktadır.[26]

 

Mut'tan Sadaret'e gönderilen 13 Kasım 1919 tarihli telgrafta; Adana vilayetinin Fransızlar tarafından işgalinden beri, Fransız hükümetinin Adana’daki temsilcisi Albay Bremond’un teşvikiyle, Ermeniler tarafından halka karşı yapılan zulüm ve düşmanlıkların dayanılmaz bir hal aldığı, son zamanlarda Fransız bayrağı altında toplanan bu insanlar tarafından binlerce kişinin şehit edildiği, Mersin ve Adana’da katliam yapan Ermenilerden jandarma yardımıyla yakalanıp Albay Bremond’un huzuruna çıkarılanların ise kısa bir sorgulamadan sonra hemen serbest bırakıldığı anlatılmış ve olaylar protesto edilmiştir.[27]

 

İşgalin ilk zamanlarında, Fransız askerî yetkililer Osmanlı mahallî idarecileri tarafından alınan bazı kararlara muhalefet ederek hükümet işlerine müdahale etmişlerdir. Daha sonra faaliyetlerini idarî ve hukukî alanlara yaymışlar ve son olarak bu Osmanlı vilayeti üzerinde Osmanlı Hükümeti'nin haklarına ciddî zararlar veren tedbirler almaya ve kararnameyle emirler buyurmaya başlamışlardır. Mesela daha önce bir yasayla kapatılmış olan ticaret mahkemeleri, kapatılmadan önce sahip olduğu yetki ve görevlerle Mersin’de yeniden kurulmuştur.

 

Ayrıca 12 Eylül 1919 tarihli, üç maddelik bir kararname ile de gayrımenkullerin kiralanması hakkındaki yasanın bazı maddelerine aykırı hareket edenlerin ne şekilde cezalandırılacakları yeniden belirlenmiştir.

 

Osmanlı Devleti'nin yasa ve yönetmelikleriyle hiç bir şekilde bağdaşmayan bu kararnamelere paralel olarak, Fransızlar tarafından yerleşmiş hukuk sisteminde de değişiklikler yapılmaktan kaçınılmamıştır. Mesela tek yetkili olan İstanbul Temyiz Mahkemesi’nin, mahkemelerin verdiği kararları gözden geçirme hakkı kaldırılmıştır.

 

Aynı şekilde hakimlerin atanmasına da müdahale eden Albay Bremond, sakinlerinin çoğunluğunun karışık unsurlardan oluştuğu bahanesiyle Haçin (Saimbeyli) ve Dörtyol’daki mahkemelerin başına Müslüman olmayan birer başkan yerleştirmiştir.

 

Diğer taraftan, Adana Asliye Mahkemesi’ne Osmanlı yetkilileri tarafından yapılan atamaların geçerliliğini kabul etmeyi reddederek, bu kişilerden Radikian adındaki bir Ermeniyi buraya hakim olarak atamalarını istemiştir. Mersin’deki Ticaret Mahkemesi için atanacak hakimler de yine Albay Bremond tarafından Müslüman olmayanların içerisinden seçilmişlerdir.

 

Cinayetle suçlanan ve idama mahkum olan Kiragossian Artin, Hamparsum’un oğlu Kivork ve Abdullah adlarındaki üç kişi hakkında Fransız siyasî yönetimi tarafından alınan tedbirler de aynı şekildedir. Bu yargılamalarla ilgili dosyaları isteği üzerine inceleyen idareci, bu cezaların birinci kişi için 15 yıl, ikincisi için 5 ve üçüncüsü için 10 yıl zorunlu çalışma şeklinde hafifletildiğini Osmanlı yetkililerine bildirerek dosyaları geri vermiştir.

 

Diğer taraftan, Adana şehrinin hapishanelerinde cezalarını çeken 12 tutuklu, Albay Bremond’un emri üzerine bayram vesilesiyle serbest bırakılmışlardır. Oysa ki af hakkı ve ceza bağışlaması tüm ülkelerde devlet başkanının bir imtiyazı olduğundan, yukarıda sözü edilen tedbirler padişahın haklarına ciddi zararlar getirmekte ve ayrıca kamu hukukunun en temel ilkelerine de aykırı düşmektedir.[28]

 

Fransızların gerek idarî, malî ve gerek yargıya olan müdahaleleri aslında Adana ve Güney Cephesi'nin sadece askerî olarak işgal edilmediğini kanıtlamaktadır. Elbette ki amaç daha 1916'da Sykes-Picot antlaşmasıyla temelleri atılan münbit topraklara ve petrolün akacağı körfeze sahip olmak ve bölgeyi Ermenistan yapmaktır.

 

Bütün bu olaylardan sonra Fransızların Ermenilerle beraber Adana halkına yaptıkları baskılar iyiden iyiye artmıştır. Halkın mal ve canlarını Ermenilerin zulmünden kurtarmak için Islahiye ve Osmaniye taraflarında toplanan Kuva-yı Milliye’nin, buradan uzaklaştırılması için Ermeni askerlerden bir intikam komitesi oluşturulmuştur. Bu askerlere bizzat kumanda etmek için Fransız kumandanlarından Adana mutasarrıfı Normand gelmiştir.[29]

 

Hava Yüzbaşısı Taillardat, Kozan’da saygın kişileri aşağılamakta, onları tehdit etmekte ve hatta onları evlerini terk etmeye zorlamaktadır. Daha sonra bu binalar Ermeniler arasında paylaştırılmaktadır. Bu olaylar üzerine Fransız, İngiliz İtalyan, ve Amerikan Yüksek Komiserliklerine gerekli tedbirlerin alınması için emir verilmesi talep edilmiştir.[30]

 

9 Kasım 1919'a gelindiğinde Adana Müslüman halkının bir katliam tehlikesi arifesinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Doğu vilayetlerinin kolaylıkla Ermenistan olamayacağını hisseden İtilaf Devletleri, daha kolay olarak Adana vilayeti ile Antep, Maraş ve Urfa sancaklarından oluşan bölgede bir Ermeni çoğunluğu oluşturulmasına karar vermiş ve bu amaçla Anadolu’nun her yönünden bir çok Ermeni aileleri bu bölgeye göç etmeye başlamıştır.

 

Hızla gelişen bu göçlerden sonra bölgedeki Ermeniler halka karşı mezalime başlamıştır. Adana’daki Fransız Baş Administratörü Albay Bremond'un Müslüman ahaliye mezalim yapan bu Ermenilerden hiç birisini cezalandırmaması Ermenilerin zulmünün şiddetlenmesine sebep olmuştur.

 

Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin o bölgeye göç etmelerinin engellenmesi, bütün olan biten hadiselerin İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerine, özellikle Amerika temsilcisine hemen bildirilmesi, Amerika gazetelerinin İstanbul’da bulunan muhabirlerine sürekli bu konuda açıklama göndermesi gibi acil ve kesin tedbirler alınması gerekmiştir. Bu tedbirler alınmazsa eskiden beri Adana civarında yaşamakta olan Müslümanların yakında elim bir sona uğrayacaklarına dair büyük şüpheler olduğu bildirilmektedir (22 Kasım 1919).[31]

 

Adana Vilayeti Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi tarafından 29 Kasım 1919'da gönderilen telgrafta durum şu şekilde protesto edilmiştir:

 

‘Kilikya’ya adalet dağıtmak ve asayişi sağlamak vaadiyle işgal eden Fransızların, Adana Vilâyeti’ne girdikleri günden beri adalet ve asayişin yüzü bile görülmemiştir. Orada Fransız yüksek görevli Bremond ve Normand’ın arzu ve sözleri kanun ve adalet yerine geçmektedir. Ellerinde alet ettikleri Ermenilerin şahitlik ve ifadeleriyle her gün bir çok Türk’ün ya gasp edilmekte ya da kişisel özgürlükleri alınarak, kanunsuzca hapse konulmaktadır. Tek suçu Türk olmalarıdır. İşte son günlerde sadece Ermenilerin iftiraları üzerine hırsız çeteleriyle alakadar diyerek, çoğu Ceyhan kazasından olmak üzere namuslu ve zengin köylülerden yirmi kişi kurşuna dizilmiştir. Acaba bu zavallılar hangi adaletli mahkemenin kararıyla idam edilmişlerdir? Adana’da Osmanlı yasalarının uygulanacağını ilan eden işgal kuvvetleri, bu zavallıların idamında bu yasaları uygulamışlar mıdır? Yoksa bu olanlar birkaç Ermeni’nin yalancı tanıklıklarına dayanan Bremond ve Normand’ın emri üzerine mi olmuştur? Bizler kurşuna dizilen bu zavallıların, Bremond ve Normand’ın Fransa’da ilan ettikleri gibi eşkıya çeteleri olmadıklarını, namuslu ve zengin kişiler olduklarını her zaman ispatlamaya hazırız. İşte bu haksızlıkları ve adaletsizliği, Adana’da Türk unsurunu yok etmek politikasını bütün varlığımızla uygar dünyaya karşı protesto ediyor ve Türklerin de bir hayat hakkı ve adalete layık olduklarının kabul edilmesini umuyoruz’.[32]

 

İngiliz işgali ile Fransız işgali arasında uygulamada bir çok farklılıklar bulunmaktadır. Bu konuda dönemin Urfa mutasarrıfının değerlendirmeleri oldukça ilginçtir:

 

‘Liva mutasarrıfı Fransızların Urfa’daki durumlarını İngiliz işgalinden farklı görmektedir. Bu fark on beş günlük kısa bir zaman içerisinde kendilerinin her türlü ufak işlere müdahale etmelerinden ve hükümet memurları aleyhinde kararlar alıp uygulamaya başlamalarından anlaşılmaktadır. Maraş hükümet konağıyla kalesine resmî günlerde ve cuma günlerinde çekilmesi adetten olan Osmanlı sancağının çekilmesine Fransız Kıtası Kumandanlığınca başlangıçta engel olunması ve guvernör-militerin beraber çalışmak üzere hükümet dairesinde bir yerin kendisine tahsisini talep etmesi her iki işgal arasındaki farkı gösteren delildir. Bundan başka İngilizlerin yerine gelen Fransız askeri kıtası içerisinde çok miktarda Ermeni askeri bulunduğu, bunların Müslüman ahaliye karşı fazlasıyla saldırgan bir tavır ve durum aldıkları ve yerli Ermenilerin de bundan cesaret alarak asayişi ihlal edecek bir takım zulüm ve hareketlerde bulunmakta oldukları hakkında Maraş, Antep ve Urfa mutasarrıflıklarından gönderilen bilgiler dikkat çekicidir. Bunun üzerine işgalin daha önceki mahiyetinin değişmediğine dair bağlı oldukları hükümet adına Fransa Fevkalade Komiserliği’nden verilen teminat ile uzlaşılması imkânsız görülen şu durum hakkında komiserliğin dikkatinin çekilmesi ve o bölge ahalisinin din ve milletine olan düşkünlüğü bilindiğinden, Ermeni askerlerinin saldırgan hareketleri sebebiyle üzücü bir olayın meydana gelmesine izin vermemek için kendilerinin değiştirilmesini sağlamak gerekmektedir’ (4 Aralık 1919).[33]

 

Aralık ayına gelindiğinde Fransız-Ermeni baskısı o kadar artmıştır ki, vilayet merkezi ve kazalarda Ermenilerin Müslümanlar aleyhinde açtıkları uydurma davaları görmek üzere bir hüküm heyeti bile kurularak, Müslümanların malları zorla alınıp Ermenilere verilmiş, İttihatçı olmak veya Hıristiyanlara zarar vermiş olmak gibi bahanelerle, namuslu kişilerden bir çoğu aylarca hapiste tutulduktan sonra yavaş yavaş mıntıka dışına sürülmüşlerdir. Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki, eşkıyadandır diye tutuklanıp şehre getirilen ahaliden bir kişi sancak mutasarrıfı Normand tarafından hemen orada kurşuna dizdirilmiş ve durumu İngiliz başkumandanına yazılı olarak bildirip protesto eden Adana müftüsüne Normand tarafından ‘Eşkıyayı kurşunlayan bizzat benim ve bütün kabahati olanları böyle yapacağım’ cümlelerinin yazılı olduğu tehdit mektupları gönderilmiştir.[34]

 

Çarşıda yangın çıkarmak amacıyla kundakçılık yaptıkları anlaşıldığından evrakıyla beraber adliyeye gönderilen üç Ermeni’nin kendilerine teslimi Fransız albayı tarafından talep olunmuştur. Aslında adlî muamelelere müdahalenin kanuna aykırı olduğu yolunda ret cevabı verilmiş ise de, Osmanlı hükümetinin yargı bağımsızlığına zarar getirebilecek bu muamelenin hükümet çalışmalarına müdahalenin bir başlangıcı olduğuna delil olduğu belirtilip, bu konuda gerekli teşebbüslerde bulunularak yapılan müdahalenin tekrarının önüne geçilmesi Antep Mutasarrıflığı’ndan gelen telgrafta bildirilmiştir (10 Aralık 1919).[35]

 

Adana halkı her an tehlike karşısında bulunmaktadır. Halk bu günlerde yurtlarını terk etmektedir. Bölgede bulunan küçük bir İngiliz müfrezesinin bölgeden ayrılmasından sonra Ermenilerce katliam yapılacağı söylenmektedir. Adana'da mebusluk seçimlerine Fransızlar müdahale etmekte ve Adana mebusluğuna adaylığını koyan Suphi Paşanın mebusluktan derhal istifa etmesi, aksi takdirde mallarının haciz olunarak Fransa'ya sürgün edileceği söylenmektedir.[36]

 

Müslümanlara işkence eden ve öldüren Ermenilere Fransızlar tarafından müsamaha gösterilmekte ve Albay Bremond Adana’nın artık kendi toprakları olduğunu açıkça söylemektedir. Fransız emellerine hizmet etmeyen Türkler hapsedilmekte, Adana hükümet dairesindeki Türk memurlar kovularak kendi yandaşları memuriyete alınmaktadır.[37]

 

Fransızlar her gün yeni bir şekilde hükümet yönetimine müdahale etmekte, Osmanlılık bağlarını koparmaya ve işgallerini genişletmeye çalışmaktadırlar. Mesela şimdiye kadar İngilizler Maraş’tan daha kuzeye geçmemişken, Fransızlar Zeytun kasabasını da işgal etmişlerdir. Fransızların o bölgede meydana getirdikleri ikinci ve daha hayatî diğer bir mesele de işgal ettikleri her yerdeki Müslüman yoğunluğunu çeşitli tehditlerle imha ederek bu yoğunluğu bir Ermeni yoğunluğu ile değiştirmeye uğraşmakta olmalarıdır(14 Aralık 1919).[38]

 

Kilis'te bulunan Fransız kumandanının ısrarıyla devlet binaları ve büyük binalar derhal boşalttırılmıştır. Birbiri ardına Mersin - Adana yoluyla müstemleke askeri gelmekte ve yerleşmektedir. Gelen askerler Senegallidir. Mersin ve Adana'da Ermenilerden oluşan birlikler teşkil olunmakta ve Kilis yeni hareketin üssü yapılmak istenmektedir (18 Aralık 1919).

 

Adana Valisi Celal Bey Albay Bremond ve General Dufieux'un bölgeyi Fransız sömürgesi gibi yönetmekte olduklarını merkeze rapor ederek, idare etme şekillerinin geçici işgalin tüm karakterinden uzak olduğunu söylemektedir. Tam tersine, zaman ilerledikçe, ülke de kesin olarak yerleşme özenini göstermektedirler. Fransız subaylar tarafından evlerin inşa edilmesi bu niyetin bir kanıtıdır. Fransız kumandanlarının tüm çabaları, Türk unsurunu vilayette bir azınlık gibi göstermeyi ve diğer unsurları daha güçlü kılmayı amaçlamaktadır. Son zamanlarda buraya gelmiş olanlar da dahil bazı verilere göre 120.000 civarında Ermeni olduğu tahmin edilmekte ve hala da geleceği düşünülmektedir.

 

Albay Bremond çok geniş bir istihbarat servisini örgütlemiştir. Bu serviste çalışan insanların Valinin Özel Kalem Müdürü gibi unvanları bulunmakta ve hükümetin yazışmalarını kontrol etmektedir (21 Aralık 1919) .[39]

 

21 Ocak 1920'de Maraş'ta Fransız ve Ermenilere karşı girişilen amansız mücadele 12 Şubat 1920'de halk lehinde sonuçlanır ve Maraş Fransız işgalinden kurtulur. Ancak durum Adana için hala tehlikeli boyutlardadır.

 

12 Mayıs 1920 tarihinde Adana'da muhtelif memuriyetlerde bulunan ve Adana'nın hatırlı kişilerinden on kişi bulundukları mevkilerden toplanarak otomobil ile eski istasyona gönderilmiş, otomobillerin etrafına asker ikame edilerek hiç kimse ile görüşmelerine izin verilmeksizin üç buçuk saat orada tutulduktan sonra trenle Mersin’e indirilerek kapalı bir otomobil ile sahile ve oradan da limanda bulunan bir küçük Fransız vapuruna sevk edilmişlerdir. Bu kişiler Tartuşe yakınlarındaki küçük bir ada olan Ervat adasına sürgüne gönderilmişlerdir.

 

Sürgüne gönderilen Umur-ı Hukukiye Müdürü Cemal Bey Ervat Adası'ndan 7 Ocak 1921'de Sadaret'e gönderdiği dilekçesinde, tutuklanma sebeplerini kesinlikle bilemediklerini, bu süre zarfında hiç bir gün herhangi bir soru ve cevaba maruz kalmadıklarını, tutuklu bulundukları sekiz ay boyunca aile ve akrabaları ile haberleşme imkanı bulamadıklarını ve Adana’dan ayrılırken giyecek olarak hiçbir şey almak iznine mazhar olmadıklarından şiddetli kışta elbise adına hiç bir şeylerinin bulunmadığını ve serbest bırakılmaları için Suriye Fevkalade Komiserliği ile Adana’da General Dufieux’a yapılan müracaatlarından bir sonuç alamadıklarını ifade etmiş ve kurtarılmaları hususunda gerekli girişimlerde bulunulmasını rica etmiştir.[40]

 

Aynı konuda Adana Valisi Celal Bey de 10 Mayıs 1920'de Fransız Generali Dufieux'un tehditkar bir nutuk yaptıktan sonra Umur-ı Hukukiyye Müdürü Cemal Bey, Bidayet Reisi Mahmud Nedim Efendi Defter-i Hakanî Müdürü Fahreddin Efendi, ceza mahkemesi azasından Mustafa, eşraftan Mustafa ve. Kemal Bey, eski Nüfus Başkatibi Mustafa Efendi, ulemadan Ahmet Efendi, İstikamet Eczanesi sahibi Basri Bey ve Adana Jandarma Tabur Kumandanı İzzet Bey'in bulundukları yerlerden toplanarak bahsedilen adaya sürgüne gönderildiklerini ve günahsız insanlar olduklarını bildirmiştir.[41]'

 

Sürgüne gönderilen bu kişilerin durumu Ankara Anlaşması'nın müzakereleri sırasında görüşülerek, dönüşleri için gerekli meblağın masarif-i gayr-ı melhuza tertibinden karşılanmasına karar verilmiştir.[42]





[1] BOA.HR.SYS.2555-2/18

 

[2] BOA.HR.SYS.2555-2/33-36

 

[3] BOA.HR.SYS. 2555-2/39-45; 2555-2/71

 

[4] BOA.HR.SYS 2555-2/56

 

[5] BOA.HR.SYS 2555-3/5

 

[6] BOA.HR.SYS 2555-2/69-70

 

[7] BOA.HR.SYS 2555-2/55

 

[8] BOA. HR. SYS.2555-2/77

 

[9] BOA.DH. KMS 49-1/85

 

[10] BOA.HR.SYS 2602-1/23-24

 

[11] BOA.HR.SYS 2555-3/64

 

[12] BOA.HR.SYS. 2555-3/57

 

[13] BOA.HR.SYS. 59

 

[14] BOA.HR.SYS. 2555-3/55-56

 

[15] BOA.HR.SYS. 2555-3/56

 

[16] BOA.HR.SYS. 2555-3/89

 

[17] BOA.HR.SYS. 2555-4/12,15

 

[18] BAO.HR.SYS. 2555-4/12,15

 

[19] BAO.HR.SYS. 2555-4/26

 

[20] BAO.HR.SYS. 2554-4/62

 

[21] BAO.HR.SYS. 2542-3/4-5, 2542-5/38-40, 2542-3/8-10

 

 

 

[22] BOA. HR. SYS. 2542-3/24-25

 

[23] BOA. MV. 217/77

 

[24] BOA. HR. SYS. 2543-4/11-12

 

[25] BOA. HR.SYS. 2542-9/26-28

 

[26] BOA. HR.SYS. 2555-4/79-82

 

[27] BOA. HR.SYS. 2542-5/38-40

 

[28] BOA. HR.SYS. 2556-3/73-74

 

[29] BOA. HR.SYS. 2555-4/96-97

 

[30] BOA. HR.SYS. 2555-4/116

 

[31] BOA. HR.SYS. 2555-2/26

 

[32] BOA. HR. SYS. 2555-4/133-135

 

[33] BOA. HR.SYS. 2543-7/33,34

 

[34] BOA. HR.SYS. 2878/9

 

[35] BOA. HR.SYS. 2543-6/17

 

[36] BOA. HR.SYS. 2555-4/149-150

 

[37] BOA. HR.SYS. 2555-4/147

 

[38] BOA. HR.SYS. 2543-7/43

 

[39] BOA. HR.SYS. 2555-4/121

 

[40] BOA. HR.SYS. 2569-2/56-58, 2556-3/78

 

[41] BOA. HR.SYS. 2557-3/17-18

 

[42] BOA. MV. 222/4


 ----------------------
* Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü, Uzman -
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 11, Sonbahar 2003
            Tavsiye Et

   «  Geri
Yorumlar